Herkes Bir Tarihtir...
O gece büyük bir beğeniyle okuduğum kitabın yazarına bir teşekkür mektubu yazmayı borç bilmiştim kendime. Sonra yazdığım mektubu katlayıp, yarın alacağım zarfın içine koyup postalamak kaydıyla masanın üzerinde yığınla duran kitaplardan en üste olanın arasına sıkıştırdım. Daha sonra isteksiz ama uysal adımlarımla yatağıma doğru gittim.
Nedense O gece oldukça sıkıntılı ve yorgundu bedenim. Tıpkı karanlığın sıkıntısı ve yorgunluğu gibi. Rahatsız edici bir uykusuzluk hali sarmıştı bedenimi. Usulca yatağımdan doğruldum. Çoğu gece bakmaya doyamadığım yıldızların gökyüzünü kaplamış olmasını garipsemiştim. Ve sanki hepsi üzerime doğru kayıyordu.
Adımlarım odanın her köşesinde volta atarken zihnimde sabahleyin nerelere gideceğimin, kimlerle görüşeceğimin, ve yapmam gereken şeylerin öncelik listesini oluşturuyordum.
Küçükken uykumuz olmadığı zaman uykumuzun gelmesi için hep çitlerden atlayan koyunları saydırırlardı bize. Bense yatağımın hemen yanı başında bir heykel gibi dikili duran ve biraz sonra üzerime yıkılacağından haberim olmayan kütüphanenin kitaplarını saymaya çalışıyordum.
Evet gecenin bir yarısıydı. Belki de insanların en aciz, en uysal zamanlarıydı. Ve ölümün kokusu, ecelin korkusu burnumun ucuna kadar sokulmuştu. Sanki ben yaşımın en toyunu, yılların en delikanlısını yaşarken Azrail'in ellerini omuzlarımda hisseder gibiydim.
Ve o sabah güneş geç yazılmıştı tarihe. Adeta toprak yılların derdini, yılların acısını dışarı döküyordu. Kanayan bir mahşer gibiydi meydanlar. Aydınlığa ve çocuklara dair yazdığım tüm şiirler yanıp kül olmuştu birden. Hayatın yüzü soluvermişti. Yüreklerde kara bulutlar, kulaklarda siren sesleri, gözlerde donukluk... Sanki sarsılan şehrin kendisi değildi de, umutlar ve yüreklerdi.
Binlerce, on binlerce feryat yükseliyordu yığınlar altından bulutlara doğru ve adeta gözü kudurmuştu ölümün. "sesimi duyan var mı? Sesimi duyan var mı? Sesini duyan binlerce insan olsa ne fayda ölüm yazılmışsa alnına...
Şu an okunan akşam ezanı ikindi serinliği gibi, odanın perdesini harekete geçirip içeri doğru eserken, ucu-bucağı belli olmayan bir ağustos gecesinin üzerinden tam üç yıl geçti. Hayat tüm acılara rağmen kendini yeniden onarıp yeni, yepyeni bir yaşam üretmeyi başarıyordu. Ve müzevir bir dünyada kimilerimiz hayatını bu ana kadar taşırken, kimilerimiz gerçekleşemeyen hayallerini, çocuklarını, dile gelmemiş sevdalarını, ailesini, dostlarını ve daha nice değerlerini gençliğinin kıyısında toprağa gömüvermişti.
Peki hayatta kalan, binlerce acısını toprağa gömmüş bir can mı olmak iyiydi ya da yığınlar altında kalıp toprağa karışan bir can mı? Yaşanılan acılar değiştirmiş miydi geride kalanların hayatlarını. Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunun farkına varıp kendimize gelebilmiş miydik. Yaşantımıza çeki-düzen vermiş miydik.
Ve 7.4'lük bir uyarı dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu anlatabilmiş miydi bize.
Yoksa...
"Bizimle karşılaşmayı ummayan ve geçici hayata razı olup onunla tatmin olanlar, işte onlar ayetlerimizden gafildirler." 10/7
"Allah dilediğine rızkı açar da, kısar da. Dünya hayatıyla sevindiler. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, bir geçimden ibarettir" 13/26
"Size verilen her şey, dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah'ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz?"
Evet aradan tam üç yıl geçti ve 17 Ağustos 1999 gecesi okuduğum kitap şuan yine elimde. Ve yaşanılan o geceyi sayfalarının her satırında bir sır gibi saklıyor sanki. Apansız ölümün pençesine yakalananları, çadır kentte gözlerini dünyaya açanları, kaybolan değerleri ve yeniden kazanılanları...
Ben vefa borcumu yerine getirip kitabın yazarına daha sonra yeniden teşekkür mektubu yazamadım belki. Ama kalemimim dili son cümlelerini hayata anlam katan, dosta dostu, umuda umudu, güzele güzeli ekleyen, umudun yerine dua, duanın yerine umudu koyan, güneşi yüreğimize sokan yazarın kitabından dökülen sözcüklerle bitiriyor.
"Herkes bir tarihtir...
Arzın herhangi bir yerinde başlayan yürüyüş, bir gün nasıl olsa bitecektir. Otururken, yatarken, yazarken, çalışırken, yolculuk yaparken. Afiş asarken duvara, direnirken, korkup saklanırken. Yalın yapıldak bir sokağın ortasında kalleşçe kurşunlanarak ya da. Hücrede, okulda yahut işyerinde. Ölüm belki savurarak koparıp alacaktır bizi; belki de göğsümüze bir karanfil iliştirip elimizden tutarak sessizce alıp götürecektir. Öyleyse önemli olan dolu dolu yaşamak; güzelce ve gereğince yürümektir... Yürüyüşümüzün sonunda bizi bekleyeni/bekleyenleri bilerek yürümektir.
Herkes bir tarihtir...
Şükürler olsun, Kitab'ında İsrafil'in surundan haber veren Yüce Allah'a ki imtihan ve hesabı herkes İçin var etmiş ve ahireti herkese va'detmiştir!.. "*
*Dilime Gerili Pankart, s. 14, 16.
- İnanç ve Kararlığımız Kurtaracak!
- Öncelikli Sorunumuz Düzendir!
- AB Sürecinde Gerçekliğimiz
- İnsan Hakları İhlallerinde Almanya Türkiye'nin İzinde
- Asimetrik Savaş ve Liberal Demokrasinin Faşizanlaşması
- Amerikan Emperyalizminin Bahanesi 11 Eylül
- Tunus İslami Hareketi Üyeleri Açlık Grevinde
- ABD Mutlak Hegemonya Peşinde!
- Bir Şahinin Portresi
- ABD Dünya İçin Tehdit!
- Hasan Turabî ve Arkadaşları Yeniden Tutuklandılar
- Beklenen Emperyalist Saldırı ve Ülke Ekonomisine Etkileri
- Bush'un Saldırı Senaryoları
- Irak Halkına Kesilen Acı Fatura
- Filistinlilerden Geçmişi Unutmaları İstenemez!
- Oğlum İşgalci Bir Ulusa Mensup Olduğu İçin Öldürüldü!
- BM'nin Cenin Yüzsüzlüğü
- Mısır'da İhvan Mensuplarına Yönelik Baskılar Sürüyor!
- F Tipi Zulmü Can Almaya Devam Ediyor!
- Luther Reformunu Hazırlayan Sebepler
- Nureddin Zengi -2
- 17 Ağustos Depremiyle Ortaya Çıkan Acılar, Sevinçler, İhanetler
- Depremin Oluşturduğu Fotoğraf
- Deprem Anketi: Deprem Sürecinde Değişim
- Herkes Bir Tarihtir...