1. YAZARLAR

  2. Selahaddin Eş Çakırgil

  3. Hatemi'ye Denk İkinci Bir Aday Yok

Selahaddin Eş Çakırgil

Yazarın Tüm Yazıları >

Hatemi'ye Denk İkinci Bir Aday Yok

Mart 2001A+A-

Sizinle yaklaşık bir buçuk yıl önce İran'daki son gelişmeler üzerine bir röportaj yapmıştık. O günlerde öğrenci gösterileri dolayısıyla İran'da yoğun bir tartışma vardı. 0 günden bu güne gelindiğinde belki aynı dozda olmasa da yine İran'da muhalif karakter taşıyan gösteriler konusu uluslararası medyanın gündeminde. Bir taraftan devrim kutlamaları sürerken, bir taraftan da İran'da İslami sistem karşıtı gösteriler olduğu haberleri yayınlanmakta. İran'daki gelişmeleri yakından gözlemleyen birisi olarak son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? İran'da bir kaos ya da kargaşa hali söz konusu mudur? Sistem karşıtı muhalefet sokağa taşar boyutlar kazanmış mıdır?

Önce şu hususa açıklık getirmek lâzım, sanıyorum.. Eğer İran'da hiç bir ciddî muhalefet hareketi olmasa bile, Uluslararası Haber imparatorluğu, emperyalizmin hesaplarına uygun olarak gerekli ihtilafları sun'î olarak dahi icad ve imal edecektir..

Öte yandan hiç bir ciddî muhalefet hareketinin olmadığı bir toplum da herhalde pek o kadar istenecek bir şey olmasa gerek. Çünkü bir toplumda, her şeyin iyi gittiği gibi bir zann, gerçekte, toplumun artık tepki verme kabiliyetlerini ve reflekslerini yitirdiği şeklinde değerlendirmeye elverişli bir durum dahi ortaya çıkarır..

İran, 70 milyona yaklaşan dev ve genç nüfusuyla oldukça canlı ve problemleri de, hemen bütün müslüman toplumlarını ortak özelliği gibi olan bir çetinlikte..

İslam İnkılabı'nın yıldönümü öncesinde, evet, ufak çaplı bazı gösteriler olduğu dünya medyasına yansıdı.. Bu gibi gösteriler olmuş olabilir.. Ancak, bunların, aylar öncesinden beri uluslararası ve özellikle de Amerika'nın Sesi ve BBC gibi yayın organlarının farsça programlarının yaygın propagandalarıyla, tam da o yıldönümü günlerine denk gelecek şekilde, topluma pompalanmaya çalışıldığı unutulmamalıdır.. Siz mesela, yığınla probleme rağmen, yine de, İnkılabın yıldönümü kutlamalarına yüzbinlerce-milyonlarca insanın katıldığını itiraf eden bu gibi emperyalist merkezleri gördünüz mü hiç..

Ama, Tahran'ın lüks mıntıkalarından Kuzey Tahran'daki Park-ı Millet civarında, bir gösteri yapıldığı ve 'bir takım baskılar'a karşı çıkan bir grup gençle, onlara karşı çıkan ve "Ensâr-ı Hizbullah" diye anılan başka bir gençlik grubunun mensubları arasında ufak çaplı sürtüşmelerin olduğuna dair haberi geldiği gibi, şehrin uzak bir mıntıkasında, Doğu Tahran'da Tahran-Pars mıntıkasında 100 kadar kişinin protesto gösterileri yaptıklarına dair haberler de dünyaya geçilebilmiştir.. Güya, onlar 'İslami Hükümet istemiyoruz..' gibi sloganlar söylemişler.. Bu, bana çok zayıf bir ihtimal gibi gözüküyor.. Çünkü, böyle bir sözü söylemek isteyenler bulunsa bile, söyleyecek kadar cüretkar ya da cesur tiplerin olup olmayacağı konusunda şüphem var.. Çünkü, müslüman toplumun da mevcud uygulamaların şu veya bu tarafından veya tarzından bir takım rahatsızlıkları olsa bile, bu uygulama bozukluklarını bahane ederek İslam Hükümeti uygulamalarına karşı çıkmak isteyecek olanlara, müslüman halk kitlelerinin tebessümle bakacağını sanmıyorum.. Ancak, bir takım uygulamalardan rahatsızlık dile getirenler bulunabilir..

Ama, daha önemlisi, Iran toplumunun, İslam Hükümeti talebinden soğuduğu gibi bir görüntünün olduğuna ben şahsen inanmıyorum.. İhtilaflar, İslam Hükûmeti'nin özüne değil, nasıl daha iyi bir model sunulması gerektiği üzerine olabilir ve olması tabiidir de..

Ama, İran'da bir karmaşa ya da kaos durumu, kesinlikle söz konusu değil.. Belki, bazılarına göre, yetkilerin bazı kurumlar tarafından gerektiğinden fazla devletçi bir anlayış ve modern hükümet etme sanatının inceliklerine fazla önem verilmeksizin uygulanma çabası, söz konusu...

Ancak, bir diktatörlüğe karşı direnerek bir İslam İnkılabı gerçekleştirmiş olan bir toplumun, o cehennemi diktatörlükten sonra kurulan yeni düzenin bir takım sıkıntılarına karşı itiraz etmek geleneğinin sürmesine de; o itirazlara karşı mukabil tedbirler almak isteyenlerin bulunmasına da şaşmamalı..

Çünkü, böyle bir toplumda, toplumun ferdlerine daha fazla özgürlük isteyenlerle; büyük mücadelelerden sonra devrilen diktatörlük sonrasında kurulan yeni düzenin tehlikelerden korunması hususunda daha bir hassas olan odakların farklı talepleri ve hedeflerinin olmasından kaynaklanan sosyal taleplerin karşı karşıya gelmesi de tabii karşılanmalıdır..

Nitekim, geçtiğimiz haftalarda, İslam İnkılabı Rehberi Âyetullah Seyyid Ali Khameneî, yaptığı konuşmalarda, 'Ülkenin güvenliğinin, felsefî laflar etmekle yerine getirilebileceğinin sanılmaması' gerekliliğini dile getirmesi, ve 'Halkın birinci derecede istek ve hakkının güvenlik olduğunu' dile getirmesi; (14-15 Şubat tarihli Ittılaat ve Keyhan gazeteleri) bu alandaki bir görüşü yansıtmaktadır,. Buna karşı sayılmasa bile, bundan farklı bir görüşü ise, yine aynı günlerde, Cumhurbaşkanı Muhammed Khâtemî, 'Genç neslin istekleri gözardı edilemez ve asıl olan özgürlüklere dayalı bir güvenlik düzeninin kurulmasıdır..' şeklinde dile getiriyordu..

Ancak, bunun bir karışıklık, kargaşa veya kaos hali olarak algılanmaması, tersine, bir arayış olarak algılanması gerekir.. Bu farklılıkların bir kaos ve kargaşa olarak değerlendirilmesi, emperyalist çevrelerin bir takım temenni ve beklentilerinden ibarettir..

Ne var ki, yine de, hiç bir toplumun geleceğinde, sistem karşıtı muhalefetin sokaklara çıkmayacağı hakkında kesin sözler söylenemez, herhalde.. Söylenirse, o zaman da bunların nasıl iptal edildiği çok görülmüştür.. Nice iktidarlar vardır ki, 'Ben ayağımı yere muhkem, sıkı basarım..' diyen şeflerinin bu gibi sözlerinin üç-beş gün sonrasında, tepe-takla gitmekten kurtulamadıklarına dair pek çok örnekler vardır..

Özellikle, hâlâ da sürmekte olan ekonomik ambargoların ve yığınla askerî tehdidlerin ortasında bulunan bir İslamî İran'ın savunma harcamalarına ve askerî teknolojiye yaptığı sanılan tahsislerin, ülke ekonomisine yüklediği ağır yükün meydana getirdiği sıkıntıların bazı yaygın rahatsızlıklar meydana getirmesi kaçınılmazdır..

Son zamanlarda medyaya İran Kürdistanı'nda birtakım gelişmeler olduğuna dair haberler yansıyor. Kürtçe yayın, eğitim ve benzeri bir takım açılımlar olduğuna dair bilgiler alıyoruz. Bu bilgilerin mahiyeti nedir? Kürt halkının bîr takım hak ve özgürlüklerinin tanınmasının ancak devrimin üzerinden yirmi yıldan fazla bir zaman geçmesinden sonra mümkün olabilmesini nasıl yorumlamak gerekir?

Bu, yeni bir durum değil..

Ve konuyu sadece kürd kavmi için almak da yanlış olur.. Çünkü, İran'ın etnik yapısı, sınırları çok net olarak belirlenemez.. Çünkü, insanlar etnik köklerini değil, fiilen konuştukları dili esas alarak belirtmektedirler etnik mensubiyetlerini.. Bu açıdan, 'Anam-babam arabmış ama, ben farsım; annem-babam azerî türküymüş ama, ben farsım; annem-babam kürdmüş ama bir farsım.. Dedem arab-fars veya kürdmüş ama, ama ben azerîyim.. Dedem kürdmüş ama, ben Beluucistan eyaletinde doğup büyümüşüm ve ana dilim, belûc dili olduğu için, bir belûcum..' diyenlerin ve bunu çok rahat bir şekilde söyleyenlerin ve anababalarının dillerini bilmediklerinden dolayı, insanların genelde bir dil mensubiyetinden öte, bir başka kan davası oluşturmadıklarını çok rahatlıkla tesbit edebiliriz, toplumun her kesiminde.. Ama, kaba hatlarıyla belirleyecek olursak herhalde söyle bir tablo çıkar:

Yüzde 40-45 (gilek, lor, tevaliğ gibi muhtelif alt kavmi oluşumları da içine alacak şekilde) fars; yüzde 25 kadar azerî, yüzde 10 kadar kürd, yüzde 8 kadar arab, yüzde 4-5 belûc, yüzde 3-4 türkmen, ve yüzde 1,5- 2 de gayrimüslim unsurlar..

Şimdi bu sosyal yapı içinde, kavimlere göre bir üstünlük veya öncelik söz konusu değil..

Çünkü, İslamî bir hükümet uygulamasına erişilmesi idi, hedef.. Nitekim, rahmetli İmam Rûhullah Khomeynî'ye, İran'a dönmeden önce, Paris'te, 'eqalliyet-azlık unsurların hukuku nasıl sağlanacak?..' diye sorulduğu zaman, 'Azlık unsurlar, zimmî hukukuna tabidirler..' diye cevab vermişti.. Bu terimin ne demek olduğunu anlamayanlar, o terimin 'Ehl-i kitab olan gayrimüslim unsurların İslam hukukundaki statüsü' manâsına geldiğini öğrendiklerinde, yine sormuşlardı İmam'a: 'Biz onları sormuyoruz, biz etnik azlıkların durumunu, türk, kürd, vs. unsurların durumunu soruyoruz.. Onların hukuku ne olacaktır?' dediklerinde İmam Khomeynî, 'Onlar müslüman, onlar ülkenin sahibi olan insanlar.. Azlık değiller ki..' demişti..

Binaenaleyh, daha taa, baştan, bir İslam Hükümeti uygulamasında müslüman kavimlerin hiç birisinin diğerine bir üstünlüğünün asla söz konusu olamayacağını teorik olarak kabul etmek lâzım..

İran'da İslam İnkılabı gerçekleştiği ilk andan itibaren, bugün gelinen noktalara ulaşılması, taa baştan ifade edilmişti ve hatta İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 15. maddesinde de, insanların kendi ana dilleriyle veya mahallî dillerle eğitim görebilmeleri de öngörülmüştü..

Ama, nasıl ki, TC Anayasası da, vatandaşların iş bulma ve çalışma hakk ve hürriyetlerinden söz eder ama, bunu gerçekleştirememiştir; İran da, Anayasası'nda öngördüğü hedefleri henüz tam olarak gerçekleştirememiştir.. Çünkü, inkılabın hemen başında, şahlık rejiminin ortadan kalkmasıyla meydana gelen otorite boşluğundan istifadeyle devreye girmek için kendilerine gün doğmuş olabileceğini zanneden çeşitli cereyanlar veya gruplar, kesimler derhal sosyal sahneye silahlı olarak çıkmayı denemiş ve bu çıkışlar toplumda küçümsenmeyecek derin izler meydana getirmiştir.. Ahvaz bölgesinde araba, Kürdistan Eyaleti'nde Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletlerinde azerî türkçü, Türkmen Sahrası'nda türkmenci, Belûcistan'da belûccu ayaklanmalar birbiri ardından sökün etmiş ve çok dehşetli kanlı çatışmalar meydana gelmiştir ki, eğer İmam Khomeynî'nin güçlü ve karizmatik liderliği olmasaydı, bunların üstesinden gelinmesi herhalde o kadar kolay olmazdı..

Bu arada, bu gibi kavmiyetçi ayrılık hareketlerinden ayrı olarak, ınkılab'ın ilk yıllarında, "Mujaaheeden-e Khala" isimli ve Amerikan emperyalizmi destekli marksist hareketin bazı İslamî argümanları da kullanarak ülke çapında giriştiği ve daha çok genç nesilleri harekete geçiren ve kendine çeken yaygın ve etkin muhalefet ve silahlı ayaklanma teşebbüslerini de tabloya eklersek; o zaman atlanılan badirelerin ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılır..

Bütün bunlardan sonra, bir de, farsçıların ayaklanışı vardır ki ben şahsen, İslam Inkılabı'nın gerçekleşmesinden bir yıl kadar aradan sonra ilk cumhurbaşkanı seçilen Ebu-l' Hasan Benî Sadr'ın etrafında toplanan güçlerin ayaklanmasının da, gerçekte, her şeyden çok, bir farsçı ideolojik temele dayandırılabileceğini düşünüyorum. Bundan ayrı olarak, ülkeyi daha katı mezhebçi-şiî bir temele dayandırmak isteyen odaklar olduğu gibi, böyle bir iç hesaplaşma ânında, sünnî gruplar içinde de kendileri için bir fırsat ortaya çıkıp çıkmayacağını düşünen, hesab eden taifeler vardı ama, bunların çok etkili oldukları, kan dökmeye vesile olacak kalkışmalar içine girdikleri söylenemez..

İslam İnkılabının aqıdevî-ideolojik-kültürel temelleri ne kadar derin olursa olsun, bütün bu iç karışıklıklar, başlangıçta öngörülen ve tabanı çok geniş tutulan İslamî manâda özgürlükçü sosyal yapılanmanın gerçekleşmesinin o kadar kolay olamayacağını hemen herkese anlatmış ve vaad ettiği bazı temel hakk ve hürriyetlerle ilgili değişimlerin gerçekleşmesini geciktirmiştir..

Bu cümleden olmak üzere, hemen belirtelim ki, sadece kürdler için değil, Kuzeydoğu İran'daki (sünnî) türkmenler, Pakistan sınırındaki belûçlar ve Körfez ve Ahvaz civarındaki arablarla, sadece Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletlerinde değil, ülkenin hemen her yanına yayılmış olarak yaşayan(şiî) azerîler için de, kendi ara dillerini ve mahallî kültürlerini geliştirmeleri açısından, çok güzel hedefler düşünülmüştü.. Çünkü, ortak anlaşma dili olarak kabul edilen farsçadan ayrı olarak, bütün mahallî diller de ülkenin zenginliği olarak kabul edilmişti..

Bu açıdan, ben sizin sualinize sadece müslüman kürd halkı için diye ayrıca bir cevab vermek istemiyorum.. İnkılabın başından beri, bütün bu kavmî-etnik grupların kendi anadillerinde yayın yapmalarının yolu açıktı ve halkının ekseriyetinin, farsçadan ayrı bir dille konuştuğu kabul edilen her eyalet veya bölgenin halkı için, kendi ana dillerine göre hazırlanan radyo-televizyon programları hazırlanıyor ve yayınlanıyordu ve bu durum halen de devam etmektedir.. Keza, mahalli gazeteler kendi ana dillerinde yayınlanabiliyordu..

Yani, İslam Cumhuriyeti, muhtelif etnisite gruplarına 'Kendi ana dilinizi, İslamî muhtevayla daha da zenginleştirebilir ve Tevhîd aqîdesinin insanlara aktarılmasında, bu vasıtayı en iyi şekilde kullanmanızda hiç bir mani yoktur..' diyordu, fiilî olarak..

Ancak, ortaya çıkan engeller, başlangıçtaki o ulvî-güzel hedeflerin geliştirilmesine fırsat vermemiştir denilebilir..

Bugün, gerçekte, aradan geçen 20 yıla yakın bir süre sonra, o siyasetin daha da geliştirilmiş olması gerekirdi. Ama, toplumun ideolojik ve kültürel açıdan yetersizliklerinin buna elverişli olmadığını düşünüyorum..

Bu açıdan, Ortadoğu'nun son etnik şekillenmeleri içinde özel bir yeri olan kürd kavminin durumuyla ilgili olarak, Iran İslam Cumhuriyeti yetkilileri, muhakkak ki, kürd halkının ihtiyaçlarına ve isteklerine de daha bir ayrı karşılık vermeye çalışıyorlar ama, bu arada, İslam Cumhuriyeti coğrafyasını zorlaması muhtemel ve beklenmeyen bir tablo ile karşılaşmamak için ellerinden gelen tedbir veya dikkati de göstermeyi gözardı etmeyerek, elbette ki.. Çünkü, Batı dünyası, kürd halkı adına yeni coğrafî sınırlar çizmeye kalkıştığında, bundan sadece Irak ve Türkiye değil, müslüman kürd halkından, milyonlarca insanı bünyesinde asırlardır barındıran İran da muhakkak ki etkilenecektir..

Bu açıdan, bugün gelinen nokta, aslında hedeflenen bir nokta değildir.. Bu da, bölgenin konjonktürel yapısından ve uluslararası güçlerin, emperyalizmin entrikalarından kaynaklanmıştır.. Yoksa, ben şahsen, 'Kürd halkı olmaksızın, İran tarihinin ve İran halkının düşünülemiyeceğini' söyleyebilen bir Reis-i Cumhur Muhammed Khâtemî'nin bu sözünün sırf siyaset için, ya da, gönül avlamak için söylenmiş bir söz olmadığına inanıyorum.. Keza, türk kavminden yığınla insanların da, ülkenin idaresinde olduğunu düşünürsek -en başta, Rehberlik makamında bulunan Seyyid Ali Khameneî'nİn bir azerî türkü olduğunu- biliyoruz. İslamî İran'da, kavmiyet temeline dayalı bir problemin bulunmadığını söylemekte asla zorlanmıyorum..

Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı süresi yakında doluyor. Gerçi siz yazılarınızda sürekli olarak statükonun Hatemi'ye istediği adımları atması için imkan tanımadığını ve sürekli olarak önüne engeller çıkarttığını vurgulamaktasınız. Fakat sonuçta bir takım vaadlerde bulunarak ve halkın oylarını talep ederek cumhurbaşkanlığı makamına seçilen birisi olarak Hatemi'nin performansının halk nezdinde mutlaka bir değerlendirmesi, ya da kritiği yapılagelmektedir. Bu noktadan Ha-temi döneminin genel bir değerlendirmesini yapacak olursanız neler söyleyebilirsiniz? İran'ın temsil ettiği İslam'ı değerler açısından; dünyada ve ümmet arasında İran'ın pozisyonu açısından; İran halkının mutluluğu ve refahı açısından vb. Hatemi ne getirmiştir?

İran halkının Muhammed Khâtemî'den ne beklediğini iyi belirlemek lâzım, herhalde.. Bunun için de, Khâtemî'nin seçilirken halka neler söyledikleri üzerinde durmak gerekiyor.. Halkın, Khâtemî'den günübirlik, ekonomik bir sihirli değneği eline alıp harikulade neticeler elde edeceğini umduğunu söylemek herhalde çok gerçekçi olmaz.. Kaldı ki, İran'daki İslamî Hükümet sistemi içinde, bir cumhurbaşkanı olarak Khâtemî'nin yapacağı şeylerin sınırlı olacağı da, halk tarafından bilinmektedir.. Üstelik, büyük bir savaşı atlatmış ama, henüz de barış antlaşması imzalamamış, yani, halen daha Ateş-Kes statüsü içinde bulunan bir ülkenin ekonomisinin yönlendirilmesinde, tek başına bir cumhurbaşkanının yetkileri de, imkanları da sınırlıdır.. Esasen, Khâtemî de, halkın dertlerine çözüm arayan, çözüm bulan ve yeni buhranlar ve sıkıntılar olmaması için didinen; devlet uygulamasında halk gücünü kendisine büyük destek yapan ve hemen bütün halk kesimlerinden büyük destek gören ve halka devamlı bir takım kânun veya fıqh kaidelerini hatırlatmayan bir kimse olarak yükseldi..

Khâtemî, ilk çıkışındaki görüntüsünü bozmadan ve hatta daha da ilerisi, hem iç siyasette ve hem de dış siyasette, oldukça güçlü bir performans göstererek, 4 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna gelmiş bulunmaktadır..

Ama, ondan, elinde olmayan güçleri harekete geçirmesi ve kânunların üstünde büyük değişiklikler yapması beklenmemeliydi.. Onun döneminde, İran toplumunun, inkılabın temel ölçülerinden fire vermeden, ama, bir takım sivri uygulamaları da, hür tartışma zeminini genişleterek törpülemekte epeyce başarı sağladığı söylenebilecek olan Khâtemî'nin İran halkı için, bir hayal kırıklığı oluşturduğu söylenemez, herhalde..

En yakın çalışma arkadaşlarının bile çoğu tartışmalı yargılamalarla mahkum edilmesi ve böylece yalnız bırakılması gibi siyasî manevralara muhatab olması, Khâtemî'nin başarısızlığı olarak anlaşılabilir mi?

Bu, durum, sanıyorum ki, İslam inkılabı rejiminin karşı karşıya kaldığı iç ve dış problemlerden ayrı olarak düşünülemez..

Sizinle daha önce yaptığımız röportajda Hatemi'nin önüne engel çıkartmak için statüko yanlılarının meclis seçimlerini reformcu adayları veto yoluyla işlevsizleştirebilecekleri tehlikesinden söz etmiştiniz. Bir takım engeller çıkartılmış olsa da yaygın bir veto ile karşılaşılmadı ve geçen sene yapılan seçimler sonucunda Mecliste büyük ölçüde Hatemi yanlılarının egemenliği ortaya çıktı. Meclisin bu yapısı Hatemi'nin gerçekleştirmek istediği değişime ne ölçüde katkı sağladı?

Khâtemî'nin Meclis'e girmesini istediği adayların pek çoğunun tırpanlandığı biliniyor ama, netice itibariyle, Khâtemî, en azından, daha sonra hatırlanabilecek veya ikinci derecede isimleri destekleyerek, bir kısım engellemeleri aşabilmiştir.. Ama, onlar da Meclis'te mütecanis, homojen bir grup oluşturamamışlardır.. Nitekim, onlar bugün, bir takım fraksiyonlar halinde çalışmakta ve bir takım birliği manzarası sergileyememektedirler..

Bundan ayrı olarak, Khâtemi, başta Matbuat Kânunu olmak üzere, bazı kânunlarda değişiklik yapmak istediği zaman, Mecfis'te kendisini destekleyeceği sanılan bütün kesimlerden çok net bir destek görememiştir.. Bu neticede, ayrıca, çıkacak gibi olan kânunların karşısına, bizzat İslam İnkılabı Rehberi'nin İslamî şûra Meclisi'ne mektub yazarak yaptığı engellemelerin de etkisi olmuştur ve bu durum karşısında, Khâtemî, gerilim meydana getirmek yerine, bu gibi engellerin meydana getirdiği sıkıntılı durumları zamana yaymayı tercih etmiştir.. Bu bakımdan, son bir buçuk yıl içinde, kapatılan gazete sayısının 20'yi bulması ve bu gazete mensuplarının, sırf fikirlerinden dolayı mahkum edilmiş olmaları, İslam Inkılabı'nın 20. yaşında olduğu sıralar için hiç de hoş bir görüntü oluşturmamıştır.. Düşünelim ki, 8 yıldır yayınlanmakta olan Hemşehri gazetesinin Tahran dışına dağıtımı bile, sırf, bu gazetenin sahibinin Tahran Belediyesi olması hasebiyle, yasaklanmıştır.. Bu gibi komik uygulamaların, İslamî yargı mekanizmasının üzerine gölge düşürdüğünü söylemeye gerek bile olmadığını sanıyorum..

Bundan ayrı olarak, Muhammed Khâtemî'nin en yakın çalışma arkadaşlarının başına gelenler karşısında gösterdiği tutum da, bazılarınca pasiflik ve tepkisizlik; bazılarınca ise, ülkeyi buhrana sürüklememek dikkati olarak değerlendirildi.. Gerek Tahran eski Belediye Başkanı Gulam Huseyn Kerbasçi ve gerekse, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdullah Nurî'nin fikirlerinden dolayı, 5 yıl hapse mahkum edilmesi hadiseleri karşısında Khâtemî'nin gösterdiği tavır, bu ikili değerlendirmelere birer örnek olarak zikredilebilir..

Bu yargılama ve tutuklamalara son olarak da İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan ve Khâtemî'nin yakın çalışma arkadaşlarından birisi olarak bilinen Mustafa Taczâde eklenmiştir.. Bu arada tutuklanıp, 'Özel Ruhaniyyet Mahkemesi' (Dadgâh-ı Vije-i Ruhaniyyet)'de, çok özel şartlarda; kapalı iddianame ve kapalı savunmalarla yargılanan ve mahkum edilen ruhanî veya molla statüsündeki bazı şahısların mahkumiyetleri de, henüz daha sağlıklı hukukî yapılara kavuşturulamamıştır.. Halbuki, bu özel mahkemenin, en azından, çok net ve açık bir statüye kavuşturulması gerekirdi..

Evet, bu açılardan, Khâtemî, organlar arasında problem çıkmasın diyerek, gerekli kanunlar için, daha müsaid zamanları kollamayı tercih etmiş olabilir ama, onun, en azından, faili meçhul cinayetlere karşı takındığı çok sert ve net tavrın, tehlikeli bir yolu tıkamakta büyük hizmet gördüğü teslim edilmelidir..

Hatemi'nin görev süresi yakında doluyor ve yeniden cumhurbaşkanlığı seçimleri gündeme gelecek. Hatemi'nin yeniden aday olup olmaması ihtimaline ilişkin olarak neler söyleyebilirsiniz? Aday olması durumunda halka mevcut statükonun egemenliğini kırma yönünde yeni vaatlerde bulunması zor olmayacak mı? En azından inandırıcılık noktasında bir zaaf durumunun yaşanması ihtimali görüyor musunuz?

Khâtemî yeni bir dönem için daha aday olacağını açıklamıştır.. Khâtemî, bu noktada çok zorlanmamıştır, sanıyorum.. Çünkü, Khatemi karşıtı siyasetçilerin veya resmî kurumların geniş bir halk desteğine sahib olmadıkları iddiası hâlâ da çok güçlü olarak söylenebilir..

Bu bakımdan, Khâtemî'yi şimdilik egale edecek, ona denk sayılabilecek bir ikinci aday yok ortada.. Çıkması da pek mümkün gözükmüyor..

Gerçi, bazı çevrelerde, 1981-89 arasında sekiz yıl Başbakanlık yapmış olan Mir Huseyn Musevi'nin adı da, Khâtemî karşıtlarınca gündeme getirilmek isteniyor ama, bu, gerçekte, Khâtemî'yi zayıflatmak için söz konusu edilen bir taktik olsa gerek.. Çünkü, onun adını söz konusu etmeye çalışanlar, Musevî'ye, hatta Khâtemî'den de daha bir karşıydılar ve ayrıca, Musevî'nin, Khâtemî'yle iyi bir diyalog halinde olduğu biliniyor.. Bu bakımdan, bu iddia zayıf kalıyor.. Başka adaylar İse, daha baştan göstermelik olmaktan kurtulamazlar gibi..

Bu arada, Cumhurbaşkanlığı adaylarını elemek ve belirlemekte nihaî söz sahibi olan Şûrâ'y-ı Nigehban'ın, (İslam Cumhuriyeti'ni Gözetleme Şûrâsı'nın) Khâtemî'nin adaylığını reddedebileceği gibi ihtimallerden bile söz edenler var.. Çünkü, bu şûrâ'yı oluşturan heyetin, Khâtemî'nin düşündüğü İslamî Hükümet modelinden farklı düşündükleri öteden beri biliniyor..

Bu bakımdan, öyle bir şey olur mu, olur!..

Çünkü, geçmişte de, üç dönem Meclis'te bulunan bir milletvekili, dördüncü bir dönem için daha adaylık başvurusunda bulunduğunda reddedilmişti.. Ve yapılan itirazlara, 'kişinin halihazırdaki durumunun Ölçü olacağı' şeklinde cevap veriliyor; 4 yıl önceki bir kabulün veya reddin bugün için de mutlaka geçerli olacağının düşünülemeyeceği vurgulanıyordu..

Khâtemî'nin bertaraf edilmesini gerekli gören mihraklar, odaklar da, kendilerine göre bir takım kanunî bahaneler bulabilirler.. Çünkü, Khâtemî döneminde, İran, belki Khâtemî'nin istediği bir yapıya kavuşamadı ama, onun karşıtlarının tahmin edemediği bir noktaya doğru da, büyük ivmeler kazanarak, epeyce bir ilerledi..

Bu bakımdan, şimdi, böyle bir eleme ameliyesi devreye sokulabilir. Evet, bu durum, zayıf bir ihtimal olsa bile, yine de bir Demokles Kılıcı olarak bir kenarda tutulmalıdır.. Elbette ki, böyle bir durum dünyada şok meydana getirebilir ama, ınkılab hareketlerinin tabiatında bu gibi şoke edici gelişmeler de daima bulunur..

Ama, yine de temenni edelim ki, böyle büyük çaplı ve geleceği karartabilecek kararlar olmasın..

Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda Allah 'tan kolaylıklar diliyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR