1. YAZARLAR

  2. Bünyamin Doğruer

  3. Hakkın Şahitliğini Ötekileştirmeden Yapmak

Bünyamin Doğruer

Yazarın Tüm Yazıları >

Hakkın Şahitliğini Ötekileştirmeden Yapmak

Ağustos 2023A+A-

Allah’a teslim olmuş müminler olarak O’nun emir ve yasaklarını görüp gözetmede hassas olmalıyız. İnsanları ötekileştirmek, tekfir etmek, başkalarının taptıklarına küfretmek hem beraberinde karşı hakareti getirir hem de tebliğ edilen muhataplarla iletişim kanallarının tıkanmasına neden olur.

Mümin kullarıma de ki: En güzel olanı söylesinler, çünkü şeytan aralarına ayrılık sokar. Gerçekten şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 17/53)

Her dünya görüşünün kutsal saydığı değerleri, inançları vardır. Allah’a inanıp aynı zamanda maddeye tapan veya Allah’ın hâkimiyet hakkını insanlara veren, O’nun hâkimiyetini tanımayan ve laik bir kafa yapısına sahip olanlara dek birçok insanla muhatap oluyoruz. Burada inançları tenkit, inanılanları tahkir yerine, doğruları vahyin kılavuzluğunda, sözle, yazıyla, davranışlarımızla ortaya koymak gerektiği ortadadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s) usulü de böyle değil miydi?

İnsanlara karşı son derece anlayışlı ve mütevazı olmalıyız. Vahiyle yüzleştirmeyi, İslam’ın mesajını iletmeyi hedeflediğimiz muhataplarımızın Allah’ın kulları olduğunu unutmamalı; onları ezmekten, dışlamaktan sakınmalıyız. İnsanlara yaklaşımımız İslam’ın öğrettiği gibi insanca olmalıdır. Peygamberimiz (s) hakikati bütün insanlara ulaştırmak için çaba sarf ediyordu. Tepkisel değildi ve insanları kendinden uzaklaştıracak davranışlar sergilememeye özen gösteriyordu.

İnsanlarla güzel bir üslupla konuşmalı, onlara merhametle yaklaşmalıyız. Dünya görüşü farklı olsa da muhatabımızı üzmemeye gayret etmeli; iletişim kanallarını tıkamamalıyız. Derler ki kötü üslup doğru sözün cellâdıdır. Hz. Musa’nın Firavun’u dahi ‘kavli leyyin’ (yumuşak söz) ile davet eden tutumu bizim için de örnek olmalı. Konuşacağız, delillerimizi ortaya koyacağız, ikna etmeye çalışacağız. Resulullah’ın (s) vahyî mesajı iletmek için düşmanlarının ayağına defalarca gitmesi tüm davetçilere yol göstermektedir.

İslam tüm insanlığa sevgi, barış ve kardeşlik getirmiştir. Hz. Muhammed (s) sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık âlemi için şefkat ve merhamet membaıdır.

De ki: Ey insanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim.” (A’raf, 7/158)

Rahmet ve şefkat peygamberinin getirdiği din ve o dinin mensupları da tüm varlıklar için sevgi, rahmet ve şefkat odağıdır. Evrensel bir din olan İslam, Yahudi ve Hristiyanları “ehli kitap” kabul etmiştir. Onlara ‘siz dinsiz değilsiniz’ anlamında ‘Ey ehl-i kitap!’ diye hitapta bulunmuştur.

Herkes kendi dinini yaşama özgürlüğüne sahiptir. “Dinde zorlama yoktur; hakikat bundan böyle ayrılmıştır.” (Bakara, 2/256) “Rabbin isteseydi yeryüzünde olan herkes toptan O’na inanırlardı. Mümin olmak için insanları zorlamak senin neyine?” (Yunus, 10/99)

İslam, din hürriyetini sağlamıştır. Hz. Muhammed (s) Medine’ye hicret ettiğinde bu ilkeyi bizzat hayata geçirmiştir. Medine’de birçok aşiret-kabileyi Medine Sözleşmesi ile birleştirmiştir. Müslümanlar, Yahudiler ve müşrikler bir şehir devletinde beraber yaşayarak nimetlerden birlikte istifade etmişlerdir. Tevhid bayrağının dalgalandığı yerde, farklı din mensupları da inandıkları gibi yaşayabilmişlerdir.

İslam dini affetmeyi ve merhameti esas almış bir dindir. Müslümanlar kendileriyle din mücadelesi yapmayan ve onları bulundukları topraklardan çıkarmayan kimse ve devletlere karşı adil davranırlar. Bu, Kur’an’ın emridir.

Umulur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir sevgi ve dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever.” (Mümtehine, 60/7-8)

İslam, insana değer verir. İnsanın dinini, malını, canını, ırzını, namusunu korumayı bir zaruret olarak görür. Manastırları, kiliseleri, havraları ve mescitleri korumak İslam’da ayet ile sabit bir husustur. (Hacc, 22/40)

Şu an içinde yaşadığımız tablo üzücü. Müslüman halklar önemli oranda ümmet şemsiyesinden ayrılarak ulus kimliğe yöneldi. İslam’ın kuşatıcı ahlak ve idealleri yerine çıkarcı, maddeci Batılı ahlak ve değerleri benimsendi. Böylece üst kimlik kayboldu, ortak payda kalktı. İnanç ve düşünceler yabancılaştı. Acıma, paylaşma, kardeşlik, sevgi ve saygı, beraber yaşama, dayanışma gibi ortak değerler kayboldu. Ötekileştirme, bölme, parçalama, dışlama gibi tutum ve davranışlar hâkim oldu.

İslam farklı kimlikleri bir arada ve insanca yaşama noktasında tutan dindir. Dinimizin sosyal hayata uyumda değişimci/değiştirici karakteri vardır. İslam, yenilenmeye, gelişmeye, çoğulculuğa, özgürlüğe, hukukun üstünlüğüne karşı değil, ötekileştirmeye karşıdır.

Müslümanlar kendine özgü bir yaşam tarzına sahiptirler. Bu, başkalarına karşı, gayri insani veya gayri ahlaki tutumlar benimsemelerini gerektirmez. Müslüman her ortamda el-emin olmaya çalışır ve güvenirliğini zedeleyecek her türlü hareketlerden kaçınır. Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının hayatları bizim için en muhteşem örneklerdir. Müşriklerin baskı ve zulümlerine rağmen, Müslümanlar onları hakka davet etmişler; kimliklerini gizlemeden, sabır ve direnişle iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya çalışmışlardır.

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (Nahl, 16/125)

Özetle, farklı inanç sahibi insanlar elbette barış içinde bir arada yaşayabilirler. Bu, İslam’ı sindirmiş olan toplumlarda çok daha düzeyli ve merhamete dayalı bir şekilde cereyan eder. Gayrimüslim komşuya bile iyilik etmeyi görev addeder Müslümanlar. Yeter ki toplumu ifsat edici ve Müslümanlara karşı saldırgan bir tutum izlemesinler.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR