1. YAZARLAR

  2. Subcomandante Marcos

  3. Global Yap-Boz'un Yedi Uymaz Parçası (Neoliberalizm Analizi) -1

Subcomandante Marcos

Yazarın Tüm Yazıları >

Global Yap-Boz'un Yedi Uymaz Parçası (Neoliberalizm Analizi) -1

Şubat 2002A+A-

Subcomandante: Komutan yardımcısı. Zapatista lideri Marcos'a neden "Subcomandante" (komutan yardımcısı) dendiği tartışmalıdır. Bir iddiaya göre asıl komutan başkasıdır ve bu kişi bir yerlidir; çünkü Zapatista hareketi bir yerli hareketidir ve onu ancak bir yerli yönetebilir. Bir Başka iddiaya göre ise asıl "Comandante" halkın kendisidir ve Zapatista terminolojisi bu gerçeği her zaman hatırlatacak şekilde düzenlenmiştir, ki ağırlıklı olan görüş budur.

"Savaş devlet için hayati önemde bir konu, bir ölüm-kalım uzmanlığı alanı, hayata ya da yok oluşa giden yoldur. Onun uzunca incelenmesi kaçınılmazdır." Savaş Sanatı, Sun-Tzu

Modern globalleşme, ya da bir global sistem olarak neoliberalizm, ülkelerim fethi için yeni bir savaş olarak anlaşılmalıdır.

3. Dünya Savaşı ya da "Soğuk Savaş"ın bitişi Dünya'nın kutuplaşmayı aştığı ve galibin hakimiyeti altında istikrar bulduğu anlamına gelmiyor. Bu savaşın sonunda şüphesiz bir kaybeden oldu (sosyalist kamp); ancak kimin kazandığını söylemek kolay değildir. Batı Avrupa mı? ABD mi? Japonya mı? Hepsi mi? Gerçek şu ki, "Şeytan İmparatorluğu"nun yenilgisi (Reagan ve Thatcher'ın deyimiyle) sahibi olmayan yeni pazarların açılışını simgeledi. Bu nedenle onları fethetmek ve ele geçirmek için bir mücadele gerekti.

Sadece bu değil, fakat "Soğuk Savaş"ın bitişi de yeni bir uluslararası ilişkiler çerçevesini kendisiyle birlikte getirdi; öyle ki, bu yeni pazarlar ve ülkeler için yeni mücadele yeni bir dünya savaşına döndü; 4. Dünya Savaşı. Şimdi, bütün savaşlarda olduğu gibi, ulusal devletlerin yeniden tanımlanması gerekiyor. Ve ulus devletlerin yeniden tanımının da Ötesinde, dünya düzeni Amerika, Afrika ve Okyanusya'nın fethedildiği eski çağlara dönüyor. Bu tuhaf bir modernliktir; İleri giderken geri gidiyor. 20. yy'ın akşam karanlığının eski vahşi yüzyıllarla olan benzerliği, kimi bilim-kurgu romanlarının durgun ve akılcı geleceği ile olandan fazla. Soğuk Savaş sonrası dünyada geniş ülkeler, zenginlikler ve hepsinden de öte, yetişmiş bir emek gücü yeni sahibini bekliyor.

Ancak yeni sahiplik makamı boş ve ona oturmak isteyen çok kimseler var. Ve onu almak için yeni bir savaş patlıyor; ancak savaş bu kez kendilerine "İyi İmparatorluk" diyenler arasında.

3. Dünya Savaşı, bütün farklı şiddet düzeyleri ve değişen senaryolarıyla kapitalizmle sosyalizm arasında olduysa (liderleri ABD ve SSCB idi), Dördüncü Dünya Savaşı, bütün senaryoları, keskin ve sürekli şiddetiyle büyük finans merkezleri arasında oluyor.

Dünya Savaşı'nın bitiminden 1992'ye dek dünyada 149 savaş oldu. Sonuç 23 milyon ölü idi; dolayısıyla 3. Dünya Savaşı'nın şiddeti hakkında kuşku yoktur (Kaynak: UNİCEF) Uluslararası casusluğun yeraltından Stratejik Savunma inisiyatifi (kovboy Ronald Reagan'ın "Yıldız Savaşları") denen şeyin uzay boşluğuna dek, Küba'da Playa Giron kumsallarından Vietnam'da Mekong deltasına dek, dizginsiz nükleer silahlanmadan, mazlum Latin Amerika'da devletin vahşi kırbacına dek, NATO ordularının uğursuz manevralarından, Bolivya'da Che Guevera'nın katline göz kulak olan CIA ajanlarına dek, yanlış isimlendirilmiş "Soğuk Savaş" öyle sıcaklıklara ulaştı ki, sürekli değişen senaryolarına ve nükleer krizin ardı arkası gelmez iniş-çıkışlarına rağmen (ve belki de tam bu yüzden) sosyalist kamp bir global sistem olarak eridi ve sosyal alternatif olmaktan çıktı.

Antiglobalist Gösteri

Üçüncü Dünya Savaşı bu "topyekün savaşan (her yerde ve her şekilde) galibine çok cömert davrandı: Kapitalizme. Ama savaş sonrası senaryosu olarak global operasyonların yeni bir sahnelenmesi ortaya çıktı: Aşın genişlemiş tarafsız bölgeler (Doğu Avrupa ve SSCB'deki politik, sosyal ve ekonomik yıkım nedeniyle), yayılan dünya güçleri (ABD, Batı Avrupa ve Japonya), bir dünya ekonomik krizi, ve yeni bir teknolojik devrim: Bilgi devrimi. Sanayi devrimi nasıl kas gücü yerine makineyi geçirdiyse, bilgi devrimi de beynin (ya da en azından onun önemli fonksiyonlarından gittikçe artan bölümünün) yerine bilgisayarı geçirdi. Üretim araçlarının bu "genel beyinleşmesi" (hem sanayide hem de hizmet sektöründe oluyor) yeni iletişim tekniklerinin patlaması ve "siber-dünyaların çoğalmasıyla" hızlanarak sürüyor. (Ignacio Ramonet "La planete des desordres", "Geopolitique de Choos" Gönlere de Voir 3. Le Monde Diplomatique, Nisan 1997).

Egemen kapital, ya da finans kapital, artık bu yeni dünyaya ve eskisinden kalana yönelik stratejilerini yürürlüğe koydu. Bütün dünyayı saran bilgisayar temelli teknolojik devrim el ele, onun klavyesi başında ve onun sayesinde, finans piyasaları tüm gezegene kendi kanun ve prensiplerini dikte ettiler. Yeni savaşın "globalleşmesi" finans piyasaları mantığının globalleşmesinden başka bir şey değildir. Ulus devletler (ve liderleri) kendi ekonomilerinin diktatörleri olmaktan finans gücünün temel dayanağı olan serbest ticari borsa tarafından yönlendirilen, daha doğrusu tele-yönlendirilen konumuna düştüler. Sade bu değil, piyasa mantığı tüm dünyadaki sosyal yelpazenin "gözenekliliğinin" sonucu yaygınlaşan iletişimden de yararlanarak sosyal etkinliklerin tüm alanlarına sızdı ve istila etti. Artık tek ve topyekün bir dünya savaşı var!

Bu savaşın ilk kurbanlarından biri ulusal pazar oldu. Kapalı bir odada ateşlenen mermi gibi, neo-liberalizmin başlattığı savaş oradan oraya sıçrayarak sonuçta kendini ateşleyeni yaraladı, Modern kapitalist devletteki temel güç kaynaklarından biri olan ulusal pazar yeni global finans ekonomisinin ateşi ile vuruldu. Uluslararası kapital, ulusal kapitalizmi parçalayarak ve eskiterek onun kamu güçlerini yok etti ve ilk kurbanlarını aldı. Darbe o derece acımasız ve kesin idi ki, ulus devletlerin uluslararası piyasaların artık vatandaş ve hükümetlerin çıkarlarını aşan etkinliğine itiraza güçleri kalmadı.

"Soğuk Savaş"ın "yenidünya düzenine" vasiyet bıraktığı kendi hesaplı-tutarlı çılgınlığı neoliberal patlama ile parça parça oldu. Dünya kapitalizmi acımasızca kendisine bir gelecek ve tarihsel görev veren selefini harcadı: Ulusal kapitalizm. Şirketler ve devletler dakikalar içinde çöktüler; ama bunun sebebi proleter devrimlerinin şiddeti değil, mali fırtınaların sarsıntısı oldu. Oğul (neoliberalizm) babayı (ulusal kapitalizm) yedi ve yoluna devam ederken kapitalist ideolojinin bütün dağınık hayallerini yok etti: Yeni dünya düzeninde demokrasi, özgürlük, eşitlik ve tabii ki kardeşlik yok.

"Soğuk Savaş" bitiminin ürünü global senaryoda görülebilen tek şey bir savaş meydanı ve burada, bütün savaş alanlarında olduğu gibi, kaos hükmetmekte.

"Soğuk Savaş"ın sonunda kapitalizm yeni bir korkunç savaşçı yaratmıştı: Nötron bombası. Bu silahın "iyi tarafı" canlıları öldürmesi ve binaları sağlam bırakmasıydı. Koca şehirler (yani sakinleri) yok edilebilir, ama yeniden inşalarına (ve buna para harcamaya) gerek kalmazdı. Silah sanayii kendini tebrik ediyordu. Nükleer bombaların "akıl dişiliği" nötron bombasının "akılcılığına" yerini bırakmıştı. Ancak Dördüncü Dünya Savaşı başlarken yeni bir "harika" savaşçı daha bulunacaktı: Finans bombası.

Yeni neoliberal bomba, Hiroşima ve Nagazaki'deki öncüllerinden farklı olarak şehri (ya da ülkeyi) yok etmiyor; İçinde yaşayanlarına ölüm, korku ve felaket salmıyor; nötron bombasından farklı olarak o "seçici" de öldürmüyor. Neoliberal bomba atıldığı yeri yeniden düzenliyor ve onu ekonomik globalleşmenin yapbozunda yeni bir parçaya dönüştürüyor. Patlamasından sonra ortaya tüten yıkıntılar ya da on binlerce ölü beden değil, yeni dünya süpermarketine bağlanan yeni bir toprak ve dünya işgücü piyasasına dahil olan yeni bir işgücü çıkıyor.

Neoliberalizmin ortaya çıkardığı bir mega metropol olan Avrupa Birliği, Dördüncü Dünya Savaşı'nın sonucudur. Burada ekonomik globalleşme ezeli düşman rakip devletler arasındaki sınırları silmiş ve onları birbirlerine bağlanmaya ve siyasal birliğe itmiştir. Ulus devletten Avrupa Federasyonu'na neoliberal savaşın "eski kıta" üzerindeki "ekonomist yolu" yıkıntılar ve harabelerle doludur, ki bunlardan birinin adı Avrupa uygarlığıdır.

Mega metropol kendini bütün gezegende çoğalttı. Ticaret birliği bölgeleri onun yuvaları oldu. Böylece Kuzey Amerika'da Kanada, ABD ve Meksika arasında yapılan "Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması" ABD'ce belirlenmiş bir hedefin eski bir rüyasının gerçekleşmesine yönelik ilk adım oldu: "Amerika Amerikalılarındır". Güney Amerika'da aynı şeyler Mercosur adı altında Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay arasında yapıldı. Kuzey Afrika'da Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Moritanya arasında Arap Birliği (UMA), Güney Afrika'da, Yakın Doğu'da, Karadeniz'de, Asya-Pasifik havzasında, ve gezegenin her yerinde finans bombaları patlamakta ve ülkeler tekrar fethedilmektedir.

Mega metropol ulusların yerine mi geçiyor? Değil, ya da hepsi bu değil. O onları kapsıyor, işlevlerini, sınırlarını ve imkanlarını dönüştürüyor. Koca uluslar yeni neoliberal mega-şirketin departmanlarına dönüşüyor. Böylece neoliberalizm uluslar ve bölgeler üzerinde bir yandan YIKIM/İNSANSIZLAŞMA harekatı yürütürken, bir yandan da YENİDEN İNŞA/ÖRGÜTLEME işini yürüterek yeni piyasalar açıyor ve eskilerini yeniliyor.

3. Dünya Savaşı'nda nükleer bombalar nasıl caydırıcı, zorlayıcı ve korkutucu özelliklere sahip İdiyseler, 4. Dünya Yangınfnda da finans hiper-bombaları aynı rolü oynuyor. Bu bombalar ülkelere (ulus devletlere) saldırmak, ulusal bağımsızlıklarının somut temellerini (globalleşmeye karşı tüm ahlaki, hukuki, politik, kültürel ve tarihi engellerini) YOKETMEK ve bölgelerinde nitel insansızlaşmaya yol açmak için kullanılıyor. Bu insansızlaşma yeni piyasa ekonomisi için işe yaramaz tüm unsurları elemeyi de (yerli halklara olduğu gibi) kapsıyor.

Ama buna ek olarak, finans merkezleri ulus devletin YENİDEN bir İNŞASINI da sağlıyor; ve onları global piyasanın yeni mantığına göre YENİDEN ÖRGÜTLÜYOR (geliştirilen ekonomik modeller zayıf ya da henüz olmayan sosyal ilişkiler üzerine kuruludur).

Örneğin, kırsal bölgelerdeki 4. Dünya Savaşı bu etkiyi oluşturuyor. Finans piyasalarınca istenen kırsal yenilenme tarımsal verimliliği artırmaya çalışırken geleneksel ekonomik ve sosyal ilişkileri yıkıyor. Sonuç: Kırdan kente kitlesel göç. Evet, aynen bir savaşta olduğu gibi. Öte yandan kentsel bölgede pazar işgücüne doymuştur ve buna bağlı ücretlerin eşitsiz dağılımı, daha iyi hayat şartlan peşinde buraya gelenleri bekleyen "adalettir".

Bu stratejinin birçok örneği yerli halklar dünyasında görülür. ILO (BM Çalışma Örgütü) Orta Amerika Bürosu Şefi lan Chalmers'a göre 300 milyon civarında tahmin edilen Dünya yerli halkları, gezegenin hammadde kaynaklarının %60'ını kapsayan bölgelerde yaşamaktadır.

Bu nedenle "ÇATIŞAN HÜKÜMET VE ŞİRKET ÇIKARLARI SONUCU YERLİ TOPRAKLARININ KULLANIMI VE KADERİ ÜZERİNDE SAYISIZ ANLAŞMAZLIK ŞAŞIRTICI DEĞİLDİR... DOĞAL KAYNAKLARIN (PETROL VE MADEN) SÖMÜRÜLMESİ VE TURİZM, AMERİKAN YERLİ BÖLGELERİNİ TEHDİT EDEN BAŞLICA ENDÜSTRİLERDİR" (Martha Garcia ile Söyleşi, La Jornada, 28 Mayıs 1997). Yatırım projelerinin ardından kirlilik, fuhuş ve uyuşturucular gelmekte. Başka deyimle bölgenin yeniden inşası/yeniden örgütlenmesi yıkımı/insansızlaşması yoluyla tamamlanmakta.

Bu yeni dünya savaşında ulus devletlerin kurucusu olarak modern siyaset artık yok. Şimdi siyaset tamamen bir ekonomik örgütleyici ve siyasiler de şirketlerin modern yöneticileri. Dünyanın yeni hakimleri hükümetler değil; öyle olmalarına gerek de yok. "Ulusal" hükümetler dünyanın değişik bölgelerindeki ticari faaliyetlerin yönetiminden sorumlu.

Bu "yeni dünya düzeni"dir; yani tüm dünyanın tek bir pazara dönüşmesi. Uluslar birer süpermarket ve mağaza müdürleri de hükümet kılığına girmiş; ve yeni bölgesel iktisadî ve siyasi ittifaklar, artık siyasi federasyonlardan çok modern ticari alışveriş merkezlerine benziyorlar. Neoliberalizmce sağlanan "birleşme" ekonomiktir; piyasaların birleşmesidir, ki para ve mallar rahatça dolaşabilsin. Bugünün devasa global hipermarketinde mallar rahatça dolaşmaktadır; insanlar değil.

Her ticari girişimde (ve savaşta) olduğu gibi, ekonomik globalleşme de genel bir fikri model etrafında kuruludur. Yine de, birçok yeni şey içinde, neoliberalizme gezegenin fethinde eşlik eden ideolojik model eskimiş ve küf tutmuştur. 2. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'da, '60'larda Vietnam'da ve geçenlerde Körfez Savaşı'nda Kuzey Amerikalı askerlere eşlik eden "Amerikan usulü hayat" şimdi finans marketleriyle el ele (ya da el fareye) yürüyor.

Konu sadece ulus devletlerin somut temellerinin yok edilmesi değil, fakat aynı zamanda (ki bu çok önemli konu çok az araştırılmıştır) tarihin ve kültürün de yıkımıdır. Amerikan kıtası ülkeleri yerli tarihinin onuru, Avrupa uygarlığının parıltısı, Asya uluslarının tarihi bilgeliği ve Afrika ile Okyanusya'nın güçlü ve zengin antik kültürü, yani ulusları kalıba döken bütün kültür ve tarih birikimi Kuzey Amerikan hayat tarzının saldırısı altındadır. Bu anlamda neoliberalizm bir topyekün savaş dayatmıştır: Ulusların ve ulus topluluklarının yok edilmesi ve Kuzey Amerika kapitalist modeli içinde homojenleştirilmesi.

Bir savaş, bir dünya savaşı, dördüncüsü. En kötüsü ve en acımasızı. Neoliberalizmin her yerde ve her yolla insanlığa karşı açtığı savaş.

Ama, her savaşta olduğu gibi, burada da çarpışmalar, kazananlar, kaybedenler ve yıkılan gerçekliğin parçalanmış görüntüleri var. Neoliberal dünyanın anlamsız yapbozunu oluşturmak için birçok parçanın bir araya gelmesi gerekiyor.

Bunların bazıları bu dünya savaşının gezegen yüzeyinde bıraktığı harabeler arasında bulunabilir, En azından bu parçaların yedisini izole edebilir ve şu umudu besleyebiliriz: Bu dünya çatışması, sonunda zayıf tarafın ölümüyle bitmeyecektir: Yani insanlığın ölümüyle.

Yapbozun tamamlanması için bu yedi parçaya da şekil verilmesi, boyanması ve bütün içindeki yerlerini almaları gerekiyor.

İlk parça zenginlik ve fakirliğin global toplumun iki kutbundaki çifte birikimidir. İkincisi, dünyanın tümünün topyekün sömürüşüdür. Üçüncüsü, insanlığın göçebe bölümünün kabusudur. Dördüncüsü; iktidar ve suç arasındaki mide bulandırıcı ilişkidir. Beşincisi; devletin şiddetidir. Altıncısı; mega politikanın sırlarıdır. Yedincisi; insanlığın neoliberalizme karşı direnişinin çok ve çeşitli cepleridir.

BİRİNCİ PARÇA: Zenginliğin Toplanması ve Fakirliğin Dağıtılması

Bu parça bir dolar işareti çizilerek yapılır.

İnsanlık tarihinde değişik sosyal modeller zırvalığı dünya düzeni olarak yüceltmek üzere birbirleriyle savaştılar. Şüphesiz neoliberalizm bunların arasında özel bir ödüle layık olacaktır; çünkü onun sosyal zenginlik "paylaşımı" çifte zırvalığın dağıtılmasından başka bir şey değildir: Zenginliğin bir azınlık elinde toplanması ve fakirliğin milyonlarca insanın elinde toplanması. Gerçek dünyada, haksızlık ve eşitsizlik ayırdedici özelliktir. Dünya gezegeni, Güneş Sistemi gezegenlerinin üçüncüsü, 5 milyar insan barındırır. Bunlardan yalnız 500 milyonu rahat yaşarken kalan 4 buçuk milyarı fakirlik ve yetersizlikler içinde yaşar.

İkinci zırvalık zengin ile fakir arasındaki dağılımdır: Zenginler az, fakirler çoktur. Nicel farklılık yasadışı boyutlardadır; ancak iki uç arasındaki denge zenginlikçe sağlanır: Zenginler az sayıda olmalarını milyonlar üstüne milyonlarca dolarlarıyla kapatırlar. Dünyanın en zengin 358 kişisinin geliri (milyarlarca dolar) gezegen sakinlerinin %45'inin gelirinden, yani yaklaşık 2 buçuk milyar insanınkinden, çoktur.

Finansçıların saatlerinin altın köstekleri milyonlarca insan için ağır bir kösteğe dönüşmekte. Bu arada "General Motors'un toplam cirosu Danimarka'nın gayrı safi milli hasılasını, Ford'unkisi Güney Afrika'nınkini, Toyota'nınkisi ise Norveç'inkini kat be kat aşmaktadır" (ignacio Ramonet, İn LMD T/1997 #15). Tüm çalışanların gerçek ücretleri düşmüş ve bu şirketlerdeki işten çıkarmalara, fabrikaların kapanmasına ve işyerlerinin değişmesine eklenmiştir. "Gelişmiş kapitalist ekonomiler" denen yerlerde işsiz sayısı 41 milyona ulaşmıştır.

Zenginliğin az sayıda kişinin elinde ve fakirliğin çok sayıda kişinin elinde toplanması yavaş yavaş modern global toplumun profilini çizmektedir: Akıldışı eşitsizliklerin kırılgan dengesi.

Neoliberal ekonominin pespayeliği bir rezalettir: "Dünya borç yükü (tüm şirketlerin, devletlerin ve yönetimlerin birlikte) 33 bilyon doları, ya da Dünya GSH'sının %130'unu geçmiştir; her yıl %6 ila 8 artmaktadır, ki bu Dünya GSH artışının 4 katından fazladır" (kederle f. Clairmont. "Ces deux cent societes qui controlent le monde", LMD, 4/1997).

Büyük çokuluslu şirketlerin büyümesi gelişmiş ülkelerin büyümesi demek değildir. Tam tersine, bir yandan büyük finans devleri daha çok kazanırken fakirlik "zengin uluslar" denenlerde keskinleşerek artmaktadır.

Zengin ve fakir arasındaki fark acımasızdır ve azaldığına dair bir belirti yoktur, artmaktadır. Bırakın farkın kalkmasını, azalması bile söz konusu değil, bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyal adaletsizlik belirginleşiyor: ABD'de 1983-1989 arasında en zengin %1 ulusal zenginliğin %61,6'stnı kontrol etti. Kuzey Amerikalıların en fakir %80'lik dilimi ise zenginliğin %1,2'sine sahipti. İngiltere'de evsizlerin sayısı arttı; sosyal yardımla geçinen çocukların sayısı 1979'da %7'den 1994'te %26'ya çıktı. Fakirlik içinde yaşayan İngilizlerin sayısı (asgari ücretin yarısından da az geçimlik sahiplen olarak tanımlanır) aynı sürede 5 milyondan 13.7 milyona çıktı; en fakir %10 satın alma güçlerinin %13'ünü kaybetti; öte yandan en zengin %10 bunu %65 artırdı ve son beş yıl içinde milyoner sayısı iki katına çıktı (LMD'den istatistikler, 4/97).

9O'lı on yılların başında "... yaklaşık 37.000 çokuluslu şirket, 170.000 yavru şirketleriyle birlikte uluslararası ekonomiyi ahtapot kolları arasına almışlardır." Yine de güç merkezi ilk 200 şirket arasında yoğunlaşıyor: 80'lerin başından beri onlar sürekli şirket evlilikleri ve "kurtarma hedefli satın almalarla" sürekli büyüdüler.

Böylelikle global GSH içindeki çokuluslu kapital 60'ların başındaki %17'den 1982'de %24'e ve 1995'te %30'un üstüne çıktı. En büyük 200, gezegen çapındaki faaliyet alanları birinci, ikinci ve üçüncü sektörleri kapsayan dev şirketlerdir: Geniş çapta tarımsal sömürü, imalat sanayi, finans hizmetleri, ticaret vs. coğrafi olarak bunlar 10 ülkede yerleşiktir: Japonya (62), ABD (53), Almanya (23), Fransa (19), İngiltere (11), İsviçre (8), Güney Kore (6), İtalya (5) ve diğerleri (4). (Frederic F. Clairmont, a.g.e.).

Dolar, dolar, işte burada ekonomik gücün sembolünü görüyorsunuz. Şimdi doların rengi yeşili alın. İğrenç kokusundan, gübre tadından, çamurdan ve doğuşundan beri üstündeki kandan ürkmeyin.

İKİNCİ PARÇA: Sömürünün Globalleşmesi İkinci parça bir üçgen ile simgelenir

Neoliberalizmin çıkmazlarından biri de şirketlerin ekonomik büyümesinin daha iyi gelir dağılımı ve istihdam artışı getireceği kabulüdür. Ama öyle değil. Nasıl bir kralın siyasi gücünün artışı tebaanın siyasi gücünde bir artış getirmiyorsa (ve tam tersi ise), finans kapitalin mutlak gücü zenginlik dağılımını düzeltmez ya da toplum için iş alanı yaratmaz. Fakirlik, işsizlik ve işgücündeki istikrarsızlık onun yapısal sonuçlarıdır.

1960'lı ve 70'li yıllar ya da onyıllar boyunca fakir kabul edilen halk kesimi (Dünya Bankası'na göre günde 1 dolardan az gelir) yaklaşık 200 milyon insan idi. 90'lı onyılların başında bu sayı yaklaşık 2 milyardı. Buna ek olarak "gezegenin en büyük 200 şirketi dünya ekonomik faaliyetinin dörtte birinden fazlasını temsil ederken bu 200 şirketin 18.8 milyon çalışanı vardı; ya da dünya işgücünün =0,75'i.(lgnacio Ramonet, LMD, Ocak 1997, #15).

Daha çok fakir insan ve yoksulluk düzeyindeki artış, daha az sayıda zengin ve zenginlik düzeyindeki artış; bunlar neoliberal yapbozun ilk parçasının anahatları ile bize verdiği derslerdir. Bu akıldışılığa ulaşmak için dünya kapitalist sistemi malların üretimini, dolaşımını ve tüketimini "modernleştirdi". Yeni teknolojik devrim (bilişim devrimi) ve yeni siyasi devrim (ulus devletlerin yıkıntıları üzerinde mega metropolün yükselişi). Bu sosyal "devrim bir uyarlamadan başka bir şey değildir, sosyal güçlerin yeniden örgütlenmesi, özellikle de emek gücünün.

Global düzeyde ekonomik olarak aktif nüfus 1960'ta 1376 milyardan, 199'da 2.374 milyara çıktı. Çalışabilecek ya da başka deyimle zenginlik oluşturabilecek daha çok insan.

Ama "yeni dünya düzeni" bu yeni işgücünü sadece coğrafi ya da üretime ait alanlarda yerleştirmedi; onun yerini de (ya da yersiz yurtsuzluğunu, işsizler ve gizli işsizlerde olduğu gibi) yeni global ekonomik planda yeniden düzenledi.

Dünya işgücünün çokuluslu sektörel dağılımı son 20 yılda temelden değişti. Tarım ve balıkçılıkta 1970'teki %22'den 1990'da %12'ye, sınai üretimde 1970'te %25'ten 1990'da %22'ye düştü; öte yandan üçüncü sektörde (ticaret, nakliye, bankacılık ve hizmetler) 1970'teki %42'den 1990'da %57'ye çıktı (istatistik kaynak: "The Labor Force in the World Market in Contemporary Capitalism", Ochoa Chi, Juanita del Pilar, UNAM, Economy, Mexico, 1997).

Bu demektir ki, sürekli daha çok çalışan üretilen malların dolaşımının artması için istihdam edilmektedir. Neoliberal sistem bu anlamda bir mega-patron olarak işlev görmekte, dünya pazarını tek bir şirket olarak tasarlamakta, ona "modernizasyon" kriterleri vermektedir.

Ancak neoliberal modernlik ütopik bir "akılcılıktan" daha çok kapitalizmin bir dünya düzeni olarak lanetli doğuşuna benziyor. "Modern" kapitalist üretim hala çocukların, kadınların ve göçebe işçilerin işgücü üzerine kuruludur. Dünyadaki 1 milyar çocuktan en az 100 milyonu sokaklarda yaşamakta ve 200 milyonu çalışmaktadır. 2000'li yılların başında 400 milyon çocuğun çalışacağı tahmin ediliyor. 146 milyon Asyalı çocuğun otomobil parçaları, oyuncaklar, giyim, gıda ve kimyevi maddeler üretiminde çalıştığı söyleniyor. Ancak bu çocuk işgücü sömürüsü sadece azgelişmiş ülkelerde var değildir; İngiliz çocuklarının %40'ı ve Fransız çocuklarının %20'si de aile bütçesine katkı amacıyla ya da hayatta kalabilmek için çalışmaktadır. "Zevk" (fuhuş) endüstrisinde de çocuklara yer vardır. BM tahminlerine göre her yıl 1 milyon çocuk fuhuş ticaretine girmektedir (Kaynak: Ochoa Chi, j, a.g.e.)

Neoliberal canavar bütün sosyal hayatı istila ederek gıda üretimini de homojenleştirmektedir. "Global ölçekte her bölgenin besin üretim ve tüketiminde farklı özellikler olması gerektiği dikkate alınırsa, değişik bölgelerin fizyolojik-kültürel ihtiyaçlarını aşarak dayatılan homojenleştirme açıkça görünür." (World Market of Mearts of Subsistence 1960-1990. Ocampo figueroa, Nashelly ve Flores Mondragon, Gonzato. UNAM, Economy, 1994),

Canavar insanlığa ağır bir yük yüklemiştir. Dünyanın her yerinde milyonlarca işçinin işsizliği ve güvensizliği keskin bir gerçektir; ufukta sınırları ya da azalma işaretleri görülmüyor. OECD ülkelerindeki işsizlik 1966'da %3,8'den 1990'da %6,3'e çıktı, yalnız Avrupa'da 1966'da %2,2'den 1990'da %6,4'e çıktı.

Dünyanın her yerinde piyasa kurallarının dayatılmasıyla global market küçük ve orta ölçekli işletmeleri yok etti. Yerel ve bölgesel piyasaların kaybolmasıyla küçük ve orta ölçekli üreticiler kendilerini korumasız ve devasa çokuluslulara karşı rekabette ümitsiz buldular.

Sonuç: Kitlesel şirket iflasları.

Ve bunu takip eden milyonlarca işsiz emekçi.

Neoliberalizmin akıldışılığı kendini tekrar ediyor; Üretim artışı iş sağlamıyor; tam tersine yok ediyor. BM bu olaya "istihdamsız büyüme" diyor.

Ama kabus burada bitmiyor. İşsizliğin tehdidine ilaveten işçiler daha güvensiz iş koşulları ile karşılaşıyorlar. Yaygın iş istikrarsızlığı, daha uzun çalışma saatleri ve az ücret, genelde globalleşmenin sonuçları ve özelde ekonominin "üçüncül" eğilimleri ("hizmet" sektörünün büyümesi). "Boyunduruk altındaki ülkelerde işgücü güvensiz koşullarla karşı karşıya; Artan hareketlilik, sözleşmesiz işler, asgari hayati gereklerin genellikle altında düzensiz ücret ödemeleri, cılız emeklilik imkanları, beyan edilmeyen bağımsız faaliyetler ve "ne-tutturursan-al" ücretler; yani korunduğu varsayılan, örneğin çocuklar gibi topluluklarda sertlik ve angarya." (Alan Morice, Foreign Workers Ad vance Sector of Imtability, LMD, Ocak 1997); özetle çöpe atılacak insanlar.

Hergün büyük finans merkezleri kurallarını bütün dünyada uluslara ve ulus gruplarına dayatıyor. Ülkelerin sakinlerini yeniden düzenliyor ve uyarlıyor. Ve bu işlemin sonunda onlar kendilerini "terk edilmiş" insanlar olarak buluyorlar. "Fazlalık nüfuza ateş ediliyor; onlar sadece en acımasız yoksulluğun pençesinde kıvranmıyor, onların önemleri de yok, onlar başıboş, ayrık ve onların yolu amaçsız dolaştıkları sokaklar, evsiz ve işsiz, ailesizler, asgari sabit sosyal ilişkiden yoksunlar; onların tek arkadaşı içinde yaşadıkları mukavvalar ve plastik torbalar." (Fernandez Duran, Romon "Against the Europe of Capital and Globalization", Talaşa, Madrid, 1996)

Ekonomik globalleşme uluslararası düzeyde ücret gelirlerinde reel bir düşüşü gerekli kılıyor, bu sosyal harcamalardaki kesinti (sağlık, eğitim, konut ve gıda) ve sendika karşıtı bir hava ile birlikte kapitalist uyanışın yeni neoliberal politikalarının temel taşını oluşturmaktadır. (Ocampo F. Ve Fiores M., a.g.e.)

Evet burada global sömürü piramidinin simgesini görüyoruz:

ÜÇÜNCÜ PARÇA: Göç, Yanlış Kabus

Üçüncü parça bir daire ile simgeleniyor.

Daha önce Üçüncü Dünya Savaşı'nın sonunda yeni bölgelerin açılmasından söz ettik, ki bunlar (eski sosyalist ülkeler) fatihlerini bekliyordu; bir de diğer bölgeler var ve bunlar da "yeni dünya düzenince" yeniden fethedilmeli. Bunu sağlamak için finans merkezleri yasadışı ve acımasız bir üçüncü strateji güttüler: "Bölgesel savaşların" ve "iç çatışmaların" yayılması; böylece büyük işçi kitleleri seferber edildi ve kapital olağandışı toplanma yolları izledi.

Bu fetih dünya savaşının sonucu dünyanın her yanında milyonlarca göçebedir; "sınırları olmayan" bir dünyada "yabancılar"; işte Üçüncü Dünya Savaşı galiplerinin vaadi bu. Milyonlarca insan yabancı düşmanlığının zulmü altında, güvensiz çalışma şartları altında, kültürel kimliğini kaybederek acı çekti; polis baskısı, açlık, hapis ve ölüm acılarını tattı.

"Amerikan Rio Grande'den "Avrupa" Schengen Bölgesine (AB) dek bir çifte çelişki gelişimi tesbit edildi. Bir yandan sınırlar resmen işçi göçüne kapalı; öte yandan koca koca ekonomik sektörler istikrarsızlık ve bükülgenlik arasında sallanıyor, ki bu yabancı işgücünü çekecek en sağlam mekanizma" (Allain Morice, a.g.e.)

Farklı isimlerle, hukuki ayrımcılıkla, sefaletin eşitliğini paylaşarak göçebeler ya da mülteciler ya da dünyanın bütün yerinden edilmişleri artık hoş görülen ya da kovulan "yabancılar". Göç kabusu, sebepleri ne olursa olsun, gezegen yüzeyinde akmaya ve yayılmaya devam ediyor. Artık BM Mülteciler Yüksek Komiserliği rakamlarına dahil insanların sayısı 1975'teki 2 milyondan 1995'te 27 milyona fırlamış durumda. Ulusal sınırların (ticaret için) yıkılması ile globalleşen piyasa global ekonomiyi düzenliyor: Mal ve hizmetlerin araştırma ve dizaynı gibi dolaşımı ve tüketimi de uluslararası boyutlarda düşünülüyor.

Dördüncü Dünya Savaşı yeniden inşa/yeniden örgütlenme ve yıkım/insansızlaşma süreçleriyle milyonlarca insanı yerinden ediyor. Onların kaderi yollarına devam etmek, hisseleri kabus, sundukları çeşitli ülkelerin istihdam edilmiş çalışanları için iş güvenliğine yönelik tehdit, patronun yüzünü gizleyen bir düşman ve neoliberalizm tarafından hortlatılan ırkçılık zırvalığına anlam veren bir bahane olmak.

İşte global göçün yanlış kabusunun simgesi: Bütün dünyayı saran bir korku çemberi.

Ek 1

Emiliano Zapata

Zapatista hareketinin neden globalizm karşıtı olduğunu ve aynı zamanda ulus devletin bütünlüğünü savunduğunu iyi anlayabilmek için bu hareketin oluşumuna giden olayları kısaca ele almak gerekir.

Adını yüzyıl başının efsanevi ihtilal kahramanı Emiliano Zapata'dan alan Zapatistalar kendilerini o ihtilalin takipçileri sayarlar. Yüzyıl başlarında E. Zapata ve Fransisco (Pancho) Villa gibi köylü kahramanları ezilen fakir köylünün haklarını korumak üzere isyan ettiler. İsyan başarıya ulaştı ve Meksika Cumhuriyeti ağalık düzenini kaldırarak toprak reformu yaptı. Köylülere işlenmek üzere toprak verildi; ama toprağın mülkiyeti devlette kaldı. Böylece köylünün topraklarını satması ya da kandırılarak elinden alınması engellenmek isteniyordu. Ağalık düzeni gereği zaten kendine ait olmayan bir toprak üzerinde yoksul bir hayat sürmeye alışmış Meksika köylüsü bu "yoksullukta eşitlik" devrimini hoş karşıladı.

Zaman içinde kurulan devlet bankaları Türkiye'deki uygulamalara benzer biçimde çiftçiye karşılıksız kredi verdiler ve kötü giden hasat zamanlarında çiftçi borçlarını sildiler ya da affettiler. Tabii ki bu süreç yoğun bir siyasi lobi faaliyeti, politikacı yolsuzlukları, entrikalar vb. bileşenleriyle yakından tanıdığımız renkli bir atmosfer oluşturdu.

Meksika devletçiliği iyi-kötü ekonomik gelişimiyle son dönemlerin liberalizm ve globalizm rüzgarı esmeye başlayana dek varlığını sürdürdü.

(Devamı gelecek sayıda)

Çeviri: Suraka DEVRİM

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR