1. YAZARLAR

  2. Şefik Sevim

  3. Fıtri, İnsani, Ahlaki Hakların Herkes İçin Elde Edilmesine Destek Vermek İbadettir

Fıtri, İnsani, Ahlaki Hakların Herkes İçin Elde Edilmesine Destek Vermek İbadettir

Ocak 2010A+A-

Sorular:

1- Kürt açılımı konusunun gündeme gelme yöntemini ve ardındaki saikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

2- Konunun gündemleşmesinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve konuya muhatap olan çevrelerin tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

3- Sürecin bundan sonraki gelişimine yönelik beklentileriniz nelerdir? Yapılması gerekenlere ilişkin ne öneriyorsunuz?

4- Genelde Türkiye’de ve hassaten de bölgede faaliyet yürüten İslami çevrelerin “Kürt açılımı” tartışmalarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu çerçevesinde nasıl bir tutum takınılması gerektiğini ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

 

Kuşkusuz ki Kürt sorunu, tarihi kökleri olan, ulusçu devlet anlayışının kimyasından kaynaklanan ve süreç içerisinde yeni sorunlarla yoğrulup, yeni boyutlar kazanan ülkenin en yakıcı sorunlarından birisidir. Türkiye’nin büyük bir imparatorluktan ulus devlete geçmesi, Tanzimat serüveni gibi kes- kin kırılmalar yaşaması, mozaiği, tarihsel geçmişi, jeopolitik yapısı beraberinde onu farklı sorunlar sarmalına da götürmüştür.

Kürt ve Türk laik ulusalcılarının fıtrat dini olan İslam’ı referans olarak görmeme gafleti, ülkenin insan unsuru kadar maddi ve manevi birçok dinamiklerinin yok olmasını da beraberinde getirmiştir. Bu tarihsel sorunların en önemlilerinden bir tanesi de Kürt sorunudur.

1- SETA, TGTV gibi kuruluşların bölgeyle girdikleri iletişimden hareketle, hükümetin 2006 yılından beri bu işin alt yapısını oluşturduğunu zannediyorum.

Açılımın gündeme gelme yöntemi ile ilgili olumlu yönler olabildiği gibi, olumsuz bazı gelişmelerin olduğu da söylenebilir. Özellikle iktidar cephesinden, gündemle ilgili öncelikli olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ön planda olması, gerek kullandıkları üslup, gerekse duruşları açısından bir olumluluktur.

Cumhurbaşkanı’nın açılıma sahip çıkması, yöntemdeki olumluluklar açısından müspet bir adımdır. Fakat hükümetin, DTP ve yan kuruluşlarının geliştirecekleri muhtemel politikaları iyi okuyamaması yöntemin işleyişinde sorunlar yaratmıştır.

DTP içindeki şahinler kanadının söylemleri, muhalefetle girilen demagojiler, sokak olayları, açılımla ilgili yöntemdeki eksikliklerin bir sonucudur.

Yöntemde hükümetin ABD menşeli bir izlenim vermesi yanlış olmuştur. Özellikle İçişleri Bakanı’nın sürecin 3 aşamada gerçekleştirileceği (gündemleştirme, tespitler ve somut adımlar) söylemine karşılık, bu gündemin hayata geçirilmesine dair somut önerilerin sağlıklı gündemleştirilmemesi, kamuoyunda bir tatminsizlik oluşturmuştur.

Kürt açılımının gündemleştirilmesinde, yöntem açısından görmezlikten gelmememiz gereken önemli bir nokta, AKP’nin büyük bir dindar kitleyi ve bu kitlede saygın olan birçok şahsiyeti, kanaat önderlerini, dindar grupları, yüzlerce İslami dernekleri fazla ciddiye almayan bir usul takip etmiş olmasıdır. Bunun en somut örneği, İçişleri Bakanı’nın bu işin merkez pilot bölgesi olarak kabul edilebilen Diyarbakır’da Rotary ve Lions kulüpleri, Perakendeciler Derneği, Mermerciler Derneği, Kızılay ile görüşmesine rağmen, İslami STK’larla görüşmemiş olmasıdır. Bu durum muhafazakâr sağ iktidarların kendilerine yakın kesimlerin dışındakilere karşı duydukları müzminleşen bir komplekstir belki de…

Yöntemle ilgili hükümetin belki de yapması gereken en önemli şey, toplumun belli başlı kesimlerinin, STK’ların, cemaatlerin, kanaat önderlerinin, sendikaların “Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?” sorusuna birlikte cevap aradıkları bir müzakere ortamı hazırlamasıydı. Zaten açılımın ilk çerçevesinin 12 liberal aydınla çizilmiş olması, ne Kürt ne Türk ne de başka kökenden tek bir müslüman aydının sürece dâhil edilmemesi yani bir anlamda bu süreçte liberal demokratların ön plana çıkarılması, Müslümanlar açısından sorgulanması gereken arızalı bir yöntemdir. AKP’nin Müslüman aydınlarla bu süreci sağlıklı istişare etmemesi/edememesi ve kendisinin de kimlikte homojenlik sorunu yaşaması, ideallerle örülmüş bir aidiyet duygusu taşıyan bir gençlik kadrosunun olmaması, sürecin Türkiye sath-ı mailinde arzulanan düzeyde bir gündem oluşturma şansını kaybetmiştir.

Yöntem açısından, hükümetin bir zaafı da açılım sürecinden önce parti kapatma ile ilgili hukuki alt yapıyı oluşturmamış olmasıdır.

Bütün bu sorgulanabilir eksiklere rağmen, açılımın makul objektif kriterler açısından teslim edilmesi gereken bir boyutu da vardır ki, halkın kısmi azamisini istişare ve karar sürecine katma fikri, halkı devlete tebaa olarak değil, ortak, eşit birer vatandaş olarak gören bir anlayışın gelişmesini de sağlayacak gibi görünmektedir.

Süreci tetikleyen iç faktörler veya saikler konusunda ise şu tespitleri yapmak mümkün:

- Her şeyden önce iktidarın şahsi manevisini oluşturan, mütevazı bir ifadeyle beyin kadronun İslami gelenekten devraldıkları ve halen bir öz olarak koruduklarını temenni ettiğimiz iç dünyalar veya vicdani durumları açılımla ilgili önemli bir saik olarak zikredilebilir.

- Ergenekon operasyonunda katedilen mesafenin yarattığı özgüven.

- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’nin kendi komşularıyla iyi ilişkiler geliştirme çabaları.

- ABD’nin çıkarları gereği, Kuzey Irak ile Türkiye arasında sorunların minimum düzeye indirilme hesapları.

- Askerin, askeri yöntemlerin artık çözüm olamayacağını zımnen kabullenmesi.

- Kürt sorununun ülke ekonomisi açısından gittikçe bir sarmala dönüşmesi.

- T.Erdoğan’ın karizmatik liderliği.

- Tartışılır bir ihtimalle Dengir Mir Mehmet Fırat ve İhsan Arslan gibi Kürt sorununa duyarlı AKP kurmaylarının bölgedeki özel çabaları.

Açılımı tetikleyen saikler konusunda ağırlıklı olarak, uluslararası ilişkilerdeki denklemlerin bir dayatmasından ziyade, Başbakanın önemli oranda inisiyatifinin söz konusu olduğunu düşünüyorum.

Kürt açılımının Türkiye’nin hem kendi olgunlaşmasının, hem de dünya siyasetinde yüklendiği yeni rolün gereği, kendi ayağını bağlayan bir prangadan kurtulma ihtiyacından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Sistemin kendi zindanlarının farkına varmasının bir yansıması olabilir. Her bünye gibi, belli organizasyonlar, güçler ve sistemler de belli süreçlerde kendi tıkanıklıklarının, zaafiyetlerinin, hastalıklarının farkına varıp, çözüm bulma gibi tabii bir durumu oluşturabilirler.

2- MHP ve CHP gibi laik ulusalcı muhalefet partilerinin gerek açılımın genel muhtevası ve gerekse yöntem ve benzeri alanlardaki resmini, Devlet Bahçeli ve Kemal Anadol’un yüzlerinden okuyabiliriz. DTP’nin ise inisiyatifi elinden kaçırmamak ve seçimlerden daha çok oy almak için gerilimi tırmandıran bir duruş sergilemesi gizlenemez bir durumdur. DTP’nin, kendisini temsil ettiği kitlenin dışındaki milyonlarca kitlenin hissiyatını fazla hesaba katmadığı görülmektedir. Ahmet Türk bir miktar istisna tutulursa, bu işin öncüsü durumundaki kadronun, bu vebali taşıma konusunda ruhi bir donanıma sahip olmadıklarını düşünüyorum.

AKP’nin açılımı bölgeye iyi anlatamadığını, gündemin halen DTP üzerinden takip edildiğini söyleyebiliriz. Mahmur Kampı dönüşlerinden sonra DTP’nin iradesinin olmadığı, DTP’yi Kandil’in yönettiği bir kere daha tescillenmiştir.

Dönüşler konusunda hükümet yanılmıştır. Mahmur dönüşü, hükümetin açılımın arka planındaki temenni ettiğimiz iyi niyetlerinin safiyetine gölge düşürmüştür. Kürt-Türk kamplaşmasını tetiklemiştir. Kısacası süreci baltalamıştır. Ve neticede Mahmur dönüşü eylemlilikler, hükümetin hesaplarını alt üst etmiştir.

Ulusalcı kanadın bu süreci bloke etmeye dönük gayretler içerisinde olması çok da sürpriz değildir. Ama DTP’nin bu süreçteki tutumu sorgulanabilir birçok nokta üzerinde yoğunlaşmayı gerekli kılmaktadır. DTP’nin bunca acılar üzerinde kurulmasına rağmen, bunca kan ve gözyaşının bıraktığı derin izler sıcağı sıcağına hissedilirken, çok daha makul bir pozisyonda olması gerekirken, sanki ödenen bedellerin kendilerine müstağni bir tavır sergileme hakkını veriyormuşcasına bir edayla duruş sergilemeleri anlaşılır gibi değil. Belki de bu pozisyon, kutsalları dışlayan Marksist bir tarzın doğal halidir. DTP, sürecin kendi inisiyatifinde, kendi tarzında, kendi formunda olmasını istiyor. TC sistemi içerisinde olan her politik partide ahlaka dönüşen egoist ve pragmatist mantık konusunda DTP de çetin bir sınav veriyor.

DTP, bu süreç üzerinden Avrupa tarzı yerel yönetimlerin güçlenmesini hedeflemekte. Böylece Sivas ötesini kontrol altına almayı hedefleyen bir politika geliştirebilir. Milli Eğitim gibi hayati kurumların belediyelerin kontrolüne girmesi, uzun vadedeki hesapların bir parçası olabilir.

DTP’nin tavırları böyle giderse, muhataplık niteliğini kaybedebilir.

DTP’nin şimdiye kadar hükümetin yaptığı hiçbir şeyi takdir etmemesi, mütevazı ve samimi bir tarzda doğru ve olumlu olan adımları takdir etmemesi dikkat çekici. Asit kuyularında eriyen Kürtlerin kemiklerine inat, Ergenekon ile ilgili anlaşılmaz bir suskunluk sergiledi.

Bu süreçte AKP’nin en büyük zafiyeti ise CHP dâhil hiçbir kesimin dışlanmaması ilkesini benimsemesi gerekirken bunu yapmaması oldu.

Ahmet Altan’ın, “Bu süreçte CHP ve MHP Türk gençlerini savaşa çağırdı. Hükümet istekli, fakat hâkimiyeti kuramadı. Ahmet Türk, iyi niyetli fakat söz dinletemiyor.” tespitlerinin süreci özetler bir mahiyette olduğunu söyleyebiliriz.

Laik Kürt ulusalcılarının açılım sürecinde samimi, mütevazı bir duruş sergilemeleri her zaman için açılıma hız kazandıracaktır. “Kürt örfü” açısından bile sıkıntılı bir duruş sergilemeleri, süreci tıkanma noktasına getirmektedir. Bu konuda da en istisnai makul duruş varsa o da Ahmet Türk’tür.

Laik Kürt ulusalcı cephenin dindar muhafazakâr yapılara karşı ayrı bir şartlanmışlık haleti ruhiyesi içerisinde olduklarını düşünüyorum. Aslında AKP kurmaylarının önemli bir kısmının tipik Vatan-Millet-Sakarya geleneğinden gelip, milli reflekslerinden bir nebze feragat etme hassasiyetini sergilemeleri, DTP cephesinden makul bir zemin olarak görülüp/okunup değerlendirilmeliydi.

DTP’nin şahinler kanadının geçmişte özel hayatlarında yaşadıkları toplumsal travmaların kişiliklerinde bıraktığı izin, doğal olarak hissiyatlarına yansıdığı, bir anne ve babada olması gereken fıtri bazı duygulara halel getirdiği endişesini taşıyorum. (Bugünlerde konunun muhataplarının Kemal Sayar’ın Merhamet isimli kitabından çok istifade edeceklerini düşünüyorum.)

Zihinsel kodları birbirine benzeyen Türk ulusalcıları ile Kürt ulusalcılarının açılımda önemli muhataplar durumunda olması, AKP cephesinden bu işin çok da kolay çözülemeyeceğini göstermekte.

Bu süreçte AKP’nin kendisine duyduğu özgüveni merkeze almasından ziyade, daha mütevazı ve sükûneti barındıran bir duruş sergilemesi uygun olacaktır. Bu sükûnet zemininde, Kürt Ergenekonunun da deşifre edilmesi üzerinde gücünü yoğunlaştırması, açılımın kendi inisiyatifinde bir seyir almasını sağlayabilir.

3- Hükümet, bu konuda samimiyetini ispatlayıcı somut adımlar atmalı. Atılan her somut adım sükûneti barındıran bir üslupla kamuoyuna sunulmalıdır. Muhalefetle demagojik bir iletişim tarzından kaçınmalıdır. “PKK’nın silahlı mücadelesini canına minnet bilecek güçlü bir savaş lobisinin” varlığını iyi okumalı ve bundan dolayı da bu sürecin pek de kolay geçmeyeceğini hesaba katmalıdır.

Kısa vadede olmasa bile, hükümetin yapması gereken en önemli şey, Kürt sorunu, din-devlet ilişkisi, başörtüsü, Alevi sorunu, azınlıkların durumu ve benzeri konuları bir paket halinde anayasa değişikliği ile çözmesidir.

Süreç içerisinde devletin bütün “derin ilişkilerini”, eksikliklerini, zafiyetlerini, baskılarını resmi söylemin dışına çıkarak cesurca dillendiren birçok Türk aydının, akademisyenin ve gazetecinin gösterdiği inceliği ve cesareti Kürt aydınları da PKK ve onun çizgisindeki tüm kuruluş ve organizasyonlara ve onların doğmalarına karşı aynı cesarette göstermeli; bu konuda değerlendirme, eleştirme, sorgulama yapabilmelidirler.

Seksen yıldır halka rağmen, halkın değerlerine rağmen, derin siyasi manevralarla/dayatmalarla varlığını “la yüsel” bir erke dönüştüren ve varlığını hiçbir ahval ve şerait içerisinde tartışmama çabasında olan devlet ile; otuz yıldır kendisi dışındakileri konuşturtmayan, ödenen bedelin adeta yapılan her şeyi meşrulaştırdığı mantığı güden PKK’nın dayattığı statükoya karşı, kamuoyundaki akil ve adil iradi güçlerin göstereceği cesur duruşlarla süreç, ancak sürdürme şansını yakalayabilir.

Anadilde eğitim, kültürel haklar (köy ve yöre isimlerinin değiştirilmesi), TRT6’nın daha sağlıklı bir forma oturtulması, Kürt dili enstitülerinin hayatiyet bulması gibi projelerin acilen fiiliyata geçirilmesinin, kamuoyunda tekrarlanan ve bilinenler olmasına rağmen yapılması gerekenlerle ilgili olarak öncelikle önemsenmesi gereken konular olduğuna inanıyorum.

4- Türkiye genelinde hoşumuza gitmese de İslami kesimin kahir ekseriyeti, milli reflekslerle beslendiğinden Kürt sorununa mesafeli bir duruş sergilemede ısrarcı görülmekte.

Bölgedeki Müslümanların geçmişten beri Kürt sorununa mesafeli olmalarının belki de en haklı gerekçeleri, Tanzimat süreciyle beraber İslami değerlerin/şiarların hayatın dışına itilmesinden kaynaklanan ve buna karşılık, dinî hayatı tekrar kaim kılabilme çabasında bir yoğunlaşma içerisine girmeleridir. Dinin kurumsal anlamda sıfırlanmasına yönelik projelere karşılık, Müslüman bir kimlikle var olabilme çabası ve bunun sonucunda sahih bir din algısının hayata müdahil bir dinamik halinde yaşama ve yaşatma çabası (bidat ve hurafelere, batıni görüşlere karşı derin sorgulayıcı bir gündemin oluşması, tevhidin kavranması vs.) önemli ölçüde yakıcı bölgesel fiili bir sorunu ikinci plana atmıştır. Özellikle tercüme çabalarıyla bugün bile ciddi bir kazanım olarak ve düşünsel perspektif anlamında önemli bir sermaye olarak görmemiz gereken ümmet sorunlarında yoğunlaşmamız, yakini anlamda gündemimizde olması gereken toplumsal bir sorundan bizleri süreçle beraber nispi bir şekilde mesafeleştirdiğini samimiyetle itiraf etmeliyiz.

Son on beş yıl içerisinde artık Marksist bir çizgide gittikçe güçlenen laik ulusalcı Kürt grupları ne başkalarının emek ve duyarlılıklarını önemseme, kale alma gibi bir zemine fırsat verdiler, ne de başkaları bu zeminde hak talepleri ve mazlumiyet gibi esaslar üzerinden risk alabildi. Bu çevrelerde en katıksız bir çaba ve duyarlılık bile kendi konjonktürlerinde katkıya dönüştürme malzemesi olarak görüldü.

Bu çerçevede bölgedeki İslami çevrelerde “açılım” ile ilgili garip bir sessizlik var. Bunun altında yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerle paralellik arzeden unsurlar aranabilir. Yanlış anlaşılmasın ama Haksöz dergimizin cesur gündemleri, Diyarbakır ve Tatvan Özgür-Der şubeleri, Mazlumder’in kimi şubeleri, Fıtrat sitesi ve Zehra Vakfı’nın kendine özgü bazı hassasiyetleri bu sessizliği bozanlar kategorisinde zikretmemiz gereken istisnalardır.

İslami çevrelerin, DTP ve yan kuruluşlarının birçok eylemliliklerinden ciddi bir rahatsızlık hissettiği kesin. Bunun seslendirilmemesinde, DTP ve yan kuruluşlarının bu konuda uyarılara kapalı olma tutumunda ısrarcı görünmesi, bölgenin hassas dengelerinin provoke edilmeye müsait psikolojik bir ruh halini taşıması, geçmişte kimi İslami çevrelerle yaşanan ve ciddi güven bunalımı sürecini yaratan talihsiz gelişmelerin zihinlerde halen sıcaklığını koruması gibi tarihsel ve sosyal sebepler sıralanabilir.

Bölge Müslümanları, Kürt sorununa mesafeli durdukları için kimse onları ciddi anlamda muhatap almamakta. Bu konuda özgün bir şey gündeme getirilmemekte. Öncelikle neler yapılmalı sorusuna İslami çevreler, kolektif bir platform ruhu içerisinde zihinsel yoğunlaşmada bulunmalı, somut projeler ve önerileri kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.

Açılım mütevazı da olsa somut projelerle, adımlarla desteklenmeli. Hayırlara vesile olabilecek her çabanın ülkede yarınlarda farklı açılımlara vesile olabileceğini, farklı tabuların yıkılmasını tetikleyeceğini düşünüyorum. Olayı bu şekilde okumamız, mübarek olarak kabul ettiğimiz ümmet fikrimize halel getirmez. Her kim için olursa olsun fıtri, insani, ahlaki hakların herkes için elde edilmesine destek vermek bir ibadet olarak görülmelidir.

Yarınlarda İslami mücadele açısından potansiyel bir güç durumunda olan Doğu ve Güneydoğu’daki İslami maya önemsenmelidir. Bölge, halen temiz bir fıtrat ile kaynıyor ama sokaklara başkaları hâkim. Bölgede gittikçe güçlenen laik ulusalcı dalga ve sonucu olan ürkütücü yozlaşmaya karşı İslami hassasiyetlerimizin merkezde olabileceği öneriler/ projeler üretilmeli, gündemleştirilmelidir.

İslami kesimler olarak uzun süren hizipleşmeleri, kelami, fıkhi ve hatta usuli konuları derinleştirme tarzlarından vazgeçmek, yaşadığımız yakıcı pratiğimizden hareketle geçmişte kimilerimizin yapıp ettiklerimizin kefareti niyetine toplumsal şahitliğimizde yeni sayfalar açmak, yeni vahdetler, uhuvvetler, gözü karalılıklar ispatlamak zorundayız.

Hatta bu çerçevede tartışmaya cesaret edemediğimiz ve kimi aziz dostlarımızı rahatsız etme endişesi pahasına da olsa yerel seçimlerin bölge şartları açısından farklı fıkhi bir çerçevede gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin yerel seçimlerde, belediyeciliğin kurumsal olarak İslami endişelerin yansıtılabileceği bir hizmet alanı olarak görülüp görülemeyeceği, Müslümanca kazanımlarımızı/dinamiklerimizi/düşünsel sermayemizi halkla paylaşmada fiili bir çabaya dönüştürebilme imkânını yakalamamıza vesile olup olamayacağına dair bir gündemin oluşturulmasının gerekliliğinden yanayım.

Açılımla ne ilişkisi vardır denilebilir ama kanaatimce zihinsel ve pratik anlamda Kürt açılımının ruhunu yakalayabilecek, kendi özelimizde bir açılıma ihtiyacımız var. Bölgenin “sosyal fıkhı” diye merkezde tutmamız gereken realitemizden hareketle, bölge Müslümanlarının biraz da kendi gettolarında tıkandıklarını ifade etmemiz umarım abartılı sayılmayacaktır. Bu bağlamda öncelikle kendimize çekidüzen vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Kürtçe konuşmakta mı sıkıntı çekiyoruz? İyi Kürtçe öğrenmeliyiz. Misafirperverlik ruhumuzda bir sorun mu var? Bunu geliştirebilmeliyiz. Taziye, düğün formumuzda bir tıkanıklık mı var? Bunu İslami şiarlarımızı ve yöresel kodlarımızı harmanlayarak aşabilmeliyiz. Eşlerimiz kapıya gelen sütçü bir kadınla iletişim mi kuramıyor? Bu durumu önemsemeliyiz vs… Kendi dünyamızdaki bu mütevazı açılımların bizi farklı açılımlara götüreceğini düşünüyorum.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR