1. YAZARLAR

  2. Ahmet Örs

  3. Ergenekon’u Bilmez, 28 Şubat’ı Anlamaz!

Ergenekon’u Bilmez, 28 Şubat’ı Anlamaz!

Mayıs 2009A+A-

27 Nisan e-muhtırasını gece yarısına doğru televizyon haberlerinin ortasında canlı yayında öğrenmiştik. Yeni bir süreç mi yaşanacaktı, bir 28 Şubat tekrarı mı olacaktı, yarın nasıl bir tepki verecektik… Bu sorularla sabaha kadar televizyonunun ve internetin başında gelişmeleri takip ettik.

Herkes teyakkuzdaydı. Ertesi günün gazeteleri büyük oranda baskıya verildiğinden gazetelerde muhtırayla ilgili pek bir şey yoktu ama televizyon, radyo ve internet âleminde kıyamet kopmuştu. Bunun açık bir darbe olduğunu savunanlar, muhtıraya karşı duranlar, CHP gibi alenî olarak sevinenler, Özgür-Der ve yakın kuruluşlar olarak tepki verenler derken tam bir tavır patlaması yaşanıyordu.

Bir sonraki günün gazetelerinde manşetler tamamen e-muhtıraya ayrılmıştı. Önemli bir süreçti elbette. 28 Şubat post modern darbesinden sonra e-muhtıra dönemine de girmiş bulunuyorduk ve AKP’ye İslami değerler üzerinden tehditte bulunuluyordu. Gazetelerin, siyasilerin, yazar taifesinin bunun üzerinde yoğun bir şekilde durması son derece tabiiydi. Ancak tabii olmayan bir şey vardı: Milli Gazete’nin tavrı.

Tarım ilaçlarının olumsuz etkileri bağlamında manşetteki haberin yanına kocaman bir -affınıza sığınarak ifade ediyorum- öküz resmi koymuş olarak çıktı Milli Gazete muhtıranın bir sonraki günü. Sanki memlekette hiçbir şey olmamış gibi. Sanki 28 Şubat’ın en büyük mağdurlarından biri kendileri değilmiş gibi. Sanki AKP karşıtlığı gözlerini karartmış gibi.  

27 Nisan, en azından yüreği yetmeyenler için belki nispeten daha ılımlı bir zaman dilimine denk geldiğinden tepkilerle karşılanır diye beklerken yine tevhidî çevrelerden başka İslami iddialı yapılardan da ses çıkmadı. Liberal ya da solcu aydınların az da olsa bir kısmı cesurca e-muhtıraya tepki gösterirken 28 Şubat’ın en önemli mağduru olan Saadet ya da Milli Gazete çizgisinden herhangi bir açıklama gelmedi.

Bu tavır mutlaka derinlemesine sorgulanmalıdır. Her zaman önemli bir dönemeç olarak gördüğümüz 28 Şubat’la ilgili olarak emr-i hak vâki olmadan konuşarak veya anılarını yazarak ülkedeki karanlık ilişkilere, güçlere ayna tutacağı beklentisi, Erbakan’ın 28 Şubat’ı yapanları “vatansever” ilan etmesiyle bizim için koca bir duvara toslamış oldu. Mahremine ve tüzel kimliğine yönelen aşağılayıcı açıklamaların, hakaretlerin gırla gittiği bir dönem için kulaklarını ve gözlerini kapatan Erbakan, bugün darbecileri ve ulusalcı çevreleri Milli Görüş çizgisine yaklaştıkları iddiasıyla övebilmiştir.

28 Şubat ya da diğer darbeler bu çizgi için acaba diyorum, bir Osmanlı devlet geleneği idealiyle mi algılanıyor hâlâ? “Şanlı tarih” vurgusu Milli Görüş hareketi için en önemli argümanlardan biridir. Dolayısıyla ne olursa olsun devletin şanına leke sürmemek refleksi şimdi bir kez daha Erbakan’ın dilinden ete kemiğe mi bürünüyor? “Ordu Göreve” ifadesini Kıbrıs meselesinde bile olsa dillendirebilmiş olan Erbakan’ın ve temsil ettiği siyasi çizginin ortaya çıkan niteliği muhafazakâr dindar hareketler için son derece manidardır.

Ömer Seyfettin’in bir hikâyesinde uzak bir kale kumandanına sarayın fermanını götüren bir kahramandan bahsedilir. Kahramanın ruhu daralmaktadır. Rüyasında, taşıdığı fermanla ilgili bunaltıcı şeyler görmektedir. Fermanı açar bakar ki idamı emredilmektedir. Kendi idam fermanını taşıdığını anladığında şaşkına döner ama devlete olan saygısından teslim olur ve kalede idamı infaz olunur. Sanki bu hikâye Ergenekon ve 28 Şubat’la ilgili ibretâmiz açıklamalar yapan Erbakan için kaleme alınmıştır.

Ergenekon ne, ben bilmiyorum!” açıklamasını yapan bir Milli Görüş liderini anlamak, Mehmet Bekaroğlu gibi bu meselelerde duyarlı olduğunu bildiğimiz kişilerden Ergenekon soruşturmasının seçim malzemesi olarak kullanılacağı iddiasını dinlemek her şeye rağmen üzüntü ve hayret vericidir.

28 Şubat’ı ABD Dışişleri Bakanı yaptı, askerlerin bunda suçu yok, hepsi vatansever insanlardır.” diyerek bütün bir süreci kendi tabanı için anlamsız bir hale getirmek affedilebilir bir tavır değildir. Mutlak doğrucu bir tavır atfedilen liderliğin yaptığı bu açılımlar da elbette tabanı olumsuz etkilemektedir. Liderliğin açıklamalarını “açıklama” sadedinde yapılan beyanların tutarlı bir yanını görmek mümkün değildir.

Toplumu darbelere, muhtıralara karşı bilinçlendirmeye çalışan muhalif çevrelerin çabalarına karşı Erbakan’ın yaptığı bu açıklama ve değerlendirmeler tam bir “karşı devrim” örneği olmuştur. Yasakçı, darbeci, çeteci çevreleri halkın ya da tabanının vicdanında aklamak siyasi rekabetin, Kur’an dışı tarih perspektifinin ya da her neyin sonucu olursa olsun son derece problemli ve ıslaha muhtaç bir hâldir.

Vatan için kurşun yiyen de sıkan da şereflidir!” vecizesiyle karanlık yapılanmaları savunan Tansu Çiller’in tavrı Ergenekon sürecinde açılan kuyularla somutlaşmışken ulusalcı literatürün anahtar kavramı olarak “vatansever” sıfatını darbeciler için kullanmak iki kere ciddi bir zihinsel kırılmaya tekabül etmektedir. Bırakalım “vatan” kavramının sıkça yaptığımız tarihsel serencamını içeren tahlilini, sırf bugün için ifade ettiği anlam alanıyla ilgili bir değerlendirme yapıp tevhidî ya da politik işaretlerini ortaya koyduğumuzda karşı karşıya kalacağımız problematiğin devasa boyutlarını zorlanmadan görebiliriz.

Ergenekon operasyonlarının her dalgası ülkede sarsıcı gelişmelere yol açarken karanlık yapılanmaların en azından bu vesileyle görünür olmasını fırsat bilip hakikati ortaya çıkarıcı yayınlar yapmak yerine meseleyi tersinden değerlendirmeye meyilli Milli Gazete’nin ve ait olduğu hareketin tavrı hiçbir hakkaniyet ya da adalet ölçüsüyle bağdaşmamaktadır.

Kur’an’dan beslenmeyen tarih ve toplum değerlendirmesinin kutsal devlet ve tarih anlayışıyla ulaştığı hastalıklı boyutlar artık iyice meydana çıkmıştır. Ezilen halkların umut ışığı olarak evrensel mesaj yerine ulusalcı reflekslere yönelen bir anlayış kendini kendi zindanına mahkûm edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR