El Kesesinden Cömertlik, El Oğlunun Kanıyla Kahramanlık!
Kurulduğu günden beri devam eden bir Kürt sorunu ve 25 yılı aşkın bir süredir de PKK sorunu ile yüz yüze bir ülke Türkiye. Her ne kadar PKK, Kürt sorununun ortaya çıkardığı bir sonuç ise de gerek devlet yetkilileri gerekse de Türkiye kamuoyunun genişçe bir kısmı konuya tersinden bakma ısrarından vazgeçmiyor. Kürt sorununun "PKK terör örgütünün bir uydurması" olduğu söylemi devlet ve aynı frekanstaki çevrelerce tekrarlana tekrarlana kesin kanaate dönüşmüş durumda, işin ilginç yanı bu söylem toplumun geniş bir kesimi tarafından da üzerinde pek de kafa yorulmadan aynen benimsenmekte ve "bir avuç çapulcu" "terörün son çırpınışları" vb. kalıplar kolayca içselleştirilmekte.
Bu durum kaçınılmaz olarak, sorunun çapıyla ve çok yönlülüğü ile çelişen yüzeysel ve sığ yaklaşımların ortalığı kaplamasını beraberinde getiriyor. Bilhassa gerilimin arttığı ve çatışmaların yoğunlaştığı ortamlarda basmakalıp tespitler ve çözüm tekliflerinin daha da yaygınlaştığı dikkat çekiyor. Siyasetçisinden televizyoncusuna, öğretim üyesinden sivil toplum kuruluşu temsilcisine kadar kamuoyunun karşısına geçen bir dizi insan samimiyetten, mantıktan ve sorunun gerçek mahiyetine uygun bir çözüm kaygısından uzak söylemleri, sloganları ve de yalanları tekrarlayıp duruyorlar. Kimisi söze "kanımızın son damlasına kadar" diye başlarken, "tekrardan askere yazılma'' "sınırda nöbet tutma" ve benzeri göz yaşartıcı(!) tekliflerini esirgemeyenler de bol miktarda arz-ı endam ediyorlar, öylesine yoğun bir duygusal ortam geliştiriliyor ki, konuya dair siyasi bir tahlilde bulunmak, çözüme dair öneriler getirmek hep sonu ihanetle bitecek tartışmaları, daha doğrusu suçlamaları besliyor.
Bugünlerde yine akbabalar sahnede. Televizyon ekranlarında şovmenler, gazetelerde köşe sahipleri, intikam duygularını kabartarak kendine siyasette mevzi kazanmaya çalışan politikacılar hep dökülen kanların yerde kalmaması gerektiği, intikam alınmasının şart olduğu ve benzeri sözleri tekrarlıyorlar. Her zaman olduğu gibi kutsal vatan, aziz toprak, bölünmez bütünlük, yüce millet, şanlı bayrak türünden malzemeler fonda bolca bulunmakta. Oysa gerekirse vatan uğruna dövüşüp şehit olmanın en büyük arzuları olduğunu cümle aleme ilan eden bu zevatın sözlerinin ne herhangi bir somut karşılığı var, ne de bir manası. Bugüne dek yapmadıkları, bundan sonra da asla yapmayacakları şeyleri söyleyip, rol kesiyorlar o kadar!
"Daha binlerce şehit vermeye hazırız!" "Kanımız canımız feda olsun!" türünden hamasi lafları adeta kepçeyle ortalığa dökenlerin pek çoğu iğne ucu kadar zarar görmüş değiller. Ateş başkalarının ocağına düşüp, ölen eloğlu olunca, kahramanlık taslamakta, bol keseden cömertlik yapmakta bir beis görülmüyor! En sert mesajları bunlar veriyorlar, en gür savaş naralarını bunlar haykırıyorlar!
"Daha binlerce şehit vermek"ten bahsedenlerin acaba bugüne dek bu 'savaş'ta kaybettikleri bir yakınları oldu mu? Ya da örneğin binlerce gencin "teröristlerle çarpışmaya hazır" olduğu yolunda haberler yapan medya mensupları acaba kendi çocuklarını 'savaş'a yollamak konusunda ne düşünürler?
Medyanın hep yaptığı utanç verici bir mizansen hiç durmadan tekrarlanıyor. Evlatlarını yitirmiş anne babalara mikrofon uzatılıp ne hissettikleri soruluyor ısrarla. Acılı ağızlardan zorlukla dökülen sözler her defasında savaş ateşine yeni odunlar atmak için kullanılıyor. Ve zihinler intikam çığlıklarıyla, savaşı büyütme çağrılan ile kuşatılıyor.
Evlatlarını kaybetmiş insanların intikam hisleriyle dolu olması garip değil. Garip olan, gayri ahlaki olan şey bu insanların acılarının bu şekilde istismar edilmesidir, illa soru sorulacaksa, çocukları halen askerde olan ya da askere gitmek üzere olanlara sorulsun! Bakalım onlar da aynı savaşkan ruh hali içinde olacak, şahince temayüller belirtecekler mi? Yoksa bir an önce ateşin sönmesini, akan kanın durmasını mı talep edecekler?
Cesaretiniz varsa çocukları PKK tarafından esir alınan ailelerle konuşun, onlara sorun savaşın devam etmesinden yana olup olmadıklarını! Ya da daha tutarlı, basit ve de insanca bir çabayla bu gençlerin sağ salim evlerine dönmeleri için ne yapılması, kimden yardım istenmesi gerektiği: üzerinde kafa yorun biraz.
DTP'liler esir askerler için çaba sarf edebiliriz teklifinde bulunuyorlar, anında sorgu sual başlıyor: "Ne demek istiyorsunuz, terör örgütü ile devlet arasında arabuluculuğa mı soyundunuz?" diye hesap soruluyor. Talabani "PKK'lıları ateşkese İkna edeceğim." diyor. Birileri hemen atlıyor ve "Biz dememiş miydik, işte terör örgütüyle görüştüklerini kendi ağızlarıyla itiraf ettiler!" diye polisliğe soyunuyor.
Şiddet sadece Türkiye'nin karşılaştığı bir sorun değil. Dünyanın pek çok ülkesinde etnik temelde ayrılık talebiyle şiddete başvuran örgütler oldu, halen de bu sorunun devam ettiği ülkeler var. Ama herhalde Türkiye kadar bu sorunu çözümsüz hale getiren bir başka ülke yok. Bu deneyimlerden ders almak çok mu zor? İlla inatlaşmak ve acı yaşatıp, acı çekmek mi gerekli? "Pek çok güçlü, büyük ülke sorununu diyalogla, müzakereyle çözdü, burada niye aynı yöntem değerlendirilmiyor?" diye sorulduğunda anında "ihanet" dozu yüksek suçlamalar devreye giriyor.
Ateşkes lafından ürken, diyalog teklifinden nefret eden bir hakim sınıfı var bu ülkenin. "Son terörist etkisiz hale getirilene dek" diye başlayan cümleler kurmayı seviyorlar. Oysa insanlıktan yana herkes tek bir can kaybının daha olmaması için çaba sarf etmeli. Yeni acıların yaşanmaması, başka ocaklara daha ateş düşmemesi için yol aramalı. Siyaset; barışın, kardeşliğin, adaletin tesisine yönelik çabalara zemin teşkil etmeli. Bu ülkenin yakıcı sorunları, kanayan yaraları var. Yaraları kaşımak, daha daha kanatmak, derinleştirmek ayıptır, suçtur, günahtır.
Ölü evlerine mikrofon tutup, acılı insanların duygularını istismar etmek, timsah gözyaşları dökmek, hamasi kışkırtmalarla yeni ölümlere kapı aralamak insanlık değildir. İnsanlık acıların azaltılması ve yaraların tedavisi için gayret sarf etmeyi zorunlu kılar. Tedavi ise öncelikle konuşmayı gerektirir. Konuşarak her sorunu çözemezsiniz belki ama birikmiş sorunları çözmenin de konuşmaktan başka çaresi, yolu, yöntemi yoktur. Çözüm diyalogla mümkündür. Kof böbürlenmeler ve ilkel tabular bir kenara bırakılıp artık çözüm için gayret sarfetmek şarttır!
- Uzun Yolculuğumuzun Değişmeyen Şiarı: Adil Şahitler Olmak!
- Irkçı-Şoven Kışkırtmalara Karşı Adalet ve Kardeşlik Şiarını Yükseltelim!
- Çözümsüzlüğü Sınır Ötesine Taşımak
- El Kesesinden Cömertlik, El Oğlunun Kanıyla Kahramanlık!
- Kaos Ortamının Kavram Kargaşasını Beslemesine İzin Vermemeliyiz!
- Hamaset ve Kışkırtma Söylemlerine Değil, Adalet Çağrılarına Kulak Verelim!
- Türk-Kürt Ulusal Kimlik Mücadelesinin Organizatörleri, Tetikçileri ve Kurbanları
- “Terör" Tağuti Güçlerin Ürettiği Beşeri Çatışmaların Adıdır!
- Haksöz Bir Mektep Olma Kararlılığını Sürdürecek!
- 200 Ay Boyunca Hak Olan Söze Sarılmak
- Bilgi, İnanç ve Eylem Yolu
- Referandum Halka Güvenmeyen CHP Zihniyetinin Yeni Bir Yenilgisi Oldu!
- Konya'da Bir Garip Operasyon!
- TCK 301 ve İLKAV'ı Kapatma Davası
- Siyasi Kamplaşmalar ve Biz
- Kudüs Günü'nde Direniş Bilincimizi Tazelemek
- İşgali Meşrulaştırmanın Yeni Adı: Sonbahar Konferansı
- Hamas ile El-Fetih arasında Süren Müzakereler
- Iraklı Mültecilerin Adalet Bekleyişi
- Pakistan Kuvvet Yoluyla Veziristan'daki Savaşı Sonlandıramaz!
- Lübnan Halkı, Umudu ve İnancı Kuşanıp Düşmana Karşı Duruşunu Asla Bozmuyor!
- Küresel Isınma ve Felaket Senaryoları
- İmana Zulüm Karıştırmak
- Bir Edebiyat Dili Olarak Kürtçe ve Mehmed Uzun
- Antalya'da Filizlenen Ekin: Özgür-Der Antalya Temsilciliği