Egemen Sistem ve Dünyevileşme
Bağımlı-müstezaf toplumlarda Batı emperyalizmine karşı gösterilen tavır, daha ziyade yabancılaşmanın kendini en fazla hissettirdiği kültürel ve siyasal alanda hassasiyetini yoğunlaştırmaktadır. Emperyalist kuşatma karşısında genellikle tarihten devraldıkları kimliklerini muhafaza etmeye çalışan çabalar, çoğunlukla kendilerine dayatılmış olan modern sosyo-ekonomik yapı içinde güç edinebilmeyi de önemli bir karşı koyuş imkanı olarak görmektedirler.
Emperyalizme karşı direnişin kaynak yaratıcı yolu, egemen ekonomik sistemin imkanlarıyla bağdaştırıldığında önemli bir talihsizlikle yüzyüze gelinir. Zira karşı çıkılan modern egemen değerler varoluş gücünü, Batı kültürünün en belirleyici unsuru haline gelen bugünkü ekonominin işleyiş modelinden olmaktadırlar. Çağımızdaki egemen şirk gücünün en önemli yapısal ve ideolojik boyutu tüketim kültürüdür. Egemen ekonomik sistem içinde tutunup yükselebilmenin yolu ise yeni tüketim biçimleri ve alanları geliştirebilmekle doğru orantılıdır. Bu kültüre hizmet eden bir tutumun, emperyalizme karşı çıkması sadece kuru bir slogancılıktır.
Emperyalizm karşısında siyasal ve zihinsel uzlaşmayı peşinen benimseyen işbirlikçi modernist insan tipine muhalif olan anti-emperyalist söylem önemlidir. Ancak bu söylem kendine yeter, adil ve haklı bir üretim-dağıtım-tüketim modeli anlayışıyla birlikte alternatif bir yaşam biçimini gösterip, sosyalleştiremediği müddetçe etki-tepki mekanizmasının dar çeperini aşamaz. Alternatif sistem bilincine ise, ancak vahyi netliğe ulaşmış bakış açısının yaşadığı ortamı gerçekçi biçimde tahlil edip, problemlerle vahiy arasında doğru bağ kurabilecek ilkeli tutumu ve zihni eğitimi sayesinde ulaşılabilir. Yoksa bu söylem modern sosyo-ekonomik yapı içinde ekonomik güç tutmayı kendi için önemli bir imkan olarak gördüğü oranda giderek karşı çıktığı modern yaşam biçimine bağışıklık kazanmaya ve egemen sistemin tahammül edebileceği bir parçası olmaya başlar. Sonuçta muhalif de olsa, kapitalist sistem içinde ekonomik mücadeleyi üstlenen söz konusu tavır ya büyük bir aldanışın gaflet boyutunu, ya da büyük bir sapmanın iki yüzlülüğünü sergiler.
Kültürel, siyasal, askeri ve ekonomik alanda emperyalizme karşı çıkmak çok önemlidir. Ama yetmez. Bu karşı çıkış modern şirk değerlerini tasfiye edecek bir zindeliği içinde barındırmalıdır. Başta İslam coğrafyasındakiler olmak üzere tüm mazlum ve bağımlı halklar bu zindelikten mahrum kaldıkları için modernizmin kuşatması altına girmişlerdir. Modern cahiliyyeye karşı çıkışın çözümü, geleneksel tutumları bayraklaştırmakla mümkün olamaz. Emperyalizme karşı çıkan geleneksel tutumun önemli olduğunu tekrar belirtmeliyiz. Ancak emperyalizme karşı çıkan geleneksel tutum modern egemen ideolojiyi algılamakta bile o kadar yetersizdir ki, modernizmin en belirleyici dinamiği olan ekonomik modelini içselleştirmek konusunda yaygın olarak bir yarış içine girmiştir. Bu modelin faizsiz tasarrufun Özendirilerek dengelenebileceği tezi; karşı çıkılan ve gittikçe artan kültür, eğlence, reklam veya sosyal ve ticari ilişkilerdeki çözülme ve ahlaksızlığın kaynağını oluşturmakta olan ekonomik modelin kavranılmamasında görülen bilinçsizlikle eşdeğerdir. Batı-dışı toplumsal yapılar kapitalist piyasa ekonomisine açıldıkça egemenlerin tahammül edebildiği bazı şekli ve folklorik motif ve kabulleriyle beraber, modernleşme ideolojisinin yeni taşıyıcıları veya yeni tüketim nesneleri olmaya başlamaktadırlar. Çağdaş tüketim anlayışı da israf ve dünyevileşmenin en üst yorumunu ifade ettiğinden, kazanan kapitalizm diğer bir ifade ile modernizm olmaktadır.
Mazlum ve mahrum halklar ve İslam toplulukları siyasal ve düşünsel bağımsızlıklarını emperyalizmin temel itici gücü olan egemen tüketim ekonomisiyle rekabet ederek oluşturamazlar. Egemen sisteme karşı olunarak veya ona boyun eğmeden onun en belirleyici silahı olan bugünkü dev teknoloji düzeyine ulaşmak mümkün değildir. Zaten bugünkü teknoloji, tüketimi daha fazla artıracak bir amaçla üretilmektedir. Zulüm ve sömürüye karşı oluş, bizatihi bu uygulamaları üreten mevcut ekonomik yapıda pay sahibi olunarak da gerçekleştirilemez. Artık ulusal sınırlarla kayıtlanamayan, uluslararası sermaye gücünün ve uluslararası dev şirketlerin insiyatifinde bulunan egemen ekonomik yapı, bağımlı toplumlarda yeni pazar oluşturmak amacıyla ticari işleyişe canlılık katabilecek serbest ekonomin ve kısmen de olsa siyasi liberalizmin vucüt bulmasına ihtiyaç hissetmektedir. Bağımlı ülkelerdeki ekonomik büyüme icazetlidir ve azınlık sermayeci-komisyoncu bir sınıfın elinde palazlandırılmaktadır. Müstakil ve milli olma endişesiyle de olsa bağımlı toplumlardaki teknolojik rekabet ve tüketim yansı üzerine bina edilen egemen ekonomik yapıya ayak uydurma çabaları, sonuçta beşeri ve doğal sömürüyü yaygınlaşmakta, toplumsal sınıfları oluşturmakta, şehvet ve tutkuları kırbaçlayan tüketim ve israf eğilimlerini olağanlaştırmakta; haksız rekabeti, bireyciliği, kayırmacılığı, tahakkümü, faydacılığı özendirmektedir. Ekonomik büyüme hırsının kamçıladığı tüketim kültürü, adaleti ve dengeli bir yaşamı değil; ekonomik itibarı, israfı ve dünyevileşmeyi ön plana çıkartmaktadır. Ekonomik büyüme idealinden beslenen modern dünya görüşü insanların anlayış ve yaşam tarzlarını kendi tüketim mağazaları olan dev mabedleri "Capitol"lerde dünyayı daha iyi tüketme ibadetiyle şartlandırırken , modernleşmenin zihinsel ve ekonomik boyutu karşısında tavır geliştiremeyen geleneksel dini kimliklerin varlığı ise gittikçe "Capitol"lerin içinde mekan aramaya yönelmektedir.
Kapitalizmin ilerlemeci tarih anlayışıyla örtüşen misyonu, teknolojik yenilenme ve büyümede süreklilik hedefini taşımaktadır. Batı kimliğini oluşturan "aydınlanma çağı"ndan bu yana batı medeniyetinin karakterini belirleyen "bireyci, akılcı, deneyci" anlayış, tüm mutlulukları dünya hayatını daha iyi tüketebilmeye endekslemiştir. Dünya yaşamını kutsallaştıran bu şirk zihniyeti kendi-dışındaki toplumları ve tüm dünyanın kaynaklarını tüketim nesnesi gören ekonomik modeliyle, sürekli üreten ve ürettikçe tüketimi güçlendiren bir kısır döngüye mahkumdur. Modern yaşam biçimini oluşturan da daha fazla büyümeye mecbur olan modern ekonominin tüketim politikalarıdır. Artık ekonominin yapısal boyutu tarihin hiç bir döneminde rastlanmayan şekliyle sermaye sahiplerinin bile iradesini kuşatma altına almaktadır.
Ancak ekonomik büyüme yarışı tarihin zorunlu bir yasası değildir. Son dönemlerde çokça söz edilen "tarihin sonu"nu belirleyecek olan Rabbimizdir. Ancak modernizmin sonunu belirleyecek olan modern ekonomik yapıyı ve modernizmin zorunlu kıldığı tüketim kültürünü terk ederek alternatif bir yaşam biçimi önerecek olan insan iradesidir. Bu iradenin tek kaynağı da Kur'an'ın insan-insan, insan-toplum, insan-doğa ilişkilerini aydınlatan ayetleridir. Kur'an'ın önerdiği mesaj modernizm karşısında tek alternatif muhalefet ve çözüm potansiyelini taşımaktadır. Modernizme tepkinin yolu dünyayı terk etmek veya dünya egemenlerince alternatif olarak üretilen post modernist proje aldatmacaları olamaz. Modern ekonomik yapıdan kopmak; zorunlu ihtiyaçlarımızın karşılanmasını, dünya nimetlerinden adil ve israfa neden olmaksızın yararlanılmasını ve yaşamı daha pratik ve kolaylaştırıcı kılan teknik imkanlardan ölçülü bir şekilde istifade edilmesini reddetmek anlamına gelmiyor. Aslolan sistem içinde nefes alacak imkanlarla yetinen kadercilikten arınıp modernizmin hegomonyasını kıracak, ezilenlerin sırtından bu dünyayı en iyi şekilde tüketmeye çalışan anlayışın zulmünü giderecek olan Kur'ani yaşam anlayışını sosyalleştirebilmemizdir.
Modernizmin en önemli kutsalı ekonomik büyümedir. Çağdaş emperyalizmi oluşturan da bu hedeftir. Bu hedef insani ve İslami değildir. Zaten Rezzak olan Rabbimiz azgınlığın rızkın bollaştırılmasıyla olan irtibatını bildirmiyor mu?(42/27) Oysa İslam'a göre ekonomi, Allah yolunda tevhid ve adaleti yaygınlaştırmak için harcanacak bir araçtır (61/10,11). Ve ekonomik işleyişin vahyi ölçü dışındaki tüm açılımları dünyevileşmeyi, azgınlaşmayı, müstağnileşmeyi teşvik eden hayati bir sapmadır. Vahiy karşıtlığı konusunda Eyke halkının azgınlığını çok çok aşan modern ekonomik yapının işleyişi içinde, Kur'an'ın sınırlarını gösterdiği ilkelere sadık kalarak güç kazanmak mümkün değildir. Egemen ekonomik işleyişin gerekleri, uyulması gereken yeni tanrılardır. İslam adına güç kazanmak iddiasıyla bu tanrılardan yardım beklemek boşunadır. Bu tanrılar kendilerini mutlak olarak kutsamayanlara yardım etmezler; aksine onları kendilerine hizmet ettirirler (36/74,75).
Düşman atlarına karşı gücü oranında maddi tedbirler alma mükellefiyetinde olan bir kimlik (8/60), tabii ki teknolojiden yararlanacaktır. Ama teknolojinin insanı tüketim köleliğine mahkum eden misyonu çok ciddi olarak ayıklanmalıdır. Teknolojinin veya ekonominin tüketim misyonuna karşı olunmadan emperyalizme karşı olunamaz. Modern teknolojinin dünyevileşmeyi tahrik eden cazibesi ekonomik büyüme hedefinin ürünüdür. Bu büyüme hedefi kökleri dünya sömürgeciliğine dayanan gasp, yağma ve hırsızlık mantığının bir sonucudur. Egemen sisteme karşı ekonomik büyüme bulvarında yarışmak, finali cehennem olan hedefe doğru koşmak demektir. Müslümanlar için güç, teknolojinin veya maddi imkanların soğuk yüzünde değil; insan ve toplum iradesinde oluşturulacak tevhidi yaşama bilincinin kalp intifadasındadır. Teknolojinin ve uluslararası sermayenin tahakkümünü engelleyecek tek silah tevhidi bilincin eylemselleşmesidir.
Gündemimiz, zamanımızı ve imkanlarımızı israf etmeyecek bir tutarlılıkla belirlenmelidir. Acil olanı isteme mantığı (76/27) üzerine kurulan egemen sistemle nasıl yarışacağımız değil, bu sistemden alternatif bir çözümle nasıl kopacağımız gündemimizi belirlemelidir. Sağlık, konut, eğitim sorunlarını büyük ölçüde çözümlediği halde egemen ekonomik yapının özendirdiği -temel ihtiyaçların ötesinde- cola, jiklet, rock müziği, kot pantolon, naylon iç çamaşır gereksinimleri veya lüks teknoloji ürünlerini kullanma özentisiyle dünyayı daha iyi tüketmeyi gündeminin belirleyicisi haline getiren sosyalist toplumlar, sonuçta kazandıklarını bile kaybetmek zorunda kalmışlardır.
Egemen şirk sistemin kendini ayakta tutabildiği tek silahı, insanın şehvet ve tutkularını tahrik etmesidir, insanları mutluluğun acil olanda (75/20) değil de, vahyin belirlediği Hakkın ve adaletin idrak edilip, yaşanılır kılınmasında olduğunu göstermeyen hiç bir hareket, görünür kimliği ne olursa olsun, emperyalizmin dünyevileştirme erozyonundan kurtulamaz. Öncelikle bize egemen olan sistemin içindeki olumsuz konumumuzun farkında olmalıyız. Tabii ki egemen sistemden kopuşun alternatif projesi sorulacaktır. Bu proje teorik tartışmalarla şekillenemez. Kur'an'ın ilkeleri bellidir. Ancak emperyalist kuşatma altında ortaya konacak olan Kur'ani yaşam tarzı; zihnini vahye açmış, nefsinde vahyi inkılabı gerçekleştirmiş, Allah'a adanmak ve İslam'ı yaşamak konusunda kolay ve acil olana karşı tercihini yapmış olan İslami mücadele kadrolarının; araştırarak, istişare ederek, direnerek mevcut yaşam içinde safha safha çözümleyecekleri bir projedir. İslam medeniyeti İslami yaşam tarzının kurumlaşmasıdır. Kur'an'ın gösterdiği istikametteki İslami mücadele, tek doğru yaşam tarzıdır. İslami mücadelenin belirlediği yaşam tarzını bugün paylaşmaya yanaşmayanların, gelecekteki medeniyeti arayışları, sadece bir düşünce konforudur.
- İbrahimi Tavır
- Seçimler Sistem ve Toplumsal Gerçeklik
- Egemen Sistem ve Dünyevileşme
- Seçim Sonuçları ve Toplumsal Kimlik
- Yeni Bir Yapılanma Gereği
- 27 Mart Seçiminin En Karlıları Rejim ve Refah Partisi’dir
- Toplumsal Kutuplaşma ve Siyasi Platforma Yansıyor
- Türkiye'de İslami Yükseliş
- Toplumun Aynadaki Görüntüsü
- Seçimler ve Laiklik Krizi
- Kemalistlerin Dayanılmaz Hafifliği
- Tunus Rejimi, Nehda Hareketi ve Seçimlerin Mantığı
- T.C. - İsrail Flörtü Hangi Safhada?
- Siyonist Terör Sürüyor
- Tasavvuf ve Nakşibendilik -1
- Kur'an Okumaya Başlarken
- Ümmet Kavramı Üzerine
- Bozuk Düzenin Terazisi ve Şuayb (as)
- Sivas Olayları ve Dergimizin Mahkeme Safahatı
- Amerika'dan Türkiye'ye Direktif
- Çapraz Ateşte Müslüman Kadın
- Kadının Sosyal Hayata Katılımı
- Türkiyeli Müslüman mı Türk Müslüman mı?
- "İzlenim" Dergisinin Ölçüsü Ne?
- İlahiyat Fakültesinde İbranice