1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Düzenin Değişmesi İçin Bunu Halkın Talep Etmesi Gerekir

Düzenin Değişmesi İçin Bunu Halkın Talep Etmesi Gerekir

Temmuz 1999A+A-

Hemen her şeyin yalnızca konuşulup tüketildiği günleri yaşıyoruz. Farklılıklarına karşın tüm siyasal ve ideolojik anlayışlara sahip kişilerin sistemin çürümüşlüğüne vurgu yaptığı biliniyor. Biliniyor olmasına biliniyor ama sistemin çürümüşlüğüne vurgu yapan insanların, sistemi çürüten ilkesizlikleri her geçen gün biraz daha içselleştirdiklerine de şahit oluyoruz.

Sistemi vurgunculukla suçlayanların teşvik adı altında vurgun yapmanın imkanlarını araştırdıklarını, mahiyetinde çalıştırdıkları elemanlara hak ettikleri ücretleri ödememek için kırk dereden su taşımayı göze aldıklarını, aldıkları ücretin karşılığını emekle değil mesaiyi doldurarak harcamaya çalıştıklarını, taahhütlerine sadık kalmada ihtimam göstermediklerini, aile ve sahip oldukları diğer kurumsal ilişkilerde adaleti gözetmediklerini görmek için özel bir arayışa gerek yok. Bilakis, bu konularda ahlaklı davrananları bulmak için özel bir arayışa girişmek gerekmektedir. Keza, sistemi tekil bir kimliği herkese dayatmakla suçlayanların, kendilerinden farklı düşünen hemen herkesi, düşmanlık muhayyilesiyle kayıtlı bir 'öteki' olmanın kendi dilindeki karşılığı ile suçlamaları da artık vakıayı adiyeden sayılmaktadır.

Siyasal bir muhalefet iddiası taşıyan insanlar bu gerçekliği dikkatle anlamlandırmadırlar. Bu konuda yapılacak sahici bir değerlendirme, işe nereden başlanılması gerektiğine dair önemli ipuçları verecektir. Aksi halde, nereden başlayacağını bilemeyen insanlar yeni maceralar peşinde koşmak zorunda kalacaklardır. Muhalefet geleneği olmayan dini ve ideolojik muhitler için böylesi bir maceraya girişmek doğal karşılanabilir, ama büyük bir geleneğin takipçileri olarak bizlerin bu gelenekten yararlanmaması yanlıştır. Üstelik de elimizde hakikatin bilgisini bildiren 'Kitap' var ve bu kitap bizlere toplumsal mücadelenin sünnetine ilişkin değişmez ilkeler vaz etmektedir, Kendi nefsimizde olanı değiştirmedikçe, Allah'ın bizim durumumuzu değiştirmeyeceğini unutmamamız gerekiyor.

Sistemi değiştirme talebinde bulunan insanların bir şekilde sistem dışı kalmaya karar vermiş olduklarını varsayarsak, sistem dışı kalmayı bir de bu gözle değerlendirmeyi gündemimize almalıyız. Aksi halde, sistem dişiliği gelecekte gerçekleşecek bir tul-i emel olarak algılıyoruz demektir. Farklı bir kimliği temsil iddiası taşıyan insanların, öncelikle bu kimliğin ne olduğunu kendi pratiğinde ortaya koyması gerekir ki, insanlar var olan ile muhalif olanın farkını görebilsinler. En azından toplumsal talep uyandırabilmek için bu böyledir. Bir de olayın ahlaki boyutuyla bakarsak, insanların kendi iddialarıyla mütenasip bir eylemlilik içerisinde olmalarını beklemek son derece doğal bir beklentidir. İddialarıyla mütenasip bir eylemlilik içerisinde olmayan insanların önce kendi iç dünyalarında itminanları yoktur. Keza, bu insanın toplumsal talep uyandırma iddiası, bir iddia olmaktan çok bir heves sayılabilir ki, heveslerle de toplumsal dönüşümler gerçekleşmez.

Buradaki vurgularla, siyasal ve toplumsal dönüşümü bireyselliğe indirgenmiş bir bakış açısıyla ele almak niyetinde ve kanaatinde değiliz. Elbette siyasal ve toplumsal bir muhalefet, kurumsal bir karşı duruşu gerekli kılar. Bizim vurgulamak istediğimiz, bu kurumsal muhalefeti inşaa edecek insanların öncelikle kendilerinin böyle bir 'İddianın Şahitliği'ni üstlenmeleri gereğine dikkatleri çekmektir. Zira, bütün bir yeryüzünü ifsat eden egemen sistem, farkında olalım veya olmayalım, bizleri de ifsat sürecine katmaya çalışmaktadır.

Bu kirliliğe bulaşmamak için ise, ifsada karşı mücadele eden saflarda yer almak gerekir. Ancak bu şekilde her tür kirlilikten ve bozgunculuktan kendimizi beri tutabiliriz. Kitab'ın diliyle söylersek, ekini ve nesli ifsad eden egemen sistemden ancak topyekün bir kopuş/hicret ile kendimizi koruyabiliriz. Bu kopuş ise, ne mistik bir uzak durmayla/katılmamayla ne de popülist bir kitlesellik söylemi etrafında şekillenen ve salt siyasal iktidarı ele geçirmek üzerine kurulmuş bir muhalefetle mümkündür. Hayata katılarak ama birbirini tahkim eden bir binanın uzuvları gibi kenetlenmiş bir 'birliktelik' ile yaşanacak bir direniş süreci ile hem nefislerimizi terbiye edebiliriz, hem de toplumsal ve siyasal süreçlerin işleyişine nüfuz edebiliriz. Ancak bu temizlik ve bu bilincin birbirini sarmalaması halinde kalıcı dönüşümler gerçekleştirilebilir.

Açık bir şekilde taraf olmayan ve çözüm üretmede rol almayan insanlar kuşatmayı yaramayacak ve durum gittikçe umutsuzluğa neden olacaktır. Şimdi de pek çok örneğini gördüğümüz gibi, varolandan memnun olmayan insanlar bu durumu şikayet konusu olarak kendi aralarında konuşa konuşa mesailerini tüketmeye talim edeceklerdir. Böylece var olan durumu kaçınılmaz bir durum olarak algılama temayülleri artacak ve artık bu sürece katılmaktan başka yol kalmadığı düşünülerek bir şeylerden pay almanın telaşesi insanları sarmalamaya başlayacaktır. İşte bu durum tam da kuşatılmaktır. Teslimiyettir. Çözümün üreticisi olmayanların, ifsadın bir uzvu olmalarıdır.

Bu süreç öyle bir süreçtir ki, duruşunu bilmeyenlerin veya bilip de olması gereken yerde duramayanların savrulmak zorunda kalacakları bir son herkesi beklemektedir. Bir özdeyişte de belirtildiği gibi, taraf olmayanların bertaraf olacakları bir haldir yaşanılan.

Neredeyse halkın bütününe yakın bir kısmının cari olan sistemden şikayette bulunduğu bir toplumsal zeminde bile, toplumsal meşruiyet sorunu yaşamaktan tam olarak kurtulamamış bir İslami inşaa hareketinin bu elim durumunu ivedi olarak değerlendirmesi gerekir ki, bu tarihsel imkan kaçırılmamış olsun. Hem kurulu sistem ve taraftarları, hem de sahih bir gelenekten beslenmeyen dindar söylem biçimlerinin halk için umut olmaktan çıktıkları bir dönemde, köklü dönüşüm idealine sahip insanların her zamankinden daha fazla alın teri dökmeleri gerekmektedir. Ancak bu bilinç ile emeklerini istihdam eden insan sayısı arttıkça halkı ihata edebilir ve toplumsal bir çekim alanı olmayı başarabiliriz. Bir şekilde çekim alanı olmayı başarabildiğimiz zaman emek ve kaynaklarımızı artırabilir ve bu sayede imkanlarımızı verimli kullanma zeminini yakalamış oluruz.

Kolaycı bir yol seçip toplumu suçlu ilan ederek mevzubahis tarihsel imkandan yararlanmamak, verimsizliğimize bahane bulmakla eşanlamlıdır. Bize düşen mazaretlerle vakit yitirmek olmamalıdır. Bize düşen, bu tarihsel bağlamda karşımıza çıkan imkanları değerlendirme konusunda azami hassas davranmak ve topyekün bir seferberlik halindeymişcesine emeklerimizi yoğunlaştırmaktır. İnsanların ne yapacağını bilemez hali ve ciddi bir dönüşüm gerçekleştirme istidadı taşıyan, umut aşılayıcı bir odağa ihtiyacının olduğu bilinci bizi güdülemelidir. Hemen her iddia sahibi müslümanın bu tarihsel süreçte kendisini birinci dereceden sorumlu addetmesi halinde, halkın duyarlılık haritası bugün olduğundan oldukça farklı olacaktır. Aksi halde yaşadıklarına "şahit" olan değil, yaşanılana "katılan" bir kişilik ortada var demektir ki, böylesi bir rol, Kur'an'ın mü'minler için uygun gördüğü role denk düşmez.

Büyük atılımların özellikle böyle dönemlerde gerçekleşmesi, bu tür belirsizlik dönemlerinin inisiyatif kullanma kabiliyetine sahip insanlar açısından oldukça elverişli olduğunu gösteriyor. Yaşanılan pek çok olumsuzlukla birlikte, umut tazelemeye ihtiyaç duyan insanlara bu tarihsel gerçekliği hatırlatmanın yaran olabilir. Birbirini yeterince tanıma imkanı bulamamış insanların, birbirlerinin sorunlarını bilmeleri mümkün olmadığı gibi, birbirlerinin imkanlarından da haberdar olmaları mümkün olamayacak ve bu insanlar aynı zamanda birbirleriyle yeterince paylaşamayacaklardır da. Mefhumu muhalifinden bakarak şöyle de denilebilir: Birbirini tanıyan, birbirinin sorunlarından ve imkanlarından haberdar olan insanların ufukları, umutları ve imkanları da aynı oranda büyüyecektir. Herkesin kendi öznelliğinde yaşadığı daralma sonucu oluşan umutsuzluğun, bu perspektif yoksunluğundan beslendiğini iddia etmek indirgemecilik olarak algılanmamalıdır.

Umut etmek için öncelikle inanmak ve direnmek gerekir. Paylaşmayı ve paylaşılmayı öngören bir bilinç diriliğini ikame edemeyenler ise böylesi bir umudu ateşten bir kor olarak görerek mazeret üretmeyi tercihe şayan bulacaklardır. Tam da bu tercihle yüz yüzeyiz hepimiz: Ya "şahit" olmanın umut aşılayan diriliği ile yarınlara taşınmak ve yahut da cari sisteme "katılma" tercihinin beslediği mazeretlerle bugünde kaybolmak.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR