1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Çeliker

  3. Doğu da Batı da Allah’ındır!

Abdurrahman Çeliker

Yazarın Tüm Yazıları >

Doğu da Batı da Allah’ındır!

Eylül 2008A+A-

“…Tarihsel bir fobi olarak ne yazık ki, Avrupalının bakışı bir türlü değişmedi. Yabancı mıyız, gurbetçi miyiz, göçmen miyiz, kalıcı mıyız, gidici miyiz? Kendi konumunu tanımlamakta güçlük çeken bir topluluğuz. Tanımlanan olmaktan kurtulup, tanımlayan olmamız önem arz ediyor. … Bu ülkede kalıcılığımızı tanımlamalıyız. Maalesef iğretilik çağrışımı yapan, göçebe toplumu havası veren kavramsal tanımlamaların ötesinde sosyal hayatta da kalıcılık görüntüsü arz etmiyoruz.” diyerek yaşamın kıyısında iğreti duranların, Batı’daki Doğuluların, diğer bir ifadeyle gemilerini yakacak bir kıyı bulamayanların öyküsünü anlatıyor Batı’da Doğulu Olmak kitabının yazarı Mehmet Doğan.

Fide Yayınları’ndan çıkan kitap 188 sayfadan oluşuyor. Kitapta Batı ve Doğu kavramlarının ne olduğu, bu tanımlamanın ideolojik mi yoksa coğrafik mi olduğu konularını inceleyen Doğan, özelde Anadolu’dan genelde ise dünyanın değişik coğrafyalarından Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç edenlerin sorunlarını, bu sorunları nasıl aşabileceklerini, Avrupalının gelenlere nasıl baktığını ve bu bakış açısının altında yatan ideolojik ve dinsel bilinçaltını irdeliyor.

“Ben otuz yıldır Batı’da yaşamanın anekdotlarını anlatırken Doğu-Batı kavramlarını coğrafik bir ayrım bağlamında kullanmayacağım. Batı’daki ayrımcılar ve Doğulu olana karşı önyargılar, Doğu’da doğduğumuz için yapılmıyor aslında. Doğu’da doğmak değil ‘sorun’. Sorun, Doğulu olmakta! Hiç kuşku yok ki yönler ve taraflar, kişilerin ve kurumların durduğu yere göre değişiyor. ABD’nin doğusunun Avrupa, batısının ise Asya olduğu gibi… Batı’dan bugünkü Avrupa’yı anlıyorsak eğer, Avrupa Rönesans’tan bu yana eski toplumsal şemalardan, gelenekten koptu, Doğu’dan uzaklaştı ve kendisini seküler temelde ‘Batı’ olarak tanımlamaya başladı diyebilir miyiz? Aslında Batı’nın doğusu, insanın fıtratına yönelişini, adalet ve üstün değerler arayışını mı ifade ediyor? Batı; aydınlanmacı, modernist ve şimdilerde postmodernist kimliği, ilerlemeci felsefesiyle küresel finans kapitalizmini temsil ediyor mu, etmiyor mu?”

O zaman Batı nedir? Doğu nedir? “Bir yön mü, bir taraf mı, bir coğrafya mı, yoksa bir anlam mı? İnandığım kitabın nesnel ve soyut tanımlamasında Doğu da Batı da Allah’ındır.”

Özellikle Almanya’da yaşayan ve bu ülkeyi -birinci kuşak olmasa dahi- bir vatan, yaşayabileceği bir toprak parçası, bir ülke olarak gören ve orada doğan, orada büyüyen ve orada okuyan ikinci ve üçüncü kuşak neslin sıkıntılarını, insan hakları söylemlerine rağmen çıkardıkları yasalarla asimilasyon politikası uygulayan Avrupalı düşüncenin ideolojik, dini ve felsefi alt yapısı hakkında oldukça ayrıntılı bilgilerin yer aldığı kitapta, 11 Eylül olayları sonrasında Müslümanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturulduğuna, Avrupalı siyasilerin verdikleri demeçlerle ırkçı söylemin yükselmesine katkı sağladıklarına vurgu yapılmakta.

“11 Eylül sonrası ‘İslamcı’ tabiri Batı’da neredeyse ‘terörist’ sıfatıyla eş anlamlı kullanılır oldu. Bu sıfat gerek medya ve gerekse devletin istihbarat merkezleri tarafından öyle abartılmış ki, Müslümanların üzerine ‘terör’ elbisesi giydirilerek adeta ‘ötekileştirmenin, dışlamanın’ bir diğer adı oldu.”

“Zaten var olan ön yargıların etkisiyle Avrupa’da Müslüman düşmanlığı, Haçlı Seferleri manipülasyonlarını hatırlatıyor. Liseye giden küçük kızım gözyaşları içerisinde şöyle anlatıyordu:

‘Fas kökenli arkadaşım Salma ve sınıfımızdan başka bir arkadaşım Helga ile okul çıkışından sonra otobüs durağında bekliyorduk. Durakta bekleyen bazı Almanlar bizimle beraber otobüsü bekleyen Helga’ya bakarak: Bütün yabancılardan kuşkulanmak lazım, bunların ne yapacağı belli olmaz Helmut! uyarısında bulununca şok geçirdim. Babacığım, korkuyorum. Bana bir şey yaparlar mı?’ Ailece çocuklarımızın psikolojisini düşünerek televizyona bakmamaya karar verdik. Böyle giderse acil ihtiyaçlar dışında çocukların sokağa çıkmamasının sağlıklı olacağını düşüneceğiz.”

Hukukunu Roma, düşüncesini Yunan felsefesi temelinde şekillendiren Avrupa bilincinin, tarihi arka planla birlikte palazlandırdığı İslam düşmanlığını-tahammülsüzlüğünü sadece yukarıdaki satırlarda değil Türkiye’de insan hakları ihlaline maruz kalan Müslümanlarla ilgili olarak verdikleri kararlarda da görmek mümkündür. Ancak bu tespit bizleri “Bizim zalimimiz Avrupa’nın zaliminden dahi iyidir!” gibi son yıllarda Müslümanların da düştüğü sağcı muhafazakâr bir sapmaya düşürmemelidir. Yazarın bu minval üzere yaptığı tespitlerin önemli olduğu düşüncesindeyim.

Kitapta Almanya özelinde ırkçı saldırılara maruz kalan göçmenlerle ilgili bölüm oldukça çarpıcı örneklerle dolu. Bu bağlamda Solingen katliamı Doğan’ın yüreğinden ve kaleminden dökülen kelimelerle edebi bir zenginlik içerisinde oldukça çarpıcı bir şekilde aktarılmış:

“Gece tüm nefretleri gizlemek istercesine çökmüştü şehrin üstüne. Her taraf sessiz, kimseler görünmüyordu, etraf ıssızdı… Bir gölge geçti evin önünden önce, onu gölgeler izledi, sonra fısıldaşmalar ve sonra korkunç bir alev!”

“Her akşamki gibi üzerine titrediği çocuklarını yataklarına götürmüştü elleri öpülesi anne. Yanaklarına yüreğinin taa ötesinden gelen bir sevgi seliyle ısıtan öpücükler kondurmuştu çocuklarının. Şefkatle üzerlerini örtmeyi her zamanki gibi unutmamıştı ve ışıkları söndürdü. İşte sonrası korkunç alevler, alevler, alevler…”

Sönen belki de umutlarıydı.

Avrupa’nın göçmenlere bakışının ve göçmen politikalarının Almanya’nın bakışından çok farklı olduğunun altının çizildiği kitapta Avrupa’ya halen sürmekte olan göçün tarihi geçmişi de ayrı bir başlık halinde incelenmiş. Almanların göçmenlerle ilişkilerinin diğer Avrupa ülkelerinkinden farklı olması Almanya’nın özellikle Fransa, İngiltere, Portekiz ve İspanya gibi diğer Avrupa ülkeleri gibi büyük ve değişik coğrafyalara yayılmış sömürgelerinin olmamasına bağlanmış.

 “Öncelikle Almanya’nın, Batı’nın koloni tarihi boyunca bir Fransa, bir İngiltere, bir Hollanda ya da Belçika gibi sömürgesinin olmaması, diğerleriyle birlikte yaşama kültürünün gelişmemesine sebep olmuştur. Öte yandan Almanya’nın bir Paris gibi dünyanın cazibe merkezi, bir Amsterdam gibi büyük liman kentinin olmayışı diğer insanları tanımamasına sebep olmuştur.”

Batı’da Doğulu Olmak, Avrupa’nın göçmen politikaları ile birlikte göçmenlerin kendilerini nasıl tanımladıklarını da ihtiva eden oldukça hacimli bir kitap. Kitapta yalnızca Avrupa ve izlediği politikalar değil aynı zamanda göçmenlerin kendilerini nasıl tanımladıkları da eleştirilmiş ve sonuç bölümünde bu konuyla ilgili çözüm önerileri sunulmuş. Bu bağlamda kitapta, göçmenlerin kendilerini Tarık bin Ziyad ve beraberindekiler gibi göremediğini ve bunun sonucu olarak da ne göç ettikleri ülkeli ne de ekonomik çıkarlar sonucu terk etmek zorunda kaldıkları toprakların insanı olmayı başaramadıkları belirtilmiş. Yazar, “Göç edenler sanki yarın döneceklermiş gibi gelirlerdi.” tespitinin ne kadar doğru ve yerinde bir tespit olduğunu, Almanya’ya ilk göç edenler arasında yer alan babasının, dudaklarımızda acı bir tebessüm bırakan ilginç anısıyla yüreğimizin ve zihnimizin bir köşesine iliştiriyor.

Yazarın babası Almanya’ya ilk gittiği aylarda bir televizyon alıyor. Arkadaşları televizyonu görünce şöyle diyorlar: “Neden bir televizyon aldın ki nasıl olsa on yıl sonra geri döneceğiz.”

Avrupa’nın Batı yakasında ve Almanya özelinde yaşadığı 30 yılı ve Avrupa macerasını anlatan Mehmet Doğan’a ve kitabı yayınlayan Fide Yayınları’na teşekkürler. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR