Direnişin Adı Ramazan
Ülkede yaşanan AB süreci ile haklar ve özgürlükler alanında kısmi iyileşmelerin yaşandığı günlerden geçiyoruz. Mevcut oligarşinin diretmelerine rağmen gerek AKP hükümetinin kendine sistem içinde yaşam alanı açma çabaları gerekse ekonomi çevrelerinin küresel kapitalist sisteme ayak uydurma hevesinin yarattığı ortamın bir sonucu Türkiye'de baskıcı sistem zoraki de olsa demokratikleşiyor ya da öyle görünmeye çalışıyor. Yaşanan bu görece özgürlük ortamının, halka rağmen halk için karar alma geleneğini miras almış olan devlet erki açısından kabullenilmesi zor bir durum olsa da, sisteme muhalif kesimler açısından bir rahatlama imkanı sağladığını söylemek her halde yanlış olmaz.
Hiç şüphesiz sistem karşıtı muhalefet denildiğinde Türkiye'de ilk akla gelen kesim, cumhuriyetin kuruluşundan beri öncelikli tehdit olarak görülen İslami kesim. Fakat özgürlükler ve hukuk alanında gerçekleştirilen iyileşmelere rağmen başörtüsü yasağı, İslami eğitim alanında yaşanan kısıtlamalar, imam-hatip liselerine uygulanan adaletsiz sınav sistemi vb. gibi pek çok sorun olduğu gibi yerinde duruyor. Üstelik AKP hükümetinin iktidarda olması hükümetten halen ümidini kesmemiş olan İslami kesimin, sorunlarını ve karşılaşılan baskıları gündeme getirmek konusunda mütereddit davranmasına neden oluyor ve mevcut durum içselleştiriliyor.
Bugünkü sessiz bekleyişin ya da AKP'den ümitli oluş halinin İslami duyarlılığa sahip toplum kesimleri açısından miladı 28 Şubat'a dayanan bir moral bozukluğunu beslediği inkar edilemez. Ancak özellikle son 6 aylık süreçte AKP'nin ertelemelerine ve medyanın ambargolarına rağmen özellikle başörtüsü sorunu ve imam-hatip liseleri konusunda yaşanan sorunlar ve haksızlıklar tekrar halkın gündeminde. Bununla birlikte tüm yaptırım ve görmezden görme politikalarına rağmen halkın İslami taleplerinden vazgeçmemesi yasakçıları daha da sinirlendiriyor ve pervasızlaştırıyor. Son dönemde YÖK ve Çankaya'dan yükselen cumhuriyetçilik nutuklarının altında yatan psikolojik nedenlerden biri de bu olsa gerek.
Oruçla Gelen Diriliş: Başörtüsü Eylemleri
Sistemin tüm ikna ve içselleştirme politikaları karşısında Müslümanların, yaşadıkları zulümleri unutmadıklarının en önemli göstergesi son dönemde ve özellikle Ramazan'da gerçekleştirilen başörtüsü eylemleri. Bilindiği üzere 28 Şubat'ın hemen ardından öncelikle İstanbul Üniversitesi'nde uygulanan başörtüsü yasağına karşı toplumun her kesiminin destek verdiği eylemler başlatılmıştı ve yasağın yaygınlaştığı her üniversitede direniş de yaygınlaşmıştı. Fakat darbe sürecinin getirdiği baskılar, gözaltı olayları, siyasi tutuklamalar her şeyden de önemlisi medya-siyaset-resmi ulema üçgeninin yürüttüğü psikolojik yıpratma politikaları, eylemlerin kesintiye uğramasına yol açtı. Kesintiye uğramasına, ama sona ermesine değil. Çünkü tüm moral bozukluklarına rağmen İslami kesim zaman zaman da olsa fırsat bulduğu her zeminde başörtüsü yasağının devam ettiğini gündeme taşıyan eylemler yapmaya devam etti.
Yaklaşık 7 ay önce öncelikle İzmit'te başörtüsü yasağına karşı mücadele veren İslami grupların oluşturduğu Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu her Cumartesi bir araya gelerek başörtüsüne özgürlük eylemleri düzenlemeye başlamıştı. Buna mukabil Sakarya Başörtüsü Platformu da bu eylemler zincirinin Adapazarı'ndaki halkasını oluşturdu. Özellikle İzmit'teki eylemin 28. haftasını doldurmuş olması gündeme getirilmeyen başörtüsü yasağına inat direnişin istikrarını ve halkın yasakla ilgili memnuniyetsizliğinin derecesini göstermesi açısından kayda değer.
Ve Ramazan ayı Müslümanlar açısından gerçekten bir diriliş ve toparlanma vesilesi oldu. Bu bağlamda başörtüsü eylemleri yeniden güç kazandı. Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Bursa, Konya ve Ankara'da Ramazan boyunca eylemler yapıldı. Eylemlerde dile getirilen ortak vurgu; sistemin yaygın araçlarının işbirliği ile unutturmaya çalıştığı yasağın unutulmadığı ve unutturulamayacağı vurgusu idi. Özellikle AKP hükümetinin başörtüsü yasağını görmezden gelmeye çalışan ve "toplumsal mutabakat" vb. gibi bahanelerle çözümü ertelemeye dönük politikaları sert bir dille eleştirildi meydanlarda.
Eylemler medyanın ve hükümet temsilcilerinin gerek yasağı gerekse yasağı protesto eden ve gündeme getiren etkinlikleri örtbas eden tutumuna rağmen, duyarlılık sahibi insanların başörtüsü sorununa sahip çıktığının bir göstergesi oldu. Bu minvalde dikkat çeken bir diğer nokta; basının eylem duyurularına ve eylem haberlerine koyduğu ambargoya rağmen eylemlere katılımın her hafta daha da büyüyerek artması oldu. Birilerinden çözüm beklerken çözülenlere karşın, uygulanan yasak ve baskılar karşısında insani ve İslami tepkisini kaybetmemiş olanlar bu tepkilerini dile getirme fırsatı yakaladılar bu eylemlerde. Ve henüz yenilmediklerini, mücadeleye imkan buldukları her ortamda devam edeceklerini göstermiş oldular.
Bu noktada söz konusu tecrübeden çıkarılacak derslerden birisi de; zulümlerden rahatsız olan insanların mücadele vermeleri, tepkilerini ortaya koymaları ve duyarlılıklarını diri tutmalarını mümkün kılan ifade zeminlerinin ve eylem biçimlerinin ortaya konulmasının ne kadar önemli olduğudur. Geçmişteki örnekler de bize göstermiştir ki; insanlar çözüldüğü için eylemler zayıflamıştır belki, ama asıl önemlisi eylemlerin sona ermesi çözülüşü hızlandırmıştır. Müslümanlar başörtüsü yasağı başta olmak üzere bütün haksızlıklara karşı muhalefet imkanı ve araçları üretmek zorundalar. Bu sorumluluk zalimlere direniş ahdimizi yenilemenin ve sosyal moralimizi yüksek tutmanın en temel şartlarından biridir.
Eylemlere katılımın gittikçe yoğunlaşması yanında önemli olan bir başka husus; eylemlere katılanların niteliği idi. Kadın, erkek ve çocuklar vardı eylemlerde. Yasaktan mağdur olan gençler, anne ve babalarıyla gelmişlerdi. Sadece üniversiteli başörtüsü mağdurları değil, imam-hatip liselerine devam eden ve başörtüsü yasağına her gün yeniden muhatap olan kızlar ve onlara destek olmaya çalışan erkek öğrenciler de gelmişlerdi. Eylemlere katılanların içinde dikkat çeken en önemli kesim ise; 97'de başlayan yasaktan mağdur olmuş, üniversite eğitimlerini bırakmak zorunda kalan ya da başörtülü olduğu için memuriyetten atılan başörtülü kadınların eylemlere öncülük etmeleri idi. İstanbul'da ve Bursa'da yapılan eylemlerin Özgür-Der'in çağrısıyla başlatılması bu hususu kanıtlar niteliktedir. Başörtüsü direnişçisi kadınlar yine alanlarda seslerini yükselttiler. Evlenmişler, anne olmuşlardı, ama toplumun ve sistemin onları ve İslami kimliklerini hapsetmek istediği sınırlanmış kalıplara girmeyi reddetmişler, zulme karşı direnme sorumluluklarını yerine getirmek için eylemlerdeki yerlerini almışlardı. Fakat bir farklılık vardı. Bu sefer hiçbirisi yalnız değildi alanlarda. Hepsi eşleri ve çocuklarıyla geldiler. Bu durum göstermektedir ki; başörtüsü yasağı ile zulme uğramış insanlar çocuklarına "mağdur" sıfatını değil, "başörtüsü direnişçisi" sıfatını miras bırakmak istemektedir ve yaşadıkları tüm zorluklara rağmen mücadeleye devam etmektedirler.
Yasak Sürüyor, Direniş Güçleniyor
Başörtüsü eylemlerinde başörtüsü yasağını uygulayanların yanında, yasağın sürmesine izin veren ve katkı sağlayan kesimler de eleştirildi. Bu bağlamda eylemlerde her hafta yasağın bir başka boyutu öne çıkartıldı. Başörtüsünü bir tüketim ve moda öğesine indirgemeye çalışan yaklaşımların yanı sıra, başörtüsüne alternatif olarak, medyatik isimler öncülüğünde gündeme getirilen teklifler kesin bir dille reddedildi. Başörtüsünün Müslüman kadının İslami kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve bu yönüyle değerli olduğu pek çok kez dile getirildi. AKP'nin devam eden ve yaygınlaşan yasağa karşı hiçbir pratik adım atmaması sert söylemlerle eleştirildi. Hükümetin başta YÖK olmak üzere İslami değerlere saldıran laik-Kemalist kadrolar karşısında devamlı geri çekilmeyi alışkanlık haline getirdiği belirtildi. Yasağın sadece Türkiye'de değil, diğer ülkelerde de yaygınlaştırılmaya çalışıldığına dikkat çekilerek sorunun sadece bir giyim kuşam problemi değil, bir İslami kimlik ve varoluş sorunu olduğu altı çizilen hususlar arasındaydı. Bu bağlamda en son Tacikistan'da başlatılan başörtüsü yasağına da vurgu yapıldı ve küreselleşen yasağa karşın direnişin de küreselleştirilmesi gerektiği vurgulandı.
Eylemlerde bahsedilen bir diğer önemli husus; başta YÖK olmak üzere başörtüsü yasağının baş aktörleri olan darbe özlemcisi güçlerdi. Özellikle Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'ın tutuklanması ile ortaya çıkan olaylar YÖK'ün bir darbe kurumu olduğunu bir kere daha gözler önüne serdi. Aslında başörtüsü mağdurları gerek rektör Aşkın'ı gerekse YÖK'ü kendini hukukun ve her şeyin üstünde gören müstağni ve yasakçı tavrıyla zaten çok yakından tanıyorlardı. Ama YÖK'ün ve diğer yasakçıların 28 Şubat'ın gölgesine sığınarak çevirdikleri yolsuzluklar halkın gündemine hiçbir zaman getirilmemişti. Yaşanan son olaylar YÖK'ün bu karanlık yüzünü ister istemez ortaya çıkarıyor.
Kuruluşundan beri sırf inançları ve fikirleri nedeniyle binlerce öğrencinin ve öğretim görevlisinin üniversitelerden atılmasına neden olan, başörtülü olduğu için öğrencileri üniversite kapısından içeri dahi sokmayan YÖK bugüne değin uygulamalarına hep siyasi olduğu açık olan yargı kararlarını dayanak yapmıştı. Şimdi ise kendine dayanak kabul ettiği yargıyı siyasi olmakla suçluyor ve darbeler tarihinden devraldığı baskın, çıkartma gibi yöntemlerle yargıya müdahale etmeye çalışıyor. Üniversiteler kışla haline getirilirken sesleri çıkmayanlar, kirli çamaşırları ortaya çıkmaya başlayınca "Üniversiteler medreseleştirilmek isteniyor." bahanesiyle kazan kaldırıyor. Bu arada yaşanan gelişmelerde YÖK'ün hukuk tanımaz ve küstah tavrı göz önüne alındığında YÖK'ün hükümetten daha cesur çıktığı ortaya çıkan bir gerçek. Umulur ki bu durum gerginlik yaratmamak adına haksızlıklarla mücadeleyi devamlı erteleyenlere bir şeyler ilham etmiştir.
Tam da böyle bir ortamda başörtüsü eylemlerinin gündemde oluşu önemliydi. Başörtülü öğrenciler YÖK'ün baskıcı ve adi uygulamalarını her fırsatta gündemleştirdiler. Bu nedenle başörtüsü mücadelesinin sadece bir kıyafet sorunu olmadığını YÖK'ün temsil ettiği oligarşik mekanizmanın ortadan kaldırılması meselesi olduğu her fırsatta ve son eylemlerde de dile getirildi. Başörtüsü yasağını uygulamaya koyan kadrolar Şubat darbecileri ve onlara yaltaklık eden YÖK benzeri kurumlardı. Bugünlerde YÖK'ün Atatürkçülük adı altında korumaya çalıştığı şey o günlerden kendisine kalan imtiyazlardır. YÖK'ün savaşı 28 Şubat'ın özgürlükleri ve zihinleri örten gölgesinin devam etmesi için verilen bir savaştır. Darbenin gölgesinde malı götürme telaşıdır.
Her zaman olduğu gibi son başörtüsü eylemlerinde de YÖK'e ve onun güç aldığı bir avuç azınlığa karşı direnişin devam edeceği vurgusu defalarca vurgulandı. Belki İstanbul, Ankara, Konya, Diyarbakır, Bursa, Adapazarı, İzmit ve İzmir'den yükselen bu kararlı söylemlerin bir yansıması olarak Van halkı da Kemalist rektörlerin Van çıkartmasına onurlu bir tepki verdi ve zulme sessiz kalmadı.
Direnişe Vesileler Aramak
Başörtüsü eylemlerinin Ramazan ayı ile yeniden gündeme gelmesi de İslami kimliği inşa çabası açısından pratik bir önem taşımaktadır. Müslüman olmak sadece namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirmek demek değildir. Kur'an tarafından yerine getirmekle emrolunduğumuz tüm sorumluluklar Müslüman sıfatını eşit derecede tamamlayan sorumluluklardır. Bu bütüncül bakış açısı; İslami kimliğe sahip insanların inançlarının temel vurgusudur. Ramazan'da yapılan başörtüsü eylemleri bu tevhidi bakış açısının pratikteki yansımasından başka bir şey değildir. Eylemlerde dile getirildiği üzere başörtüsü de, zulme karşı mücadele etmek de namaz ve oruç gibi Allah'ın emirlerindendir. Üstelik namaz, oruç ve başörtüsü bireysel birer ibadet değil, bizlere kötülüklerden uzaklaşmayı ve dünyevi sıkıntılara, zulümlere sabretmeye alıştıran öğretici ve toplumsal ibadetlerdendir. Başörtüsü yasağının Ramazan ayında gündeme getirilmesi ve eylemler düzenlenmesi bu bilinçlenme sürecinin bir sonucu olarak görülmelidir. Ramazan'da yapılan eylemler bir bakıma mümin zihinlere Allah için tutulan orucun bizleri Allah yolunda diri ve sabit tutması gerekliliğine dair bir hatırlatmadır.
Başörtüsü sürecine ilişkin yapılacak kısa bir muhasebe son eylemlerle yükselen duyarlılığı, Ramazan'dan sonra da devam ettirmeye çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında zalimlerin artan zulmüne ve istiğnalarına karşın haklı tepkimizi ve birbirimizle dayanışmamızı, orucun bizlere öğrettiği sabır ve iştiyakla sürdürme çabası içinde olmalıyız. Çözülmemek, pes etmemek ve kazanmak için direnişe vesileler aramalıyız.
- Ramazan’a, Oruca, Başörtüsüne Sahip Çıkmak
- YÖK Düzeni ve Yolsuzluk Cumhuriyeti
- AB: Kimileri İçin Zevkli Bir Yolculuk, Kimileri İçinse Bir Korku Tüneli
- Şikaki’nin Şehadet Yıldönümünde İslami Cihad’dan Şehadet Eylemi
- Filistin’de İç Savaş Rüzgarları mı?
- Suriye Cendereye Sokuluyor
- Direnişin Adı Ramazan
- YÖK, Kışla Düzeninin Devamı İçin Yolsuzlukları Sahipleniyor!
- Müslümanların Kürt Sorunu
- TSK ve OYAK: Darbeler ve Sermayenin Tekelleşmesi
- Irak Halkı Anayasayı Reddetme Hakkına Sahip, Ya İşgali?
- Irak’a “Gayri Meşru” Anayasa
- Cahili Tüketim Kültürünü Aşmak Mümkün mü?
- Türkiyeli Aydınlar ve İslami Literatür
- Kalbimin Kabristanı
- Zihnin Biçimlenmesine Ön Hazırlık: Okulöncesi Eğitimi Örneği
- Tefsir Akımları Karşısında Kur’an Okurunun Konumu
- Ürettiğimiz Müziğin Mücadele Gerçekliğine Uygun Olması Gerektiğine İnanıyoruz
- Onura Nişanlı Çocukların Ezgisi: Umuda Yürüyüş
- “Amerikan Kabusu”nun Kitaplara Yansıyan Yüzü
- Yeniden İnşa Yükümlülüğü ve Çocuk!
- Çiçekleri Çoğaltmak!
- The İmam: Saklanma Kompleksi
- Belki
- Yeryüzü Yine İfsat Yeryüzüne Yeniden Islah