1. YAZARLAR

  2. Ayşe Gül Çetin

  3. Direniş Güncesi -3

Direniş Güncesi -3

Mart 1998A+A-

30 Kasım 1997

Bugün sayım var!

Demek bizi de sayacaklar. Sayılmak denince aklıma koyunlar geliyor, üzgünüm. Öğrenci olarak varsayılmadığımız bu şehirde "vatandaş" olarak sayılacaktık demek! İçimin bir yerlerinde garip duygular gelip gidiyor. Yan komşumuz olan sayım memuru, evimize gelip aldığı cevaplarla şaşkın.

- Ailem Konya'da

- Ben İstanbul'dayım.

- Aslen Trakyalıyız.

Öğrenciyim ama öğrenciliğim kabul edilmiyor. Aklımdan, öğrencilik hayatım başörtü yasağı nedeniyle engellenirse gidebileceğim şehirler geçiyor. Sayım yapan memurun sinirlendiğini gördükçe susuyorum. Zaten ne önemi var ki; bu şehir yahut başka bir şehir. Öğrenci veya başka statüde... Bizi örtümüzle, bizi kimliğimizle istemiyorlar. Çünkü örtümüz AÇIK BİR KİMLİK ifade ediyor.

Bir pazar sabahı şaşkın bir memur yüzü uğurluyoruz kapımızdan.

1 Aralık 1997

Belirsizlik ne kötü!

Anamdan, babamdan ayrı bu koca şehirde öğrenci kimliğimin varsayılması ile yok sayılması arasında gidip gelmek. Ne yapmalı? Sınav tarihleri belirleniyor. Kütüphaneler doluyor. Kitapların önemli satırları karalanıyor. Özetler çıkarılıyor. Ders notları elden ele dolaşıyor. Arkadaşlar hızla sınavlara hazırlanıyor. Ne yapmalı?

Okula bile girip giremeyeceğimizin belli olmadığı şu ortamda adapte olup ders çalışmak ya da çalışabilmek... Mümkün mü? Bazıları hala problemin ne olduğunun bile farkında değil. Bize kimlik verilmemesinin, yarın için okullara girmememiz için bir zemin oluşturacağını göremiyorlar. Kimileri soruyor; problem ne, size paso mu vermiyorlar, sınava mı almıyorlar? Tek tek usanmadan anlatıyoruz problemi. İçimde soru işaretleri He kalakalıyor cümlelerim.

Henüz eski kimliklerle içeri giriyoruz. Ama ya yarın? Başörtüm nedeniyle verilmeyen öğrenci kimliği bizi kapıda bırakacak gibi geliyor...

3 Aralık 1997

Böyle çıktık alana ve yürüdük yürüdük!

Hepimizin dilinde bu marş. Dün ve bugün harikaydı. Artık okul hayatımızdaki belirsizlik yada uzama ihtimali içimizde soğuk ürpertiler bırakmıyor. Dün okulda afişler asıldı, Bayanlı erkekli mücadeleyi, imanı benimseyen öğrenciler duvarlarda afişlere döktü isyanı. Ve bugün Berkarda protesto edildi. Özgür-bilimsel diye başlayan safsata cümleler kurmadan, protesto edildi.

"Başörtüsü onurumuzdur koruyacağız".

Sonra duyduk ki bir grup müslümanda Berkarda'yı yemekhane açılışı için Edebiyat fakültesine gittiğinde protesto etmiş. Sonra Edebiyat'ın bahçesine yürümüşler...

Hızla yükselen duyarlılığa seviniyoruz.

4 Aralık 1997

Dünkü protesto üzerine Rektör! açıklama yaptı. Berkarda yalan söylediğimizi iddia ediyor. Bizim afla gelen öğrenciler ve farklı üniversitelerden gelen öğrenciler olduğumuzu söylüyor.

BERKARDA gene saçmalıyor!

Karşısına çıkıp yalanlarını fırlatmak istiyorum yüzüne...

5 Aralık 1997

Kitaplarımı karıştırıyorum. Gecenin sessizliğine bırakıyorum zulme susmaz isyanı. Büyüyor büyüyor göğü kaplıyor isyan.

Biraz umut bir süre yaşatıyor bizi. Sonra gene yeni umutlar doluveriyor içimize, işte genel Gecenin bir vakti topraktan göğe dek uzayan bir umut kapladı içimi. Az evvel bana verdiğin ders fotokopilerinde bana yazdığın bir notu buldum. Sınav taktikleri veriyorsun oysa şimdi sende biliyorsun ki; kimlik alamadık ve sınavlara giremeyeceğiz. 28 Şubat'tan sonra ne fark eder ki diyeceksin. Evet farketmiyor. Sen mezun oldun ve hiçbir şey fark etmedi. Çünkü seninde başörtün İslam diye haykırıyor.

"Mezunsun-Memursun-Mağdursun-Mağdurum-Mağduruz"

Hayır, hayır cümle böyle değil.

"Direniyorum, Direniyorsun. DİRENECEĞİZ".

8 Aralık 1997

Evde hüzün kol geziyor sevincin yanı sıra. Henüz olayların içeriğini çözemeyen aileler okul hayatımızın sona ermemesi yönünde telkinler veriyor. Yasaklar ve direniş sürecinde "Tekrar müslüman oldum" diyen bir arkadaşı memleketine gönderiyoruz bu gece. Ailesinin getirdiği tutumlar-psikolojik baskılarla daha da bileylenen güzel insanı. Gönderiyoruz ama dönmek üzere. Ve kalem onun için yürüyor kağıda "DOSTA VEDA".

Yağmurla uğurladık seni. Dost olarak O'nu verdik yanına. Senin kadar berrak, direniş kadar masum diye. Bizi güzel kılan imanımız değil mi ey sabah yıldızı ve ilk defa müslüman oluyor gibi hissetmen.

Ve yollara ve rabbe emanet... Buruk değil içimiz. Doğrularımızla gidip döneceksin. Ve biliyorum onları yaygınlaştırmaya çalışacaksın.

Güzel insan!

Varsın hayatımız hep med-cezir, hep kaygılı olsun. Kaygılarımız değil mi bizi doğruya ulaştıran. Varsın tartışmalar sürsün. Ve böylece ulaşacağız kutlu sona. Haydi desek. Haydi şimdi. Biliyoruz omuzlarımıza değecek omuzun. Sıklaşacak saflarımız seninle. Haydi sabahın yıldızı haydi. Haydi şimdi!

Acemi adımlarımız yarının olgun adımlarına haberci. Git şimdi. Git şahitliğin imzasını at o diyarlara...

17 Aralık 1997

Otur! Kalk! Sağa bak! Dışarı çık! Sola dön! Eğ kafanı!..

Sahne: Kıyafet ve ışıklandırma ile heybetli kılınmış yargıçlar. (Bunlar kocaman görünüyorlar anne) Mahkeme salonu. Yargıçlar-Devlet (böyle diyorlar)...

Herşey bir tiyatro gibiydi. Hepimiz sahnenin ortasına iliştirilmiş birer oyuncu, içimde felaha ulaştırabilecek tüm iplerin ucunu birbirine bağlamış ve gene herşeyi kördüğüm etmiş gibiyim.

Bir müslümanın mahkemesi vardı bugün. Ve herşey alabildiğine komikti. Yaşıyor ve görüyor muyum? Dünyanın bir oyun yeri olduğunu görüyorum. Roller acemice oynanıyor.

Mahkeme adlı tiyatronun devamı var!

3 Ocak 1998

Ne garip tarihi artık farklı sembolleştirmek. Akıp gidiyor herşey. Uzun süredir değişmeyen tek şey CUNTA kararları sonrasında uygulanmaya çalışılan sinsi, yok etme planları. Neredeyse 1. yarıyıl tatili geliyor. Hâlâ öğrenci kimliğim yok. Müslüman kimliğimden vazgeçmem isteniyor öyle mi? Gerekirse okul hayatıma ara veririm. Gün gelirde okula hiç giremezsek diye şimdiden sözleşiyoruz arkadaşlarla:

Sonunu kadar DİRENİŞ.

29 Ocak 1998

En son nerede kalmıştı hayat! Bugünden önce neydi? Bugün mü? Bugün BAYRAM! Ve kim bilir erken de kalktı çocuklar. Bedeni-zihni dinginlik ayı olan Ramazan sonunda mü'minler içindi değil mi bayram? Tanımlar en son böyleydi. Oysa Allah'ın hükümlerine hakaret edenler bayram yapıyor, sazlı sözlü, dansözlük.

Oysa...

Sıcak iftar sofraları düşlemeden ve ailemiz tam iftar edecekken çalamadan kapılarını döndük memleketimize. Bir bayram (!?) arefesi çantamızda yasaklar ve inadına isyan duygularıyla. Eziklikler kapımızı çalıyor olsa da bizi hiç terketmeyen bir şey var! UMUT.

Zaferi gözlerimizi kapatarak düşlemiyoruz, aksine tam karşımızda öylece bizi beklediğini görüyoruz.

Şimdi kelimeler cihat ediyor. Egemenlerin çelişkilerini sergiliyoruz bayram şekeri yerine. Bir bir anlatıyoruz insanlara.

O, hiç böyle dua olur mu derdi. Ben neden olmasın derdim. Olur. "ALLAH BİZDEN RAZI OLSUN"

30 Ocak 1998

Bugün de dünkü gibi bayram trafiği. Bu kez her zamankinden daha fazla trafik. El öpmeler, iğreti gülümsemeler. Hayat hızla değişmiş. Birçoğunun saçı ağarmış yüzlerinde çizgiler derinleşmiş. Okul nasıl gidiyor diye her şeyden habersiz soranlara, tek tek aynı cümlelerle yasağı anlatmak yorgun düşürüyor beni. Bu toplum iflah olur mu?

İslam'ı tercih ederken aynı kaygıları paylaştığımız bir arkadaşla karşılaşıyoruz. Üzülüyorum. Evlenmiş. Hayattan bahsediyorum ona. 28 Şubat'tan, N. Şirin'den, İHL'den... Öylesine bir duvar gibi sessiz dinliyor ve suskunluk anları bombalar bırakıyor yüreğime. Sen miydin o, diyorum sen? Okuduğum her kitabı heyecanla bana getiren. Şimdi bana artık başka konularla ilgilen diyorsun -başka konular- işte bu acının tarifi yok! Üzülüyorum.

"Allah sizi affetsin" diyerek ayrıldım, masum herşeyden habersiz bebeğine bakarak.

Rabbim! Ayaklarımızı sabit kıl ve bizi savrulmaktan koru.

2 Şubat 1998

Ve İstanbul.

Radyodan ses yükseliyor.

Anne seni çok seviyorum.

Bu kavgaya inancım var.

Yaşamak güzeldir Anne.

Yaşamak yarınlar için.

Sözler anlamlı geliyor. Evet anne yanıma o tedirgin gözlerini verdin. Oysa hayat iman ve Cihad Anne!

Kesin olan şu ki; içinde yaşadığımız bu sistem kendisine herhangi bir şekilde muhalif ya da muhalif adayı görmek istemiyor. Çünkü biliyorlar ki, çelişkileri kocaman. Biliyorlar ki, vurdukları prangalar parçalanacak.

13 Şubat 1998

Hukuk Fakültesi'nde 250 kişiden oluşan bir isim listesi karıştırıyor gene okulu. Bayanlardan başörtüsüz ve erkeklerden de sakalsız fotoğraf isteniyor. Aksi halde kimlik verilmeyecek deniliyor. Dolayısıyla derslere, sınavlara girilemeyeceği ilan ediliyor. Gene tüm okların yönü üzerimizde. Gene sınanış. Elenenler olacak belki. Rabbim ayaklarımızı sabit kıl. Onların oyunlarına kanmayacağız. Aldananlara feraset Rabbim!

Biz, hayatın ellerimizde nasıl direnerek güzelleştiğini gördük. İlkin adını, oturma eylemi koyduk direnmenin. Bir ay boyunca süren eylemde zamanın her anına mesajımızı işledik, içerde birilerine unvanlar verilirken zulmün baki kalmayacağını haykırdık. Haykırışlarımız bir adım ötede, unvanı kalabalık olanlar işitmiyordu ama duyarlı halk işitiyordu. Edirne'den, Kütahya'dan, Bursa'dan geldi insanlar ve her gün yanında bebeği ile anneler. Kesintisiz zulümlere kesintisiz DİRENİŞ için...

Yine çalıyor zulüm çanları.

Kurulan tuzaklar sinsi bir yılan gibi. Her an bulabilir bizi. Her an, her yerde. 250 kişilik listeden sonra, her an karşılaşabileceğimiz tehlikelere karşı: tedirgin balıklar gibiyiz.

16 Şubat 1998

Koy elini koy elime, Rıdvandakiler gibi

Biat edelim yine, varana dek zafere. ZAFERE!

Hukukta bu cuma başörtüsüz fotoğraf vermek için son gün. Hergün yeni birilerini aramızdan alabilmek için fotoğraf verme süresini uzatıyorlar. Kararlıyız gene. Bir anlamda bu iğrenç uzlaşma tekliflerini itiyoruz elimizin tersiyle. Zira biliyoruz ki asıl istedikleri aşama aşama bizi üniversitelerden kovmak! Bunu anlamayanlara bir kez daha anlatmak için okulda bildiriler dağıtıldı. Haksızlığa karşı koymak için sınıflarda çağrılar yapıldı. Yan yana omuz omuza giriyoruz sınıflara. "İnsan olmak istiyorsak, -yani şerefimizle, onurumuzla- kimliğimizle yaşamak istiyorsak sessizlik duvarını aşalım. Hukuk Fakültesi'nde, her yerde hukuksuzluklara karşı koyalım". Sınıftakiler alkışlarıyla destekliyor bizi başörtülü öğrencileri. Yemekhane koridorlarından, anfi koridorlarına dek her yerde rengarenk duvarlar. Bir davet çağrısı yapılıyor afişlerle. "Bu okulda zulüm var. Zulme karşı diren".

Yaşanan adaletsizlik, Hukuk, Siyasal, İktisat fakültelerinde teşhir ediliyor. Eller duvarlara uzanıyor, kınanıyor cuntacılar. 'Direnmeliyiz' diyor bir öğrenci, 'hep birlikte karşı koymalıyız' diyor ötekisi. Tek tek okuyorum asılan afişleri;

-Alem dar olur sana Aiemdaroğlu.

-Hak verilmez alınır.

-Zulme rıza gösteren zalimdir.

-En çok isminin anıldığı yerde hukuk nerede?

-Tek tip dayatmasına karşı çık kurşun asker olma.

-Direniş ruhunu kuşanalım.

-Dün Medine'de başörtüsüne uzanan yahudi eliydi kırıldı. Dün Maraş'ta başörtüsüne uzanan Fransız eliydi kırıldı. Bugün başörtüsüne uzanan yerli işbirlikçilerin eli de kırıtacak.

-Başörtüsü demokratik bir hak değil Allah'ın emridir.

-Zulme boyun eğmek mi ASLA!

17 Şubat 1998

Karşılığını buluyor çağrılar. Bugün öğrenci işlerine gittik. Oldukça kalabalık bir grupla. Son defa eğitimin; "ya başörtülü kimliğimizle ya başörtülü kimliğimizle" olması gerektiğini ifade için. Dışarıda suskun -bir mavzer yatağında kurşun nasıl susarsa- bekliyoruz, başörtülü fotoğraf vermeye giren arkadaşları. Öğrenci işleri gene "Biz emir kuluyuz" diye cevaplıyor. Yankılanıyor sesimiz vahyin aydınlığı doluyor içimize.

"İnsan kendini yeterli gördüğünde azar. Rabbe adananları, engelleyenleri gördün mü -yasaklayanları- zalimlere itaat etme, Rabbine secde et ve ona yaklaş".

18 Şubat 1998

Artık ip inceldiği yerden değil, gerçekte zulmün kalınlaştığı yerden kopacak. Bir basın açıklaması yapıldı. Yarın ne yapılacağı ve okul idaresinin uyguladığı çirkin oyalama taktiği ilan edildi. Yarın hep birlikte Merkez kampus önündeyiz. Rabbim, dininin şahitliğini gücümüz oranında yaptık diyebilelim diye, yarına yöneliyor adımlarımız.

19 Şubat 1998

Saat 12'ye beş var!

Zaman onurlu tavra durmuş.

Merkez kampus içinde toplanıldı. Alkışlı protesto ile kapıya yürüdük. Elimizde yumruğunu zafere kaldırmış müslüman kadın resmi. Elimizde hakkımızı sonuna dek arayacağımızın ifadesi pankartlar. "Başörtüsü Kur'an'ın Emri Müslüman Kadının Kimliğidir".

Kapıda destek için diğer fakültelerden gelen arkadaşlarla buluşuluyor. Kalabalık katlanarak artıyor. Tek yürek, tek ağızla tekrarlanıyor slogan, Beyazıt'ın kuşları eşlik ediyor: Zulme Karşı Direneceğiz.

Eve dönerken kulaklarımda hâlâ o müthiş birlikteliğin sesleri. Bir basın açıklaması da ben yapıyorum kendime:

Arkadaşlar!

Emperyalistlerin ve uşaklarının kanlı elleri her yerde. Emperyalistlerin elleri Irak'ta uşaklarının elleri burada başörtümüzde.

Eve dek sürüp gidiyor açıklamam. Ara ara sloganlarla kesiyorum cümlelerimi. Başörtüye uzanan eller KIRILSIN!

Yarın son gün. Okul hâlâ renkli afişlerle bezenmiş. Diyoruz ki; BU OKULDA ZULÜM VAR! Evet bu okulda zulüm var. Bilim değil, -düşünceyi ifade özgürlüğü- düşünceyi yaşama özgürlüğü hiç değil.

Ve tek çözüm, karşı durmak. İşte örnek Cerrahpaşa. İlkin açık fotoğraf dediler, şimdi hiçbir şekilde derse almıyorlar. Ne teorik ne pratik hiçbir derse. Kimi henüz 1. sınıf kimi ise son sınıfta. Hiç fark etmiyor. Müslüman mı görünüyorsun, eğitim hakkın yok!

20 Şubat 1998

Bazı arkadaşlar "Berkarda istifa" diyordu. Rektör değişti. Şimdi cuntanın kuklasının adı Berkarda değil Kemal Alemdaroğlu. Değişen ne? Değişen hızla yaygınlaşan zulüm! Alemdar değil Zulümdaroğlu sadece zulüm bayrağını devir alıp, koşmaya başladı o kadar. Öğrenci işleri önünde bekledik saatlerce. Zilleti tercih etmeyin diye uyarmak için birilerini. Çözümün uzlaşma değil, direnme olduğunu anlatmak için. BAŞARDIK.

Ve Not düş hayatına: Başörtüsüz fotoğraf vermiyoruz.

Günü, müslümanların hanesine iki artı koyarak kapatıyorum. Son gün olmasına rağmen, fotoğraf vermeyenleri ve Cuma namazından sonra, Irak'a saldırmayı düşünen Amerika'yı protesto eden müslümanları. Büyük şeytan Amerika'ya karşı söz söylemek, onun işbirlikçilerini kızdırıyor. Hem de öyle kızdırıyor ki, bir anlamda "savaşa hayır" anlamına gelen tepkilere karşı amansız mücadele ediyor. Robokoplar, bayan-erkek sıralanmış polisler ve yanlarında her an bırakılmaya hazır köpekler. Ezan ile hareketleniyor meydan. Meydanda gruplaşan müslüman bayanlarla polis arasında tartışmalar oluyor. İki kişinin yan yana yürümesine bile müsaade etmiyorlar. Birazdan olacak protestodan herkes haberdar. Polisle insanlar arasında mesaj dolu bakışmalar geçiyor. Ve cemaat yavaş yavaş çıkıyor. Tekbirleri duyuyorum ilkin. Az evvel polislerin bizi tartaklamasına alandan çıkarmaya çalışmaları engel olmuyor adımlarımın tekrar meydana yönelmesine. Ancak polis müdahalesi sert. Kalabalığı hiçbir şekilde alana çıkarmak istemedikleri belli. Birden coplar, göz yaşartıcı spreyler polis kalkanlarını birbiri ardından görüyorum. Polis köpekleri salınıyor. Bir otobüs üzerinde "vatandaşlarımız, lütfen sessizce dağılın" vb. tarzda söylenen "nazik" ifadelerle cami kapısındaki polis müdahalesi, yüzlerinde kanlarla on-onbeş polis tarafından sürüklenerek götürülen insanlar, sistemin gerçek yüzünü gösteriyor. Asla unutulmayacak sahneler. Alanı sanki ellerimizi, kollarımızı, bir yanımızı orada bırakmışız gibi terk ediyoruz. Öncekilerin başına gelmeyenler başımıza gelmeden cennete gireceğimizi sanmıyoruz elbet. Zaten 79 müslümanın gözlem altına alınmasında bize teselli olan da Rabbimizin sözleri değil mi?

Onlar, müslüman halkın üzerine bombalar yağdırmaya hazırlanan ABD'yi protesto ettiler. Onlar "Katil ABD, İncirlik'ten Defol!" dediler. Ve işbirlikçiler de kan dedi, acı dedi. Oysa din günü tek söz sahibi Allah olacak. Zulme de, direnişe de karşılığı yalnız O verecek!

23 Şubat 1998

Ortalıkta hızla, sınavlara kesinlikle giremeyeceğimiz söylentisi yayılıyor. Rektör ise bugün doktara unvanı verecekmiş birilerine. Birilerinin adının önüne koyulan harfleri çoğaltma çabasıydı bu. Belki de baskı kabul etmeyenlere, savaş açacak insanları daha fazla yetkilerle donatma çabasıydı. Bizimse isimsiz, yalın ve yalnız; umudumuz, direniş unvanıydı. Onurlu, kararlı, yılmadan sürecek bir direniş. Müslüman öğrenciler olarak protesto ediyoruz rektörü. Hiç umulmadık bir anda yağan yağmurlar gibiyiz. Biliyoruz ki, her damla, rahmet olarak ekini güçlendirecek bir damla olarak düşüyor toprağa.

Akşama doğru bir talimat haberi ile ikinci bir protesto gerçekleşiyor. Rektörün talimatına göre yarından itibaren başörtülü uzun saçlı, sakallı hiçbir öğrenci içeri alınmayacak!

Rabbim, kendi elleri ile kendilerine tuzak hazırlıyorlar gibime geliyor. Kurdukları tuzak başlarına geçecek.

Günün ilk protestosu ile haksızlıklara karşı çıkmanın artık bir refleks halini almasına seviniyoruz. Ve akşam avuçlarımızda biraz sevinç, biraz hüzün ile dönüyoruz. Sevinç mi? Cuma günü Emperyalist ABD'yi protesto ettiği için gözaltına alınan 79 müslüman serbest bırakıldı.

"Mü'minler kardeştir"! söylemiyor, yaşıyoruz.

24 Şubat 1998

Anne, her an beni takip eden mahsun bakışlarına "üzülme anacığım" diyerek bakmıyorum. Babama da selam söylemiyorum. Artık, alın bakışlarınızı, kaygılarınızı gelin diyorum. Gelin ama fetvalarla, suskunluk önerileriyle değil. Gelin, gelin ve artık atılan son haksızlık adımına karşı durun.

Bugün alınmadık okula ANNE! Hep soruyordunuz mesele halloldu mu diye. Asıl şimdi hallolursa olacak. Hep birlikte deleceğiz yasağı.

Sabahın erken saatlerinde geldiğimiz okul kapısında rektör Alemdaroğlu'nun imzası olan bir talimat ile karşılaşıyoruz.

Başörtülü, uzun saçlı, sakallı öğrencilerin içeri alınmayacağı belirtilmiş. Velhasıl bir yığın öğrenci kalakalıyor kapıda. Ha, bir de son rivayetlere göre yarından itibaren tırnak kontrolü, dişlerimizi fırçalayıp fırçalamadığımız, kıyafetlerimizin renk uyumunun olup olmadığının da kontrol edileceği söyleniyor. Aslında daha iyi bir taslak hazırlanıyormuş. Eğer uygulayabilirlere işleri daha da kolay olacakmış. Tasarı şu: Erkekler 3 numara kesilen saçlar ve sinek kaydı tıraş olup asker kıyafeti giyecek, kızlarda gene kulak hizasını geçmeyen saçlar ve üniforma. Okul idaresi ayrıca bu kışla malzemelerini, ödediğimiz haraçlardan temin ederek her bir öğrenciye dağıtacak. Anfi ve kantinlere 4 sıra halinde rap rap sesleri eşliğinde gidilecek.

Teknoloji, zamanında yetiştirip üretebilirse, sadece TC standartlarına uygun kafalar kışlaya, pardon okula alınacak. Böylece hiçbir sorun kalmazken eğitim daha da bilimsel, özgür ve çağdaş olmuş olacak. Ülke gençlerinin kafası daha iyi çalışacak. Bu yolla ülke genelinde yaşanan tüm sorunlarda halledilecek.

Yaşadıklarımız, gerçekten trajikomik. İzahı, anlamı yok.

Saat 10:00.

Okulun önünde büyük bir kalabalık oluşmaya başlıyor. Öyle ya tasarlanan tektip modele uymayan birçok öğrenci vardı. (Daha yapacak çok işleri var!) Diğer fakültelerden gelen öğrencilerde merkez kampus önünde toplanıyor. 2000 kişiyi geçen grup, sloganlarla talimatı protesto ediyor. Okula girmeyi başaranlarsa, sınıf konuşmaları yaparak insanları bu haksızlığı protesto etmeye davet ediyor. Destek çığ gibi büyüyor. Öğrenciler akın akın dışarı çıkıyorlar. İyi haber! Sınavlar iptal! Varlığımızla diğer öğrencileri rahatsız ettiğimizi söyleyenlerin yüzüne bir şamar gibi iniyor, tüm öğrencilerin okulu boşaltması. Faşist düzene karşı, devrimci tavrı kuşanan öğrenciler de destekliyor bizi. Bir ara büyük kapı zorlanıyor, polis jopları havada uçuşuyor, kısa süreli bir çatışma yaşanıyor.

İlerleyen saatlerde polis barikatları aşılarak, Edebiyat ve Fen Fakültesine gidiliyor sloganlarla: "Ferman Devletin Üniversiteler Bizimdir! Müslüman Zulme Boyun Eğemez".

Artık direniş vakti. Ey Ümmet, duy ki hakkımla geldiğim bu üniversite kapısında bir polis memuru ile engellendim. Uşakların kirli elleri örtüme değdi. Gözlerimize göz yaşartıcı sprey sıkıldı. ÜMMET UYAN!

25 Şubat 1998

Artık her dudak sloganda kıpırdıyor. Bir zamanlar müslüman kadın slogan atmaz diyenler bile isyanlarını sloganla ifade ediyor.

-MGK Cunta Rektör Kukla.

-Cuntaya Hayır Eğitime Özgürlük.

-Zulme Karşı Direneceğiz.

-Kahrolsun MGK.

-MGK Tehtidi Yıldıramaz Bizleri.

Yasağın 2. gününde gene öğrenciler toplanıyor. Üstelik daha da artarak. Analar, babalar da gelmeye başlıyor. Beyazıt'ta yapılan açıklamalar sonrasında YA HEP YA HİÇ sloganları dolduruyor meydanı. Çünkü zalimler oynadıkları oyunlarla tepkileri azaltmak öğrencileri bölmek istiyorlar. Kimliği olanlar girebilir diyorlar bugün. İki adım ileri, bir adım geri şeklinde perdelenen zulmün üzerine kararlı dosdoğru adımlarla gideceğiz!

Hukuk Fakültesi'nde sınav var gene. Bazı yüzler ilkin tabii olarak mahsunlaşıyor. Çünkü anfilerdeki yerleri boş. Ama birçoğumuz sınava girse, girebilse eminim sınav kağıdına kocaman "Bu okulda hukuk yok" diye yazıp çıkardı.

"Mahsun olma şüphesiz Allah bizimle".

İşte muştu. İçerde bir grup müslüman sınavları iptal ettirmiş. Gene gruplar halinde sloganlarla çıkıyorlar içeriden. Karşılıyoruz onları. "Öğrenciler Kol Kola Genel Boykota".

Merkez binanın önünden uzun bir kortej oluşturarak ayrılıyoruz. Meydanın gördüğü en kalabalık protestoda, oluşan kortejin başı ile sonunu kestirmek mümkün görünmüyor. Cadde trafiğe kapanıyor, insanlar coşku ile destek alkışlan koparıyor. Arabalar duruyor. Tıranvay içinden insanlar umut dolu mesajlar gönderiyor bize. "Sizi destekliyoruz". Asıl gürültü Edebiyat Fakültesi önünden geçerken kopuyor. Okul camlarından öğrenciler alkışlarla destekliyorlar direnişimizi. Bir ara bakıyorum kortejle beraber Edebiyat'ın hocaları da yürüyor. Bazıları eski yasakları da yaşamış. Eskiyle şimdi arasında gidip geliyor. Hafif bir tebessüm ve mutmain yüzler nakşediyorlar. "Helal olsun çocuklar size" içimden Hocam -ki gerçeklen hak ediyorsunuz bu sıfatı- size de helal olsun diyorum. Kariyerinizi, üniversitedeki koltuğunuzu, kürsüdeki yerinizi ardınızda bırakarak buradasınız.

Gene tekrarlıyorum duamı. "Allah bizden razı olsun".

Kortej:

-Eğitim Hakkımız Engellenemez.

-Baskılar Bizi Yıldıramaz.

-Direniş-Adalet-Özgürlük.

Direniş Var Yılgınlık Yok; sloganları ile Fen Fakültesi'ne geliniyor. Burada öğrenci temsilcilerinin dekanlarla yaptıkları görüşmeleri aktarmaları için müthiş bir sükunet ya da müthiş bir ses gerekiyor. Her ikisi de sağlanınca açıklamayı dinliyoruz.

"Edebiyat Fakültesi dekanı okula girebileceğimizi söyledi. Ancak dinin camide, eğitimin okulda, askerliğin kışlada olması gerektiğini söyleyen dekana diyoruz ki, biz inancımızla her yerdeyiz ve onunla varız. Tüm fakültelerde de yasak tamamen kalkıncaya kadar tüm dersleri boykot ediyoruz. Biz "Ya Hep Ya Hiç" diyoruz.

Zor zamanda üretmek diye buna denir. Saniye başına bir slogan üretiliyor diyeceğim neredeyse. Önemli olan, MESAJ diyorum gene de. Bu sorunun kaynağı ne? Yok edilmek istenen ne? İşte sloganlaşması gereken cevaplar. "MGK Cunta, Rektör Kukla. İslami Hareket Engellenemez".

Artık tüm bunların cevabını biliyorum değil mi? İçimizin düşünce safları netleşiyor değil mi? Ve dua ediyor bir mü'min, İşte o içimizde netleşenleri özetlercesine.

"Müslümanlar yapılan zulme karşı bir binanın taşları gibi kenetlenirler. Biz de bugün burada öyleyiz. Bizi ayırma Ya Rabbi! Allah'ım bize Kur'an'da kafirlere itaat etmemeyi ve direnmeyi öğütledin. Bize direnme azmi ver Ya Rabbi! Kur'an'da ekini ve nesli bozacaklarını -bozmak isteyeceklerini haber verdin. Dün bunların ismi Firavun'du, nemrut'tu; bugün işbirlikçi cunta oldu. Siyonistlerle ortak tatbikat yapanlar oldu. İşte Firavun'a ve torunlarına karşı koymak için çıktık yola. Senin hükümlerine hakaret edenlere karşı durmak için çıktık yola. Rabbimiz bize tevhid ve adaleti muktedir kılmayı nasib et".

Amin, amin, amin hem de milyonlarca defa. Ve dua sonunda haykırıyor birisi. Direnecek miyiz

-Hep beraber cevaplıyoruz: Direneceğiz.

-Direnecek miyiz?

-Direneceğiz.

-Direnecek miyiz?

-Direneceğiz.

-Kazanacak mıyız?

-Kazanacağız.

Evet kazanacağız hem de her halükarda kazanacağız.

Seslerimizin rengini gökyüzüne resmederek ayrılıyoruz. Direneceğiz, direneceğiz, direneceğiz. Kazanacağız.

26 Şubat 1998

Direniş bir kıvılcım olarak düşmüştü yüreklere şimdi her yer alev alev!

Beyaz önlükleriyle Cerrahpaşalılar, Çapalılar, sonra başörtülüler, örtüsüzler, sakallılar yahut sakalsızlar. Gün be gün kocaman oluyor halka. Bugün gene besmele, sloganlar oldu.

-İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük.

-Zulme Karşı Omuz Omuza.

Fakültelerden gene Beyazıt'a yürüdük. Dersler boykot. Bize geri adım attırmak için önerilere kanmıyoruz. Birisi "Ayak oyunu" bunlar diyor. Katılıyorum. Bir bayan, bir erkek arkadaşın yaptığı basın açıklamasından sonra Cerrahpaşa'ya doğru yürüyorum. Yürürken aklıma Fen Fakültesi koridorlarında sınavlar iptal ettirilirken arkadaşın yaşadığı olay geliyor. Dekan sınav ve dersleri boykot eden arkadaşlara bağırıyor. "Bunlar profesyonel anarşist". Verilen cevap kafamdan geçenleri yansıtıyor.

"Asıl siz profesyonel ZALİMSİNİZ".

Ayrılırken hep birlikte ilan ediyoruz. "Yarın 10'da genel boykota".

Birkaç arkadaş günün değerlendirmesini yaparak ilerliyoruz. Yasağın geldiği kurumu sembolize eden, bayrağı açma saçmalığını gösterenlere kızıyoruz. Ve hâlâ MGK cunta gibi ifadeleri anlayamayanlara ya ne diyoruz. Ya ne? Olayın başka tanımı ne?

Bir polis otobüsü duruyor önümüzde. Trafik kapalı. Şoför mahallinde oturan polise göz göze geliyoruz. Camdan uzanıyor. "Sizi sonuna kadar destekliyoruz" diyor. Arkadaş cevaplıyor.

"Üniformanı bırak katıl bize" Daha öğrenmeleri gereken çok şey var. Daha birçok samimi yüreğin gerçeği görmesi için öğrenmeleri gereken çok şey...

27 Şubat 1998

Kalabalığın artması ile heyecan dalgası daha da bir artıyor. Gazeteler, TV'ler, hükümet, MGK bizden bahsediyor. Adları bilinmez kahramanlar olarak yazıyoruz tarihi. Gerçekleşenin ne ifade ettiğini bilmenin, bugüne ve yarına ışık tutmanın heyecanı neredeyse kanımızı donduracak. Ve bir zaman sonra gururla anlatacağız, anlatılacağız nesillere. İlklere imzamız atılıyor ve gün gün doğrunun, gerçeğin zaferini görüyoruz.

"98 kuşağı direnişçileri" diyor arkadaşlar. Oturma eylemlerinden bu yana geçen süreci düşünüyorum. Tek tek bilinçlendiğimiz, bilinç aşıladığımız bu süreç, yüzlerimizi ağartacak Rabbe karşı. Kafirler kendi sonlarını hazırlıyorlar. Geleneksel tabular aşılıyor. Kadın da Kur'an okurmuymuş, slogan atarmıymış tartışmaları küçüldükçe küçülüyor. Ve müslümanlar, kadınlı-erkekli o vaad edilen zafere doğru ilerliyor.

Kalabalık arasından birisi elime bir kağıt tutuşturuyor. Üstüne ismim yazılmış, sıkıca yapıştırılmış küçük bir not. Hemen açıyorum. Yüreklerimizin hep aynı sevdaya attığı ama mekanın bizi ayırdığı dostan;

"...İşte her yer Kerbela, her yer Aşura. Sesinize buradan da ses vereceğiz inşaallah. Yankı bulacak tekbirleriniz. Bizim sizden sizin de bizden farklı olmadığını onlara göstermek için atıyoruz adımlarımızı. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Kütahya'dan selam".

Kısılmaya yüz tutan sesim canlanıveriyor birden. Sanıyorum ki ben haykıracağım Kütahya işitecek. Sanıyorum ki tüm dünya ardımdan sloganı tekrar edecek.

-Müslümanlar Sizden Hesap Soracak.

-Başörtüsüne Uzanan Eller Kırılacak.

Kalabalık bugün de sloganlarla Çapa'ya yürüyor. Önde Çapalı arkadaşlar. Zalimlere duyurulur sonra Avcılar Kampüsü'ne de geleceğiz. Arkadaş espiri yapıyor, burayı halledelim Kudüs'e, Cezayir'e, Keşmir'e, Eritre'ye de gideceğiz. Gülümsüyorum. Neden olmasın?

Bir ara konvoyun başına ilerliyorum. Sonra sonunu merak edip geri gidiyorum. Rabbim Rabbim bu muhteşem bir şey. Konvoyun başı Aksaray'da iken henüz Beyazıt'tan yola çıkmayanlar var. Bu müthiş bir şey! Cumamız mübarek ola.

Direnişle, adaleti ve özgürlüğü kazanacağız.

28 Şubat 1998

Bugün egemenlerin zulüm bayramlarının yıldönümü. Ve heveslerini boğazlarına tıkayacak, direnişimizin güçlenen ayak sesleri. Kafirler istemese de...

Artık akşamlan merakla bizi arayan ailelere biz moral veriyoruz. Moralimizin kesinlikle çok iyi olduğundan bahsediyoruz. Gerçekten iyiyiz. Arkadaşlar fiil çekimi yapıyorlar. Direniyorum, direniyorsun, direniyor, direniyoruz, direniyorsunuz, direniyorlar... Talepler hep sloganla ifade ediliyor. "Lüt-fen-tu-zu ve-rir-mi-sin".

Anneme, kardeşlerimi gönderemediğimiz İHL'lerde: başörtüsü yasağına karşı konulan tepkilere katılmasını söylüyorum ve benim ancak böyle mutlu olacağımı ilave ediyor. Ondan kazak örmesini, bize yiyecek göndermesini falan istemiyorum, Sadece müslümanların saflarında bizzat olmasını istiyorum. Seccadede hapsolmuş dualarını istiyorum. O hâlâ kaygılı. "Kızım TV'de gördüm çok kalabalık. Ezilirsin gitme emi"...

Anacığım, anacığım, ilahi anacığım. Artık kalk ve diril. Sende sesini kat haydi bize.

Gazetelere baktım bugün. Uzun bir aradan sonra sakin ve uzun uzun. Kimi İslami gazeteler eylemi överken, kimi boyalı basın ise olayı saptırmak için elinden gelen gayreti göstermiş. Bazıları ise olağan dışı birşey yokmuş gibi habere kasıtlı olarak hiç yer vermemiş. Pes doğrusu! Delinin biri çıkıp bağırırsa koca koca manşet yapan kartel medyası, onbinlerin toplanıp protesto ettiği bir olaydan hiç bahsetmiyor. Öyle ya aksi halde patronlarınıza nasıl yaranacaksınız. Aksi halde koruyucu hamilerden nasıl destek alacaksınız.

Bugün 28 Şubat 1998.

Pazartesi onurlu insanların tekrar birleşecek ayaklarını yüreklerini düşündükçe "çırpınabildiğiniz kadar çırpının" ey zalimler diyorum. Müslüman halk uyandı. Artık kaçınılmaz sonucu beklemeye durun.

1 Mart 1998

İbadi bir sorumluluk olarak gördüğüm yarın için biriktiriyorum sesimi. Sakin sessiz günü, yoğun düşüncelerle geçiriyorum. Haberleri izlemek için gidiyoruz ev sahibimize. Müslüman bir kanalın haberlerine bakıyoruz önce. Tavrını merak ediyoruz. İlk haber olmalıydı oysa diye sitem ediyoruz. Ve işte tüm siyasileri beyanlar vermeye iten tepkilerimiz görüntüleniyor. Hep beraber tekrar yaşıyoruz o anları. Beyanlar veriliyor! Gerçek saptırmak istenircesine ve sorun hallediliyor imajı verilerek. Oysa zulüm devam ediyor. Cerrahpaşada hala derslerden atılıyor başörtülü kızlar. Ve hala kimliğimizi alamıyoruz başörtümüzle. Ama utanmadan genelge geri çekildi deniyor. Haber programına katılan üç öğrenci çıkıyor sonra, ikisi solcu birisi müslüman olan bayanlar sırayla konuşuyor. Hepside sistemin çarpıklıklarına ve haksızlıklarına vurgu yapıyor. Sistem muhalifliğini daha net ortaya koyan diğer solcu kız ilgimi çekiyor. Ekranı aşıp gözlerine ulaşmaya çalışıyorum. Söyledikleri şeylere katılıyorum. Hele sonuna dek boykota destek vermesine "Hadi hayırlısı" diyorum. Ama bunun ötesinde başka boyutuyla değerlendirmeye çalışıyorum onu. Yanlışları görerek doğruları bulmuş bir yüz. Dualar uçurdum ona gizlice. İslam'ı tanıması ve onunla şereflenmesi için. Çünkü doğrulan belki ancak son nefesine dek yeterdi ona. Oysa ebedi kurtuluş ebedi doğrularda oturdu. Gene de haksızlığa isyanda buluşan duygularımızdan dolayı tebrik ettim onu.

2 Mart 1998

Bazı köyler kılavuz istemiyor!

Yapılan açıklamaların, kamuoyunu yanıltmaktan başka amacı yok. Oyuna gelmeyeceğimizi ve gerçeklerin neler olduğunu gösteriyoruz bugün Cerrahpaşa'da. Öğrenci kimliği verilmediğini ve Cerrahpaşa'da derslere halen alınmadığı açıklanıyor.

Sabahın erken saatlerinde okullarımızda buluşuyoruz arkadaşlarla. Sınıflara girerek açıklamalar yapıyoruz gene. Onurlu insanları onurlu bir tavra çağırıyoruz. Bir sınıfta karşılaştığımız yaklaşıma şaşırıyoruz. Öğrencinin biri "Yönetim kıyafetimi değiştirmemi isterse değiştiririm" diyor. Bir şeyler daha diyor ama diğer öğrencilerin bize desteği üzerine zayıflıyor sesi. Konuşmayı yapan arkadaş sakin. Kendisine şu an haksızlık değmeyen insanlara şu masalı anlatıyor; üç koyun - ak koyun - benekli koyun - kara koyun ve bir kurt birlikte yürüyorlar. Bir süre sonra kurt ak koyunu bir pençe ile deviriyor ve onu yiyor. Diğerleri panikle soruyor ne yaptın, neden yaptın diye. Kurt; o sizin hakkınızda mırıldanıyordu. Yürüme düzenini bozuyordu ayrıca boynu da biraz kalındı. Susuyor diğerleri, tekrar başlıyor yürüyüş. Kurt bu defa benekli koyunu deviriyor. Kara koyun panikle neden yaptın bunu deyince kurt gene; "O zaten uyumsuz bir tipti, kuyruğunu sallayıp duruyordu. Üstelik kulağının biri uzundu". Ve koyun önde kurt arkada yürüyüş başlıyor tekrar. Kara koyun huzursuz olmasına rağmen ses çıkarmıyor. Tam bir köprü başına geldiklerinde kurt pençesini kaldırıyor. Siyah koyun panikle "Ne oluyor - ne yapıyorsun". Kurt; "Sen de öleceksin" Kara koyun çaresiz cevap veriyor: "Zaten biz ak koyunu öldürdüğünde sustuğumuz an kaybetmiştik"

Bu minik hikaye çok şeyi ifade ediyor.

İlkin Beyazıt'ta buluşmayı düşünmüştük. Ama sonra sınıf konuşmaları yapmak için okulda kalıyoruz. Beyazıt ve saat 10 ilanına uyan bir sol grup gelmiş Beyazıt'a. Ama destek değil, aksine şeriata hayır demek, eylemi provoke etmek için. Bizim yerimize boş alan ve polisi bulmuşlar karşılarında. Rabbim ne büyüksün. Öğlene doğru öğrendiğim bu haberle, solcularla ilgili bir ayrım yapıyorum kafamda. Şeriata hayır diyen grubun düzenle ilişkisini düşününce, bir şeyler yerine oturuyor. Nasıl biz kendimizi sadece "müslüman" olarak tanımlayıp ırkçılarla aynı kefeye konmak istemezsek, televizyonda gördüğüm sisteme muhalif sesin sahibi de, diğerleriyle aynı kefeye konmak istemez diye düşünüyorum.

Saat 12'ye gelirken fakültelerden çıkıyoruz. Laleli'de polis yürüyüşümüze müdahale ediyor. Ve tarihin zihnine işleniyor görüntü. Başörtülü kızları tartaklayan polis ve direnerek yarılan polis barikatı.

Cerrahpaşa'ya direnerek ulaşıyoruz. Bugün solcuların desteğini daha da somut görüyoruz. Grup yorum gelmiş. İdeolojimizi kuşanarak dinliyoruz. Meydanı konser alanına çevirtmeden. Sonra müslümanlar çıkıp marşlar söylüyorlar.

Haydin çocuklar gençler kadınlar.

Yükseltelim feryadımızı

Allah sözünü hakim kılmak için

Tağutları yıkalım

Alev olan ateş söner mi hiç

Özgürlük türküleri biter mi hiç

Göğe savrulan yumruklar

Cunta gitmedikçe iner mi hiç

İnmeyecek elbet. Ahitleşiyoruz her birimiz gözlerimizle, tüm yüreklerimizle.

Brifing moda bu yıl. MGK'dan sonra emniyet de işbaşında. Basın ve sivil toplum örgütleri ile Emniyet'in Cumartesi günü bir toplantı yaptığını işitiyoruz. Eylemin durdurulması yönünde yayın yapmalarını istemiş. YORUMSUZ

9 Mart 1998

Az evvel suskunluk öğütleyen ailelerden biri aradı. Arkadaşımız evde değil. Onun yerine konuşuyorum annesiyle. Gene "kızım hiçbir şeye karışmasın söyle" diyecek. Allah büyüktür. Televizyonda protestolar sonucu geri adım kabul edilebilecek açıklamalar dinlemiş. Bu yılın sonuna kadar hiçbir problem çıkmayacağını. "Kızım sizi destekliyoruz, hep dua ediyoruz, inşallah zafer sizin" diyor. Neredeyse -Teyze siz iyi misiniz" diye basacağım çığlığı. Direnişi övüyor sonuna kadar yanınızdayız diyor! Erken yatın eyleme geç kalmayın demedi bir tek. Şaşkın ve sevinçliyim. Belki on kez "Allah razı olsun teyzeciğim" diyerek kapatıyorum telefonu.

Arkadaşımızın ailesinin 180 derece değişmiş tavrı yorgun bir akşama bir sevinç yığını olarak dağılıyor.

Bugün olup bitenler göz kapaklarımızın altına yerleşmiş olarak, uykuya davetiyeler çıkarıyoruz. Artık okula girebiliyoruz. '"Olmayan öğrenci kimliğimiz" problem edilmiyor. Ama Cerrahpaşa'da problem devam ediyor. Cerrahpaşa dekoru aynı. Basın açıklamalarının yapıldığı alanın iki tarafında protesto eden bayanlar ve erkekler. Gazeteciler, kameramanlar ve en dışta neredeyse İstanbul'un tüm EMNİYET(!) kuvvetleri. Bir de tüm bu tablonun muhtelif yerlerine serpiştirilmiş siviller...

Bugün mesajlarımızı sloganlardan, marşlardan sonra mini bir tiyatro ile ifade ediyoruz. Solcu ve müslüman öğrencilerin ayrı ayrı yaptığı tiyatroda temel vurgu, tek tip dayatmasına eleştiri. Eksik olan bir şeyler için buruk tebessümler yanı sıra minik soru işaretleri koydum sadece.

"YÖK, Medya, MGK-Demokrasi, Hukuk, Palavra" pankartı uyku öncesi kapanış görüntüsü oluyor.

4 Mart 1998

Her şey kocaman bir çığlık diyoruz arkadaşlarla. Evet hem de kocaman. Espri olarak torunlarımıza bugünleri nasıl detayı ile anlatacağımızı söylüyoruz. Ama her şeyden önce Rabbimiz gücümüz oranında şahitlik ettik dinine. Kabul et. Ve şahitliğimizi model kıl. Nasıl Yezid'e karşı Hüseyni kıyamı, nasıl Afgani'nin çığlıkları bize rehber olduysa öyle rehber olsun istiyoruz direnişimiz. Tüm arkadaşların yüzünden yorgunlukları, yüreklerinden kaybedilmiş görünen hakların kaygıları siliniyor. Feda olsun diyoruz bir yıllık, iki yıllık, gerekirse çok yıllık okul senelerimiz. Feda olsun ey rasul, ilettiğin dini savunma-sahiplenme yolunda her şeyimiz. Kimliğimiz onurumuz için infak kabul ediyoruz seneleri. Egemenlerin ve zihinlerini boyadıkları insanların anlayamayacağı anlamlandıramayacağı tavırlar koyuyoruz.

Ey ümmet yüzün ak, gözün aydın olsun. Zulmün bayrağında gövdesi kalınlaşarak yükseliyor, her yere yayılıyor ekin. Her sabah "Türküm doğruyum..." diye ezberletilenlerin yıllarca empoze etmeye çalıştıklarının hiçbir hükmü yok. Buradayız. Geri adım atmıyoruz. Yapılan eylemler sonucu cunta hedefine ulaşamadı. Ve artık biliyorlar ki karşılarında artık susmayan-haksızlığa karşı direnen insanlar var.

Yaklaşan 8 Mart için de artık söze gerek yok diyoruz. Kadın asıl böyle olmalıdır. İnanıyoruz ki gösterildi. Kendini sömürü malzemesi kılmadan, onurla hayatta var olma kavgası veren müslüman kadın dirildi. Ve şahitliği kadınlı-erkekli veliler olarak sunduk Rabbimize.

Bu coşkuyla Rabbin huzurunda kıyama duruyoruz: ALLAHU EKBER

Hamd yalnız sanadır.

Sen Rahman, sen Rahimsin

Hesap gününün sahibisin

Yalnız senden yardım diler yalnız sana kulluk ederiz

Bizi doğru yola ulaştır

Sapmış ve karanlıkta olanların yoluna değil

AMİN

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR