1. YAZARLAR

  2. Hayrettin Oğuz

  3. Dindarlaşmak ve Müslümanlaşmak

Dindarlaşmak ve Müslümanlaşmak

Kasım 1995A+A-

Bugün "dindarlıkla "Müslümanlık"ın, "dindarlaşma" ile "Müslümanlaşma"nın farklılaşma anını yaşıyoruz. Diğer bir deyimle, bugün dindar olanla müslüman olanı farklı tanımlamak durumundayız. Çünkü artık reel dindarlığı belirleyen Müslümanlık veya İslam değildir. Dindarlık ayrışıyor ve "dindar" yeni bir kategori haline geliyor. W. Heistermann'ın onlarca yıl önce belirttiği profan durum, bizim toplumumuzda da hissedilmeye başlıyor. Artık insanlar, özellikle dindar insan Tanrı ile olan canlı bağlarını, kutsallığı kaybetmiştir. Belki de Nietszche "Tanrı öldü" diye haykırırken bu profanlaşmaya, kutsalını ve kuralını kaybeden Batı insanının içine düştüğü boşluğa işaret ediyordu. Necip Fazıl "Allah dünyamızdan Çekilmiştir" derken dünyanın ve her şeyin mutlak sahibinin dünyadan çekilmediğini, dünyadaki kalplerin, insanların, kendilerini Allah'ın nurundan çektiklerini ve dolayısıyla insanların sosyal yaşamlarında büyük bir profanlaşmanın başladığını vurguluyor ve tüm insanlar adına haykırıyordu: "Allah'ım seni istiyoruz.,."

Özellikle 12 Eylül 1980 sonrası dönem ve uygulanan politikalar toplumsal anlamda öyle kabul gördü ki, zaten fazla yaptırım gücü kalmayan değer yargılan allak-bullak oldu. Bir entegrasyon süreci başladı. En az 70 yıldır sosyal hayatın dışına itilmiş, köşeye sıkıştırılmış ve ait-kültür haline gelmiş müslümanların, bu sürece katıldığı veya sokulduğu dönemdir.

80 öncesi insanı açık ve net biçimde müslüman-kafir, şeriatçı-ateist, dindar-dinsiz vb. biçimde tanımlamak öyle veya böyle mümkündü. Ancak 80 sonrası iktidara gelen Özal ve kadrosu "muhafazakarlık", "dindarlık", "milliyetçilik", "liberallik" söylem ve özellikleriyle öyle gündeme girdi ki, toplum şaşkınlığa düştü. Kendisinin yıllardır alıştırıldığı ve daha iyisini hayal ettiği ama bir türlü olamadığı, bulamadığı ortamı, zamanı ve şahsı bulmuştu. Bir bakıma müslümanların dişiyle tırnağıyla yıllardır elde ettikleri "bertaraf edilmek isteniyordu ve bunu gerçekleştirecekler de bulunmuştu.

80 sonrası gerçekleşen değişimlerle birlikte büyük bir hareketlilik gerçekleşti, işte bu değişim hareketleridir ki, "dindar" kavramının içeriğini değiştirdi. 80 öncesi özgür olmayan bir ortamda ihlası ve samimiyeti ile bir şeyler elde eden müslümanlar, 80 sonrası özgür (!), serbest (!) ve liberal (!) ortamda, elde ettiklerini kaybediyordu. İçerikler farklıydı artık. Yani dün dindar dendiğinde nasıl şer'i ölçülere uyan, uymaya ve yaşamaya çalışan bir insan anlaşılıyorduysa, bugün bu anlaşılmıyor; en azından anlayamıyoruz.

80 sonrası hareketlilik, önemli ölçüde tabuların yıkılmasında değil, şeriatçı ve ateist kesimin değerlerinde ve ilkelerinde gerçekleşti. Yani yıkılan tabular (ya da yıktırılan) şeriatçıların ve ateistlerin tabularıydı. Artık ateist, ezan sesi duyduğunda yumruğunu havaya kaldırıp, sıkmıyordu. Dindar da yanı başında Kur'an'ın "kısas" ayetine, "kin ve nefret" ayeti diye konuşana "gık" dahi demiyor, diyemiyordu. Ateist ve şeriatçı uzlaşılabilecek bir yer, mekan, zemin bulmuşlardı.

Dindar insanın birinci ve temel özelliği "uzlaşmacı" olmasıdır. Söz konusu dindar, ne şeriatçı gibi İslam'a inanan, ne de ateist gibi inanmayan; bir bakıma ikisi arasında, ikisinden de ortak yönler taşıyan fakat ikisine de karşı bir kategoriydi. O, dinsizliğe karşı olduğu gibi, şeriata da karşıydı; ama dine karşı değildi. Çünkü ona göre din, lüzumlu ve gerekli bir kurumdu. Birliği ve beraberliği sağlıyordu.

Özellikle içinde yaşanılan modern dünyanın sıkıntılarına, aşırılıklarına, profanlaşmasına karşı "dindarlık" iyi gelecekti.

Bugünkü dindar "tinsel" veya "moral" anlamda bir kategoridir. O, Allah ve Rasulü'nün indirdiği ve açıkladığı bir dine karşıdır. Onun dindarlığı inanmasında değil, şahsi yorumlamalarında, akıl yürütmelerinde ve dine inanış biçimindedir.

Bugünkü dindar, içinde yaşadığı sistemlere, kurumlara ve hayata İslam'ı monte etmeye çalışan insandır. Dinsize şiddetle karşı olduğu gibi, dinsiz topluma da karşıdır. Ancak daha da şiddetle şeriata da karşıdır. Çünkü ona göre din ve şeriat ayrı ayrı, farklı şeylerdir.

Bugünkü dindar insanı dindar yapan, Allah'ın indirdiği din değil; birilerinin yaşanılanları meşrulaştırmak amacıyla yorumladıkları, oluşturdukları, kutsalı olmayan, içi boş, içeriği olmayan bir dindir. Bugünkü dindar, vade farkını, İslami bankayı, finans kurumunu, riba-faizi, başörtüsünü, şahitliği, kısası, el kesmeyi vb. sistemle uzlaşamadığı noktaları uzlaştırma gayretinden bellidir. Uzlaşma istemektedir dindar insan. Bir eline ayı, diğer eline güneşi almak istememektedir. Kızını, oğlunu, cemaatını, bağlısını Allah'a seksiz, şüphesiz, pazarlıksız inandıracağına, kızına, oğluna, cemaatına, bağlısına göre bir din oluşturmakta veya yorumlamaktadır. Takkesini giyip namaza gitmesi kadar, mayosunu giyip denize girmesiyle bellidir.

Bazılarının aklına hemen "münafık" gelebilir. Yani sen "dindarla zaten bir kategori olan "münafık"ı kastediyorsun denebilir. Hayır... Münafık, bilinçli ve şuurlu olarak inanmayan, ancak inanır görünen kimsedir. Bugünkü dindar ise, inanandır, ancak Allah'ın indirdiğine, Rasulullah'ın bildirdiğine değil, oportünistçe her an işine geldiğine inanan ve bunu dinle meşrulaştırandır. Kendi kurgusuna, kendi düşüncesine, kendi inandığına, "din" adını verendir. Hem laik, hem kapitalist, hem sosyalist, hem liberalist, hem müslüman olanlardır. Demokrasiye mecburuz, laik ortamda inancımızı milimi miline yaşayabiliriz diyenlerdir.

Bir cumhurbaşkanının "dindarlığı", "liberalliği", "sivilliği", "demokratlığı" ile gurur duyan, onu kendi yolunda kilometre taşı gören insandır dindar insan,

Elbette dindarlaşıyoruz... Ama bir budistin, bir şintoistin, hatta bir putperestin de dindar olabileceğini, dindarlığın müslümanlık'la, dindarlaşmanın müslümanlaşmayla özdeş olmadığını bilmemiz gerekiyor.

Dindar yaşadığı gibi inanan, müslüman ise inandığı gibi yaşayandır. Dindar Hoffman'ın deyimiyle, Allah'a inanıyorum diyen, ancak Allah yokmuşçasına yaşayan ve hep inancından şüphe eden insandır. Dindar insan, inandığına inanan olmadığı gibi, inanmadığına da inanmayan değildir, Müslüman ise, inandığına inanan, inanmadığına inanmayandır.

Bugün "dindarla "müslüman"), "dindarlaşma"yla "müslümanlaşma"yı farkedebilmemiz gerekiyor. Zor da olsa böyle. Zor; çünkü Ali Biraderoğlu'nun mükemmel tesbitiyle ifade edecek olursak: "Dünkü müşrik kılıcını sallayarak geliyordu, bugünkü ise namaz kılarak geliyor"...

(Y.Şafak, 18 Ekim 1995)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR