1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Din-Devlet İlişkileri

Din-Devlet İlişkileri

Mayıs 1993A+A-

Din-Devlet İlişkileri Sempozyumu'nda müzakereci olarak yaptığı konuşma

Bismillahirrahmanirrahim.

Din-devlet ilişkilerinin irdelenmesinde bu iki kavramın birbirine alternatif iki kurum olarak ele alınmasının çoğu zaman vakıaya tekabül etmeyeceği kanaatindeyim. Zira bazı dinler sadece kendisini inanç sistemi olarak sınırlarken, bazı dinler ise sahip oldukları akaidleri içinde dünya görüşü taşımakta ve önermektedirler. Ve müslümanlar da bilirler ki dinler de ikiye ayrılır. Rabbani din ve şeytani dinler.

Ben müslüman olarak konuya, öncelikle Kur'an'dan ve Kur'an'ın muhkem nasslarından kalkarak bakmamız gerekliliği düşüncesindeyim.

Biliyoruz ki insanlık tarihi düzene konulmuş, ıslah edilmiş evrende; yoldan sapanlar azgınlık çıkarttıklarında, Rabbani olanla şeytani olanın mücadelesine tanık olmuştur.

Islah ediciler vahiy dinini yeniden yeryüzünde ikame etmek, tevhid ve adaleti teessüs ettirmekle görevli oldular. Görünürde beraber, içlerinde ise düşmanlıklarla bölünmüş müfsidler ise, beşeri duygu ve düşünceleriyle evrende, sosyal hayatta, inanç ve düşünce hayatında bozgunculuk yapmaya başladılar. Bozguncularla ıslahatçılar arasında başlayan mücadele farklı yöntemlerle de olsa günümüze kadar geldi. Bu mücadele Allah'ın dostlarıyla, şeytanın dostları arasındadır. Kur'an'a göre bu iki dinin çatışmasıdır.

İslama düşmanlık yapmayan, mahrum, ezilmiş, vahyi mesajdan habersiz insanlara göstereceğimiz adaletli tutumun niteliğinin değerlendirilmesi bir yana, bu mücadelenin müslümanların karşı kutbunda yer alan taraftarları, hep aynı vahşi ve zelil tavırları devam ettirdiler.

Şeytanın dostları dün, iki eli kırılasıca Ebu Lehep'ti. Bugün iki eli kırılasıca Amerika Birleşik Devletleri'dir. Bu çatışma bugün de yaşanıyor. Bu çatışma;  dinler,  ideolojiler çatışmasıdır. Önemli olan, bu çatışmanın esastan ile araçlarını birbirine karıştırmamamızda.

Devlet söz konusu esasların bir aracıdır. Devlet, bir ideoloji toplumunun kollektif İradesini temsil eden aygıttır. Bu aygıtın değişen şartlara göre biçimi revizyona uğrayabilir. Ama bu aygıtın asli vasfı, toplumsal iradeyi temsil etmesidir. İster bu aygıta sahiplenme şeklinde olsun, isterse razı olunarak olsun.

Salih peygamberin kıssasını hatırlayalım. Salih peygamberin devesini kesen Semud kavmi cezaya çarptırılmıştır. Salih peygamberin devesini Semud kavmi fiili olarak beraberce kesmemişti. Ama Semud kavminin kollektif iradesi bu kesme işleminde tezahür etti. Deveyi kesenlere bu yetkiyi veren Semud kavminin sözkonusu iradesidir. Bu yetki olumsuz iktidarı yani olumsuz devleti oluşturuyordu.

Bugün zekatı toplamak, münkeri gidermek, Ölçüde adaleti denetlemek, haddleri uygulamak konusunda kollektif irademizi oluşturamamış oluşumuzun suçu, bu araca değil, tarih içinde nimeti yitirmiş olmamıza çıkartılmalıdır.

Bu konuya, hadis literatürü içinde ahad haber düzeyinde bile mevsukiyeti sahih olmayan Medine Vesikası açısından baktığımızda; bu vesika, müslümanların azınlıkta oldukları Medine toplumunda kollektif iradeyi veya kabulü oluşturarak iktidar aracını ele geçirdiklerini gösterir.

Bence tartışılması gereken ne bu iktidar aracının putlaştırılması, ne de bu aracı reddetme konusudur. Tartışılması gereken, İslam tarihindeki iktidarların ne derece İslami olduğudur. Yoksa İslam adına eklektik din anlayışının yanlış işleyen kurumlarının suçu, İslam'ın değildir.

Bizim sorunumuz hidayet Kitabımızın rehberliğinde ve Rasulullah'ın örnek uygulamalarından da yararlanarak, (zanni bilgilerle değil) vahyi nasslarla bugünkü toplumsal gerçekliğimiz arasında ne şekilde bir ilişki kurabileceğimiz, İslam toplumunu nasıl yeniden ihya edebileceğimizdir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR