1. YAZARLAR

  2. Servet Kızılay

  3. Dil ve Siyaset

Dil ve Siyaset

Ekim 2001A+A-

-I-

Dilbilimci Eugene A. Nida; "Bir kimsenin dilbilim çalışmalarındaki tutumuna yön veren şey, antropolojik görüşleridir" diyordu. Bu değerlendirmenin eksikliğini giderecek bir alan ilave etmemiz gerekiyor: Siyaset. Avram Noam Chomsky'nin dilbilimci olmasına rağmen 'Uluslar arası' siyaset ve medya ile uğraşmasının sebeplerini anlamak zor olmasa gerek.

Dilin yönlendirici, eklemleyici, oluşturucu vb. nitelikleri, siyaset tarafından "motor gücü" olarak sıklıkla kullanılır. Mesela, Yahudilerin Filistin'e yönelik ürettikleri "Golan Tepeleri" söylemini ele alalım: Türkçe'de 'tepe'nin anlam çağrışımları; küçük, sınırlı, faydasız, gereksiz ve en önemlisi verimsiz bir arazi parçasıyla malul bir resimle kaynaşmıştır. Oysa hakikatte bu bölge ekonominin bel kemiği, en münbit tarım alanlarının olduğu yerlerdir. Bu söylemle sadece topraklar ve olay küçük kılınıp verimsizleştirilmemiş adeta bütün reflekslerimiz küçültülüp verimsizleştirilmiştir. Benzer bir şekilde Türk siyaseti-medyasında üretilmiş olan "Arap-İsrail Savası" söylemi; ırk eksenli, coğrafi sınırlarla hapsedilmiş, Müslümanları ve Müslümanlığı dışarıda bırakmış bir söylem olarak aynı görevi ifa etmektedir. Aynı merkezlerde Yahudilerin alenen silahlı saldırıları "çatışma"ya dönüştürülür. Sanki mahalle çocukları kendi aralarında 'kavga'ya tutuşmuş ya da bir futbol maçında taraftarların meydana getirdikleri 'şiddet' olaylarıymış gibi. "intihar saldırısı" biçimine sokulan söylem ise; tamamıyla ulvi olan bir fiiliyatın dünyevileştirilmesine (sekülerleşmesine) matuftur. İntihar eden sadece 'ölür' yahut 'telef olur; 'şehit' olmaz. Oysa Müslümanlar -müminler- 'şehit' olur. Bu söylemde hayvanata ilişkin bir vasıf olan intihar, 'şehadet mertebesi'ne saldırmıştır diyebiliriz. Tüm bu söylemler, lojistik bir savaş malzemesine dil vasıtasıyla kavuşur ve dilin sağladığı 'lojistik kavramlar' sayesinde Gazze'de atılan bombalar kadar tesirli bir "bomba" (kavramsal yönlendirme ve etkisizleştirme) siyaset-medya tarafından daha geniş bir sahaya atılmış olur.

Dil, siyasi iradenin altında bir "söz"e dönüşür. Böylelikle siyasi iradenin bir sözü olur ya da onun bir sözü vardır, denir. Fakat bu, siyasi iradenin dili ihata ettiği anlamına gelmez. Dil, siyasi münasebette edilgen görünüşüne rağmen siyasi mevcudiyet, meşruiyeti temin ve tesis eden bir olgu olarak varlığını sürdürmeye devam eder. Demek ki; görünüş itibariyle siyasetin dile olan etkisi dolaysız, dilin siyasete olan etkisi İse dolaylıdır.

Dil, siyaset olgularını sınıflar ve belirginleştirir. Siyasete; sistemle, yönetimle, rejimle, işlevle ilgili sınıflama şemaları sağlaması yanında politika, iktidar, devlet, hükümet, yasama, yürütme, yargı, parlamento, merkezi, özerk, yarı özerk, monarşi, sosyalizm, kapitalizm, oy, milletvekili vb. kavram alanları kazandırır. Bu kavram dökümün ne kadar çok uzatırsak uzatalım, dil, siyaset söz konusu olduğunda sınıflayıcı, belirginleştirici ve eklemleyici niteliğini değişmeden korur. Aynı zamanda siyaset bir "dil"e kavuşmuş olur. Siyasetin hem "söz(ünün)" hem de "dil(inin)" olduğunu söyledik. Tenakuz teşkil edecek gibi algılansa da bu ifadeyle kast etmeye çalıştığımız; siyaset, dil İçinde konuştuğu ve bir yorum yaptığı zaman "söz", işleyişine ve ıstılahlarına ait niteliklere işaret edildiğinde ise bir "dil" olduğudur Siyaset hakkında gerek "söz" gerekse "dil" İadesini kullanalım, bu ifadelerin müşterek tarafı mecaza ilişkin olmasıdır.

Dilin değişmesi siyasal değişmenin hızıyla aynılık göstermez, siyasal rejim değişse bile dil aynı kalır. Yani kendi yasaları içinde değişim ya da gelişim gösterir. Fakat siyasi iradenin buna bağlı olarak siyasî tasavvurun değişimi dilde anlam değişimin, bu değişimin hızını ve yönünü tayin eden en önemli unsurlardan biridir. Ülkemizde 'uluslaşma' süreci içinde Cumhuriyet ideolojisinin dil üzerinde kurduğu baskıyı buna misal verebiliriz. Öyle ki; George Orwell'in o meşhur siyasi romanındaki durumlar bu proje sürecinde şaşırtıcı bir biçimde "tezahür" etmiştir. G. Orwell, bu romanda hemen hiçbir ferdi hürriyetin bulunmadığı zalim bir polis devleti çiziyordu. "Düşünce polisi" ve her şeye gücü yeten "Büyük Birader" daima gözlüyordu. Ancak en etkili baskı gücü polis değil dilin kendisiydi. G. Orwell, devletin isteklerine zıt düşecek açıklamaları önlemek amacıyla "düşünce sahasının daraltılması tasarlanan" bir dil, yeni dil teşkil etmişti. Cumhuriyet ideolojisi içinde de dil çalışmaları aynı olmasa bile benzer anlayışla ele alınıp yürütülmüş olduğu söylenebilir. Dil projeleri hakkında yapılanlara değinmek daha kapsamlı bir yazı gerektirdiğinden bu konuya şimdilik değinmemeyi uygun buluyoruz.

-II-

Dilin cemiyet içinde kullanımına (sosyolekt'e) bakarak, cemiyetteki fertlerin yahut cemaati siyasi yönelimleri hakkında karineler elde edebiliriz. Her siyasi yönelimin kendine ait anlama, iletişim dizgesi vardır. Bu mevcut resmi ideoloji içinde geç erlidir. Fakat Resmi ideoloji kendi söyleminin (dil dizgesinin) dışındaki bütün söylemleri buna bağlı olarak sembolleri, gayrı meşru, siyasi bir tabirle yasadışı ilan etmiştir. Bazen kendi söylemi -sembolleri- dışında kalanları yeni tanımlarla tanımlayıp yönlendirir. Mesela; başörtüsü'nün "bez parçası"na dönüştürülmesi gibi. Şüphesiz bu durum Resmi ideolojinin siyasi söylemi iyi kullanmasından kaynaklanmıyor. Ortada dili aşan unsurların devreye girdiği söylenebilir.

Umumi olarak sembollerin ona eşlik eden dil sayesinde bir "şekil" aldığını görebiliriz. Yani kullanılan sembolün belirli bir siyasi yönelimi göstermesi o sembolü adlandırıp tanımlayan dilin imkanlarıyla mümkün olabilmekte. Sembol, dilin işlev sahasında eritilip kitlelere ulaşır. Böylece kitleler siyasi sembol olarak kullanılan parmağa bakmaz, parmağın işaret ettiği ya da çağrıştırdığı siyasi anlama bakar. Aynı parmak işaretinin başka kütürde herhangi bir anlama gelmesi o kitle nezdinde önemini kaybeder. Çünkü sembolün anlamı, uzlaşıma bağlı olarak kesinliğe kavuşmuş olur.

Siyaset, söylemin düzenine uygun bir vaziyette dile tahakküm kurar. Bun anlamı; siyasetin hem tarih meşruiyetini gözetmesi yani herhangi bir anlama kaynaklık yapabilecek bağlama tasarruf hakkı sağlayabilen araçlar geliştirmesi hem de tarih süreci içinde oluşmuş şeyleri nihai noktada bünyesinde taşıdığı baskı gereçleriyle biçimlendirebilmesidir. Halk anlatılarının siyasi değişimin altında işlemeye ve siyasi vaziyete nüfuz kazandırarak onun yaygınlığını artırmaya devam edebilmesi, siyasi iradenin söylemin bu düzenini hesaba katmasıyla ilgilidir.Dolayısıyla eskiden 'sırat-ı müstakimi' gösteren aksakallı ihtiyarın-Hızır'ın, Kıbrıs Savaşında pilotlara 'yol' göstermeye başlaması, aynı ak sakallı ihtiyarın neden misak-ı milli sınırları içinde dolaşıp da daha düne kadar bizim olan topraklarda ortaya çık(a)madığı, anlaşılır bir izaha kavuşur.

Dildeki değişimlerin tümünü siyasete bağlamak yanlış olur. Çünkü siyaset sınırlan dahilinde sadece devletin baskı gücü kullanılarak, dilde istenilen anlam değişimleri meydana getirilemez. Siyaset, dildeki değişimi en dolaysız etkileyen olgulardan biridir; fakat tek başına yeterli değildir. Bir ülkenin siyasi örgütlenmesi ne kadar katı olursa olsun, dile ait tarihi serencamı ne kadar felaket taşırsa taşısın bu yeterlilik sağlanamaz. 'Akademisyen dilciler', dildeki değişimin zorunlu bir değişim olduğunu, Cumhuriyet ideolojisinin bunu sadece radikal devrimlerle hızlandırdığı gibi hikmeti(!) açıklamalarla konuyu vuzuha kavuşturmaya, bizi buna ikna etmeye çalışırlar. Bu görüş; söylediğimiz gerekçelerden dolayı kısmen doğruluk taşır görünse de ilmi gayeye matuf değildir. Yani belli bir hakikati dile getirmekten ziyade siyasi bir vaziyeti dile getirmek maksadını Önceler.

Dil ve siyaset arasındaki ilişki karmaşıktır. Dil, siyasi meşruiyeti oluşturması, mevcut düzenin devamını ikame etmeye yönelik düzenekler sağlamasına rağmen siyasi iradenin altına araca indirgenmiş bir görüntüden kurtulamaz. Bunun sebebi siyasetin dil dışı unsurlarla beslenmesidir. Asri zamanlarla kazanılan 'görüntü hakimiyeti'nin siyasi nüfuzla kitleler üzerinde tesir alanı olarak kullanılma kolaylığı getirmesi bu sebebin ikinci yönünü oluşturur. Medya -iletişim endüstrisi- bunun en açık delilidir.

Louis Althusser, ideoloji ve devletin ideolojik aygıtlarını anlamaya buna bağlı olarak üretim ve ondan türeyen ilişkilerin yeniden üretiminin niteliği, konumu hakkında yapabileceği en sağlam en açıklanabilir olguları betimlemeyi düşünüyordu. Marksist literatürün alt yapı-üst yapı metaforunu bu düzey içinde ele alıyordu. Fakat karşısına sadece dilin işlevsel ve yapısal niteliğinin çıkmış olduğunu gördü.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR