Devrimden Devlete Libya: Mevcut Sorunlar ve Aşma İmkânları
17 Şubat'ın üzerinden bir yıl geçti. Libya'da binlerce insan canını vererek zalim bir düzeni yıktı. Libya halkı yaralarını sarmaya çalışırken karşılaşılan engeller basit değil. Bazı şehirler neredeyse bir enkaz halinde. Kabul etmek gerekir ki 42 yıl süren ve tek kişinin kendine göre oluşturduğu bir sistemden aylar süren bir savaşla kurtulup bu korkunç yıkımdan mamur bir ülke inşa etmek kolay değil.
Devrimin üzerinden bir yıl geçti ancak bunun yaklaşık sekiz ayında savaş devam etti. Arkasından yıkılmış bir ülke bırakan bir diktatörden kurtulmanın kolay olmadığı da her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Şimdi kontrol artık hükümetin elinde. Ancak halkların kendi başlarına isyan edemeyecekleri, bunun olsa olsa bir olağanüstü gücün harika bir planı olabileceği anlayışında olanlar ise hâlâ her gelişmeden yeni bir olumsuzluk yakalamaya çalışıyor.
Kaddafi'nin 42 yıl boyunca uyguladığı sistem en az savaş kadar kalıcı izler bırakmış durumda. Nitekim bir yıl sonra bile hâlâ sorunlardan bahsetmemizin birincil nedeni de bu. İstisnasız bütün Libya halkının Kaddafi'ye karşı olduğunu düşünmemek gerekir. Bab Aziziye’de son gününe kadar Kaddafi lehine slogan atıp eğlenenler arasında para ile bu işi yapanlar vardı ama sisteme gönülden destek verenler, propagandasını yapanlar, yazanlar, savaşa gidip ölenler de vardı. Bu insanların hepsi savaşta ölmediği gibi hepsi yurtdışına da kaçmadı. Hatta günümüzde bile Kaddafi'nin ölmediğini düşünenler var. Eski sistemden memnun olan bu insanlar şimdilik her şeyin kötüye gittiğini düşünüyor.
Verfelle kabilesi ve bu kabilenin çoğunlukta olduğu Beni Velid ve Sirt şehirleri ayrıcalıklardan mahrum kalmanın acısını yeni hükümete muhalefet etmekle gidermek eğiliminde görünüyorlar. Sirt ve Beni Velid'e giden gazetecilere devrimin yıkım getirdiğini iddia ediyorlar. Fırsat bulanlar bu konuda tavır da ortaya koyabiliyorlar. Sirt'te birçok öğretmenin yeni yönetim ve yeni bayrağı kabullenemedikleri, bunu tavır ve davranışlarıyla gösterdikleri iddia ediliyor. Devrimin başarısız olmasını isteyen bu kesimlerden bir kısmı bu tutumlarını NATO veya emperyalizm karşıtı söylemlerle kamufle ediyor. Son ana kadar Kaddafi'ye yardım eden Sirt halkı, muhalefetin gizlice var olmasına rağmen etkin bir şekilde Kaddafi yanlısıydı. Zira Sirt küçük bir sahil köyü iken onu gelişmiş bir şehir haline getiren Kaddafi'nin yatırımlarıydı.
Kaddafi sadece kayırdığı bölgelere yatırım yapmakla kalmadı. Uygulamalarıyla çok sayıda fitne tohumu da ekti. Kaddafi döneminde atılan fitnelerin devamında nitekim 12 Şubat’ta Kufra'daki Tebou ile Zvey kabileleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Genelkurmay Başkanı Yusuf Mankuş'un da ifade ettiği gibi bu çatışmalar Kaddafi döneminde atılan fitnelerin sonucu olarak meydana geldi. Kaddafi, Tebou halkını yok saydı. Dillerini kullanmalarını, kimliklerini ifade etmelerini yasakladı. Fitne tohumları sadece bundan ibaret değil. Eski dönemin yolsuzluk ve haksızlığa bulaşmış kesimleri alışkanlıklarını hâlâ devam ettiriyor.
Yolsuzluk Batağı
Eski sistemde ekonominin temel faktörlerinden biri rüşvet ve yolsuzluklardı. Bu şekildeki çarktan yararlananların sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Üstelik ağırlıklı olarak kritik mevkiler bunların ellerindeydi ve bürokraside ciddi bir tecrübe kazanmışlardı. Örneğin yabancı şirketler ihale alma süreci ve sonrasında yüklü miktarda rüşvet vererek çalışabiliyorlardı. Bu dönemde belli makamlara gelmiş kişilerden yeni sistemde de ellerine bir fırsat geçince aynı alışkanlıklarını devam ettirebiliyorlar. Yaralıların başka ülkelere nakli ve tedavisi gibi hassas bir konu bile bu bozuk karakteri durduramadı ve hâlihazırda yolsuzlukların önüne geçilebilmiş değil.
Kaddafi'nin, ismini ‘Halk Büroları’ şeklinde değiştirip kötü amaçları için kullandığı elçilik ve konsolosluklar da yaralıların tedavisi konusunu para kaçırma fırsatı olarak değerlendiriyor. Sorunların bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Çünkü haksız yere bu mevkilere gelmiş olanlardan bazıları hâlâ görevde. Büyükelçiliklerin çoğundan suikast silahları ve susturucular fışkırıyor. Çünkü büyükelçilikler eski dönemde muhaliflerin avlanıp yok edilmesi için de kullanılmaktaydı. En son Yunanistan’daki Libya Büyükelçiliğinde çok sayıda susturucu ve silah bulundu. Libya'nın Birleşmiş Milletler nezdindeki büyükelçi yardımcısı İbrahim Debbaşi elçiliklerde halen Dışişleri Bakanlığının haberi olmadan birçok kanun dışı iş ve ilişkilerin yaşandığını söyledi.
Komşu ülkelere kaçırılan mallar ve gümrük kapılarında yaşanan sorunlar da henüz çözüm yoluna koyulabilmiş değil. Banka çalışanlarınca soyulan bankalar, sınırdan kaçırılan paralar el-Kib Hükümetinin Maliye Bakanını bile isyan ettirdi.
Devrimin adını kullanarak silahlı çete kurup 17 Şubat ile ilgili sloganlar eşliğinde hırsızlık yapanların olması veya bazı yaralıların tedavi için bulundukları ülkelerde olaylara karışması ise Kaddafi yanlılarının kaos edebiyatına malzeme taşıyor. Bu yüzden son günlerde yapılan gösteriler eski sisteme hizmet etmiş kişilerin yerlerinde kalmak istemesine bir tepki olarak gelişti. Eski düzenden kalma bakanlar, ordudan çok geç ayrılan subayların eski alışkanlıklarını sürdürmesine karşı tepkiler dikkate alınmazsa sorunun derinleşeceği söylenebilir.
Geçici Milli Meclis'in politik tecrübesizliği ve bu yüzden hâkimiyet sorunu yaşaması da yine eski dönemle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Zira Milli Meclis’te bulunan ve hükümette görev alanlar ya eski dönemin alışkanlıkları ya da yurtdışında uzun süre bulunduklarından dolayı birtakım aksaklıklar yaşanıyor. Bir yandan yönetim düzeyinde bu şekilde sorunlar yaşanırken bir yandan da Kaddafi döneminde otoriteye olan güvensizliğin izleri halk arasında yeni dönemde de devam ettiğinden örneğin silahlı grupların bakanlıklara katılması zaman alıyor.
Silahlı gruplar sorunu bu günlerde çok sık dile getiriliyor. Silahlı grupların kurulacak orduya katılması süreci oldukça yavaş ilerliyor. Bunun temel sebebi Kaddafi döneminde ordunun tabir caizse standart dışı olması ve 17 Şubat’tan itibaren tamamen dağılması. Kendisine karşı darbe yapılmasını önlemek için Kaddafi orduyu kendi kabilesinden güvendiği kişilerin komutasında parçalamış, önemli miktarda paralı askerlerle takviye etmişti. Komutanlıklar tamamen kendisine bağlı ve her an her görevi istediğinden alabilecek bir pozisyonda ve adeta sürekli felç halinde bırakıyordu. Dolayısıyla yeni kurulacak ordu da böyle bir sistemi alıp uygulamakta kararsız davranıyor. Böyle bir ordu, kendisinden ayrılanların ve sivillerin birlikte oluşturdukları yüzlerce silahlı grup karşısında yenildi. Bu gruplar halen de teyakkuz halinde duruyor. Nitekim 12 Şubat’ta Kufra'da meydana gelen çatışmalarda da yeni oluşturulmaya başlanan ordudan önce bu silahlı gruplar müdahale etmiştir.
Gerçekte silahların teslimi konusu Batı’da abartıldığı kadar sorun teşkil etmiyor. Silahların teslimini örneğin Abdulhakim Belhac gibi Askerî Konsey liderleri kabul ediyor. Ancak Kaddafi yanlılarının yeniden örgütlenip saldırmaları riskini de doğal olarak göz ardı etmiyorlar. Dolayısıyla tam bir ordu oluşmadan silah teslimine yanaşmıyorlar. Ancak sebep elbette bundan ibaret değil. Eski dönemden beri işsizliğin yaygın olduğu ülkede ellerine silah geçirip savaşmış insanlar şimdi bu silahları vermeden önce bir iş sahibi olmak istiyor.
Son günlerde ordu ve polis teşkilatlarının oluşturulması çerçevesinde bazı ülkelerle eğitim ve benzeri konularda anlaşmalar yapılmış bulunuyor. Yıllarca örgütlenmesine izin verilmeyen ve baskı ile yönetilen insanların birdenbire askerî organizasyonlar ve güçlü bir ordu kurmalarını beklemek gerçekçi değil. Bu nedenle dışarıdan yardım alarak oluşturulmak istenmesini emperyalist işgalin bir parçası olarak görmek de doğru değil.
Ancak ne kadar güçlü bir ordu kurulsa da Libya'nın başka ülkelerle karşılaştırılamayacak derecede kendine özgü özelliklerinden biri olan Mısır, Sudan, Çad, Nijer ve Cezayir ile olan geniş ve çoğunlukla yaşama elverişli olmayan Sahra Çölünün bu ülkeler arasında bölünmüş sınırlarını tam korumak âdeta imkânsız. Binlerce kilometrelik Sahra Çölünün bu insansız kısımlarından değişik amaçlarla geçecek olanlara, sınırlardan kaçanlara, ticari eşya kaçıranlara, iş bulmak için kaçanlara karşı henüz bir çözüm bulunmuş değil.
Komşu ülkelerle sınırlardaki bu kendine özgü sorunların yanında önemli bir sorun daha yaşanıyor. Bu da Kaddafi'nin oğlu ve yandaşlarının çevre ülkelere sığınmaları konusu. Kaddafi'nin yüklü miktarda para harcadığı bu ülkeler 17 Şubat muhalefet hareketini desteklemekte uzun süre tereddütlü davrandılar. Daha sonra da Kaddafi yanlılarından kaçanlara kucak açtılar. Kaddafi'nin çok sayıda sabıkası olan oğullarından Sadi Kaddafi, Nijer'den yeni bir ‘intifada’ çağrısı yapacak kadar kendini güvende hissediyordu. Nitekim 25 Şubat'ta Mustafa Abdulcelil komşu ülkeleri bu konuda yeniden uyarma ihtiyacı duydu.
Mustafa Abdulcelil'in uyarısı suçluların iadesi veya faaliyetlerinin engellenmesi konusunda etkili olabilir ancak medya konusunda bunu söylemek kolay değil. Kaddafi yanlılarının şimdilik bir medya aracı yok ancak her an için yayına başlama imkânları bulunuyor. Nitekim Mısır’a ait Nilasat uydusu üzerinden geçen ay kısa bir süre Cemahiriye Televizyonu yayın yaptığında iki ülke arasında büyük krize neden oldu. Mısır olmasa da Kaddafi yanlılarının Batı ülkeleri üzerinden TV, radyo, internet yayınlarına başlamaları mümkündür. Eski düzen savunucularının bir televizyona sahip olmalarına Libyalıların şimdiden hazır olmaları gerekiyor. Kaddafi dönemindeki kirli çarktan yararlanan, bu çark sayesinde önemli miktarda sermayeye gayrimeşru olarak sahip olanlar ellerinde hâlâ var olan bu imkânları şer amaçları etrafında bir araya getirip örgütlenebilir, televizyon açabilirler, gazete yayınlayabilirler. Bu durumda yeni sistemin muhalefete ve eleştirilere açık olması gerekir.
Yıldırma ve yok etme yöntemi Kaddafi tarafından uygulandığında nasıl ters teptiyse, yeni dönemde de olumlu sonuç veren bir uygulama olması beklenemez. Şimdiden kesin bir şey söylemek zor, ancak oluşturulacak ve Kaddafi yanlısı olmakla bilinecek bir örgütlenmenin temelinde intikam duygusu hâkim olacaktır. Kimseye örgütlenme izni vermeyen, farklı bir yapılanma hissedilince sorumluları ölümle cezalandıran bir zihniyetin sahiplerinin şimdi bu özgürlükten yararlanmak istemesi ise ibretlik bir durum arz etmekte.
Bir yandan komşu ülkelerle bu sorunlar yaşanırken diğer yandan başka ülkelerle var olan sorunlardan biri de dondurulan paraların geri verilmesi konusudur. Amerika 24 Şubat’ta bir yıllığına ambargonun devamını yeniden onayladı. Daha önce Hollanda da Libyalılara ait paraları geri ödememek için son kullanma tarihi geçmiş aşılarla borcunu ödemeye çalışmıştı.
İnsan Hakları İhlalleri
Komplo teorilerine inanan ya da Libya'da eninde sonunda her şeyin ortaya çıkacağı ve bütün olup bitenlerin bir senaryodan ibaret olduğuna inananların sarılabilecekleri bir malzeme olarak işkence iddiaları önemli yer tutuyor. Bilindiği gibi Kaddafi güçlerinden Libya'yı kurtarma savaşı veren siviller Kaddafi'den ayrılan askerlerle birlikte aylarca süren bir savaştan sonra nihayet kontrolü ele geçirdi. Bir sistem tamamen alt üst olmuştu. Örneğin esir alınan askerler nerede tutulacaktı? Silahlı gruplar esir aldıkları şüphelileri kimi zaman okullarda kimi zaman resmi binalarda ve hatta kimi zaman evlerde hapsettiler.
Tutuklular, muhalifleri öldürmek, cephede savaşıyor gibi görünüp Kaddafi güçlerine haber ulaştırmak, tecavüz gibi çeşitli suçlardan içerdeler. Sistem kurulup açılacak tutukevlerine devredilene kadar bu mekânlarda bekletiliyorlar. Ancak bu geçiş aşaması uzadıkça kötü muamele gibi yeni sorunlar da ortaya çıkmaya başladı. Esir edilen askerlere kötü muamele nihayet Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütlerin de dikkatini çekti ve bu konuda Geçici Milli Meclis eleştiri yağmuruna tutuldu. Bu durumun diğer birçok sorun gibi kısa sürede çözülmesi mümkün görünmese de sevindirici olan tarafı, sorumluların olayı örtbas etmek yerine konunun soruşturulacağına söz vermeleri.
Diğer yandan bu tür durumlardan haberdar olunmasında medyanın yeri yadsınamaz. İşkence iddiaları Libya'daki insan hakları örgütleri tarafından dile getirildi, Libya basınında da hiç tereddüt edilmeden aktarıldı. Trablus'ta iki yüze yakın gazete, 15 televizyon kanalı ve çok sayıda radyo yayın yapıyor. Geçici Milli Meclis ve yeni kurulan el-Kib Hükümeti ortaya atılan iddia ve dedikodulara karşı bir önlem olarak resmi Libya Televizyonu aracılığıyla gerek gördüklerinde açıklama yapıyorlar. Bilindiği gibi Kaddafi döneminde olumsuz gelişmeler ve her türlü toplumsal huzuru bozan olayların haber yapılması yasaktı. Medyada bu tür haberlerin olmaması gerçekte yaşanmadığı ve dolayısıyla mutlak bir güvenlik ve refah olduğu intibaını uyandırıyordu. Gerçi toplumsal yapısındaki özelliklerden dolayı tamamen saklanması imkânsızdı ancak Kaddafi döneminde gazetelerde olumsuz bir haber bulmak da zordu. Cinayetler, çatışmalar yok sayılıyordu. Ancak devrimden sonra her şey medyaya yansıyınca sanki olaylar da devrimle birlikte artmış gibi bir izlenim uyanıyor.
Olayların başında Kaddafi yönetimi hapishanelerde bulunan çok sayıda adli mahkûmu serbest bırakıp yerine binlerce muhalifi koymuştu. Devrimle birlikte yargı sistemi de felç olduğundan Bingazi'de küçük bir grubun dışında henüz hiçbiri yargı önüne çıkarılmış değil.
Kaddafi yanlılarının, güç ellerinde iken yaptıkları zulümler anlatılamayacak kadar acımasızdı. Bu zulme muhatap olanlardan bazıları ise ellerine fırsat geçince intikam hissiyle ne yazık ki düşmanları kadar acımasızlaştılar. Bunun elbette savunulacak bir tarafı yok. Kaddafi yandaşları bir askerî nizam olarak ve yıllardır ülkenin her tarafında bunu yaparken muhaliflerin yaptıkları işkence ve kötü muameleler yaygın ve sistematik değil, üstelik de sorumlu mevkidekiler bunu önleyeceklerine söz vermiş bulunuyor. Ayrıca temelde bu, otorite boşluğundan ve sistemin henüz kurulmamış olmasından kaynaklanıyor. Libya’daki mahpuslara kötü muamele yapıldığından hareketle yeri göğü inletenler Batı ülkelerindeki kötü hapishane şartlarını göz ardı ediyor. Örneğin Amerikan senatörü John Maccain’in 22 Şubat’ta geldiği Libya'da hapishanelerdeki kötü şartlardan bahsederken Guantanamo'yu veya Irak ve Afganistan'da Amerikan askerlerinin yaptığı iğrençlikleri unutması trajikomik bir körlükten başka bir şey değil.
İnsan hakları ile ilgili ihlaller sadece mahpuslar ile ilgili yaşanmıyor. Bunun yanında yerlerinden sürülenler de bulunuyor. Bunların başında Mısrata'nın güneydoğusunda bulunan Tavırga bölgesi geliyor. Tavırga konusu Mısrata'nın çektiği acılarla birlikte baştan beri gündeme geldi. Savaş esnasında Tavırga’dan gelen birçok haberden bir tanesinde Tavırgalıların hepsinin evlerine çekildiği ve sanki teslim olmuş numarası yaptığı, muhalifler şehre girince evlerden birdenbire çıkan askerlerin çok sayıda muhalifi öldürdüğü söylenmişti. Mısrata silahlı grupları üstün gelince intikam almaya çalıştı ve acımasızlıkta düşmanlarından geri kalmadı. Şehir boşaldı. Binlerce insan başka şehirlerde kamplarda yaşamaya başladı. Bu acı o günden beri devam ediyor. Ancak 25 Şubat’ta kurulan barış komitesi ve yaklaşık bin kişinin katıldığı barış mitinginden sonra acıların sarılacağı umutları yeşermeye başladı. Tavırga olayı aynı zamanda siyah derili insanlara yönelik ayrımcılık açısından da ele alınmalıdır. Zira bu yönde de çok hata işleniyor. Libya'da eskiden beri bazı insanlarda siyah derili insanlara özellikle Libya yerlisi değilse ayrımcılık yapılıyor. Bunu kanıtlayacak bazı vakıalara bizzat kendim şahit oldum.
Seçim Kanunu
3 Ağustos 2011'de ilan edilen geçici anayasaya göre Seçim Kanununun ilanından itibaren 6 ay içinde genel seçimlerin yapılması gerekiyor. Bu anayasa, hangi siyasi sistemin uygulanacağını beyan etmiyor. Libya’da siyasi sistemin nasıl olacağı henüz belli değil. Parlamenter sistem, başkanlık sistemi veya her iki sistemin karışımı bir düzen tartışılıyor. Bunun yanında federalizm ve yerel yönetimler konusu da gündemde. Bazıları yerel meclisler yoluyla seçilmiş belediyelerce her bölgenin veya belediyenin yönetilmesini kabileciliğin zayıflatılmasının bir yolu olarak görüyorken bazıları da birbirinden çok uzak bulunan bölgelerin federal bölgelerce yönetilmesinin ülke şartlarına daha uygun olduğunu öne sürüyor. Nitekim şimdiden yerel meclisler eğitim, bankacılık, sağlık gibi hemen her konuda söz sahibi olmak istiyor. Derne'de bu nedenle bir banka basıldı, banka herkese 200 dinar vermeyince yerel meclis buna itirazen kapatıldı. Yerel meclislerin veya federalizmin istenmesinin temelinde "kendi bölgelerinin dışlandığı" iddiası yer alıyor. Örneğin Yusuf Mankuş'un genelkurmay başkanlığına atanmasına yapılan itirazlarıyla ünlü Bregalılar hükümette hiçbir bakanın Bregalı olmadığını dolayısıyla genelkurmay başkanının kendilerinden seçilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı.
28 Ocak 2012'de, anayasayı da hazırlayacak olan Millet Meclisinin seçimi için daha önce hazırlanan ve tekrar düzeltilen kanun kabul edildi. Buna göre 80 aday, partilerin veya siyasi organizasyonların önerdiği listelerden, 120 aday ise bağımsız olarak seçilecek. Kanundaki bağımsız adaylar konusunun hâlihazırda kurulmuş bulunan altmıştan fazla parti içinde, seçim için en hazırlıklı olan ve çoğunluğu elde etme ihtimali bulunan İhvan-ı Müslimin'in daha ilk başta belirleyici bir konum elde etmesini önlemek amacıyla mecliste bulunan liberal ve laik üyelerin ısrarı sonucu kabul edildiği iddia ediliyor. Diğer yandan bu, kabilelerin hükmetmesini önlemeye yönelik bir girişim olarak değerlendiriliyor. Ancak bu bireylerin de nihayetinde birer kabileye bağlı olduğu veya seçilecek bağımsız adayların da İhvan üyesi olma ihtimalini değerlendirirsek laik ve liberal kesimler açısından bir önlem olarak bunun kullanılması pek de çözüm olmayacak gibi gözüküyor. İhvan-ı Müslimin ise partileşmeyeceğini açıklamış durumda.
Bir komisyon tarafından hazırlanan ve kamuoyuna sunulan seçim kanunu üzerinden yoğun tartışmalar yaşandı. İslamcıların etkin isimlerinden Ali Sallabi seçim kanunu tasarısının kapsamlı olmadığını, bazı kesimleri dışladığını, kadınlara yüzde on kota ayrılmasının da yanlış olduğunu, seçimi kazanan kadın sayısı kaç olursa olsun meclise girmeleri gerektiğini iddia etti. Şeyh Sadık Gıryani ise kadınlara yüzde on kota ayrılması ile ilgili maddenin yanlış anlaşılabileceğini, ayrıca Libya vatandaşlığı konusunda ise Ubari'de vatandaşlık verilmediği halde Libya'da yaşayan çok sayıda Tuareg olduğunu hatırlattı. 15 Ocak’ta on iki İslamcı partinin temsilcileri seçim kanun taslağının kabile temelli ve zenginleri kayırıcı özelliğinden dolayı kabul edilemez olduğunu beyan ettiler. Buna göre bağımsız adaylar kabileciliği kullanarak kazanmaya çalışacaklardı ve bunu da önlemek gerekiyordu. Bunun yolu da adayların partiler yoluyla seçime girmelerini sağlamaktı.
Nihayet bazı değişiklikler yapılarak kanun açıklandı. Seçimlerin serbest, doğrudan ve gizli oylama ile yapılması seçmenlerin 18 yaşından büyük olması, aday olmak için ise mevcut Geçici Milli Meclis üyesi olmama şartı getirilmiş. 21 Şubat’ta Yüksek Seçim Kurulu Başkanı seçimlerin zamanında yapılacağını söyledi. Seçimler için Avrupa Birliği ve birçok ülke yardım önermiş durumda. Anayasayı hazırlayacak meclis üyelerinin seçiminde yine İslamcıların önde yer alacağı tahmin ediliyor. Ancak İslamcılar da homojen bir topluluk değil. Çeşitli İslamcı akımlar mevcut.
Libya’daki İslamcı Akımlar
Kaddafi yönetimine karşı çoğunluğunu İslamcıların oluşturduğu muhalif güçler yıllarca sindirildi. Ancak yurtdışında veya gizli de olsa İslami bir muhalefet akımı varlığını devam ettirdi. Nihayet 17 Şubat’ta da öncü rol bu kesimlerin elindeydi. Devrimin temel bileşenlerinden biri ve belki de birincisi bu kesimdir. Nitekim bu özelliğinden dolayı Libya devrimini ‘Tekbir Devrimi’ veya ‘Şehitler Devrimi’ diye adlandıranlar var. Devrim esnasında görüldüğü gibi 17 Şubat hareketi cami merkezliydi. Liderleri, savaşanların çoğu Kur'an’ı hıfzetmişti. Nitekim 17 Şubat ismi de buradan geliyor. 17 Şubat 2006 yılında Bingazi'de Hz. Peygamber’e hakaret içeren karikatürleri protesto etmek için düzenlenen gösterinin Kaddafi güçlerince kanlı bir şekilde bastırılmasının yıldönümü devrimin başlangıcı olarak kabul edilmiş.
Mısır, Tunus ve Fas'ta seçimlerden İslamcıların birinci çıkması sonrası Libya'da Haziran ayında yapılacak seçimlerde de İslamcıların muzaffer çıkması bekleniyor. Libya İhvanı en örgütlü cemaat olduğu için Libya içindeki azınlıkta olan laik ve liberallerin tepkisini çekiyor. Laik ve liberal azınlık, İhvan’ın geçen yıllar boyunca ödediği bedelleri görmezden geliyor ve yıllarca ancak Libya dışında ve çok gizlice örgütlenebilen İhvan’ın yurt dışında örgütlenmesinin asıl sebebini göz ardı ederek şimdi ülkeye dönmelerini tepkiyle karşılıyor. İhvan'ın ‘dışarıdan’ geldiğini iddia ediyor. İkinci olarak bir kısmı da İhvan'ın Kaddafi döneminde attığı bazı adımları İhvan'ın Kaddaficiliği şeklinde lanse ediyorlar.
İhvan-ı Müslimin dışında da şu an Libya'da etkili bazı İslami yapılar mevcut. 13 Şubat 2012 tarihinde el-Cezire'de yayınlanan "El Umk" programında İslamcılar sekiz kısımda ele alınıyor. Bu sekiz grubu ulaşabildiğimiz başka bilgilerle destekleyerek aktaralım:
1- İhvan-ı Müslimin: Kaddafi döneminde birçok üyesi gözaltına alındı ve idam edildi. 2005 yılında bir kısmı serbest bırakıldı.
2- Değişim İçin Libya Hareketi: Lideri Abdulhekim Belhac. Kökleri üniversite öğrencilerinin kurduğu örgütlere dayanıyor. Libyalı Mücahitler ismiyle biliniyordu. 1990’lı yıllarda Kaddafi yönetimi ile sıkı bir mücadeleye giriştiler. Gizlice kurdukları kamplar Kaddafi güçlerince bombalanıp yok edildi. Mahpus olanların büyük kısmı 2009’da serbest bırakıldı.
3- İlmi Selefiler: Çoğunlukla Trablus’ta örgütlenmişlerdir. Bazıları 17 Şubat devrimine karşı çıktı. Bunlardan Kaddafi'yi "ulul emr" olarak kabul edenler var. Örgüt bazı ünlü türbeleri şu ana kadar yıkmış bulunuyor. Hatta türbe yıkmakla da yetinmeyip örneğin Allame Muhammed Safrani, Kral İdris ve ailesinin kemikleri çıkarıldı. Onlarca silahlı kişi bir Cuma günü erkenden Bingazi’nin batısında 20 km uzaklıktaki Bufahıra bölgesindeki bir türbeyi yıktı. Bir Libya gazetesine yaptıkları açıklamada bu faaliyetlerinin bütün türbeler yok edilene kadar devam edeceğini söylediler.
Vakıflar ve İslami İşler Bakanlığı Bingazi Temsilciliği ise yıkımları kınayarak ülke güvenliğini bozmak ve fitne yaymak isteyen şer güçlerin Libya'yı gözetlediklerini ve bu türbe yıkmaların ülkeyi hesap edilmemiş bir kötü sürece sürükleme ihtimali bulunduğunu açıkladı. Mustafa Abdulcelil'in bütün bu yaşananlara karşılık 1 Şubat’ta “mutedil İslam”dan bahsettiği söylenebilir. Nitekim Abdulcelil, Mısrata'da 17 Şubat kutlamaları münasebetiyle katıldığı etkinliklerde yaptığı konuşmada "Bazı dinî cemaatler tarafından mezarların yıkılması ve kemiklerin çıkarılması Müftünün fetvası uyarınca da dinî ve şer'i olarak haramdır. Türbe inşa etmenin ve süslemenin haram olduğuna inanan olsa bile mezarları deşmek haramdır. Bu mezar Müslümanlara da ait olsa Hıristiyanlara da ait olsa bu iş haramdır. Uygun değildir ve bu zor zamanda devrime zarar vermektedir. Bu faaliyetleri üslenen kardeşlerimi derhal bundan vazgeçmeye davet ediyorum. Aksi takdirde kanuni takibat, Allah ve Resulü ve halk ile karşı karşıya kalacaklardır." dedi.
Demokrasiyi ve seçimleri küfür olarak gören Selefilerin yanında bunları birer araç olarak gören Selefiler de var. Selefilerin çok güçlü bir örgütlenmeleri yok ancak bir kısım bariz kişilerin Selefi olduğu biliniyor. Örneğin Şeyh Sadık Gıryani Selefilerden kabul ediliyor. Bu nedenle Şeyh Sadık Gıryani'nin “Allah’tan başkası için kıyam edilmez!” deyip istiklal marşı için ayağa kalkmaması da öylesine söylenmiş bir söz değil.
4- Cihadi Selefiler: 1990’lı yıllarda diğer İslamcı örgütlerin arasından sivrildiler.
5- Hizb-ut Tahrir: Kökleri çok eskiye dayanıyor. Kaddafi döneminde birçok üyesi hapsedildi. 17 Şubat’ta bir kısmı devrime katıldı.
6- El Kaide: Bazıları Mali'deki eğitim kamplarından Libya'ya ulaştı ve çok az da olsa Libya’nın doğusunda var olduğu iddia ediliyor.
7- Sufiler: Libya’da onlarca sufi grup var. Özellikle Trablus'ta İlmi Selefilerle sürekli sürtüşme içindedirler. Türbe yıkan Selefilere karşılık mevlid kutlaması yaparken tef çalan, çam ağacı süsleyen, havai fişek patlatan sufiler de bulunuyor. Ses çıkarmak amacıyla atılan patlayıcılar nedeniyle mevlid münasebetiyle yapılan etkinliklerde çok sayıda kişi yaralandı.
8- Davet ve Tebliğ: En önemli şahsiyetlerinden Mebruk Gays el-Medhun seksenli yıllarda yurt dışında suikastla öldürüldükten sonra giderek zayıfladı.
Başta Sadık Gıryani olmak üzere toplum üzerinde âlimlerin etkisi de dikkate değer. Sadık Gıryani Aralık ayı sonunda, Guinness Rekorlar Kitabına girmek için düzenlenmek istenen 22 bin kişilik yemeğe fetva vermediği için yemek iptal edildi. Bir diğer örnek de Mustafa Abdulcelil'e yapılan saldırı esnasında yaşandı. Bir süreden beri Libya Geçici Milli Meclisinin Bingazi'deki merkezi önünde eylem yapan şehit, kayıp ve yaralı yakınlarından bazıları 21 Ocak Cumartesi günü el bombaları ve boş şişe fırlatarak merkezin kapı ve camlarını kırdı, dışarıda bulunan ve Meclis Başkanı Abdulcelil’e ait olduğu öne sürülen aracı da tahrip etti. Kızgın kalabalığa konuşmak isteyen Abdulcelil'in konuşması atılan şişeler yüzünden kesildi. Ancak kalabalık Bingazi'deki önde gelen şahsiyetlerinden Libya Âlimler Kurulu Başkanı Gays Fahri, Eşref el-Mağribi, Miftah el-Fercani, Fadil el-Berasi'nin de aralarında bulunduğu bir grup önde gelen dinî şahsiyetlerin araya girmesiyle Abdulcelil'in ayrılmasına izin verdi. Ayrıca Gıryan ve Asabia bölgeleri arasında olduğu gibi silahlı gruplar arasında meydana gelen çatışmalar çoğu zaman kabile ileri gelenleri ve din adamları aracılığıyla durduruluyor ve taraflar barıştırılıyor. Şeyh Sadık Gıryani'nin, silahlı grupların devletin resmi kurumlarına katılmasının şer'i bir emir olduğunu, bunu yerine getirmeyenlerin veliyyü’l-emre itaatsizlik ettikleri şeklindeki sözlerinin etkili olup olmayacağını da zaman gösterecektir.
Hemen her görüşün sokak gösterileri yoluyla ifade edildiği Libya'da şeriat yanlısı onca gösteriye karşın demokrasi veya laiklik lehine bir tek gösteri yapılmış değil. Şimdilik bu yöndeki başlıca girişim bazı partilerin kurulmuş bulunması ve Mahmud Cibril'in örgütlenme teşebbüslerinden ibaret.
Libya’da meydana gelen gelişmeler ve Libya devriminin başarısı diğer bölge ülkelerinin de ilgiyle izledikleri bir durum. Elbette sadece halklar değil diktatörler de izliyor. Bazı olumsuz gelişmelere rağmen yaşananlar Libya halkına umut vermektedir. Siyasi sistem konusunda henüz netleşen bir şey yoksa da gelişmeler her halükârda İslamcıların etkili olacağı yönünde.
- Geride Hüzün ve Hüsran Kalmasın!
- 28 Şubat Zorbalık Süreci 15. Yılında Bu Defter Hesaplaşmadan Kapanmaz!
- Ya Direnişin Zaferi, Ya Soykırım!
- Suriyeli Muhalifler Tartışmalara Ne Diyor?
- Suriye İntifadasına Karşı İran’ın Çelişkili Tutumu
- Devrimden Devlete Libya: Mevcut Sorunlar ve Aşma İmkânları
- Seçim Sonrası Mısır’da Ilımlı ve Siyasal İslam Tartışmaları
- İstikbar Kâfirlere mi Hastır?
- Kur’an’a Nasıl Döneceğiz? Bugüne Nasıl Geleceğiz?
- Hz. Süleyman’ın Cesetle İmtihanı
- Allah Kimlerle Beraberdir?
- Milli Görüş Çizgisi İslami Bir Hareket midir?
- Sağ Kemalizm Kuşatmasıyla Yüzleşmek
- Timurlenk Karşısında İbn Haldun
- Kıyam Türküsü
- Günün Birinde