Deprem Yardımlarının Uzun Ellileri
Deprem'le enkazın altında kalan Devlet:
Yakın tarihlerde yaşanan orta ve büyük ölçekli her felakette, felakete uğrayan bölgeler afet bölgesi ilan edilirken, hükümet yetkililerine göre yüzyılın felaketi olarak kabullenilen 17 Ağustos depremi sonrası, felaket bölgesinin afet bölgesi ilan edilmemesi ciddi soruları beraberinde taşımışızdır. Her şeyden önce bölgenin afet bölgesi ilan edilmemesi yardım ve kurtarma faaliyetlerinde tam bir plansızlığa yol açmıştır. Devletin deprem bölgesinde uyguladığı, daha doğrusu uygulayamadığı kurtarma ve yardım faaliyeti, bölgedeki gelişmeleri gittikçe vahimleştirmiş ve halen daha da vahimleştirmektedir. Devlet en önemli ilk üç gün deprem bölgesine ulaşamamış ve yardım götüremeyince de sorumluluğu üstünden atmak için başta Kızılay olmak üzere kendi kuruluşlarını suçlama yolunu seçmiştir. Halkı mağdur etmesine rağmen aczini örtebilmek için, sivil insiyatifi kontrol altına almak amacıyla sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini de engellemiştir. Devam eden süreç ise bölgenin afet bölgesi ilan edilmemesinin arkasında beceriksizle izah edilemeyecek başka hesapların yattığını göstermiştir.
1997 Haziran'ın da çıkan Afet Kanunu'na baktığımızda, afetlerden zarar görenlerin afet yılı ve izleyen yıla ait Gelir, Kurumlar ve Geçici Vergi'lerinin silinmesini, tahsil edilmişlerininde iade edilmesini gerektirdiğini görmekteyiz. Hükümetin bu konudaki tavrını incelediğimizde karşımıza tam anlamıyla tavşana kaç, tazıya tut politikası çıkmaktadır. Hükümet sözcüleri ve sorumlu bakanlar depremden zarar gören mükelleflerin vergi ve diğer borçlarını lütfedip ertelediklerini açıklarken, nedense bankalar bir yana, SSK bile sigorta primlerini ödeyemeyen deprem mağdurlarına ceza tahakkuk ettiriyordu.
Dahası felaketin ilk haftalarında Başbakanlığın Kriz Merkezinin uyguladığı ve arka planındaki gerçekler incelendiğinde insaf sahibi her insanın midesini bulandıran politikalar uygulanmıştır. İlk haftalar içinde Başbakanlık'ın açıklamalarına göre yirmi bine yaklaşan ve süren artışla yirmi bini aşacağı kesin olan deprem sonrası ölü sayısı birden onikibinler gibi bir sayıya indirilmişti. Daha sonraki açıklamalarda iyice düşen artış oranı eski sayısına ulaşamamış ve onbeş onaltı binlerde kalmıştır. Elbetteki kimsenin ölü sayısının niye daha fazla olmadığı gibi bir soru sormaya hakkı yoktur. Ancak, bizzat Cumhurbaşkanı ve Bakanlar'ın açıklamalarında beyan ettikleri tahmini ölü sayısının, resmi rakamların üstünde olduğu görülmüştür. Fakat Kriz Merkezinin depremdeki resmi ölü sayısını yirmibinin altında tutmak için gayet açık bir çaba sarfetdiği ortadadır. Bir yandan da devletin Avrupa'yla imzaladığı ve afete uğrayan bir bölgede ölü sayısının yirmi bini aşması halinde afet bölgesini on yıl her türlü vergiden muaf tutan bir anlaşmanın olması her insaf sahibi insanın midesini bulandıran bu kokuları iyice artırmıştır.
Bu arada hükümet, deprem bölgesine yapılacak yardımların ayni değil nakdi olarak kendisine yapılmasını istemiştir. Fakat yapılan büyük miktardaki yurt içi ve yurt dışı yardımlara karşın, ortada çeşitli nedenlerle devlet tarafından yürütülen dişe dokunur bir yardım faaliyeti görülmemiştir. Bunun üzerine daha önce içinde şu anki hükümetin üyelerinin de olduğu halde yapılan yolsuzluklara bakılıp, gündeme getirilen suçlamalar üzerine hükümet yetkilileri, bir savunma psikolojisine girmiş ve yardım için toplanan paraların bankalarda olduğunu ve daha bir lirasının bile harcanmadığını açıklamışlardı. Aslında hükümet yetkilileri yaptıkları bu açıklamayla yardım parasının hiç bir iş yapmadıklarından dolayı bir lirasını bile yeme fırsatlarının olamayacağını söylemek istiyorlardı. Fakat yardım için gelen bu paranın perişan haldeki depremzedeler için kullanılmaması özrü kabahatinden büyük bir savunma olurken, kullanılmayan paranın amacı dışında kullanılabileceği ihtimalini de kuvvetlendiriyordu.
2000 yılının bütçesinin hazırlandığı sıralarda 15 Ekim 99 Cuma günü Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal'ın gönderilen yardım parasının 500 milyon dolarının kamu çalışanlarının maaşlarının ödenmesinde kullanıldığını açıklaması yardım parasının akibetinden şüphelenenlerin son derece haklı olduğu gerçeğini kanıtlıyordu. Yani deprem mağduru halka yardım etmesi gereken devlet yardım etmek bir yana, kanuni hakkı olan vergi muafiyetini görmezden gelip, yapılan yardımları engellemiş bir yandan da deprem mağduru olduğundan borcunu ödeyemeyen depremzedeye haciz bile göndermişti. Bu sürecin üzerine tuz biber eken hükümetin son icraatı ise, bizzat Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal'ın açıklamasıyla, Hazinenin depremi fırsat bilerek yardım edilmesi için gönderilen parayı kendi açıklarını kapatmak için kullandığının ortaya çıkmasıydı.
Öte yandan halkın gözünde meşruiyetini iyice kaybeden devlet açısından deprem, kaybettiği meşruiyetini yeniden güçlendirebilme açısından büyük bir fırsattı. Fakat yukarda çok az kısmını özetlediğimiz hükümetin bu uygulamaları sonucu bizzat devletin kendisi enkazın altında kalmıştır. Devlete depremle birlikte yakaladığı bu fırsatı kaçırtıp ve meşruiyetini iyice kaybettiren bu politikasına yol açan nedenleri hükümetin 17 Ekim 99 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) sunduğu 2000 yılı bütçe taslağı ile ekonominin içine sokulduğu kriz yeterince ortaya koymaktadır.
Bütçe tasarısının çıkardığı tablo:
17 Ekim'de TBMM'ne sunulan 2000 yılı bütçe tasarısıyla ilgili olarak Maliye Bakanı Sümer Oral ertesi gün basın toplantısıyla açıklama yaptı. Tasarı hazırlanırken hükümetin içindeki bakanların bile "IMF'nin hazırladığı bütçe" olarak eleştirdiği, yeni bütçe tasarısı daha şimdiden bir faiz ödeme bütçesi olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Bakanın açıklamasına göre yeni bütçe 46 katrilyon 968 trilyon lira, olarak öngörülmüştür, iyimser bir tahminle hükümetin varsaydığı 32 katrilyon 585 trilyon liralık gelirlerin toplanabildiğini kabul etsek bile ortada daha baştan 14 katrilyon 383 trilyon liralık bir açık söz konusudur. Gene bakan Oral'ın açıklamasına göre bütçenin yaklaşık % 5'i yani 2.4 katrilyon yatırımları ayrılmıştır. Çıkan bu tabloya rağmen öngörülen büyüme hızı %5.5 ve enflasyon ise % 25 olacakmış.
Bakanın açıkladığı bütçe tasarısına göre hükümet vergi, özelleştirme ve diğer gelirler toplamına göre geçen seneye göre gelirlerdeki toplam artış hedefini % 81 olarak varsaydığı ortaya çıktı. Bizzat Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından yayınlanan yılın üçüncü çeyreğine ilişkin Konjonktür Değerlendirme Raporun da 1999 yılında GSMH'nın yani ekonominin büyümesinin % 1.5-2 civarında negatifte olduğu açıklanmıştı. Yani bizzat DPT bile ekonominin % 1.5-2 küçüleceğini hesaplarken, hükümet küçülen bu ekonomiden alay eder gibi % 81'lik bir gelir artışı üzerine bütçe hesabını kurmuştur. Yani hükümet, meclise bizzat hükümet üyelerinin bile hedeflerine varacağına inanmadığı ve bazı bakanların IMF'nin talimatları doğrultusunda hazırlanan bütçe olarak eleştirdiği bir bütçe taslağını sunmuştur.
Bütçedeki en büyük harcama kalemi ise her zamanki gibi borç faizlerine ayrılmıştır. Maliye bakanının açıklamasına baktığımızda hükümetin hesabı tutarsa 2000 yılı bütçesinde 6.7 katrilyon faiz dışı bütçe fazlası olacakmış. Bunun anlamı ise yaklaşık olarak 32.6 katrilyon olacağı varsayılan bütçe gelirlerinin 25.9 katrilyonluk kısmı alınan borçların faizlerine ödeneceğidir. Yani hükümet hesapları tutabilirse yeni yılda sağlamayı düşündüğü her 100 TL'nin 79 TL'siyle aldığı borçların faizlerini ödemeyi hayal etmektedir.
Devletin ülkeyi soktuğu ekonomik batağa baktığımızda aklı selim sahibi hiç kimse alınan borçların ödenebileceğini iddia edebilecek bir durumda değildir. Alınan eski borçların ana paraları, alınan yeni borçlarla ödenmektedir. Sistemin sürekli yaptığı çeşitli yolsuzluk yöntemleriyle iyice artırılan yağma ülkenin iktidara kim gelirse gelsin değişmez bir gerçeği halini aldığından alınan iç ve dış borçlar iyice artmıştır. Ve 99 Şubat'ına geldiğimizde sadece dış borçların toplamı 100 milyar Amerikan dolarını da geçmişti.
Süren bu yağmayla iyice kabaran iç ve dış borçlarla devletin hazinesi normalde yapması gereken ülkenin gelirleriyle, giderlerini karşılaması gereken asıl işlevini kaybetmiştir. Hazine artık eski borçları karşılayabilmek için, sürekli borç arayan, bunun için IMF gibi egemenlere avuç açarken, bir yandan da yaptığı ihalelerde yüksek faizle tahvil ve bono satarak daha önceki iç borç, personel maaşı gibi devlet harcamalarını karşılamaya çalışmaktadır. İşleyen bu süreç sonucu ekonomi son derece ciddi bir kısır döngüye girmiştir. Sermaye kesimi hazinenin sattığı tahvil ve bonolara para yatırarak risksiz yüksek gelir elde etmeye başlamışlardır. Böylece fiilen vergiden muaf son derece güçlü bir rantiye sınıfı oluşmuş, sermaye yatırıma gitmediğinden işsizlik artmış ve ülke ağır bir ekonomik krize girmiştir. Sistemin işleyişiyle girilen bu kriz nedeniyle azalan gelirler ve artan borçlar sayesinde gelinen nokta ortadadır. Hükümet alınan borçların faizlerini bile, hiç de gerçekçi olmayan tahminlere göre sağlanacağı varsayılan bütçe gelirlerin ancak % 79'uyla ödemeyi hesap etmektedir. Ve dahası bütçe tasarısında birazcık ekonomi ve matematik bilgisi olanın bile rahatça anlayabileceği tutarsızlıklar ayan beyan ortadadır.
Her şeyden önce yukarda belirttiğimiz gibi küçülen, vergi dışı bırakılan büyük bir rantiye kesiminin soyduğu ve depremle iyice sarsılan ekonomiye sahip olan bir ülkede bir sonraki yıl için akıldışı bir tahminle % 81'lik bir bütçe gelir artışı varsayılmıştır. Sağlanması imkansız bu gerçeklere rağmen devletin bu gelirleri toplayıp gelecek yıl için uygun harcamalarla bütçedeki hedeflerini sağladığını varsaysak bile ortada ciddi çelişkiler vardır. Örneğin: Hükümet 32 katrilyon 585 trilyon liralık bir bütçe geliriyle birlikte 14 katrilyon 383 trilyon liralık bir bütçe açığı öngörmüştür. Yani bütçe açığıyla bütçe gelirlerinin oranına baktığımızda hükümetin % 44'lük bir deflatör oranı belirlemesine rağmen ve batmış bu ekonominin bütçe açıklarını kapamak gibi bir sebeple akıl sahibi hiç kimsenin borç vermeyeceği ortadayken, % 25'lik enflasyon oranı gibi matematik bilimi açısından imkansız bir hedef belirlenmiştir.
Yani yukarda belirttiğimiz gibi hükümetin kendisi bile tuttuğu takdirde aldığı kararlarla çizdiği pembe tablonun ortaya çıkmayacağının farkındadır. Buna rağmen tabii ki önümüzdeki sene enflasyon % 25 olacağı varsayıldığından kamu çalışanına ilk altı ay için % 15 ikinci altı ay için % 10 zam yapılarak enflasyona ezdirilmeyeceği bakanlar tarafından açıklanmıştı. Maliye bakanı Oral 18 Ekim'de yaptığı açıklamada yukarıdaki açık hesaba baktığımızda şimdiden tutmayacağı belli olan enflasyon oranları yanılırlarda tutmazsaymış, bunun telafi edileceğini ve memur'a mutlaka gerçekleşecek enflasyonun iki puan üstünde bir zam verileceği yalanını tekrarlamıştır. Yani sürekli devam eden bu komediyle çalışanın milli gelirden alacağı pay her zamanki gibi düşürülmektedir.
Sonuç:
Bu tabloya baktığımızda Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal'ın açıklamasının ülke ekonomisinin gerçeğini ortaya koyduğunu görmekteyiz. Hazinenin içinde bulunduğu durum elbetteki bilinmeyen bir şey değildir. Sonuçta Hazine girdiği bataktan dolayı sadece günü kurtarmaya çalışmaktadır. Büyük üretici ve oluşturduğu rantiye kesiminden vergi almayan devlet açısından yegane gelir kaynağı alınan borçlar sayılmazsa esnaf ve dar gelirli halkın kendisidir.
Depremin meydana geldiği coğrafya incelendiği zaman bölgenin ülkenin sanayi açısından en gelişmiş bölgesi olduğu görülür. Oluşturduğu rantiye ve sermaye kesiminden vergi almayan, aslında vergi adı altında ülke kaynaklarını uluslararası sermayeyle, onun taşeronu yerli rantiyeye sermayeye aktaran devlet açısından çalışanıyla, esnafının son derece yoğun olduğu bu bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi ve ölü sayısının yirmibini geçmesiyle bölgenin vergiden muaf olma hakkını kazanması elbetteki kabul edilebilir bir tavır olamaz. Ekonomik tabloya baktığımızda zaten sıkışan hükümetin deprem öncesi IMF ile yaptığı görüşmelerde harcamaları kısıp, yeni vergi getirme sözü verdiğini görmekteyiz.
Zihniyeti gereği hükümet, harcamaların kısılmasından; memurun enflasyona ezdirilmesi ve bütçe açısından 500 trilyonluk bir yekun tutan vergi iadesi gibi uygulamaların kaldırılmasını anlamaktadır. Devletin afet bölgesindeki uygulamalarını değerlendirdiğimizde deprem bölgesine yapılan harcamaların da kısılması gereken masraflar listesinde değerlendirildiği görülmektedir. Yabancı ülkeler dahi ellerinden geleni yapıp söz verdikleri prefabrik evleri inşaa ederken T.C.'nin dişe dokunur bir faaliyet gerçekleştirememesi bu bakış açısını ortaya koymaktadır. Yani uygulanan politika sadece beceriksizlikle izah edilebilir gibi değildir. Bu politikalar her şeyden önce ülkenin sürüklendiği batağın da temel nedeni olan bir öncelik sorunudur. Elbetteki bu öncelikler içinde halkın ihtiyaçlarının karşılanması egemenlerin çıkarlarıyla örtüşüp örtüşmemesine bağlıdır. Sonuçta hükümet kimliğinin gereği kendinden bekleneni yapmıştır. Sürecin gösterdiği gibi hükümet depremi bile fırsat olarak değerlendirmiş ve çıkaracağına dair IMF'ye önceden söz verdiği vergilere depremi bahane gösterebilmiştir.
Elbette son yaşananlarla süreç tam anlamıyla bir kara mizaha dönmüştür. Daha önce bakanlarının yaptığı ve yardım paralarının harcanmadığı doğrultusundaki açıklamaları unutan Başbakan yapılan yardımların anında deprem bölgesine iletildiğini açıklamıştır. Fakat hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan bile nedense deprem bölgesine gittiğinde devletin değil, hayırseverlerin yaptığı prefabrik konutları hizmete açarken her şeyin devletten beklenmemesi gerektiği yolunda açıklama yapmışlardır. Yalnız nedense devletin yardım yapmaya çalışanları engelleyip, daha ilk yağmurda akan prefabrik konutlar dışında hiçbir faaliyet yürütmediği gerçeğini unutmuşlardır. Aslında Bakan Önal'ın yaptığı itirafla gelir gelmez deprem bölgesinde kullanıldığı iddia edilen fakat nedense hiçbir etkisi görülmeyen yardımların akıbetinin ne olduğunu açıkladığı ortadadır. Devlet Bakanı'nın maaşların ödenmesinde kullanıldığını iddia ettiği IMF yardımı hakkında Başbakanlık tarafından henüz hazinenin kasasına girmediği için harcanamayacağı doğrultusundaki yazılı açıklaması ise sürüp giden kara mizahın son perdesidir.
Başbakanlığın açıklamasıyla hükümetin Hazineye girip çıkan 500 milyon dolar gibi büyük meblağlardan haberi bile olmayan Hazineden sorumlu bir Devlet Bakanına sahip olduğunu öğrenmiş olduk. Aslında bu açıklamayla saklanmaya çalışılan şey, sistemin ekonomik batak yüzünden emperyalistlerin vesayetine iyice girmiş ve meşruiyetini yitirmiş olduğu gerçeğidir.
Ve yine bu açıklamayla, bırakın depremzedelere yardım etmeyi, yardım edenleri engellemeye çalışan (hatta bu yardımlara el koyan), ciddiyetten uzak uyduruk açıklamalarla depremde hayatını yitiren insanların sayısını düşük göstererek, mağdur olan halkın belini doğrultması için gerekli olan insanların en ulvi ve içten duygularıyla verdikleri yardım paralarına dahi el uzatmaktan çekinmeyen bir zihniyet tarafından yönetildiğimizdir. Daha doğrusu sömürülmekte olduğumuz gerçeği saklanılmaya çalışılmaktadır.
- TC, AGİT’i Vural Savaş’la Karşılamaya Hazırlanıyor!
- Kışlalı Olayı 28 Şubat Sürecine Katkıdır!
- Sıradışı Konuşmanın Sıradan Çelişkileri ya da Kemalist Bir Aydının Tutarsızlığı
- Sami Selçuk'un Konuşması ve Global Kuşatma
- Sami Selçuk ve Düzenin Kapsama Alanı
- Şiddetin Kaynağı Devletin Mayasında!
- Başörtüsü Sorunu, Mehmet Kutlular, Merve Kayakçı, Murat Bektaş Olayları
- Fethi Şikaki’yi Rahmetle Anıyoruz
- Ecevit'in ABD Gezisi Çerçevesinde Türk Amerikan İlişkilerindeki Son Gelişmeler
- M.Ü.'de İlk Yasak İlk Protesto
- Marmara Üniversitesi'nde Başörtüsü Direnişi
- Küfürbaz Medya Hesap Verecek
- Tekrar Sınava Gireceğim Tekrar Direnişçi Olacağım
- Türkiye Sarsılmaya Devam Ediyor!
- Satanizm Satanizme Karşı
- Yüksek Lisans ve Doktora Öğrencisi Alımlarında Yeni Yöntemler
- Değişim Tartışmalarında Sivil Toplum Örgütlerinin Oynadıkları Roller
- “Birlikte Yaşama Sanatı Sempozyumu" ya da Ruhaniler Toplantısı
- Sistemin Aynası Cezaevleri
- Ulucanlar Katliamı Susurluğun Devamıdır
- Deprem Yardımlarının Uzun Ellileri
- Enkazın Altından Görünenler
- Sakarya Dayanışma Platformu 'Dostluk ve Dayanışma Gecesi'
- Pakistan'da Askeri Darbe
- Şeyh Ahmet Yasin Filistin "Barış" Sürecine Karşı Cihad İlan Etti