1. YAZARLAR

  2. İbrahim Karagül

  3. Dehşet Senaryosu: Şaron Yüz binlerce Filistinliyi Ürdün’e ve Sina Yarımadası’na Sürgün Edecek!

Dehşet Senaryosu: Şaron Yüz binlerce Filistinliyi Ürdün’e ve Sina Yarımadası’na Sürgün Edecek!

Mart 2003A+A-

Amerika'nın, İngiltere ile birlikte küresel savaşın Ortadoğu cephesinin ilk önemli adımı olarak Irak'ı işgal etmesi, zenginliklerine el koyması, Irak'la ilgili sürecin bütün Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılmasında bir model olarak görülmesi, bölgede Türkiye'nin de dahil olacağı, uzun süreli bir çatışmalar dönemini başlatacak. Dünya, saldırı sonrası Irak topraklarının kaça bölüneceğini, bir Kürt Devleti'nin kurulup kurulmayacağını, Türkiye'nin bu alanda ortaya çıkacak güvenlik sorunlarıyla ne tür bir gelecekle yüzleşeceğini, ABD'nin yanı sıra İngiltere'nin bölgede ne gibi roller üstleneceğini, Irak'ın güneyindeki Şii nüfusun İran'ı daha da güçlendirip güçlendirmeyeceğini, Irak'ın petrol ve doğalgazının nasıl paylaşılacağını, Irak sonrası bölgede ne tür harita değişikliklerinin ortaya çıkacağını tartışırken, işgalin Filistin üzerinde ne tür etkiye neden olacağı konusu yeterince ele alınmıyor. Oysa, yeni küresel savaşın Amerika ve İngiltere ile birlikte üçüncü ortağı olan İsrail, savaş ganimetlerinden en fazla yararlanacak ülke olma yolunda ciddi hazırlıklar yapıyor.

Irak'ın silahsızlandırılması, İsrail'in bölgesel güvenliğinin garanti altına alınması yönünde önemli bir adım olarak ortaya çıkarken, İsrail'in en temel güvenlik sorunu olarak gördüğü Filistin direnişinin yok edilmesi konusunda da Irak'ın işgali tarihi bir fırsat olarak gösteriliyor. Seçimleri kazanarak, saldırgan politikalarını uygulama konusunda zaman kazanan İsrail Başbakanı Ariel Şaron, 11 Eylül sürecini dünyada en iyi değerlendiren kişi olarak, hem Irak'ın geleceğinde hem de Ortadoğu'ya yönelik Amerikan projelerinin yönlendirilmesinde en etkin güç olarak öne çıkıyor. En az Amerika ve İngiltere kadar bölgesel savaş için hazırlıklar yapan Şaron ve ekibi, Irak savaşını İsrail'in ikinci dirilişi olarak görüyor ve bu yönde belirlediği politikalarını Amerikan yönetimine kabul ettirmiş durumda.

Gerek Irak'ın parçalanması, gerek bütün bölgenin silahsızlandırılarak İsrail için muhtemel tehditlerin ortadan kaldırılması ve en önemlisi, Filistinliler için yeni bir yurt ortaya çıkarılarak İsrail'in Filistin sorununu kökünden çözmesi ekseninde hazırlanan politikalar, en az Irak'ın işgali kadar bölgesel dengeleri bozacak tehlikeler içeriyor. Irak'la başlatılan süreç, bir taraftan İran, Suriye ve Lübnan'ı da içine alacak bir tecrit dönemini başlatıp Kuzey Irak nedeniyle Türkiye'nin de içinde bulunacağı bölgesel bir çatışmanın temellerini atarken, diğer taraftan yeni devletlerin ortaya çıkarılmasına, Filistin direnişinin kanlı bir şekilde bastırılmasına ve bugünlerde tartışılan bir vahşet senaryosunun uygulanmasına zemin hazırlıyor. Şaron yönetimi, Irak'ın işgalini bahane ederek ve bu fırsatı kullanarak Filistinliler için toplu bir sürgünün hazırlıklarını yapıyor.

Amerikan askerleri Filistin'de operasyonlara katılıyor

"Filistin'i yeniden yapılandırma" politikasıyla uygulanan şiddet ve sürgün politikasını ABD ve İsrail'in birlikte planlayıp uyguladığı bir gerçek. Aylardır Batı Şeria ve Gazze'de yaşanan katliamların, işgal ve sokağa çıkma yasaklarının, yerleşim bölgelerinin bombalanmasının, bazı bölgelerdeki Filistinlilerin bu yöntemlerle göçe zorlanmasının, yine bu amaçla evlerin yıkılmasının Şaron'un büyük sürgün politikasına hazırlık amacı taşıdığı biliniyor. Bütün bunların Amerikan yönetiminin onayıyla yapılması, Irak'a saldırının gizli gündemi hakkında yeterince ipucu veriyor. Şubat ayının son günlerinde Amerikan askerlerinin, Irak'ta yaşanacak kent savaşlarına hazırlık çerçevesinde Filistin'de operasyonlara katıldığı ortaya çıktı. İsrail askerleriyle birlikte Filistin halkına yönelik şiddet ve katliamlarda Amerikan askerlerinin Filistinlileri kobay olarak kullandığı, ABD özel timlerinin saldırılara katıldığı, İsrail'den gerilla taktikleri öğrendiği, İsrail'in Filistinliler'e yönelik saldırı taktikleri konusunda Amerikan askerlerinin eğitildiği biliniyor.

ABD ve İsrail'in ortak amacı Filistin'de direniş güçlerini yok etmek. Burada edindikleri tecrübeleri Irak'ta, daha sonra Ortadoğu genelinde İslamcı gruplara karşı kullanmak. Batı Şeria'da ve Gazze Şeridi'nde ağır zayiat verdikleri direnişçi güçleri hedef alarak 'Bağımsız Filistin ruhu'nu taşıyanları etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Ardından mevcut Filistin yönetimi tasfiye edilecek, Yaser Arafat'ın direnişçi geleneği ve uluslararası tecrübesi saf dışı bırakılacak. Hamas, İslami Cihad ve diğer direnişçi güçler ortadan kaldırıldıktan sonra, ABD ve İsrail'in seçeceği ve bağımsızlık ruhundan yoksun kişilerden oluşan yeni Filistin yönetimi "atanacak". Daha doğrusu ABD'nin dünyanın birçok bölgesinde yaptığı gibi bir 'şirket hükümeti' kurulacak. Afganistan'da Unocal'ın ve CIA'in adamı Hamid Karzai'nin liderlik yaptığı hükümet gibi bir Filistin yönetimi oluşturulacak. Filistin halkından ziyade ABD ve İsrail'in çıkarlarını önceleyecek bu yönetim, askeri güçle desteklenecek. Hem Ortadoğu'da hem de bütün İslam dünyasında, ABD ve İsrail karşıtı hareketler için ilham kaynağı olan Filistin direniş efsanesi ortadan kaldırılarak, ABD'nin İslam'la savaşına karşı oluşacak tepki dalgasının önü kesilecek. İsrail'in güvenlik problemleri  çözülecek ve daha yayılmacı bir İsrail devleti ortaya çıkarılacak. Filistinliler'e uygulanan Amerikan-İsrail ortak politikalarının çarpıcı örneğini Cenin katliamında gördük. Ardından Cenin senaryoları bütün Filistin'de uygulandı. 

Cenin'de, "susturulan dünya"nın gözleri önünde Amerika ile İsrail'in birlikte planlayıp uyguladıkları  "soykırım", kömürleşmiş çocuk cesetleri, iki hafta sonra bile enkaz altından gelen imdat çığlıkları, torbalara doldurulan parçalanmış vücut parçaları, traktörlerle taşınan cesetler, haritadan silinen bir kasaba, enkaz altındaki yüzlerce ölü, yıkıntılar arasında öldürülen anne/babasını bekleyen çaresiz çocuklar, toplu mezarlara gömülüp üzeri betonla kapatılan kurbanlar, günlerce tedavi edilmeyi bekleyip hayatını kaybeden genç insanlar, kafalarına kurşun sıkılan kadın ve ihtiyarlar, yüzlerce evin enkazından yükselen ölüm kokusu, kaybolan binlerce insan, "temerküz kampları"na toplanan binlerce Filistinli, en temel insani ihtiyaçların karşılanmasına bile izin vermeyen bir "ırkçı rejim", bütün bu "şehitlere" "katil" diyen bir vahşi zihniyet, hapishaneye dönüştürülen bir ülke ve sadece özgürlük ve onur istediği için yaşama hakkı elinden alınan bir ulus... Cenin'den günümüze kadar bu sahneler tekrarlanıp durdu. Bunlar, Amerika'nın "küresel savaş"ının Müslümanları nasıl bir felakete sürüklediğini, devlet terörünün, faşizmin, şiddetin, acımasızlığın, açgözlülüğün, sömürgeciliğin, ırkçılığın ve hukuk tanımazlığın Amerika'nın öngördüğü yeni dünya düzeninin temel prensipleri haline geldiğini, yeni cephelerinin açılmasıyla bu katliamların da devam edeceğini gözler önüne serdi. Afganistan'daki insan kıyımını El Kaide ve bir zamanlar lüks otellerde boru hattı pazarlıkları yaptığı Taliban'ın olumsuz imajı ile kapatan ABD, Filistin'deki soykırımdaki rolünü gizlemek için yoğun çaba sarfediyor. Ancak Arap ülkelerinin BM Güvenlik konseyi'ne sundukları ve Cenin katliamının soruşturulmasını isteyen karar tasarısını engelleyerek vahşetin arkasındaki gücün aslında kendisi olduğunu (bilmeyenler veya gizleyenler için) ifşa etti. İsrail'in Filistin topraklarından derhal çekilmesini, insani yardıma izin verilmesini, bölgede çok uluslu askeri güç konuşlandırılmasını ve Cenin katliamının soruşturulmasını isteyen tasarı Amerika'yı neden endişelendirdi? Cenin katliamının soruşturulması, vahşetin Washington tarafından planlandığını ortaya çıkaracak da ondan. Cenin'le başlayacak soruşturma süreci, Afganistan'daki katliamların soruşturulmasına da kapı aralayacak da ondan. Cenin soruşturması küresel savaş kapsamında açılacak yeni cephelerde ABD  askerinin işleyeceği savaş suçlarını dünyanın daha dikkatle izlemesine yol açacak da ondan. Washington'ın Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluşunu onaylamamasının, Savaş Suçları Mahkemesi'nin kapatılmasını istemesinin,bunları önleyemeyince de bu mahkemeden muaf tutulmasının garanti altına almasının arkasında da bu korku yatıyor. George Bush, Dick Cheney Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle, John Bolton, Ariel Şaron, Şaul Mofaz ve daha niceleri, hiç değilse insanlığın ortak hafızasına insanlık suçluları olarak kazınacaktır.

Bush-Şaron doktrini ve küresel savaşın "Ortadoğu cephesi"

 "Amerika-İngiltere-İsrail üçgeni"nin "küresel hegemonya/kaynak savaşı"nın en önemli ağırlık merkezini oluşturan Ortadoğu cephesi sanıldığı gibi Saddam Hüseyin yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanacak bir süreç değil. Filistin yönetiminin yeniden yapılandırılmasını, Arafat'ın ve özgürlük savaşını ayakta tutan İslami hareketlerin tasfiye edilerek Amerika ve İsrail'in istediği bir Filistin yönetiminin kurulmasını amaçlayan ABD'nin yeni Filistin planı, aslında Bush yönetiminin yeni Ortadoğu planından başka bir şey değil. Tıpkı Filistin'de istenenler gibi, Amerikan yönetimi Doğu Akdeniz'den Basra Körfezi'ne uzanan kuşak üzerindeki bütün ülkelerin yönetimlerinin değiştirilmesini ve "Amerika ile İsrail'in dostu olan kadroların işbaşına getirilmesi"ni amaçlıyor.

Filistin'de devam eden Bush-Şaron işgali ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden yapılandırma planının, daha doğrusu "Bush-Şaron doktrini"nin vahşi yüzünü açıkça ortaya koyuyor. ABD-İsrail ortak planıyla hazırlanan işgaller, Cenin katliamı ve sonrası yaşanan uluslararası skandal, katliamın incelenmesi için bütün tavizleri vermesine rağmen yine de bölgeye bir heyet göndermesine izin verilmeyen Birleşmiş Milletler'in içine düştüğü acziyet ve rezillik, hemen her gün devam eden katliamlar ve hiçbir varlık ortaya koyamayan uluslararası irade, küresel savaşın Filistin'den sonra Irak'ta ve sonrasında bütün bölgelerde neler planladığına dair önemli işaretler içeriyor.

11 Eylül sonrası başlatılan istila hareketi kapsamında İsrail-Filistin savaşının niteliğinin nasıl değiştiğini, Filistin halkının tüm talepleri yok sayılıp krizin Filistin halkının özgürlük ruhunu ve İslamcı kalelerini tasfiye harekatına dönüştürüldüğünü gördük. Irak'a yapılan ABD-İngiliz-İsrail ortak saldırısının ise sadece bu ülkeyi değil, kısa vadede Suriye, Ürdün, Lübnan'ı, orta vadede ise İran, Türkiye ve Suudi Arabistan'ı derinden sarsacak bölgesel bir projenin en önemli adımı olacağını göreceğiz. Kafkaslar, Orta Asya, Güney Asya ve Güneydoğu Asya hattı üzerinde devam eden ekonomik/siyasi/askeri hegemonya savaşı, "Ortadoğu cephesi" ile birleştirilip, bütün bu bölgelerdeki enerji kaynakları üzerinde merkezi bir otorite kurulması amaçlanıyor. Ayrıca, bölge ülkelerinin askeri gücü kırılıp, nükleer kapasitesi kontrol altına alınacak. Muhalif yönetimler devrilip yerine "Amerika'nın dostu yönetimler" daha doğrusu "şirket hükümetleri" kurulacak. Müslümanları bu istila harekatına karşı harekete geçirme potansiyeli taşıyan siyasal oluşumlar tasfiye edilecek.

İran, Irak, Suriye, Lübnan hattı: İsrail Basra Körfezi'ne uzanacak

Aslında, 11 Eylül'den sonra ABD, her hangi bir ülkeye saldırmak için bir gerekçe aramıyor ve bu da yeni uluslararası süreçte yadırganmıyor. ABD'ye yönelik tehlikeleri önceden tespit edip yok etmeye dayalı "Bush doktrini", yani "yakın tehlikenin bertaraf edilmesi" şeklinde özetlenen bir gerekçesi var Washington'ın. Bu politika, yakın ve orta vadede ABD ve İsrail için tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan her ülkeyi hedef alıyor. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin hattı. Yani Basra Körfezi'nden Doğu Akdeniz'e Irak harekatı "Saddam'ın devrilmesi" şeklinde özetlenecek kadar basit değil. Küresel savaş kapsamında ABD'nin Ortadoğu'da kontrol edemediği bir bölge var: "İran, uzanan kuşak, ABD ve İsrail'in ekonomik, siyasi ve askeri denetiminin dışında. Bu bölge yeni Amerikan sömürgeciliğine ve İsrail'in güvenliğine karşı bölgesel muhalefetin merkezi. Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştıracak üç önemli çıkış noktası var: Afganistan-Pakistan hattı, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz. Her üç bölge de birbirini tamamlayan noktalar. Orta Asya ve Ortadoğu enerji kaynakları üzerinde merkezi bir denetim kurulabilmesi için üç bölge üzerinde de merkezi bir kontrol kurulması gerekiyor. Dolayısıyla Afganistan'la başlayan harekatın "Orta Asya-Güney ve Güneydoğu Asya cephesi"nin yoluna devam edebilmesi için Basra Körfezi'nden Doğu Akdeniz'e uzanan bölgenin kesinlikle denetim altına alınması gerekiyor.

İran'dan Lübnan'a uzanan ve Irak, Suriye, Ürdün ve Filistin'i de içine alan bölge önümüzdeki on yılın en büyük çatışma alanlarından biri olacak. Başta Kuzey Irak olmak üzere, Irak, Suriye ve Ürdün'de ciddi sarsıntılar yaşanacak. Kuzey Irak üzerinde artık bir daha Bağdat merkezli bir otorite tesis edilemeyecek. Orta Asya ve Ortadoğu enerji kaynaklarını dünyaya ulaştıracak üç stratejik noktaya, Afganistan-Pakistan, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz'e çok dikkat edilmeli. Bütün bölgesel planlar bu üç nokta üzerinden hareketle yapılıyor. Ortadoğu'da projeler somutlaşmaya başladığında sıranın Güneydoğu Asya'ya geleceğini göreceğiz. İşte Irak'ın işgalinin amacı Basra Körfezi'nden Doğu Akdeniz'e uzanan hattı kontrol altına almak. Bundan en fazla etkilenecek ülkeler ise Suriye, İran ve Türkiye.

Irak planının bir başka amacı daha var. İsrail'in bölgesel etkinliğini Basra Körfezi'ne kadar yaymak ve İran ile Suriye, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayı sabote etmek. "ABD-İsrail ekseni" içinde yer alan iki önemli Müslüman ülke var: Türkiye ve Ürdün. Bu iki ülke yeni Ortadoğu planında en aktif rol oynayacak iki Müslüman ülke. Irak harekatında etkin bir misyon üslenen Ürdün, güvenlik açısında zaten büyük oranda ABD/İsrail denetiminde. Irak'ın parçalanması ya da ABD-İsrail yanlısı bir yönetimin kurulması Ürdün'den sonra bu ülkenin de ekonomik/güvenlik açılarından ABD/İsrail etkinliğine teslim olması demektir. Böylece hem Doğu Akdeniz'den Basra Körfezi'ne kadar ekonomik/askeri koridor açılmış olacak hem de Doğu Akdeniz'de ciddi bir güce dönüşen İsrail, Basra Körfezi'ne kadar uzanacak. Ayrıca bölgesel projelerde birlikte hareket eden İran ile Suriye birbirinden uzaklaştırılacak. Suriye, Ürdün ve Türkiye'den sonra Irak'ın da ABD-İsrail eksenine teslim olmasıyla çepeçevre kuşatılmış olacak. İşte o zaman Suriye'nin teslim olmaktan başka hiçbir çaresi yok. Ya ABD-İsrail'e yönelik muhalif tutumunu yumuşatacak ya da tecrit edilip büyük bir kaosa sürüklenecek. Suriye'den sonra ise gözler İran'a dönecek ve belki de en şiddetli sarsıntı İran üzerinde yaşanacak. ABD-İsrail ekseni bölge ülkelerini birer birer yutuyor ve önündeki bütün engelleri ortadan kaldırıyor.

Küresel mafya düzeni ve yeni Haşimi krallığı

İşgal sonrası Ortadoğu'da geleneksel güç dengelerinin büyük sarsıntı geçireceği, bir çok bölgede haritaların değişeceği düşünülüyor. Senaryolara göre Irak üçe bölünecek. Kuzey'de kurulacak Kürt Devleti'nin Türkiye, İran ve Suriye'deki Kürtler'i harekete geçirmeyeceğine dair bu ülkelere güvence verilecek. Şiiler'in bulunduğu Güney Irak Kuveyt'le birleştirilecek. Sünniler'in yaşadığı Orta Irak ise Ürdün'le birleştirilip Amman merkezli yeni bir Haşimi Krallığı kurulacak. Bu fikrin mimarları ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz. Cheney ve Wolfowitz, yeni Haşimi Krallığı ile Suudi Arabistan'ı dengelemeyi planlıyor. İsrail'in ve Ürdün'ün de içinde olduğu bu plan, İsrail'i Filistin probleminden kurtarmayı amaçlıyor. ABD ve İngiltere hem Kuzey'deki petrol alanlarını sıkı denetim altına alacak hem de Kuveyt'le birleştirilecek Güney'e tam anlamıyla yerleşecek. Iraklı muhaliflerin ve eski generallerin Londra'da yaptıkları görüşmelere katılarak dikkatleri üzerine çeken Ürdün Prensi Hasan bin Tallal'ın yeni oluşturulacak devletin başına getirilebileceği belirtiliyor. Başlı başına bir İsrail projesi  olan yeni Haşimi Krallığı, Şaron'un Filistinliler için hayatının en vahşi senaryosunu hazırladığı toplu sürgün politikasına zemin hazırlıyor.

İsrail'de yayınlanan Haaretz gazetesinde yer alan bir haberde, bakın ne tür ifadeler kullanılıyor: "Askeri ve siyasi liderler Irak'a savaş için yanıp tutuşuyor. Zira bu, Filistinliler'e karşı savaşın kazanılması, Yaser Arafat'ın teslim alınması için fırsat oluşturacak. Ulusal Güvenlik Danışmanı Ephraim Halevy gibi, Ariel Şaron'a yakın isimler, Irak'a saldırıdan sonra İsrail'in mükemmel bir gelecek yakalayacağını, Irak'a saldırının domino etkisi yapacağını, Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra İsrail'in diğer düşmanlarının; Yaser Arafat'ın, Hasan Nasrallah'ın, Beşşar Esad'ın, İran'daki Ayetulallah'ların hatta Muammer Kaddafi'nin de devrileceğini, yanı sıra İsrail için tehdit oluşturan kitle imha silahlarının da yok olacağını düşünüyorlar."

İsrail'de, "Filistinliler Ürdün'e" sloganları atılıyor

Ariel Şaron, Irak'ın işgali sonrasında Filistin'de tarihi bir "sürgün"ün hazırlıklarını yapıyor. Yüz binlerce Filistinli'nin Batı Şeria'dan Ürdün'e, Gazze Şeridi'nden de Sina'ya sürgün edilmesi ve yüzyılın en vahşi cinayetinin işlenmesi için resmi planlamalar yapıldı bile. Bu senaryo, ABD ve İsrail'in Irak'ı parçaladıktan sonra bölgede girişeceği yeni planlamalarla uyumluluk arz ediyor. Böyle bir cinayet, ABD'nin yanında yer alan Türkiye'nin durumunu, sadece Araplar karşısında değil,  bütün İslam dünyasında hatta dünya genelinde zora sokacaktır.

"Filistinliler'in transferi", "toplu sürgün" gibi ifadelerle tanımlanan dehşet senaryosunu hazırlayanlar, Filistinliler'in direnişinin kırılmasının mümkün olmadığını, hem Filistin sorununun kökünden çözülmesi hem de  İsrail'in güvenliğinin sağlanması amacıyla "demografik bir nihai çözüm"ün gerekli olduğunu ifade ediyorlar. Bugünlerde İsrail'de "Araplara ve saldırılara hayır", "Transfer barış demek", "Filistinliler Ürdün'e" gibi sloganlar atılıyor. "Toplu sürgün"ün savunucusu olan ırkçı Moledet (Anavatan) Partisi'nin lideri General Rehavam Zeevi'nin tezleri gerçek oluyor. İsrail için tek çözümün Filistinliler'in Arap topraklarına toplu olarak sürgün edilmesi olduğunu savunan Zeevi, 2001 yılında bir Filistinli tarafından öldürüldü. Ancak Şaron yönetimi bugün Zeevi'nin rüyalarını hayata geçirmeye hazırlanıyor. Amerikan finansmanıyla kurulan Yahudi yerleşim birimlerinde yaşayanların yüzde 80'i Filistinliler'in toplu olarak bölgeden sürgün edilmesini istiyor. Bununla da kalmayıp Filistin yerleşim birimlerine saldırılar düzenleyerek yaşadıkları toprakları terketmeleri için onları taciz ediyorlar. İsrailliler'in genelinde ise yüzde 46'lık bir rakam Filistinliler'in toplu sürgüne gönderilmesi gerektiği kanaatinde.  Batı Şeria'da 180 Filistinli köylü bu amaçla topraklarından kovuldu. Bir çok bölgede "göçe zorlama"ya yönelik saldırılar aylardır devam ediyor. Irkçı partiler, İsrail'in Ürdün nehri ile Akdeniz arasında tam egemenlik kurabilmesi için Filistinlilerin sürgün edilmesini istiyor. Bu kesimler, Ürdün ya da Sina Yarımadasında bir Filstin Devleti kurulabileceğini, daha sonra Filistinliler'e 'Ya Büyük İsrail ya da Filistin Devleti' gibi bir tercih sunulabileceğini belirterek Irak savaşını gösteriyorlar ve "savaşın kurallarının başka" olduğunu belirtiyorlar. "Toplu sürgün"ü savunanların en temel dayanaklarından biri 1948-49 yıllarında 418 köyün yok edilmesi 800 bin Filistinli'nin topraklarından koparılması. Onlara göre, bugün Filistin nüfusunun ve direnişinin kontrol altına alınamaması aynı yöntemin tekrar uygulanmasını gerektiriyor.  Ancak bugün 3.5 milyon Filistinli için ortaya atılan bu fikirler, fanatik Yahudilerin tezleri olmanın ötesinde, Şaron yönetimi ve askeri planlamacılar tarafından ciddi bir çözüm şekli olarak da görülmeye başlandı ve bu amaçla "dehşet senaryoları"nın hazırlandığı belirtiliyor.

Filistinliler, Irak'ın işgaliyle birlikte kendilerine yönelik geniş çaplı bir İsrail saldırısının başlayacağından emin. İkinci İntifada döneminde İsrail'in onları denetim altına alma ve bağımsızlık özlemlerini kırma girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığını biliyorlar. Ancak İsrail askeri planlamacılarının "son bir fırsat ve çözüm şekli" olarak çok daha şiddetli bir saldırı yapılmasına inandığını, "İsail'in zaferi"nin ancak böyle sağlanacağını düşündüklerini, Irak'ın işgalinin kendilerine böyle bir fırsat vereceğine ve uluslararası kamuoyunun Filistin'e yeterince dikkat etmeyeceğine inandıklarını biliyorlar. İsrail'e göre, Irak'ın işgali intifada'yı sona erdirmek için tarihi bir fırsat. Ancak Filistinliler'i korkutan İsrail saldırılarının şiddetlenmesi değil. Filistinliler, İsrail'in, işgali Filistinliler'i toplu olarak sürgün etmek için frısat görmesinden ve dünyanın buna sessiz kalmasından endişe ediyor. Filistinliler ayrıca, Amerika'nın Irak'ta kısa sürede ve kesin zafer elde etmesinin Filistin sorunu üzerinde olumsuz etki yapacağını, Şaron ile Amerikan yönetiminin tek taraflı olarak Filistinliler'i baskı altına alacağını düşünüyor.

Benjamin Netanyahu, 1989 yılında yaptığı bir konuşmada, "İsrail, Çin'deki gösterileri fırsat olarak kullanmalı. Dünyanın gözü Çin'de iken Araplar'ı sürgün etmeli" demişti. Bugün sürgün tehdidi o kadar ciddi boyutta ki, yaklaşık 100 İsrailli aydın ve öğretim üyesi buna karşı ortak bir bildiri yayınladılar ve böyle bir sürgün'ün "etnik temizlik" anlamına geleceğini ifade ettiler.

Ariel Şaron ile Bush yönetimi arasındaki ilişkileri, özellikle 11 Eylül sonrası bölgesel ve uluslararası politikalarda ortak düşünce ve yöntemleri paylaşmaları, "toplu sürgün" politikasının gerçekleşme ihtimalini güçlendiriyor. Zaten Şaron yönetimi de bu yönde hazırlık yapıyor. Genel seçimleri kazanması için Likud Partisi'ne ekonomik yardım yaptığı söylenen Bush yönetimi, Şaron'un tekrar kazanmasından oldukça memnun. Zira hem Filistin'de hem Irak'ta ve Ortadoğu'da hem de ABD'nin küresel savaşına ilişkin genel politikalarda İnglitere ile birlikte üçücü ortağı İsrail ve Şaron'un düşünceleriyle Bush yönetiminin düşünceleri birbiriyle örtüşüyor. Şaron ABD yönetimi ile ilişkilerini "derin bir dostluk" olarak tanımlıyor. Bugüne kadar Ameikan yönetimleri hep Şaron'a mesafeli davrandı. Ancak bugün durum tam tersine dönmüş görünüyor.  Öyle ki Bush-Şaron dostluğu için, "İsrail'in bağımsızlığını tanıyan Henry Truman'dan bu yana en yakın lişki" tanımlaması yapılıyor. Bugüne kadar bütün Amerikan yönetimleri Filistin sorununu Ortadoğu politikalarının temeli olarak almıştır. Ancak sadece Bush yönetimi, bunu değiştirip merkeze Irak'ı koydu.

Irak'a yönelik Amerikan-İngiliz işgali İsrail'in Filistinliler'e yönelik ağır cinayetlerine zemin hazırlayacak. Dünya Irak sorunuyla uğraşırken Filistin halkı toptan imha edilmekle yüzyüze getirilecek. Hem Irak hem Filistin hem de Irak'tan sonra bir dizi ülkenin daha hedef alınacak olması, Ortadoğu'yu ateş çemberine dönüştürecek ve Ortadoğu'da yepyeni bir çağın kapılarını aralayacak. Soğuk Savaş döneminin Ortadoğu'su yeniden kurulurken, İslam-Batı düşmanlığı etkisini bütün İslam coğrafyasında en ağır şekilde hissettirecek.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR