Davud (as)’ın İmtihanı
17- Onların inkârcı sözlerine karşı sabret. (Niçin ve nasıl sabretmen gerektiğini daha iyi idrak etmek için) daima bize yönelerek çok güçlü bir kişilik sahibi olan has kullarımızdan Davud’un başından geçenleri hatırla.
Dergimizin 302.Sayısında yayınlanan Sad Suresinin 1-16.ayetlerinin tefsirinde, Mekkeli müşriklerinPeygamberimizeve getirdiği mesaja (özellikle tevhide) yönelik itiraz ve karşı koyuşlarına değinilmişti.
Müşrikler Kur’an mesajının içeriğinin kuvveti nedeniyle mesaja karşı koymakta zorlanınca, kendilerini haklı çıkarmak için Peygamberimizin cahilî değerlerce önemli sayılan mal, mevki ve makam bakımından yoksun bulunmasınıpeygamberliğe itirazlarına malzeme yaptılar.
Bu yazıda işleyeceğimiz ayetlerde ise kendilerine mal, mevki ve makam verilen peygamberler hatırlatılarak, onlarında görevlerini sıkıntısız olarak yerine getirmedikleri, başka türlü sorun ve imtihanlarla karşılaştıkları bildirilmektedir.
Varlıkla İmtihan Yoklukla İmtihandan Daha Tehlikelidir
Peygamberimiz Muhammed (s) yoklukla imtihan edilirken, bu surede kıssaları aktarılan Davud, Süleyman ve Eyyub (selam tümünün üzerine olsun) peygamberler ise varlıkla imtihan edildiler.
Yokluğun imtihanı daha ziyade insanların eziyet ve saldırılarına karşı koymak şeklinde gerçekleşirken; varlığın imtihanı ise insanlar varlığın karşısında duramadıklarından dolayı, daha ziyade nefsinin hevasının aldatma ve saptırma çabalarına karşı koymak şeklinde gerçekleşir.
Hem yoklukla hem de varlıkla imtihan zordur ve her iki halde de sabır gerekir. Fakat varlıkla imtihanda kişinin imkânları geniş ve karşısında duran olmadığından, bu imtihan daha tehlikeli ve daha zordur ve çok güçlü bir kişilik sahibi olmayı gerektirdiği gibi, bu alandaki her başarı da kişiliği kuvvetlendirir.
Bugün Yoklukla Yarın Varlıkla İmtihan Ya da Tam Tersi Olabilir
Bu ayetlerde aynı zamanda şu husus da vurgulanmış olabilir: Ey Elçi!Sabret, bir gün yokluğun ardından İslam için arzuladığın varlığa, yani bu üç peygamber gibi mal ve mevkie, iktidara kavuşacaksın. Lakin o zamanda rahata eremeyeceksin. Bunlara kavuştuğunda da nefsinin hevasına, aile ve yakınlarının yanlış yönlendirmelerine karşı sabretmen, bunların seni yoldan çıkarma çabalarına karşı koyman, sabretmen gerekecek. Nitekim Medine’de bunlar gerçekleşmiş, Peygamberimiz varlıkla da imtihan edilmiştir.
Öte yandan Eyyub (as)’ın imtihanında olduğu gibi, varlığın ardından yoklukla imtihanda söz konusu olabilir ve bu hepsinden zordur. Zira yokluktan gelenin yokluğa sabrı zorken, varlıktan yokluğa düşenin yokluğa sabrı kat ve kat daha zordur.
Bu peygamberlerin kıssaları ile Peygamberimiz ve müminlere, inkârcıların eziyetlerine sabretmeleri halinde, kulluk mertebelerinin yükseleceği ve kişiliklerinin kuvvetleneceği, netice olarak da ahiret kurtuluşuna erişecekleri anlatılmak istenmektedir.
Kulluk En Büyük Makam
Ayette “Kulumuz Davud” denilmek suretiyle, Davud (as)’ın peygamberlik ve iktidar sahibi olsa da sonuçta bir kul olduğu, Allah katındaki değerinin peygamberlik ve iktidarından dolayı değil, kendi iradesiyle kul olabilmesinden kaynaklandığı vurgulanmaktadır.
Çünkü peygamberlik ve iktidar birer araç olup, tabiatı gereği çok az kişiye nasip olur. Kendi iradesiyle kul olabilmek, peygamber ve iktidara sahip olsun ya da olmasın, varlıkta ve yoklukta gereğince sabreden her mümine nasip olur. Kişiyi kurtaran peygamberlik ya da iktidar imkânı değil, sadece Allah’a kul olabilmesidir. Nitekim Zümer Suresi 64’ten 66’ya kadar olan ayetlerde, eğer şirk koşsa idi peygamberimizin de amellerinin boşa gideceği bildirilmiştir.
Ancak Allah’a Yönelen ve Ahirete Gözünü Dikenler Güçlü Kişilik Sahibi Olur
Ayette Davud (as) için el sahibi (zeleyd) denmekte olup, bu tabir onun eriştiği güçlü kişilik derecesine vurgu yapmakta, yani has kulluğu nedeniyle hak ettiği için çok güçlü bir kişilik derecesine eriştiği bildirilmektedir. Onun evvab, yani bulduğu her fırsattagönülden Allah’a yönelen ve ahireti arzuyla ve sabırsızlıkla bekleyen bir kul olduğunun bildirilmesi de bu güçlü kişiliğe ancak evvab olanların erişebileceğine işaret etmektedir.
Evvab terimi, enaniyetten (benmerkezcilikten) Allah merkezliliğe, dünyadan ahirete, yani yatay boyuttan dikey boyuta yönelişi ifade etmekte olup, bu yöneliş için kişinin batini yada zahiri bir kusuru olması gerekmez. Âl-i İmran Suresi 189’dan 194’e olan ayetlerde açıklandığı üzere, fırsat bulduğu tüm uygun zaman ve zeminlerde benliği, Allah, dünya ve ahiret hakkında derin düşünce ve tefekküre dalmayı ve neticesinde nefsinin enaniyet ve dünya sevgisinden, Allah’a ve ahiret sevgisine gönülden yönelebilmeyi ifade eder.
Yani evvabiyet, kişinin, enaniyetten Allah’a, dünyadan ahirete doğru bir tercih ve yönelişi anlamına gelmekte olup, bu yöneliş sadece bedeni ve düşünsel boyutta değil, aynı zamanda duygusal bazda da olmalıdır. Kişi, nefsinin ve Allah’ın, dünyanın ve ahiretin hakikatini idrak eder ve buna teslim olur, Allah’a ve ahirete karşı sevgi, saygı, korku, ümit gibi duygularla dolarsa evvabinlik gerçekleşmiş olur.
18/19- Bizim bir amaç ve hiyerarşi ile yarattığımız dağlar ve kuş sürüleribize yönelerek, güneşin doğuşu ve batışı esnasında Davud ile beraber tesbih ederlerdi.
Dağlar ve Kuşlarla Beraber Tesbih Etmek
Bu ayetlerde evvab (her daim Allah’a yönelenlerden) olabilmek için, dağlar ve kuş sürüleri, yani canlı ve cansız varlıklarla beraber (onlar gibi) günün müsait zamanlarında (sabah ve akşam vakitleri gibi) tesbih etmek gerektiği hatırlatılmakta ve Davud (as) üzerinden dolaylı olarak tavsiye edilmektedir.
Ayetten, hem evvab olabilmek ve hem de evvab kalabilmek için bu tesbihin yapılması gerektiği anlaşıldığı gibi, hem yoklukta ve bilhassa Davud (as) gibi varlıkta evvab olabilmek ve kalabilmek için bu tesbihin yapılması gerekmektedir. Ayetlerde dolaylı olarak verilen mesaj şudur: Bu tesbih yapılmadan evvab olunması bir yana, evvab olarak kalabilmek bile mümkün değildir.
Tesbih Etmenin Anlamı
Ayetlerde dağların ve kuş sürülerinin güneşin doğuşu ve batışı esnasında Davud ile beraber Allah’a yöneldiği ve tesbih ettikleri bildirilmektedir. Dağların ve kuş sürülerinin boyun eğdirilmiş olması, her birisinin bir amaç ve varlık hiyerarşisi içinde yaratıldıklarını ifade etmektedir.
Kur’an’da sıkça ifade edildiği gibi, canlı ve cansız tüm varlıkların yaratılış amacı insanların imtihanına hizmet etmek amaçlı olup, her birisi bu amaçla insanların emrine verilmişlerdir. Yani varlık hiyerarşisinde insan canlı ve cansız tüm varlıklarınimkân ve yetki verilmiş idarecisi (halife) konumunda olup, sahibi değildir.
Bu varlıkların tümü, gerek yaratılış özellikleri ve gerekse yaratılış amaçlarını gerçekleştirme amaçlı yaşamsal faaliyetleri ilegörebilen (basiretli) gözler için Yüce Allah’ın yücelik ve eksiksizliğine, insanın yaratılış amacına ve önemine şahitlik eder, tesbih ederler.
Dağlar ve Kuşların Tesbihi İle İnsanın Tesbihinin Farkı
Onların bu çift yönlü tesbihini idrak ve tefekkür ederek Allah ve ahirete yönelen (evvab) kişide Allah’ı tesbih etmiş, yani O’nun yücelik ve eksiksizliği ile insana verdiği değeri, dünyanın geçici imtihan alanı ahiretin gerçek yurt olduğunu düşünce ve duygu boyutlarında hatırlamış ve ifade etmiş olur.
Dağlar ile kuş sürülerinin (canlı ve cansız varlıkların) Allah’a evvablığı ve tesbihi idraksiz ve iradesiz (teshir/boyun eğdirilmiş) iken, insanların evvabiyet ve tesbihi ise idrak ve irade neticesi gerçekleşir.
Tesbih İçin Niye Belli Vakitler Tavsiye Ediliyor?
Ayetlerde işrak vakti dediğimiz, güneşin doğuşu esnasında ve aşıyyi denilen güneşin batışı esnasında teşbih yapıldığının belirtilmesi mecazi olup, bu vakitlerdeki hızlı renk ve ton değişimlerinin dağlarda - cansız varlıklarda- oluşturduğu ortam ile bu vakitlerde bir araya gelen ve ötüşen kuşların sesli uyarılarının kişinin tesbih etmesine uygun zemin oluşturması söz konusudur.
Yani canlı ve cansız varlıklar tabii hayat periyotlarını sürdürürken, bu periyotların bilhassa böyle hassas dönüşüm anlarını gözlemleyen kişide tesbih duygusu oluşur.
Tesbih Sadece Düşünsel Değil, Duygusal Bazda da Olmalıdır
Bu yönelişsel/evvabi duygular, canlı ve cansız varlıkların gözlemlendiği günün her vaktinde oluşabilir elbet. Bununla birlikte bilhassa günün dönüşüm vakitlerinin duygusal açıdan evvabiyete daha uygun olması, insanın bu vakitlerde duygusal açıdan daha hassas ve yönelişe daha müsait olması söz konusudur.
Nitekim namazların 5 vakit olarak günün dönüm vakitlerinde emredilmiş olması da hem namaz vakitlerinin herkes tarafından somut olarak tayin edilebilmesi hem de bu dönüm vakitlerinin namazda huşu için daha elverişli olmasından olsa gerektir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, evvabiyet sadece bilgi ve düşünce ile gerçekleşmez, mutlaka duygusal yönelim, duygusal coşkunluk, teslimiyet gerekir. Yani doğru bilginin kişinin düşünce dünyasında işlenmesi neticesi, Allah’a ve ahirete yönelişe yol açacak duygu dünyası oluşmalıdır.
20- (Davud’a verdiğimiz) iktidarı sağlamlaştırmış, ona hakkaniyete uygun hükmedebilme, kendisine gelen taleplerin haklı mı haksız mı olduğunu kesin olarak ayırt edebilme yeteneği de vermiştik.
Davud (as)’ın İktidarı Niçin Sağlamdı?
Davud (as)’ın iktidarı kaba güce değil, kitap ve hikmetle desteklenmiş kişiliğine ve maddi güce dayanıyordu. Bunun temelindeYüce Allah’ın vahyi olan Tevrat’taki hükümler ve hikmetlerle, bunları hakkaniyetle ifa edecek bir kişilik ve bu kişiliğin emrinde yaptırım gücü olan dünyevi güç vardı.
Davud (as) iktidar peşinde değil, Allah’a kulluk ve ahiret peşinde, yani önceki ayetlerde açıklandığı gibi evvab idi. O, iktidarın değil kulluğun ve ahiretin peşinde olduğu, hevasıyla değil hak ve hikmetle hükmettiği nispette, yönetiminde bulunan insanlarda ona yönelir, onun iktidarı merkezinde kenetlenirlerdi. İşte bu durum onun iktidarını sağlamlaştırırdı.
Dünyayı Ancak Ahirete Yönelenler İmar Edebilir
İktidarları sağlamlaştıran dünyevi güç değil, bu gücün hak ve hikmetle, adaletle kullanılabilmesidir. Bu takdirde iktidarlar sağlamlaşır. Bunu ise ancak Allah’a ve ahirete yönelen, dünyayı amaç değil bu yönelişe araç kılabilen evvab kullar başarabilir.
Bu kullar kendi iktidarlarını, padişahın görevlendirmesiyle geldikleri bir kale komutanlığı gibi görürler. Asıl amaçları padişahın huzurunda başkentte yaşamak olup, görev süresi bittiğinde alınlarının akıyla dönebilmek ve bu şekilde izzet ve itibar içinde yaşayabilmek için kaleyi korumak ve adaletle yönetmek için var güçleriyle çalışırlar.
Ahireti Arzulamayanlar Dünyayı İfsat Ederler
Dünyayı geçici görevli oldukları bir kale gibi değil, rastgele düştükleri tek yaşam yeri olarak görenler ister istemez dünyayı ve dünyalıkları amaç edinirler. Bu şekilde dünyanın peşinde ve hevasının emrinde olanlar asla ve asla hak ve hikmetle hükmedemezler ve iktidarlarını sağlamlaştıramazlar.
Ancak aslanlar ya da kurtlar gibi, otçul hayvanları beraberce avlayıp paylaşacakları bir düzen kurabilirler. Bugünkü Batı’nın düzeni gibi. Bu düzen de iktidarın sağlamlığından değil, diğer halkların otçul hayvanlar gibi savunmasız olmasından kaynaklanır sadece.
Davud (as)’ın Güçlü Kişiliğinin Yansımaları
Davud (as)’a verilen hikmet, evvab olmasının kazandırdığı, kitabın -Tevrat’ın- açık hükümlerini, hikmetli, yani hakkaniyetli ve basiretli bir şekilde uygulayabilme ve hüküm verebilme yetisidir. Ona verilen faslelhitab ise kendisinden bulunulan taleplerdeki haklılık ve haksızlığı ayırt edebilmesi, insanların haksız isteklerine kavuşmak için kendisini ikna etmeye ve haksızlıklarını örtmeye yönelik yanıltıcı delil ve konuşmalarına kanmamasıdır.Bu yeti aynı zamanda, haklı olduğu konularda haklılığını insanlara net biçimde ifade edebilme ve ikna edebilmeyi de sağlar.
DAVUD (AS)DA İMTİHAN EDİLDİ
Buradan itibaren işleyeceğimiz 21’den 26’ya kadar olan ayetlerde Davud (as)’ın sayılan tüm güzel vasıfları kendi çabası neticesi kazandığı, onun da denendiği ve istisnada olsa gaflet neticesi nefsinin hevasına uyup hata yaptığı, ancak Allah’a olan yakınlığı ve ahiret arzusu nedeniyle, Yüce Allah’ın inayetiyle hatasının farkına varınca hemen dehşetli bir pişmanlıkla bu hatadan döndüğü ve bağışlanma dilediği ve bir daha aynı hatayı tekrarlamadığı anlatılıyor.
Bu ayetlerle, Mekkeli müşriklerin eziyetleriyle imtihan edilen Peygamberimize ve Müslümanlara, iktidar sahiplerinin bile denendiği, bu imtihandan başarıyla geçenlerin dünyada Allah’ın has kulluğuna ve onurlu bir hayata, ahirette ise güzel neticeye ulaşacağı, bu nedenle başlarına gelenlere sabretmeleri gerektiği hatırlatılıyor.
21- (Hani Davud’un ibadet için çekildiği) özel odasına duvardan tırmanmak suretiyle giren iki davacının kıssası var ya, ondan haberin yok mu?
Kur’an’da Mihrab
Ayette hatırlatılan hasımlar/davacılar kıssası ana hatlarıyla Mekkeli müşriklerce bilindiği için ayrıntıya girilmiyor ve alınması gereken hikmetlere değinilmekle yetiniliyor. Yani bu kıssa Mekkelilerce bilinmekte olup, bu ayetlerde kıssa hakkındaki yanlışlar tashih ediliyor ve mevzuya kısaca değinilerek asıl verilmek istenen mesaja odaklanılıyor.
Ayette geçen mihrab terimi, saray, manastır gibi, insanların toplu yaşadığı kamusal ortamlarda; kişilerin ibadet ve tefekkür için çekildikleri kendilerine has odaları/hücreleri ifade ediyor. Kur’an’da Süleyman (as)’ın, mescidinde mihraplar yaptırdığı, Zekeriya ve Meryem (as)’ın ibadet ve tefekkür için mihraba çekildiklerine değiniliyor.
Aile ortamında aile bireylerinin ibadet ve tefekkür için özel odalara ihtiyacı yoksa da toplu yaşanan yerlerde zaruri bir ihtiyaçtır. Bu durum, müminlerin ibadet ve tefekkür için zaman zaman özel ortamlarda insanlardan tamamen kopmaları gerektiğine de bir işarettir aynı zamanda.
Davud (as)’ın Mihrabı
Davud (as) hem peygamber ve hem de kral olması nedeniyle, bir şekilde devamlı insanlarla iç içe yaşamak zorunda kalıyordu ki bu nedenle ibadet ve tefekkür için sadece bu işe has özel odasına –mihrabına- sabah akşam ve diğer ibadet vakitlerinde çekiliyordu. Mihraba hiç kimse giremiyor, orada bulunduğu zamanlarda (mecazen) adeta Rabbi ile baş başa kalıyor, ahiret yurdunu hatırlayarak ahirete olan arzusunu tazeliyordu.
Ayette iki hasım davacının mihraba surlara tırmandığından bahsedilmesi, izin alarak sarayın kapısından değil, duvarlardan tırmanarak geldiklerine (yani deyim yerindeyse kapıdan değil bacadan girdiklerine) işaret etmektedir. Davacılar Davud’un yanına normal olmayan yollardan izinsiz olarak geldikleri gibi, Davud’un özel ortamı olan mihraba girmemeleri gerektiği halde girmişlerdir.
22- (İki davacı -hiç beklemediği bir anda-mihrabında tefekküre dalmış) Davud’un yanına girince (tabiatıyla) onlardan ürktü de (onlar) dediler ki; endişelenme (kötü niyetle gelmedik, bizden sana zarar gelmez. Geliş amacımız) birimiz diğerinin hakkına tecavüze yeltenen iki hasım/davacı olmamız ve senin aramızda hakka uygun olarak hüküm vererek (kimin haklı kimin haksız olduğunu açıkça ortaya koyman. Hükmünü verirken, kendi durumunu da dikkate alarak, verdiğin hükümde kendi hayatındaki uygulamalarınla) çelişme ve bizi hakka ulaştıracak dosdoğru yolun üstüne ulaştır.
Peygamberlerde Korkar
Davud (as) girilmesi mümkün ve usulden olmayan mihraba iki kişinin girdiğini fark edince gayri iradi olarak ürktü. Bu durum, peygamberlerinde diğer insanlar gibi fıtri olarak aniden ortaya çıkan tehlikelerden ürküp korktuklarına ve bunun bir eksiklik olmadığına işaret ediyor.
Davacılar Davud (as)’a kötü niyetle değil aralarında hükmetmesi için geldiklerini, kendilerinden bir kötülük gelmeyeceğinden dolayı korkmasına gerek olmadığını söyleyerek konuya girdiler.
Davud (as)’ın Yanına Girenler Kimlerdi?
Anlaşıldığı kadarıyla iki davacı Yüce Allah tarafından insan suretinde gönderilen iki melek olup, bu dava senaryosuyla Davud (as)’ın düşmek üzere olduğu ve onu tamamıyla haktan saptırabilecek çok ciddi bir hatasını dolaylı olarak hatırlatmak istiyorlardı. Surların yüksekliği ve nöbetçiler nedeniyle girilmesi adeta imkânsız olan mihraba girip Davud (as)’a böyle rahatça hitap edebilmeleri bu ihtimali güçlendiriyor.
Bir diğer ihtimalde Davud’un niyetlerinden haberdar olan iki salih müminin onu dolaylı olarak uyarmak için bu dava senaryosunu düzenleyerek surlara tırmanmaları ve insanlardan uzakta Allah’a yöneldiği mihrabda Davud (as)’ın karşısına çıkmalarıdır. En doğrusunu Allah bilir.
Davacıların Vermek İstedikleri Dolaylı Mesaj
Bu iki davacı kurdukları senaryo ile Davud’a şunu fehmettirmek istiyorlardı: Birimiz birimizin hakkına tecavüze niyet ve irade ediyor, bunu hakka uygun olarak ortaya çıkart, lakin bunu yaparken iğneyi kendine batırıp çuvaldızı başkasına batır, kendin aynı durumda olabilirsin, bunu değerlendir ve kendi durumunu da doğru olarak tespit et ki bizim hakkımızda verdiğin hükümle kendin hakkındaki kanaatin çelişkili olmasın.
Kıssanın bütününden anlaşıldığı kadarıyla, aslında davacıların maksadı (sözde) davalarını halletmek değil, bu dava senaryosu ile Davud (as)’ın düşmek üzere olduğu bir hatanın önüne geçmeye vesile olmaktı.
23- (Kendisine haksızlık edildiğini iddia eden davacı dedi ki:)Bu benim kardeşim, onun doksan dokuz dişi koyunu, benim ise bir dişi koyunum olmasına rağmen bana diyor ki sendeki o dişi koyunu da benim sorumluluğum altına vermen doğru olur. (Bunun niye gerektiği konusunda da benim kolayca reddedemeyeceğim, kendince haklı) gerekçeler ortaya koyarak (bu talebini reddetme konusunda) beni aciz bırakıyor.
Sözle Üste Çıkmak Haklı Olmak Manasına Gelmez
Buradaki dava senaryosunda doksan dokuz dişi koyun ile kastedilen, kardeşlerden birinin birden fazla hanımının olduğu, diğerinin ise bir hanımının olduğudur. Buradaki kardeşler ifadesi, öz kardeşliği değil, dinî kardeşliği ifade etmektedir.
Çok hanımı olan, diğerine, tek olan hanımını boşamasının ve kendisinin onu hanım olarak almasının doğru olacağını çeşitli gerekçeler öne sürerek kabul ettirmeye çalışmakta, diğeri ise bu talebi kabullenememekle beraber, kardeşinin gerekçelerini çürütememektedir. Çünkü kardeşi onu ikna edici, kendince haklı gerekçeler sunmakta, ikna kabiliyetini kullanmaktadır.
Ayette tek eşli olanın eşini kendi sorumluluğuna/kefilliğine vermesini talep etmiş olup, bu kefillik, Âl-i İmran Suresi 37. ayette, Meryem’in Zekeriyya’nın kefilliğine (selam üzerlerine olsun) verildiği anlamında kullanılmıştır. Ayette dişi koyunu kefilliğime/sorumluluğuna ver denmiş olması, konunun koyun olmadığı gibi, tıpkı Meryem’in yetiştirilmek üzere Zekeriyya tarafından eğitilmek üzere sahiplenilmesine benzer bir durum olduğunu ortaya koymaktadır.
24- (Hasımları dinleyen Davud konu hakkında) şu şekilde hükmetti: Senin kardeşin kendi koyunları arasına senin bir dişi koyununu da katmak istemekle sana haksızlık etmiştir. Zaten iman edip de imanlarını hayatlarının her anına ve alanına salih amel olarak yansıtan çok az bir kesim müstesna, payları ve sınırları belirlenmemiş ortaklıklar halinde karışık yaşayanlar genelde birbirlerinin hakkına tecavüz ederler, (sizinki de böyle bir durum).
Davud (bu hükmü söylediği anda kendisinin de benzer bir olayda doksan dokuz koyun sahibi kişi gibi bir din kardeşine haksızlık yapma durumunda bulunduğunu hatırlayarak, hevasının ayartması vasıtasıyla onu) denemekte olduğumuzun farkına vardı da (hemen dehşetli bir pişmanlıkla) Rabbinden bağışlanma isteyip, (henüz neticelenmeyen günahkârca girişimi nedeniyle büyük bir pişmanlık duyarak tövbe edip pişmanlık ve mahviyet ile) bize yöneldi ve secdeye kapandı.
Peygamberlerde Fitne İmtihanlarından Geçirilmiştir
Ayette Davud (as)’ın davacılar hakkında hüküm verdikten sonra Yüce Allah’ın onu imtihan etmekte (fitnelemekte) olduğunun farkına vardığı ve yaptığı yanlışın farkına vararak tövbe ettiği açık olarak bildirilmektedir.
Ayette imtihan olarak meal edilen fitne terimi, kişinin içindeki olumsuzlukları ortaya çıkarıcı hoşuna giden ya da gitmeyen imtihan unsurları anlamına gelmekte. Yüce Allah bizzat kendisi Davud (as)’ı fitnelemekte olduğunu bildirdiği gibi, Davud (as)’ında bu imtihanda hata ettiğinin farkına vararak tövbe ettiğinibildirmektedir.
Davud (as)’ın Fitnesi Ne İdi?
Genel olarak Davud (as)’ın davacıların her ikisini de dinlemeden tek bir tarafın sözleriyle hatalı hüküm vermek suretiyle hata yaptığı kabul edilmektedir. Bana göre bu yorum çok zayıftır. Çünkü bu çok büyük bir hata olmamak bir yana, ayetlerde böyle yaptığına ve aleyhinde hüküm verilen davacının itiraz ettiğine dair bir işaret de yoktur.
Mesela Taha Suresi 92’den 94’e kadar olan ayetlerde, savunması almadan kardeşi Harun (as)’ıhaksız yere suçlayıp tartaklayan Musa (as)’a yönelik ciddi bir eleştiri söz konusu değilken, burada aleyhinde hüküm verilen diğer davacının itirazı ve hükmün yanlışlığına dair bir işaret dahi bulunmazken Davud (as)’ın yanlış hüküm vermekle bu denli ağır suçlanması çelişkilidir.
Peygamberler Kumpas Kurmaz
Tevrat’a göre Davud (as) bir komutanının hanımını beğenip (haşa) zina yapıyor, ardından da bu komutanını savaşa yollayıp ölümünü sağlayarak dul kalan hanımıyla evleniyor. Bu iddialar Kur’an’daki ayetlere açıkça aykırı olması bir yana, değil bir peygambere, normal bir insana bile yakıştırılamaz.
Lakin ayette Davud (as)’ın önemli bir fitneden geçtiğini öğreniyoruz ki bu fitne komutanın karısı iddialarıyla alakalı olabilir. Okumakta olduğumuz ayetleri de dikkate alırsak, muhtemelen bu olay şöyle gerçekleşmiş olabilir:
Davud (as) bir komutanının hanımını görüp gayri iradi olarak etkileniyor. Bu duruma sabretmesi ve kendine gizlemesi gerekirken, o hanımı eş olarak almak için bir mazeret uyduruyor. Muhtemelen çok yüksek karakterli bir hanım olduğundan dolayı, bu hanımın kendi hanımı olması halinde İslam’a daha hayırlı hizmetler yapabileceğini iddia ederek, komutanından hanımını boşamasını, İslam’a hizmet etmesi için o hanımı kendisine nikâhlayarak, diğer hanımları arasına katmak istediğini söylüyor. Nitekim ayette o bir dişi koyunun sorumluluğunu da bana ver denmiş olması bu yorumu güçlendiriyor. (Allahu âlem)
Bu minvalde iken Yüce Allah insan kılığında iki melek ya da iki salih kul göndererek, iki davacı senaryosuyla Davud (as)’a işlemekte olduğu büyük yanlışın farkına varmasını sağlıyor.
Davud (as)’ın Sorumluluğu Altına Almak İstediği Dişi Koyun
Davacılar, dişi koyunun henüz diğerine geçmediğini, kardeşin diğerini bu konuda ikna ettiğini söylüyor. Eğer bizim yorumumuz doğruysa, demek ki Davud (as) komutanı ikna etmiş, lakin henüz boşanma gerçekleşmemiş durumda.
Burada Davud (as)’ın bu talebinin o günkü şartlarda normal olduğu söylenerek bu görüşe itiraz edilebilir. Nitekim Medine hicreti sonrası çok eşli olan bazı müminlerin eşlerinden bazılarını boşayarak bekâr olan muhacirlerle evlendirmek istediklerine dair rivayetler mevcut olup, Davud (as) zamanında da bu tür talepler ve uygulamalar normal görülebilir.
Muhtemelen Davud (as)’ın bu isteği o günkü anlayışa göre normal idi ki bir dişi koyun sahibi çok fazla tepki vermiyor, aksi halde ciddi tepki vermesi gerekirdi. O halde burada Davud (as)’ın hatası bu gerekçeyle kadını istemesi değil, gerçek niyetini gizleyerek sureti haktan bir mazeret ile böyle bir talepte bulunması olmalıdır.
Davut (as)’ın Kadınla İmtihanı
Muhtemelen Davud (as) bir vesileyle gördüğü bu kadına âşık oldu, kadın evli olduğundan dolayı bunu açıkça söyleyip kadını istemedi de hevası onu bu kadın hükümdar karısı olursa memlekete faydalı olur diye kendince makul bir gerekçeye sürükledi ve bu gerekçeyi komutana kabul ettirdi.
Davud (as)’ın bir komutanın karısının yüksek kişiliği nedeniyle görevi açısından kendisine uygun olduğu iddiasıyla, aslında farkında olmadan nefsinin hevasının yönlendirmesiyle bu talebini komutana söylediği; komutanın buna yanaşmamakla beraber Davud (as)’ın söylediği gerekçeyi de tamamen reddedemediği, bu aşamada Allah’ın görevlendirdiği iki meleğin yada durumdan haberdar olan iki salih müminin dava senaryosuyla Davud (as)’ın gerçek niyetinin ve hatasının farkına varmasına vesile oldukları, bu fitneden başarıyla çıkan Davud’un bağışlandığı gibi, kulluk mertebesinin yükseldiği ve kişiliğinin daha da kuvvetlendiği yorumu ayetlerin en uygun yorumudur. (Allahuâlem)
O Bir Dişi Koyun Sahibinde Kalmıştır
Ayetten anlaşılacağı üzere davacılar arasında, tek eşin diğerine verilmesi gerçekleşmemiş olup, henüz talep halinde iken, iki davacı arasındaki hükmünü açıkladığı anda kendisinin de bu kadın hakkında haksız bir talepte bulunduğunu idrak ederek tövbe etmiş ve tabi ki bu talebinden vazgeçmiştir.
Davacıların senaryosu sayesinde nefsinin hevasından kaynaklanan hatasının ve bu vesileyle fitnelendiğinin, yani içinde olan olumsuzlukların ortaya çıkarılmasına yönelik bir imtihandan geçirildiğinin idrakine varan Davud (as), hemen pişmanlıkla bağışlanma dileyip, bu hatasından vazgeçerek Allah’a yöneldi ve bitmiş bir halde pişmanlık secdesine kapandı.
Peygamberlerde Hata Yapar
Bu kıssada Davud (as)’ın hevasının kadın fitnesiyle imtihan edildiğini öğreniyoruz. Sonraki Süleyman (as) kıssasında hevanın mala olan meyliyle fitnelenmeyi, sonraki Eyyub (as) kıssasında ise bolluktan sonra darlık fitnesiyle imtihanı görüyoruz.
Bu kıssalar bize peygamber bile olsa kimsenin nefsinin hevasından emin olmaması gerektiğini, kişi için en tehlikeli saptırıcının nefsinin hevası olduğunu ortaya koyuyor.
Yine tarih boyunca ve günümüzde İslami hareket önderleri için en önemli fitnelerin başında günümüzde nisa, kasa, masa olarak tanımlanan kadın, sonra mal, sonra mevki unsurlarının olduğu gerçeği bu üç peygamber kıssasında ortaya konmaktadır. (Tabiri caizse Davud (as) nisa ile, Süleyman (as) kasa ile, Eyyub (as) masa ile imtihan edilmiştir denilebilir.)
Hata Yapmak Değil, Bile Bile Hatada Israr Helak Eder
Bu kıssada Davud (as)’ın hatasının farkına varınca hemen pişman olup vazgeçmesi ve Allah’tan bağışlanma dilemesinden; istisnasız hepimizin hata yapıp günah işleyebileceğimizi (daha doğrusu pek çok günahlar işlediğimizi ve işlemekte olduğumuzu), önemli olanın hatada ısrar etmemek, kendi hatamızı başkalarına yüklememek, hatamızı fark ettiğimiz anda pişman olup tövbe ile vazgeçmek ve yaptığımız hatayı imkânlar dairesinde düzeltmek olduğunu öğreniyoruz.
Nitekim hatasında ısrar eden İblis kovulurken, hatasını itiraf edip pişmanlıkla tövbe eden Âdem ve eşi Allah’ın has kulları makamına yükselmişlerdir.
Davud (as)’ın bir peygamber (ve üstelik hükümdar bir peygamber) olmasına rağmen hatasını kabullenip vazgeçebilmesi, bizlere kendi hatalarımızı muhasebe yapmamız konusunda ders veriyor. Nefsimizi temize çıkarmamak, bilakis temizlemeye çalışmamız gerektiğine dair Necm Suresi 32. ayeti burada bir kez daha idrak ediyoruz.
25- (Bizde samimi pişmanlığı ve yönelişi nedeniyle) onun bu hatasını bağışladık. (Çünkü bu hatası istisna olduğu gibi, ısrarda etmedi. Zira)onun katımızda kullukça yakınlığı ve ahirete güzel yönelişi vardı.
Davud (as) Has Kullardan İdi
Davud (as)’ın bu hatası bir istisna idi ve ciddi bir gafletten kaynaklanıyordu. Bu nedenle gafletten kurtulur kurtulmaz tıpkı Âdem (as) ve eşi gibi hemen hatasından vazgeçip bağışlanma diledi. Şeytan gibi kendisini haklı görüp, suçu başkalarına atmadı.
Yüce Allah kendisine kulluk yönünden yakın ve ahiret yönelişi hayatına hâkim olan ve hatasının farkına varır varmaz vazgeçip pişmanlıkla bağışlanma talep eden Davud’un bu hatasını affetti.
26- (Ona vahiyle buyurduk ki) Ey Davud! Biz seni yeryüzünde hak ile hükmedesin diye bir halife kıldık. O halde bu imkânı hevana göre değil, bize/hakka/hakkın ilkelerine tabi olarak kullan, (çünkü hevana uyman) seni Allah yolundan saptırır ve uzaklaştırır. Allah yolundan sapanlara ise hesaba çekilecekleri günü unutarak hevalarının peşinde koşmaları nedeniyle çok şiddetli bir azap olan (daimi cehennem azabı vardır).
Hak İle Hükmedebilmek İçin Hakkın Peşinde Olmak Gerekir
Hak ile hükmedebilmek için, daha önce verdiğimiz kale komutanı misalinde olduğu gibi, yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak imtihanda olduğumuzun idrakinde olmak gerekmektedir. Bu hilafetin hakkı ile yerine getirilebilmesi ve imtihandan alnının akıyla çıkılması için, gücünün yettiği şeylerde karar verirken ya da insanlar arasında hüküm verirken nefsin hevasına değil, hakka tabi olmayı gerektirdiğinin ifade edilmesi; Davud’un bu fitne esnasında hakka değil, nefsinin hevasına kapılmak üzere olduğunu ima etmektedir ki bu da bizim Davud (as)’ın kadınla imtihan edildiği yolundaki yorumumuzu güçlendirmektedir.
En Ağır İmtihan Alanı
Yoksulla arzusu arasında pek çok engel varken, Davud (as) gibi iktidarda olanın hevasıyla arzusu arasında sadece Allah ve ahiret vardır. Bunları aşarak hevasına tabi olanlar haktan uzaklaşacaklar ve bu gidişat hayata hâkim olunca da kaçınılmaz olarak daimi cehennem azabına uğrayacaklardır. Nitekim ayetin sonunda ancak hesap gününü unutanların sapıttığı ve cehenneme düştüğü ifade edilmektedir.
Bu uyarıya muhatap olan Davud (as) gibi yüce bir kişilik, peygamber ve hükümdardır. Bu durum, peygamberler dâhil hiç kimsenin nefsinin hevasından emin olmaması gerektiğini, aynı zamanda kişinin en tehlikeli saptırıcısının da nefsinin hevasının olduğunu ortaya koymakta olduğu gibi, erkekler için en ağır ve tehlikeli imtihan alanının kadınlarla imtihan olduğunu da ortaya koymaktadır.
- Dostluğun ve Düşmanlığın Mahiyeti ve Sınırı
- İnsanlık ve Adalet Mazlumlara Dost, Zalimlere Düşman Olmayı Gerektirir!
- Gençlik ve Sorumluluklarımız
- Ramazan, Kur’an ve Oruç
- Nefsimizi Vahiyle İhyada Ramazan
- Kur’an ve Hayat
- PKK Sorunu, Şiddetin Cazibesi ve Trajediler
- Filistinliler Suriye Devrimiyle Daha Fazla Dayanışma İçinde Olmalılar!
- Siyonizm ve “İran Mollalar Projesi” Kıskancında Ümmetimiz
- İslami Yenilenmenin Öncüsü: Hasan Turabi ve Mirası -2
- İbn-i Arabî'nin Firavun Hakkındaki Görüşü ve Bu Bağlamda Gelişen Polemik
- Davud (as)’ın İmtihanı
- Kur’an’ın Cem’i Meselesi
- “Sevda Kuşun Kanadında” Kurgu-Gerçeklik Arasında!..
- Cemal Şakar’ın “Kara”sı
- Eskimeyen Yeni: Avrupa’daki Müslümanların Hal-i Pürmelali
- Ben Gidiyorum