1. YAZARLAR

  2. Ömer Mahir Alper

  3. Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası ve Misyonu Üzerine

Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası ve Misyonu Üzerine

Nisan 1994A+A-

1923 yılında ilan edilen cumhuriyet rejimi kendisini oluşturan sosyo-kültürel katmanlarına yerleştirilmesi azmi ve kararlığı içerisindedir. Bu meyanda uzun vadeli bir dönüşümü sağlamak için de olsa, pek çok reform paketleri hazırlanmış, önemli kararlar alınmıştır. Bu çerçeveden olmak üzere Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartılmış, kanunun yüksek öğretime tekabül eden yönü itibariyle Darü'l-hilafet'l-Aliyye Medresesi kapatılıp yerine Haziran 1924'te Darülfünun'da İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. Geniş bir kadroya sahip olan fakültenin (1) idare heyetince bir yıl sonra Teşrinisani (Kasım) 1925'te "tarihi, içtimai, dini, felsefi" alt başlığı ile Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası'nın yayımına başlanmıştır. 25 sayı kadar çıkabilen dergi, Şubat 1933'teki son sayısıyla yayım hayatını durdurmak zorunda kalmıştır. Her yıl dört sayı çıkarılması kararlaştırılan derginin ilk on sayısı Arap alfabesiyle diğer sayıları ise 1928'den itibaren Latin alfabesiyle çıkarılmıştır. Bütün dergilerin toplam sayfa sayısı Arap alfabesiyle olanlar 1958, Latin alfabesiyle çıkmış olan 1171 olmak üzere 3129'dur.

Derginin sürekli yazar kadrosu Mehmed Ali (Ayni), İzmirli İsmail Hakkı, Mehmed Şerefeddin (Yaltkaya), Yusuf Ziya (Yörükan), Mehmed Emin (Erişirgil), Mehmed Şemseddin (Günaltay), Halil Nimetullah (Öztürk) ve Hilmi Ömer (Budda) başta olmak üzere Abdulkadir (İnan), Abdulbaki (Baykara), Halil Halid (Çerkeş Şeyhizade), İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Mustafa Sekip (Tunç), Necmeddin Sadık (Sadak) gibi şahsiyetlerden oluşmaktadır. Bunlardan hayatta kalanlar, 1949'da kurulan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde benzer çizgide (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi) bir derginin yayımını gerçekleştirmişlerdir. (2)

Derginin yazar kadrosunu incelediğimizde genelde onların o dönem mevcut rejiminin zihniyetiyle örtüşen bir yapıya sahip olduklarını görmekteyiz. Nitekim "Sırat-ı Müstakim"in İslamcı kadrosundan ayrılıp Türkçü bir çizgiye yaklaşan, (3) daha sonraları Atatürk'ün isteği üzerine İstanbul CHP teşkilatını kurmaya memur edilen, milletvekili iken 1949'da TC'nin 14. Başbakanı olan M. Şemseddin Günaltay'dan, "Cumhuriyetle birlikte gündeme gelen yeni devletin ideolojik temellerinin atıldığı" bir dergi olan Milli Mecmua (1923-1928) yazar kadrosundan M. Sekip (Tunç)'e, 1920'Ii yılların ikinci yarısında, Milli Mecmua ile birlikte rejim sorunlarını tartışan ve rejime arka çıkan Hayat dergisi (1926-1930) yayınlayıcısı Mehmed Emin (Erişirgil)'e (4) ve yine "Auguste Comte'u dilinden düşürmeyen", "Türkçülük, Atatürk devrimleri ve Türkçe'nin özleşmesine eşsiz bir inancı olan" Milli Mecmua yazarlarından Halil Nimetullah (Öztürk)'dan, (5) Hayat dergisi ve Yeni Mecmua yazarlarından, (6) Türkiye'nin NATO'ya girmesi için ilk girişimleri yapan Necmeddin Sadık Sadak'a (7) kadar pek çok şahsiyeti bu çerçevede örnek olması bakımından zikredebiliriz.

Darülfünun İlahiyat Fakültesi'nde okutulan dersler arasında hadis, tefsir, fıkıh gibi bilimler bulunmasına rağmen bu alanlarla ilgili yazılar hemen hemen dergide yok gibidir. Dergide "tarihi, içtimai, dini, felsefi" alt başlığına sadık kalınarak daha çok İslam felsefesi, kelam, İslam tarihi, Türk ve İslam sanatları tarihi, dinler tarihi ve antropoloji ile ilgili konulara ağırlık verilmiştir.

"Mecmuanın yayın politikasında, içinde bulunulan dönemin şartlarından doğan siyasi polemiklere girilmeden objektif bir yol takip edilmiştir" (8) denilse de aksine o günkü rejimin ideolojisi doğrultusunda bir yayın politikası izlendiği söylenebilir. Nitekim dergi Türkçü/ırkçı, laik, materyalist ve pozitivist bir anlayışı yerleştirmeye ve yaygınlaştırmaya yönelik pek çok makaleye içerisinde yer vermiştir. Özellikle din olgusu Batı'da A. Comte'un ortaya koyduğu biçimiyle ele alınmış, ilkel zihniyetlere sahip insan toplulukları geçirdiği zihinsel evrimle birlikte en basit ilah anlayışından monoteizme (tek tanrıcılık) varan bir merhaleye ulaştığı tezi işlenmeye çalışılmıştır. Nitekim "Beşerin İbtida-i Tehaddüsü', (9) "Hacer Devirleri", (10) "İbtida-i Zihniyet", (11) "Aşağı Cemiyetlerde Zihin Fonksiyonları" (12) gibi makaleler böyle bir teze zemin hazırlamakta; dua, oruç, gaybi bir gece sığınma gibi eylemlerin ibtidai zihniyelerin özellikleri olduğu imaya çalışılmaktadır.

Dergide yayımlanan "His Dini" (13) adlı bir makalede çok ilkel durumdan hatta çok-tanrılı bile olunmayan donemden başlayarak insanlığın zihin ve düşünme kabiliyetlerine göre somuttan soyuta doğru uzanarak, dünyevi tanrılardan metafizik tanrılara ulaştığı, neticede monoteizme vardığı, fakat yine de herkesin bu süreci yaşamamış olduğu ve halen iptidai inançların devam ettiği anlatılmaktadır, insanların geçirdiği dini fikirlerdeki tekamül şöylece açıklanıyor: "...Ruhu beşer, dini fikirlerde vahdet-i mutlakaya vasıl olmazdan evvel kat'edilmesi icab eden daha bir çok merhaleler görmüştür. Filvaki bu ara devrelerinde müteal bir ma'bud idrak olunuyorsa da bu ma'bud ancak tahtı idaresinde bulunan diğer mabudlarla iş görebiliyor. Bittabi buna monoteisme (vahdet-i uluhiyyet) denemez; bu ancak monolatrie (tekputluluk)dir..." (14)

Auguste Comte ve pozitivist felsefesi dergide önemli bir etkiye sahiptir. Bu onun felsefesinin değişik makalelerle verilmeye çalışılması yanında doğrudan felsefesini tanıtıcı makalelerle de sağlanmaktadır. (15) Yine dergide laik düşünce zaman zaman imalar yoluyla bazen de açık bir biçimde ortaya konulmuştur. Mesela İzmirli İsmail Hakkı "İslam'da Felsefe Cereyanları" adlı uzun serisinde İbn Haldun'u tanıtırken, onun Doğu'da ve Batı'daki öncülüğünün bir yönünün de siyaseti ahlak, akaid ve şeriattan ayrı olarak mütalaa etmesinde görmekte ve şöyle demektedir: "İbn Haldun medenilik hayatına da geçiyor ve ilk defa siyaset ile ahlakı ve akaid ve şerayii ayırmıştır. Onun zamanından evvel siyaset hep ahlak ve akaid ve şerayii ile mümteziç idi. Bu itibar ile müşarun ileyh şarkta ilk siyasi müellif, Garp'ta da ilklerden olmuştur." (16)

Laik düşünce konusundaki daha açık ve geniş vurgular E. Durkheim'den "Laik Ahlak Laik Terbiye" adıyla çevrilen yazıda yer almaktadır. Tekamülcü-pozitivist bir ahlak anlayışının sergilendiği yazıda laik ve rasyonel ahlakın oluşturulmasının şartları ve problemleri işlenirken tarih içinde din ile meze olmuş, daha derin bir inceleme ve analizin gerektiği ortaya konularak, ahlakın uluhiyetin dışında farklı bir temele yaslanabileceği yorumu yapılmaktadır: "Milletler ahlakı kendi kendilerine izah etmek için bunu uluhiyetin bir şulesi, bir intikası addettiler diye ahlakın başka bir şe'niyyete (reel) rabt edilememesi lazım gelmez, Bu şe'niyyet sırf tecrübi olabilir ve ahlak bu şe'niyyet dahilinde başka türlü izah edilebilir. Ve esasen Allah fikri de ihtimal ki bu şe'niyyetin timsali bir ifadesidir." (17)

Dergide açık bir biçimde din olgusu materyalist bir sosyolojik izahla ele alınmakta, "vahiy" vakıası beşeri bir yapıya indirgenmektedir. Bunun çok açık ifadesini A. Hilmi Ömer'in "Sümer Dininin Babil, İbrani, İslam Dinleri Üzerinde Yaptığı Tesirler: Tufak Hikayesi" adlı makalesinde görmek mümkündür. A. Hilmi yazısında "Bütün mevcudatı bir anda boğarak mahveden cihan şümul bir tufan hadisesini, tabiiyat ve jeoloji alimleri umumiyetle reddederler. Tabiatile onların nokta-i nazarlarına burada yeni bir isbat daha katacak değiliz." (18) diye girerek her dini ve milletin yaygın bir tufan hikayesi olduğunu geniş bir biçimde anlatmakta ve şöyle demektedir: "Bütün tufan hikayelerinden en eskisi, Sümer tufan hikayesidir. Esasen Babilliler ve Samiler medeniyetlerinin başlıca unsurları gibi bu menkıbeyi de kendilerinden eski olan Sümerlerden almışlardır." (19) Dinlerin ibtidai halden gelişerek ve birbirlerinin birikimlerinden istifade ile tekamüllerini sağlamış oldukları tezi doğrultusunda yazı, Kur'an'ın bildirdiği tufan hadisesinin kaynağı konusundaki görüşünü şöylece noktalamaktadır: "Kur'an ile Tekvin kitabındaki tufan hikayeleri mukayese edilirse birincisinin, ikinciden yalnız aynen alınmış olduğunu değil, fakat Tekvin kitabındaki tufan hikayesinin iki menbaı, Yavist ve Ruhban ananelerinin Kur'an'a geçmiş olduğunu görürüz. (20)

Derginin böylece pozitivist ve laik özellikteki yapısını ortaya koymaya çalıştıktan sonra, yukarıda da zikretmiş olduğumuz gibi onun devrin ideolojik karakteri paralelinde benimsediği ve savunduğu bir başka yönüne, Türkçü/ırkçı yaklaşımına değinebiliriz. Derginin bu yaklaşımı İlahiyat Fakültesi'nin yayımlamış olduğu bir mecmua olması hasebiyle olsa gerek daha çok "din" alanıyla ilgili olarak tezahür etmektedir. Dergi adeta Güneş-Dil Teorisi'nden, "Güneş-Din Teorisini oluşturma çabası içerisindedir. Nitekim dergide yayımlanmış bir yazıda Türkler'in kökeni araştırılırken onların kurda tapındıkları iddiası tartışılmakta ve ilginç bir biçimde bu iddia şöylece reddedilmektedir: "Herhalde beyaz veya boz renkli sayılan o kancık kurdu takdis etmek Moğollara daha yakışıyor. Öyle vahşi hayvanı -idraki yerinde bulunan- Türkler mevki-i takdiste tutmazlar. Bazı kimselerin bu vahşi hayvanı bize mal etmek hususundaki teşebbüsleri makbuhdur. Türkün totemi olamaz. Türk, mahkum-u zeval olan eşyaya, fani olan mahlukata tapınmaz ve hele hayvanata hiç de sıfatı takdis vermez. Onun tapındığı ancak kainatın nazımı ezelisi ve ebedisi olan Rabb müttealdir." (21) Böyle bir yaklaşımdan sonra teorinin asıl şekli önceki makaleyle de tezat bir biçimde ileriki sayılarda yer alan Yusuf Ziya (Yörükan)'nın "İslam Menabiinde Samanlık" adlı makalesinde oluşturulmaya çalışılmaktadır. Makalede Şamaniyye'nin bazı kayıtlarda Sümeniyye (Şemeniyye) olarak zikredildiği ve aslında ikisinin aynı şey olduğu, bunu birçok delilin desteklediği zikredilmekte; İbn Nedim'in "Fihristinden de Sümeniyye ile ilgili bir rivayet aktarılarak bu dine (Şaman/Sümen) mensup olanların nitelikleri zikredilmektedir: "Peygamberleri Budasef'tir. Maveraünnehir ahalisinin çoğu İslam'dan evvel ve daha kadim zamanlarda bu mezhepte idi. Bunlar dünyanın bütün insanlarından ve bütün dinlerin saliklerinden daha cömerttirler..." (22) Biruni ve Ebu Reyhan'dan da objektif ve bilimsel (!) bir biçimde yararlanan yazar "Şamanlık bütün dinlerin zuhurundan önce varolmuş bir dindir" (23) görüşüne yer vermekte ve Şamanlığın zamanla bir çok bölge ve kıtalara yayıldığını, bütün dinlerin de şamanizme dayandığını ifade ederek şöyle demektedir: "...Filhakika Ebu Reyhan tasrih ediyor ki ilk din Şamanlık'tır. Buna ister totem denilsin, ister tüs veya ongun denilsin ister vesen veya sanem denilsin onun nazarında putperestlik vardır... İşte İslam menbalarının Sümeniyye veya Şemeniyye diye Çin'de, Hint'te, Horasan'da mevcudiyetini söyledikleri din budur. Sonra bu dinde bir terakki hatvesi gözüküyor. Bu devirde tabiat eşyası, bilhassa su ve ateş takdis ediliyor. Şamanlık bu mahiyeti iktisap edince İran'da ismini değiştiriyor, Mecusilik ve Hint hududunda dini muğ namını alıyor. Sonra diğer bir merhale kat ediliyor. Semavi mabutlar fikri doğuyor... Bütün dinlerin müminleri dinlerin başlangıcını bir mebdee (Adem) raptederler. Ebu Reyhan'ın tuttuğu yol ise bütün dinlerin mevcudiyetinden evvel şamanlığı vaz'etmeye ve diğer dinleri ondan türetmeğe varıyor, usul her ikisinde de aynıdır. Lakin en muahhar devirde dahi dinlerin menşei hakkında tetkikatta bulunan alimler totemizmi, animizmi veya natürizmi başa koymuyorlar mı? Netice olarak şu anlaşılıyor ki Ebu Reyhan'ın tuttuğu yol tarihi hakikata yabancı ve ilmi usule aykırı bir hattı hareket değildir." (24)

Tüm bunlardan sonra, dergide muhteva olarak dikkatimizi çeken bir diğer husus derginin mistik ve batini konulara önemli sayılabilecek düzeyde yer vermesidir. "Nasır-ı Hüsrev", (25) "Karamita ve Sinan Residüddin", (26) "Pamir İsmailileri Akidelerine Ait", (27) "Batınilik Tarihi", (28) "İbn Seb'in" (29) ve "Mistik Muhayyile" (30) gibi bu konuda yazılmış daha pek çok makale dergide yer almaktadır. Acaba tüm bu konuyla ilgili dergide yer almış yazılarla toplumun dini yönelişi hiç olmazsa bu yöne kanalize mi edilmek istenmiştir sorusu zihnimizde cevap aramaktadır.

Dergi 1933 yılına gelindiğinde Darülfünun'un kapatılmasıyla birlikte yayımını durdurmak zorunda kalmıştır. İşin ilginç tarafı bir İlahiyat Fakültesi Mecmuası'nda bile mevcut rejimin ideolojik temelleri bu denli işlenmeye ve yaygınlaştırılmaya çalışılmasına rağmen -diğer bölümleri kıyaslayınız- rejimin bunu dahi az görerek kapanma kararını almış olmasıdır. Her şeye rağmen rejim Türkiye'de yaşanan ideolojik ve kültürel dönüşüme Darülfünun'un yeterli ilgiyi ve katkıyı göstermediği kanaatini taşımaktadır. Nitekim dönemin Maarif Vekili Reşit Galib'in bir demecinden alınan şu satırlar bunu bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır: "Memlekette siyasi, içtimai büyük inkılaplar oldu. Darülfünun bunlara karşı bitaraf bir müşahit kaldı. İktisadi sahada esaslı hareketler oldu, Darülfünun bunlardan habersiz göründü; hukukta radikal değişiklikler oldu, Darülfünun bunlardan habersiz göründü; yalnız yeni kanunları tedrisat programına almakla iktifa etti, harf inkılabı oldu, öz dil hareketi başladı Darülfünun hiç tınmadı; yeni bir tarih telakkisi milli bir hareket halinde bütün ülkeyi sardı, Darülfünunda buna bir alaka uyandırabilmek için üç yıl kadar beklemek ve uğraşmak lazım geldi. İstanbul Darülfünunu artık durmuştu, kendisine kapanmıştı, vüstai bir tecerrüt cinde harici alemden elini ayağını çekmişti." (31)

Dipnotlar:

1- Fakültede okutulan dersler ve hocalar hakkında geniş bilgi için bkz.: Hamit Er, İstanbul Darülfünunu İlahiyat Fakültesi Mecmuası Hoca ve Yazarları, (İstanbul, 1993), s. 12-30.

2- Hamit Er, "Darülfünun ilahiyat Fakültesi Mecmuası", DİA (İstanbul, 1993), C. VIII, s. 527.

3- İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, (İstanbul, 1986), Cilt I, Giriş xxx.

4- Zafer Toprak, "Fikir Dergiciliğinin Yüz Yılı", Türkiye'de Dergiler Ansiklopediler (1849-1984), (İstanbul, 1984), s. 32-33.

5- Tahir Nejat Gencan, "Öztürk'ün Ardından", Türk Dili, (Ankara, 1957), Cilt VI, Sayı: 72, s. 666.

6- Zafer Toprak, a. g. e., aynı yer.

7- Hamit Er, İstanbul Darülfünunu İlahiyat Fakültesi Mecmuası Hoca ve Yazarları, (İstanbul, 1993), s. 183-184.

8- Hamit Er, "Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası", DİA (İstanbul, 1993), C. VIII, s. 527.

9- Halil Halid, Sene: 2, Sayı: 8, s. 151 vd.

10- Halil Halid, Sene: 2, Sayı: 8, s. 62 vd.

11- Levy Bruhl (Çev.: Halil Nimetullah Öztürk), Sene: 3, Sayı: 11, s. 16 vd.

12- Levy Bruhl (Çev.: Halil Nimetullah Öztürk), Sene: 3, Sayı: 11, s.  41 vd.

13- Theodore Ribot (Çev.: M. Sekip Tunç), Sene: 1, Sayı: 1, s. 120 vd.

14- A. g. m., s. 129.

15- Mesela bkz.: Levy Bruhl (Çev.: H. Nimetullah Öztürk), "Auguste Comte'un Felsefesi", Sene: 5, Sayı: 19, s. 49 vd.

16- İzmirli İsmail Hakkı, "İbn Haldun", Sene: 5, Sayı: 24, s. 9.

17- E. Durkheim (Çev.: Necmeddin Sadık Sadak), "Laik Ahlak Laik Terbiye", Sene: 2, Sayı: 4, s. 255.

18- A. Hilmi Ömer (Budda), "Sümer Dininin Babil, İbrani, İslam Dinleri Üzerinde Yaptığı Tesirler: Tufan Hikayesi", Sene: 5, Sayı: 23, s. 52.

19- A. g. m., s. 61-62.

20- A. g. m., s. 61.

21- Halil Halid, "Akvam-ı İslam Etnografyası", Sene: 2, Sayı: 7, s. 18.

22- Yusuf Ziya Yörükan, "İslam Menabiinde Samanlık Sümenîye veya Semeniye", Sene: 5, Sayı: 21, s. 38.

23- A. g. m., s. 42.

24- A. g. m., s. 56-58.

25- M. Şerafettin Yaltkaya, Sene: 2, Sayı: 4, s. 1 vd.

26- M. Şerafettin Yaltkaya, Sene: 2, Sayı: 7, s. 26 vd.

27- A. A. Semenov (Çev.: Abdulkadir İnan), Sene: 2, Sayı: 7, s. 80 vd.

28- M. Şerafettin Yaltkaya, Sene: 2, Sayı: 8, s. 1 vd.

29- Abdulbaki Baykara, Sene: 3, Sayı: 10, s. 65 vd.

30- Theodure Ribot (Çev.: M. Sekip Tunç), Sene: 4, Sayı: 17, s. 1 vd.

31- Cemil Bilsel, İstanbul Üniversitesi Tarihi, (İstanbul, 1943), s. 34-35.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR