Çözülmüşlük ve Dayatmalar Karşısında Müslümanlar
Bugün bizler laik bir ülkede yaşamaktayız. Tebasının büyük çoğunluğunun aslına nispetle çok azından haberdar olduğu bir din, bu ülkede resmiyet planından kaldırılmış, kişilerin vicdanlarına bırakılmıştır. Günümüze, belleklerde gittikçe zayıflayan bir bağla gelen islam dini, şu an bu özle bağlarını kuvvetlendirmek isteyenlerin samimi gayretleriylle gerçek çehresine kavuşmaktadır. Bu ülkenin halkı yaşadığı ve yaşatmaya çalıştığı dini kültürünü ve sosyal pratiklerini geçmişinden miras almıştır. Oysa gerek geçmişi ve gerekse şu anki durumuyla mevcut vakıaya bakılacak olursa halkın sahip olduğu düşünce ve eylem-çizgisinin yanlışlıklar ve eksikliklerle dolu olduğu görülecektir. Tarihinde bu halkın aydınlanma kaynaklarının önüne engeller konulmuştur. O zamanın sabık egemen güçleri insanlarla onların hidayet kaynağı arasına girmişlerdir. Toplumsal yönelişin önünde durulmuş, tevhidî ilkelerin yaşandığı sosyal yön saptırılmıştır. Müslüman kitlelerin beslendikleri veya beslenecekleri menbaa kurutulmak istenmiştir. Çoğu zaman bu kitleler baskın güçlerin kirli politikalarına alet edilmiş, onların istekleri doğrultusunda sevk ve idare edilmişler ve mevcut sisteme dışarıdan veya içeriden gelebilecek tehditlere karşı onu koruma göreviyle şartlandırılmalardır, Türkiyeli müslümanlar kendi tarihleri içinde dar alanlarda yaşamaya mahkum edilen ve imkanlarına el konulan insanlar ola gelmişlerdir. Bu insanlar içte kendilerine dayatılan zor koşulları aşamazken bir de dışarıdan toplu menfaatlerini hedef alan sömürgeci güçlere karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Böyle bir ortam, gelecekte fikri ve siyasi alanlarda onları başarıya ulaştıracak sağlıklı çözüm yolları kazandırmak yerine, onlardan biraz daha bir şeyler alıp götüren, koşulları iyice zorlaşmış bir hayali dayatmıştır.
Bir toplum kendisini ayakta tutacak etkin değerlere kavuşabileceği süreci başlatamaz ve bu yöndeki çabalarını yitirirse o toplum, içinde bulunduğu atalet ve bedbahtlıktan asla kurtulamaz. Toplumsallaşma melekelerini kaybetmiş, edilgenliği, güçsüzlüğü kanıksamış bireylerden oluşmuş bir toplumun iflahı düşünülemez. Türkiye müslümanları umutlu bir geleceği amaçlayarak sahiplendikleri İslami değer ve ilkeleri kuşatarak yaşamaktan ziyade günü birlik çıkar ve hesaplarla yaşamaya yöneltildikleri belli dönemlerde kendilerini hiç bir zaman temsil edemeyecek ve onları istedikleri hayat tarzına ulaştıramayacak kurumlarla ya da bazı resmî kuruluşlarla bütünleşmişlerdir. Onları alabildiğine dünyevileştiren ve ideal beklentileriyle aralarına giren bu tarzda sapkın pratikler, arkadan gelen kuşaklar için uzun süren bir durağanlığı beraberinde getirmiş, yeni dimağlar için bu belirsizliğin doğurduğu boşluk hali başkaları tarafından doldurulmuştur. Özel çabaları ve yüksek performanslarıyla bu güçlüklerden sıyrılmayı amaçlayan ve İslamî uyanış sürecini başlatan muvahhid rnüslümanlar bugün hala geçmişin bedelini ödemekle uğraşmak zorunda kalıyorlar.
Türkiye gerçeğinde İslamî uyanış sürecinin başlangıç dönemleri hatırlanacak olursa ilk günkü şartlarla bugün arasında belli bir ivme göze çarpacaktır. Kur'anî aydınlığı yakalayıp tevhidi anlayışla yaygın olarak tanışabilmeyi amaçlayan bir çokları artık kitleye yönelik faaliyetlerin tasarılarıyla ilgilenmektedirler. Bu insanlar karşılaştıkları geleneksel yaşam tarzının değer ve beklentilerini toplumdaki sosyal yapı ve kurumlan, siyasal zihniyet ve etkilerini köklü bir şekilde sorgulayıp kitlelere ulaşabilmenin araçları üzerinde düşünmeye başlamışlardır. Daha önceleri gösterilen ve halen genel çoğunluğun sürdürdüğü tepki ve sosyal çabaların sistem içi çözümlemelerden ve nihaî uzlaşıdan öteye varamadığı gerçeği, müslümanları bu yönde sağlıklı yapılanına ve kitleselleşme konuları üzerinde dikkatli çözümlemelere ve hedefinden sapmayacak tutarlı yolları düşünmeye sevketmiştir. Öncelikle duyarlı, fedakar, basiretli, katılımcı ve istikrarlı vasıflara sahip olanlar, düşünce ve eylemde birlikte olmanın şartlarını iyi görebilmek ve iç bütünlüklerini oluşturmak doğrultusunda belli arayışlarını somutlaştırmaya çalışıyorlar. Bu arada varılan noktada geçmişten gelen bazı alışkınlıkların olumsuz olanlarından kurtulabilmenin güçlüğünden de bahsetmek de gerekiyor. Bunlardan, bireylerin gelişmelerini kısıtlayan, mevcudu değerlendirmede yetersiz kalan, belli kişilere imtiyaz hakkı tanırken diğerleri üzerinde tahakküm kurulan kapalı yapılanmalar ya da alabildiğine kişisel özgürlüklerin ve bireyselliğin öncelendiği, keyfîlik içinde her görüşün sınır tanımaksızın savunulabildiği ve pratik değer taşımayan eğilimler şeklinde özetlenebilecek tecrübelerin olumsuzluğu zaman zaman hissediliyor.
Bugün Türkiye'de İslamî uyanış süreci gençtir. Düşünsel ve toplumsal alanlarda kendini ifade edebilecek seviyeye daha yeni yeni kavuşmaktadır. Dolayısıyla ilkin kültürel boyutta sarfedilen çabaların yoğunluğuyla girilmiş bu dönemde bu nevi teorik ağırlıktaki uğraşların pratik hayata evirilmesi pek kolay olmasa gerek. Aslolan insanların aralarında, yapacakları işlerde bilinçli ve kalıcı ilişkiler oluşturabilmeleri, ilkeli, katılımcı eğitimlerine ve dayanışmalarına Önem veren bireylerin beraberliklerini Kur'ani şiarlar çerçevesinde başarılı bir şekilde ortaya koyabilmeleridir. Müslümanlar ortak pratiklerini ancak bu şekilde düzenleyip topyekün mücadele hedeflerini bu minval üzerinde başarıya ulaştırabilirler.
Yaşadığımız ülke rejiminin değişmekte olan dünya dengesine ayak uydurabilmek için yeni düzenlemelere gittiği gözlemlenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti özde laik ve Batılı değerler çerçevesinde oluşturulmuş ilkelere dayanan bir devlet felsefesine sahiptir. Bu ülkede devletin yürürlükteki uygulamaları sözde demokratik usullerde cereyan etmektedir. Oysa gerek ara rejimlere, gerekse keyfi yorum ve uygulamalara neden gereksinim duyulduğu düşünülecek olursa, asılla çelişen bir durum gözlenecektir. Kişisel özgürlüklerin, düşünce özgürlüğünün, dinî uygulamalarda sahip olunması gereken özgürlüklerin genellikle askıya alındığı veya farklı uygulamalarla geçiştirildiği konular hep aynı problemi çağrıştırmaktadır. Yani teoride tanınan hak ve özgürlük kapsamıyla pratikte karşılaşılan uygulamalar arasındaki çelişkiler hep var ola gelmiştir. Şu halde sozkonusu olacak değişikliklerle bu ülke insanlarına yönelik faydalar ummak safdillik olacaktır. Zaten böyle bir umut Türkiye Müslümanlarının beklentileri açısından da bir çözüm teşkil etmemektedir.
Mevcut iktidar üç farklı konuya ilişkin "şartlı salıverilme", TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerini iptal- ve terörle mücadele yasası- hususlarında yeni bir yasal düzenlemeye gitti, incelendiğinde önceki yasaların kaldırılmasının hiç bir anlam taşımadığı, bilakis onların yerine kapsamı daha genişletilmiş ve alabildiğine muğlak, hemen her fiili kapsayacak tarzda tanımlanmaya açık bir hükmün getirildiği farkedilecektir. Önceden 141, 142 ve 163. maddeler yürürlükte iken belki kolaylıkla suç kabul edilemeyecek fiiller bu yasayla kolayca suç kategorisine sokulabilecektir. Gerçekte terörle mücadele yasası denilen bu hüküm Türkiye'de yerleştirilmeye çalışılan yeni sivil yönetim biçimi doğrultusunda atılmış Önemli bir adımdır. Sistemin yeniden formüle edilebilmesi için, yeni metodların bulunması ve tanımlanması gereci/ordu. Artık belli zamanlarda askeri mekanizmalarca yürütülen görevler sivil iktidar güçlerine devredilmiş oluyor, yani sıkıyönetim kararlarının adı bundan böyle hükümet kararnamelerine dönüşmüş oluyor.
Sistemin gerçekleştirmek istedikleri ortada: Ülkenin yeni dünya düzenine uyumunu sağlamak ve farklı dönemlerde, farklı içerikler yüklenen demokrasiyi yeni işleviyle sağlam bir ray üzerine oturtmak. Alışılagelmiş hali ile mevcut devlet modelinin yeni biçimine kavuşması için gerekli değişikliklerin yapılması, rejimin en önemli güvencesi olacaktır. Ama şu var ki bu düzende her ne kadar göstermelik değişikliğe gidilmiş olsa da değişen adlar ve uygulamaların yolları olup öz aynı kalacaktır.
Bu ülkede yaşayan müslümanlar açısından bu yasalar çerçevesinde yapılan değişiklikler, "163 sonrası" diye adlandırılabilecek tartışmalı bir ortamı doğurmuştur. Kimi çevre ve şahıslara göre, bu yasa düzenin müslümanların lehinde attığı önemli bir adım, kimilerine göre ne olacağını zamanla görebileceğimiz bir düzenleme, kimilerine göre ise müslümanları hedef alacak bir komplonun ilk belirtileridir.*
Sistem içi çözümden yana olanlar yeni yasal düzenlemeleri demokratik hakların elde edilebileceği ve oluşan zemine dikkatlerin çekilmesinin zorunlu olduğu imkanlar olarak görüyorlar. Onlara göre aklı selim için yol birdir. Artık hakim ve savcılarımıza güvenilebilir. Somut hedefler vaad edecek siyasi mücadelemize hız verilmelidir; zira müesseseleşme yolu açılmıştır. Bu ortamı suiistimal edeecek küçük gruplara, köktenci hareketlerin kışkırtmalarına kanmadan topyekûn toparlanarak güçlü adımlarla iktidara yürünmelidir.
Çekimser görüşe göre, temkinli olmaya devam etmeliyiz. Önceden sahip olduğumuz dikkatleri yitirmemeliyiz. Yasalar bir gün bizim lehimize dönüşecek niteliğe kavuşabilir; beklemeliyiz, sabretmeliyiz.
Son görüşe göre, değişen bir durum olmamıştır. Tabii hakların görünürde kabul edilmesi bizi kısa sürecek bir rehavetin aldatıcılığına sürüklememelidir. Dolayısıyla şu anki yeni düzenlemeyle, yeni dünya düzenine muhalif olanları güç duruma düşürmek amaçlanmıştır: Hem kamuoyunda, hem de yasa önünde.
Meşru talepler konusunda müslümanlar arasında farklı algılayışlar mevcuttur. Gerçekte yürürlükteki yasaların dayandığı temel mantık kendisiyle sistemin bekasının hedeflendiği laik-batıcı devlet zihniyetidir. Bu zihniyetin bünyesini parçalayacak veya bazı bölümlerinde köklü değişikliklere gidecek herhangi bir anlayışa veya eyleme imkan tanınacağı düşünülmemelidir. Ama devlet ve siyasal iktidar güçleri kendilerince izin verdikleri kadarıyla dışa vurulan muhalif fikrî ve pratik tepkilere ses çıkartmayacaklardır. Hatta bu durumda olanların sistem içinde güçlenip, yönetim yelpazesinde bir köşe tutmaları teşvik bile edilebilecektir. Zaten tarihinde sabık iktidarlarca samimiyeti istismar edilen kitlelerin sahip olduğu din anlayışının, dini sadece bir tarafından tutmaya güç yetirebildiği göz önünde bulundurulursa, sistem içinde böyle bir pratiğe elverişli zemin de bulunmaktadır.
Rabbimizin bizden istediği yegane tavır halimizi değiştirebilmek, kitabın mesajını parça parça anlaşılmaktan kurtarmaktır. Unutulmamalıdır ki mevcut rejimin kendisini korumak istediği temel sorun topyekûn değişikliği amaçlayan tüm düşünsel ve eylemsel çabalardır.