1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Çok Satan Kitapların Temel Özellikleri

Çok Satan Kitapların Temel Özellikleri

Şubat 2005A+A-

Son yıllarda öne çıkan ve çok satan romanlara dikkatlice baktığımızda onların bazı "olmazsa olmazları" olduğunu görmek mümkündür kuşkusuz.

Bu olmazsa olmazlar içinde, daha önceleri bir adım önde olan hep aşk hikayesiydi. Bu aşk da hemen hemen her zaman güzel bir esas kızla yakışıklı bir esas oğlan arasında gelişmekteydi. Bu ikili arasında yahut etrafında gelişen gerilim daha ilk sayfalarda okuyucuya hissettirilirdi. Hangi çevreye, kültürel katmana, izleğe bağlı olursa olsun romanın asıl itici gücü burada yoğunlaşırdı. Romanı "çok satar" kılan bir diğer ölçüt de kimin yazdığıydı.

Ancak son yıllarda "çok satanlar" listelerine, adlarını daha önce duymadığımız yazarların, üstelik "aşk"ın bir ayrıntı olarak işlendiği veya hiç yer almadığı romanları eklendi. Fakat bu romanların da olmazsa olmazları, öne çıkan bazı temel özellikleri var. Romandan romana az çok farklılıklar olsa da bu öğeler şu şekilde özetlenebilir:

- Tarihi arka plan

- Sürükleyiciliği sağlayan, konuyu genellikle esrarengiz bir ölümle/cinayetle başlatan polisiye kurgu

- Dini eksenli zengin bir altyapı

- Önemli şehirler, devingen bir kurguya elverişli mekanlar...

Bu tür romanlardaki tarihi arka planla ilgili olarak, yazarların uzun süren çalışmalar yaptıkları ve anlatılanların gerçeğe dayandığı özellikle vurgulanmaktadır. O kadar ki romanların tarihsel gerçeklerle örtüşen noktaları yahut bu konuda gösterildiği iddia edilen titizlik, bizzat yazarlar tarafından kitapların başında ya da sonunda "not", "açıklama", "gerçek" ve benzeri başlıklar altında okuyucuya sunulmaktadır. Güya bu sayede okuyucu bir taşla iki kuş vurmuş; tarihi bir atmosferde akıp giden sürükleyici bir roman okurken tarihsel gerçekler, olay ve gelişmeler hakkında bilgi edinmiş de oluyor!

Romanlardaki baş karakterler yani ön plandakiler de çoğunlukla gerçek kişilikler. Olayların geçtiği şehirler de, kaçınılmaz olarak, tarih sahnesinde öne çıkan, tarihin akışında bir yeri ve önemi olan yerleşim birimleri arasından seçiliyor hep. Yani hiçbir şey, hiç değilse görünüşte alelade değil.

Bu tür romanlara gösterilen yoğun ilginin bir gelişim çizgisi takip ettiği söylenebilir. Son dönemde, modern insanın içinde dönendiği yaşayış tarzı ve problemler yumağına, kitlesel güvensizlik ve saldırganlığa, bunalım ve arayışlara, sapkınlık ve değer yitimine bağlı olarak polisiye romanlarda bir artış yaşandığı açık. Bu durum tarihi romanlar ve anlatılar için de geçerli. Aynı şekilde dinsel kökenli gizli örgüt, topluluk, cemiyet, tarikat, kardeşliklerin sırlarını, amaçlarını açığa vuran kitaplar da geniş bir okur kitlesi tarafından takip ediliyor artık.

Yukarıda genel çerçevesi çizilen romanların bu türlerin, bu özelliklerin bir "harman"ı olduğu ileri sürülebilir. Bütün bunlar sinema ve dizi film sektörünü de bütün dünyada ve aynı zamanda yaşadığımız ülkede ciddi bir biçimde etkileyip yönlendiriyor kuşkusuz. Ölçüsüz şiddetin, cinayetlerin, kavgaların, çetelerin, savaş görüntülerinin yanı sıra sulandırılmış metafizik eksenli arayışların, sırlı dünyaların, ruhsal ve gizemli fantezilerin birlikte yükselen, bireyleri ve kitleleri kuşatan iki ilginç ve model oluşturucu bir ekseni öne çıkardığı rahatlıkla gözlemlenebilir.

Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi" adlı kitabı sözünü ettiğimiz romanlarla ilgili en ilgi çekici özelliklere sahip olan ve en çok ilgi gördüğü kabul edilen kitaptır herhalde. Hemen hemen her yerde hakkında çokça konuşulan ve hala yolda, otobüste, metroda, hatta televizyon dizilerinde birçok kişinin elinde gördüğümüz bir kitap bu. Hikaye günümüzde geçiyor ama o "anahtardaki gizemli mühür" gibi, eski ve yeni dünya birbiriyle birleşmiş, kaynaşmış durumda.

Olayın geçtiği merkezi yer, Paris'tir. Roman, Louvre Müzesi'nin müdürü Jacques Saunier'in öldürülmesiyle başlar ve biçimlenir. Olayı araştıran polis, gizli servis, istihbarat birimleri, şifre uzmanları ve bilim adamları, tarihçiler ortak bir öykü içinde harmanlanır. Bu arada doğal olarak okuyucu tarihe; Sion Tarikatı'na, Opus Dei adlı örgüte, Vatikan'a, Kutsal Kase'ye, İsa ve Meryem'le ilgili dini/gizemli arayış ve belirlemelere götürülür.

Zaman zaman Umberto Eco esintileri de taşıyan Da Vinci Şifresi'nin gördüğü ilgiyi sırlara, şifrelere, hatta şifrelerin içinde yuvalanmış şifrelere bağlamak yanlış olmaz. Kitaptaki bir cümle bu tespiti açıkça dile getirir zaten: "Sırlara herkes bayılır." Okuyucu sırların ifşa edilmesine, deşilmesine de bayılmaktadır elbette. Zira ne kadar dile getirilseler, yayımlansalar, açıklansalar da sırlar her şeye karşın gerçek esrarını korumaktadır. Modern insanın algısı bu belirlemeyi yalanlamamaktadır.

Bu kitabın bu kadar ilgi görmesinde, sırların yanı sıra, Mel Gibson'ın "İsa'nın Tutkusu" filmiyle başlayan tartışmalara denk gelmesi de önemli bir etken olarak düşünülebilir. Hatta bu filmin çekilme nedenlerinden birinin Dan Brown'ın kitabına cevap vermek olduğu bile söylendi. Nitekim Mel Gibson'ın babasının bir televizyon kanalında kitabı yazan ve yayımlayanları suçlayan, aşağılayan ve bunun bilinçli/örgütlü bir çaba olduğunu dile getiren beyanlarının yayımlandığını biliyoruz.

Bu eksende bakılınca romanda anlatılanlar, iki örgütün asırlardır süren savaşı üzerine kurulmuş görünmekte. Bu anlamda kitapta uydurma örgütler söz konusu değil. Bunlardan birincisi "Tapınak Şövalyeleri"nin de ardındaki örgüt olduğu iddia edilen Prieure de Sion (Sion Manastırı) diğeri ise "Opus Dei" (Tanrı Bizimle) olarak bilinen örgüttür. Her iki örgüt de bugün mevcuttur ve birbirleriyle mücadele etmektedir. Ayrıca önemli tarihsel olaylara yön veren arka plandaki güçler olarak dikkat çekmektedirler. Sözgelimi, Sion Manastırı'nın 1789 Fransız Devrimi'nin arkasındaki güç olduğu iddia edilmiştir. Sion Tarikatı 1099'dan beri çok gizli olarak örgütlenmiş olup, üyeleri ve büyük üstatları arasında çok önemli isimler yer almıştır. Bizzat tarikatın kendi belgelerine göre bu isimler arasında Boticelli, Leonardo da Vinci, Isaac Newton, Robert Boyle, Victor Hugo, Claude Debussy, Jean Coteau, Charles Nodier gibi kişiler sayılmaktadır. Opus Dei ise Josemaria Escriva de Belaguer tarafından kurulmuş, Vatikan'ın da arkasında olduğu bir kuruluştur. Katolik Hıristiyanlığın Masonluk ve Judea-Protestan kültüre karşı yürüttüğü mücadelenin örgütü gibi durmaktadır.

Kitapta, Katoliklerin çok temel bir dogmasına, Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesine (teslise) göre şekillenen "Tanrı-İsa", "Tanrı'nın Oğlu İsa" gibi inanışlara doğrudan bir hücum söz konusu. Üstelik Hz. İsa'yı sıradan bir insan konumuna indiren, ona bol tarihsel dedikodulu cinselliği de katan Maria Magdelenna ile olan evliliği ve Hz. İsa'nın soyunun bu ilişkiden doğan bir çocuk ile devam ettiği tezi de işleniyor. Böylelikle bütün bir Katolik inanışının temelleri sarsılmış oluyor. Bununla birlikte kitabın finalinin oldukça hayal kırıcı olduğunu söylemek gerekiyor. Bu iki örgüt kitabın sonlarında neredeyse basit bir "sevgi tarikatı"na indirgeniveriyor.

Söz konusu kitap kısa kısa bölümlere (toplam yüz yedi bölüm) ayrılmış. Okumaya ara vermek için sık sık olanak bulunabilse de birçok roman ya da televizyon dizisinde olduğu gibi her bölüm bir muamma ile ya da "Sonraki bölümde ne olacak?" merakını uyandıran bir çözümle sona ermekte. Dolayısıyla ara vermek pek mümkün olmuyor. Yeri gelmişken şu hususu da belirtmeliyiz ki bu kitap, aynı türdeki birçok kitaba ilgi duyulmasına, onların da çok satılıp okunmasına ciddi bir katkıda bulunmuş oldu. Şimdilerde bu kitabın sinema filmi olarak çekilmek üzere olduğunu da basından öğrenmiş bulunuyoruz.

Çok satan kitaplara bir örnek olması açısından değineceğimiz ikinci kitap olan "Tablodaki Sır" da Da Vinci Şifresi'nden sonra yayımlanması açısından şanslı bir roman. Eva Prud'homme'un bu kitabı, asıl adı "Titien'in Vasiyeti" olmasına rağmen belki de bu yüzden bu adla çevrilip yayımlandı.

Tablodaki Sır da aynı yapıya sahip: Arka planda, XVI. yüzyılın son çeyreğinde "kara ölüm" diye anılan veba kol gezmektedir. Ünlülerin ressamı olarak anılan Tiziano Vecellio ölür. Kabala ve simya romanda ağırlıklı bir yer tutar. Yer ise ünlü İtalyan kenti Venedik'tir.

Tiziano, bir cinayete kurban gitmez. Ölüm nedeni vebadır; ama ölmeden önce, ziyaretine gelen iki gence zorlukla bir itirafta bulunur: "Bir cinayete tanık oldum. Cinayetin resmini yaptım. Tablolarımdan biri. Vahşice bir cinayet." Daha fazlasını söylemeye ömrü vefa etmez. "Tiziano'nun sırrı" olarak adlandıracakları bu itirafı "vasiyet" olarak gören Virgile ile Pierre'e ve sonradan onlara katılacak Marietta'ya (bu üç dedektife) düşense, bunu açıklığa kavuşturmaktır. Birer ayrıntı da olsa, daha romanın ilk sayfalarında Leonardo da Vinci ve Dante bize göz kırpmaya başlar. Romanın ilgi çekici bir başka yanı da, öykünün Kara Mustafa adlı karakter eşliğinde kıyılarımıza dek uzanmasıdır.

Dinle tarih, gizemli ve fantastik kurgular içinde edebiyata bir karnaval havası yaşatıyor kısacası. Zamane okuyucusunun zihni ister istemez bu eksende biçimlendiriliyor. İnsanoğlunun oyuna yatkınlığı sulandırılmış tezlere, göreliliğe, gerçek bir "gerçek"in olmadığına, herkesin oyunun bir figüranı olduğuna, oyunun kurallarını koyan güç odaklarına güç yetirebilmenin mümkün olmadığına yönelik çıkarımları sürekli besleyip çoğullaştırıyor. Tarihi yapanlar, tarihi şeyler yazanların elinde ister istemez bir oyuncağa dönüşüyor.

Ve biz bu kurguyu, illüzyonu, bu gizemli yalanlar perdesini yırtıp atacak akıllı ve yürekli "oyunbozanlar" bekliyoruz hala.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR