Cezayir'de İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) - 1988-1991
Dr. Muhammed Amireş, Cezayir Constantine Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.
I. Giriş:
Cezayir'de İslami Hareketlerin Tarihi Kökleri
Cezayir'deki İslami hareketlerin tarihi köklerini Arap-İslam dünyasındaki herhangi bir ıslahat veya köktenci harekete dayandırmak pek doğru olmaz, İslam'ın Kuzey Afrika'daki Mağrib ülkelerine nüfuz ettiği ilk zamanlardan itibaren tüm Cezayir tarihi boyunca İslami hareketler var olmuştur.
İslam Avrupalı sömürgeci ülkelerin işgal teşebbüslerine karşı sürekli olarak bir direniş gücü oluşturmuş ve Mağrib kıyılarına yönelik İspanyol askeri saldırılarına karşı bir müttefik olarak 1519'da Osmanlıların Cezayir'e davet edilmesini sağlamıştır (Amireş, 1987:56). 1830 yılında Cezayir'in Fransızlarca sömürgeleştirilmesinden sonra da İslam Fransız sömürgeci varlığına karşı sayısız başkaldırıda asıl rolü oynamaya devam etmiştir. Bu sömürgeci varlığa karşı en urun direniş Emir Abdülkadir'in açtığı cihad bayrağı altında 15 yıldan daha uzun bir süre devam etmiştir. Benzer İslami direniş hareketlerinin tüm bir 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın da başlarında sürdüğü görülmektedir.
1920'lerin sonu ve 1930'Iann başlarında yeniden doğan ıslahatçı siyasi hareket çerçevesinde, Abdulhamid Bin Badis'in liderliğini yaptığı Cemiyetü'l-Ulema el-Müslimun el-Cezayirin (Cezayir Müslüman Ulema Birliği) bu yüzyılın (20. yüzyıl) ilk yarısında ortaya çıkan en güçlü ve etkili hareket olarak değerlendirilebilir. Ulema Birliği'nin başarılı faaliyetleri Fransız sömürgecileri arasında korku ve endişeye yol açmış ve Cezayir Genel Valisini, 1933 yılında yayınladığı resmi bir bildiride, şöyle bir uyarıda bulunmak zorunda hissettirmiştir:
"...Halk arasında derin saygı duyulan bir çok tarikat lideri ve şeyh ailesi bizim nüfuzumuzu samimiyetle benimsemişlerdir; fakat bu insanlar, her geçen gün yeni taraftarlar kazanan ve aktif ve başarılı bir propaganda ile oluşturulan yeni bir mihrakın tehdidini kendi üzerlerinde hissetmektedirler... İslam kültürü ve dini ıslahatlar maskesi altında, zehirli bir amaç taşıyan böyle bir propagandaya müsamaha edilemez. Bu itibarla, sizden Bin Badis'in başkanlığını yaptığı ve tanınmış vaizi Tayyib Ukbi olan Müslüman Ulema Birliğinin toplantı ve konferanslarını çok özel bir dikkatle takip etmenizi istiyorum... "(yer aldığı eser: Gellner, 1981: 167).
Bu yüzyılın öncü bir İslami hareketi olarak Ulema Birliği, özellikle Şeyh Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afgani'nin olmak üzere İslam dünyasındaki diğer İslami hareketlerden çokça etkilenmişlerdir. Bununla birlikte, Cezayir İslami hareketi her zaman bağımsızlığını ve diğer müslüman ülkelerde mevcut bulunan hareketlerden kendisini ayıran özelliklerini korumuştur.
Bağımsızlık sonrası dönemde, Cezayir'i 30 yıl boyunca yöneten tek parti idaresinin bir sonucu olarak, İslami hareketlerin faaliyetleri özellikle bağımsızlığı izleyen ilk 20 yıl içinde zayıfladı. Camilerin, ortaokul düzeyinde İslami eğitimin ve yıllık İslami konferansların idaresi 1960'ların sonundan itibaren merkezî otoriteye bağlanan Diyanet işleri Bakanlığı'nın tekeline verildi. Mamafih, bu dönemde resmen örgütlenmiş İslami hareketlerin bulunmayışı, ne legal, ne de illegal hiç bir İslami etkinliğin olmadığı anlamına gelmiyordu. 1970 ve 1980'li yıllarda üniversite öğrenci hareketleri asıl olarak İslami öğreti ve değerlere dayanıyordu. Bu durum tüm bağımsızlık sonrası dönem boyunca ta 5 Ekim 1988 olaylarına dek devam etti.
Bununla birlikte, bu bağımsızlık döneminde (1962-1988) Ulema Birliği'nin etkisi Cezayir halkının düşüncelerinde belirleyici bir rol oynamaya devam etmiştir. Ayrıca, Orta Doğu'da yaygın olan İhvan-ı Müslimin hareketi ve özellikle de Hasan el-Benna, Seyyid Kutub ve Muhammed Kutub'un etkileri özellikle Arapça'yı kullanan aydınlar arasında genişçe yayılmıştır. Bazı İslam sosyalistlerinin fikirlerine de rastlanmaktaydı ve Bumedyen rejimi sırasında büyük bir etki de uyandırmıştı; fakat etkileri 1970'li yıllar bitmeden zayıfladı. Iran İslam Devrimi'nin, bir çok müslüman ülkede olduğu gibi Cezayir İslami uyanışı üzerinde meydana getirdiği etkileri de, Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgaline karşı gösterilen İslami direnişin etkileri ile birlikte burada kaydetmek gerekir.
Her şeye rağmen, Cezayir'deki İslami hareketlerin canlanışı, daha önce belirttiğimiz gibi, İslam dünyasındaki herhangi bir harekete dayandırılamaz. Ancak şu söylenebilir ki, bu hareket de özü itibarıyla, İslam ümmetinin baskıcı siyasi rejimlere karşı ortaya koyduğu canlanan İslami direnişin bir parçasıdır. Cezayir'de illegal olarak yürütülmekte olan İslami hareketlerin faaliyetleri 1980lerden itibaren yoğunlaşmış ve 6 Ekim 1988'de gerçekleşen halk kıyamıyla da dönüm noktasına gelmiştir. Bu olayla birlikte, Şadli Bincedid rejimi muhalif siyasi hareketlere büyük tavizler vermek zorunda kalmış ve böylece tek parti sistemi aşılarak Cezayir'de seçmen iradesine bağlanan çok partili siyasi sistem yürürlüğe konmuştur.
II. 1989 Anayasası ve FIS'in doğuşu
Ekim 1988 olaylarının ardından Cezayir Devlet Başkanı'nın siyasal reformlar yapılacağına ilişkin açıklaması Cezayir siyasi hayatında yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. Bu tarihten itibaren muhalefet kampanyasını tek parti sisteminin lağvedilmesi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu dönemde en aktif muhalefeti İslami hareket temsil ediyordu. Psikoloji dalında bir öğretim üyesi ve Cezayir rejiminin eski bir mahkumu olan Dr. Abbasi Medeni ve yine daha önceleri rejimin zindanlarında yatmış bulunan, başkent Cezayir'in büyük camilerinden birinin İmam'ı olan Ali Belhac bu hareketin önde gelen liderleri idiler. Cuma hutbeleri ve mitinglerde, rejimin laik ve müfsid yönlerine saldırdılar ve Cezayir'in artan sosyo-ekonomik zorluklarının kökeninde, ahlaki ve İslami değerlerin erozyona uğramasının ve devlet işlerinin gayri İslami usullerle yönetilmesinin yattığını vurguladılar. Amaçlarının Kur'an'ı temel alan bir İslam devleti anayasası olduğunu açıkladılar. Bu hareket özellikle Cezayir nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden gençlik kesimi arasında olmak üzere halkın desteğini kazandı.
Bu dönemde başka İslami hareketler de mevcuttu, örneğin bir ıslahatçı olan Mahfuz Nahnah'ın liderliğini yaptığı İrşad ve Islah ve Doğu Cezayir bölgesinden bir avukat ve imam olan Abdullah Cabellah'ın lideri olduğu En-Nakda cemiyetleri gibi. Bu her iki lider de geçmişte Cezayir rejimi tarafından çeşitli hapis cezalarına çarptırılmış kişilerdi. Bu iki cemiyet ıslahatçı, kültürel ve eğitimsel bir hareket olduklarını ve siyasetten uzak kalacaklarını iddia etmekteydiler. Fakat her ikisi de devletin gayri İslami usullerle yönetilmesi noktasında mevcut yönetime muhaliftiler.
İster dini, etnik, kültürel yönden olsun, isterse de diğer laik hareketlerden gelsin, mevcut rejime yönelik baskılar, Cezayir'de çok partili siyası sisteme izin verilmesi ve bunun yasallaşması noktasında yoğunlaştı. Bu durum Bincedid rejimini siyasi değişimin gerekliliğini kabul etmeye zorladı ve böylelikle çok partili siyasi sistemin kabulünü, fakat etnik-kültürel veya dini temeller üzerine kurulmuş siyasi cemiyetlere yasallık tanımayı reddeden yeni bir anayasa ortaya konuldu.
Etnik-kültürel ve dini cemiyetlerin anayasaya aykırı olduğu ilan edilmesine rağmen, Cezayir İslami hareketlerinin önde gelen liderlerinin, yeni anayasanın oylanmasından bir kaç gün önce bazı Cezayir camilerinde taraftarları ile birlikte yaptıkları muazzam mitingler, İslami Selamet Cephesi'nin siyasi bir cemiyet olarak kuruluşunun gayri resmi ilanı ile sonuçlandı. Cephenin liderliğini Abbasi Medeni, yardımcılığını ise Ali Belhac üstlenmişti. Bu eylem hakim rejimin ileri sürdüğü yasama kurumlarına karşı gerçekleştirilen en büyük meydan okuma olarak dikkate alınabilir.
Bununla birlikte 23 Şubat 1989'da yeni anayasa oylaması gerçekleştirildi; denetim tamamen yönetimin, yönetimdeki FLN (Milli Kurtuluş Cephesi) destekçilerinin ve rejimin kontrolündeydi. Anayasanın içeriğine ve üslubuna karşı halkın aşikar bir memnuniyetsizliği olmasına rağmen sonuçlar, yeni anayasa lehindeydi. Çeşitli siyasi, kültürel ve dini hareketler bu anayasaya karşı olduklarını ilan etmişlerdi; ancak hiç birisi oylamanın hileli sonuçları hakkında bir suçlamada bulunmadı. Bunun sebebi muhtemelen bu tür suçlamaları destekleyecek delillerin elde olmamasıydı, çünkü oylamanın idaresi tamamen hakim rejimin ellerindeydi.
Takip eden dönemde FIS, eylemlerini bütün resmi yasama kurumlarını reddetme üzerinde yoğunlaştırdı. Gerçekten de FIS liderleri özellikle de Medeni ve Belhac hakim rejime meydan okuyan siyasi söylemlerine ve yeni anayasanın meşruiyetini reddetmeye devam ettiler, ancak ve ancak Kur'an'a dayalı şeriat yasalarına itaat edeceklerini teyit ettiler. 22 Ağustos 1989'da Abbasi Medeni, yeni anayasaya karşı bir meydan okuma mahiyetindeki, Cezayir İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği bir başvurusunda, İslami bir devlet kurmayı amaçlayan bir siyasi cemiyet olarak FIS'ın resmen kanunileştirilmesini talep etti. Anayasaya ters düşmesine rağmen, bu meşruiyet içişleri Bakanlığı tarafından 6.9.1989 tarihinde kabul edildi. FIS artık Cezayir'de resmen kurulmuş siyasi bir cemiyet idi. Bu FIS'in meşruiyetini kurmakla birlikte, Cezayir'deki hakim rejimin savunmasız olduğunu gösteriyordu. Hakim rejim tarafından ilan edilen yeni anayasa ile çelişen bu harekete dair hiç bir resmi açıklama yapılmamıştı. Siyasi-dini cemiyet olarak FIS'in resmen kurulması Bin Cedid rejiminin meşruiyetine karşı bile nihai meydan okuma oluşturabiliyordu. Böylece FIS'in yasallığına dair Cezayir'de ve dış basında sürüp giden tartışmalara da bir son veriliyordu. Aynı zamanda bu hareket komşu Mağrib ülkelerindeki hakim rejimlerin korkularım artırdı. Özellikle de İslami hareketin yeraltında geliştiği Fas ve Tunus ilk sıradaydı.
Bununla birlikte FIS'in Cezayir rejimi tarafından tanınması, diğer etnik-kültürel ve dini partilerin de Cezayir siyasi forumunda varlıklarını devam ettirebilecekleri, eşit yasal haklara ulaşmaları için geniş bir kapı açtı. Bazı yorumcular daha da ileri gidiyor ve şunu iddia ediyorlardı: FIS'in resmen tanınması, büyük Kabyle bölgesi (Cezayir Berberilerinin yaşadığı bir bölge)'den gelen Başbakan Kasdi Merbah üzerinde, etnik bir kabile grubu olan Demokratik ve Kültürel Meclis (KCD)'in oluşturduğu baskının sonucudur.
Eylül 1989'da resmen kurulmasından itibaren FIS'in eylemleri arttı ve popülaritesi çeşitli ekonomik, eğitsel, siyasi, sosyal ve dini yapılarda olduğu gibi çeşitli alanlara da geniş çapta yayıldı. Bir çok cami FIS'e bağlı imamların eline geçmişti ve bu sayede hareketin imamları, liderleri ve militanları kitle eylemleri düzenliyor, ya Cuma namazlarında hutbe veriyorlar yada genel seviyede veya çoğunluğa sahip oldukları yerel bölgeler bazında mitingler düzenliyorlardı. FIS bu popülaritesine rağmen güçlü bir muhalefetle karşılaşmış ister diğer siyasi, dini ve kültürel hareketlerle olsun ister kitle bazında ve hatta mevkileri içinde olsun tartışılan bir konu olmuştur.
III. FIS ve Yerel Seçimler
Kampanya aktiviteleri boyunca FIS geniş halk kitlelerini etkileyerek onları hareketin destekleyici mevkilerine kaydırdı. Aynı zamanda FIS'in artan popülaritesi bir çok fırsatçıyı da cezbediyordu; bunlar FLN'nin azalan azimkarlığı kadar diğer iki yüzlü, gayri İslami hareketlerden koparak FIS üyeliğine yazılmaya çalışanlardı. Yayılan bu tabanı ile birlikte, FIS liderliği Haziran 1990 yerel seçimlerine katılmamak için direnmenin zor olacağını kabul etti. Yerel seçimlerde yer alma gerçeği, FIS liderliği tarafından yapılmış tuhaf bir eylem olarak görülmemelidir. Eğer bu dönem boyunca FIS'in resmi siyasi söylemini irdelersek bu tuhaflık ele alınmayabilir. FIS liderliği özellikle de Abbasi Medeni, bir çok vesileyle yaptığı konuşmalarda FIS'in Cezayir'deki çok partili rejimi ve ilan edilen demokrasi sürecini kabul ettiğini vurguluyordu. Cezayir televizyonu ile yaptığı bazı görüşmelerde FIS'in ifade özgürlüğünü ve hatta diğer laik partilerin varlığını garanti altına alacağını ifade ediyordu. Medeni ayrıca Cumhurbaşkanı Şadli Bin Cedid liderliğindeki siyasi reform sürecine güven duyduğunu açıklamıştı.
Aynı zamanda daha da ileri giderek Bin Cedid'i aktivitelerinin büyük kısmını bu siyasi reformun gerçekleşmesine adamış büyük bir demokrat olarak tanımlıyordu. Bu tür bir söylem FIS liderliğinin daha önceleri bir çok defalar iddia ettikleri, seçimleri kazandıklarında bütün gayri İslami ve laik partileri yok etmek fikri ile çok büyük tezatlar taşıyordu. Ancak bizim burada tartıştığımız konu bu değil, FIS'in Haziran 1990 seçimlerinde gösterdiği etkinliktir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, FIS'in bu seçimlere girmesinde çok partili siyasi sistemi kabul etmesi nedeniyle bir tuhaflık görmüyoruz. Tuhaflık, FIS liderliğinin bu seçimlerdeki yaklaşımı ve basiretsizliğinde görülebilir. Yerel alanlarda adaylığa konan başarılı adayların hepsi milletvekili idi ve iktidar, merkezi hükümet ve bütün üyeleri FIS'in rakibi FLN'ye bağlı olan Millet Meclisiydi. Bu tür sorunlar uzun dönemde FIS'in siyasi ve sosyal arenadaki başarısı önünde gayet ciddi engeller yaratabilir. Bununla birlikte FİS adayları 1990 yerel seçimlerinde belediye ve yerel meclislerde sandalyelerin büyük kısmını kazandı ve böylece siyasi-ekonomik ve sosyal aşamalarda muhakeme edildi. FIS, adaylarının başarısının Cezayir'deki İslami tercihin başarısı olduğunu iddia ediyordu. Cezayir halkının 1990 yılında yapılan seçimlerde, diğer seçenekler önünde İslami çözümü tercih ettikleri iddiası doğrudur. Ancak sorun, yerel seviyede İslami seçeneğin bu başarısının, ne derecede aç, evsiz, işsiz, eğitimsiz toplumun artan ihtiyaç ve taleplerini karşılama hususunda henüz tercih edilmediği tüm ülke düzeyinde iktidara geldiğinde başarılı olup olmayacağıdır. Bu seçenek, ifsad olmuş merkezi siyasi sisteme bağlı olarak ve onun tarafından yönetilerek nasıl yerine getirilebilir? FIS'in yerel meclisleri finansal ve maddi kaynaklarla bağlantı kuramadığı gibi, hakim yasama sistemini değiştirecek güce de sahip değildir. FIS'in ilan ettiği İslami bir seçeneğin yerine getirilmesi ile tezata düşmesi veya Cezayir'in hakim rejimi ve yasama organları ile çarpışması bir hakikattir. Bu FIS'in güç bir duruma düşmesine ve yerel seviyedeki bir yıllık idaresi içinde sorunlar ve çelişkilerle karşılaşmasına yol açmıştır. Bir çok durumda FIS meclisleri ve belediye başkanları, yerel halkın talep ettiği muazzam ihtiyaçları ve aynı zamanda legal sistem ile karşı karşıya geliyorlardı. Bir çok durumda FIS meclislerinin önde gelen üyeleri ve hatta bazı belediye başkanları kanuna aykırı davranmakla suçlanarak tutuklanmaktadır. FIS liderliği sonuç olarak, başarılı yerel seçim sonuçlarının devletin bir tuzağı hatta olması muhtemel milli seçimlerde FIS'in uzun dönem başarısına karşı yapılmış bir komplo olduğunun farkına vardılar. Başarılarının aslında İslami bir devlet kurulması ihtimaline karşı hakim rejimin ortaya koyduğu gizli komplonun bir parçası olduğunun farkına vardılar. Bu FIS'in taktiklerini ve uğraşı araçlarını değiştirmelerine yol açtı. Barışçı olmayan savaş araçları artık kullanılacaktı; bu politika çeşitli vesilelerle FIS liderleri, özellikle Abbasi Medeni, Ali Belhac ve ülkenin farklı bölgelerindeki FIS imamları tarafından ilan ediliyordu. FIS mevcut Millet Meclisi'nin kaldırılıp, çok partili çatı içinde yeni bir meclisin seçilmesi çağrısını vurgulayan bir kampanya başlattı. Ateşli tartışmalardan sonra hakim rejim talepleri haklı buldu ve 27 Haziran 1991'de yeni millet meclisinin belirleneceği seçimlerin yapılacağını kamuoyuna ilan etti. Ancak yeni cumhurbaşkanı seçimine dair hiç bir şey söylenmemişti. Cezayir'de cumhurbaşkanlığı makamı diğer siyasi ve yasama organları ile karşılaştırıldığında daha fazla otoriteye sahiptir.
Bununla birlikte FIS 1990 yılında yerel seçimlerdeki başarısından sonra ilk yılında bir çok güçlüklerle karşılaşmışta ve aynı zamanda bu dönem boyunca FIS liderliğinin siyasi söyleminde bir çok tezat açıkça ortaya çıkmıştı. Bu, Cezayir basınının FIS liderliğini bir çok vesile ile güvenilmez ve iki yüzlü olmakla suçlamasına yol açan bir hakikattir. Ayrıca FIS'in çeşitli basamaklardaki üyeleri içinde de bu siyasi söylemin kaynaklarının çeşitliliği ortaya çıkmıştı. Bu çeşitlilik, FIS'e bir çok vesile ile ifsad olmuş, güvenilmez, iki yüzlü ve fırsatçı İslam karşıtı siyasilerin girmesinden kaynaklanıyordu. Bu eylemler genel olarak Cezayir halkında ve FIS destekçileri arasında çelişkili, tezat ve belirgin olmayan bir görüntü yansıtıyordu. Bu FIS'in popülaritesinin düşmesine ve yaklaşan genel seçimlerde artan güçlüklerle karşılanılmasına yol açıyordu. Bu olumsuzluklar dolayısıyla bir İslam devleti kurulması idealinin üzerine de çöküyordu.
FIS diğer siyasi hareketlerle, özellikle de İslami bir projenin uygulanmasını amaçlayan hareketlerle ittifak kurmayı veya işbirliği yapmayı inatla reddederek popülaritesini kaybetmeye devam etti. Bu hareketlerden biri, liderliğini Abdullah Cebellah yaptığı, en-Nehda, diğeri de Mahfuz Nahnah'ın lideri olduğu Hamas idi. Bu kayıtsız şartsız reddediş FIS'i ve liderliğini aşırı bir hareket olarak betimledi ve aynı zamanda muhaliflerinin suçlamalarına ve hatta bazı FIS liderlerinin eleştirilerine maruz bıraktı; özellikle Abbasi Medeni, gayri demokratik, despotik, otoriter ve baskıcı bir siyasi düzen kurmayı amaçlamakla eleştiriliyordu. FIS böyle bir imaj ile Haziran 1991'deki milletvekili genel seçimlerine girmeye hazırlanıyordu.
IV. FIS ve Beklenilen Millet Meclisi Seçimi
Millet meclisi seçimlerinin tarihin ilanından sonra yürütmeyi elinde bulunduran rejim yeni seçim yasalarının kabul edildiğini kamuoyuna bildirdi. Bu yasaların ana tartışma konusu ülke genelinde yeni idari seçim bölgelerinin belirlenmesiydi. Bölgelendirmenin FLN adaylarının yararına yapıldığı FIS ve diğer muhalif partiler tarafından da görülmüştü. Bu durum FLN'nin azalan popülaritesine rağmen daha yüksek sandalye kazanmasına şans tanıyordu. Bu yeni bölgelendirme ülke dahilinde nüfus yoğunluğunu dikkate almamışta. Muhalif partiler bu yasaların yeniden gözden geçirilmesini istediler, ancak bu sefer sadece yürütmedeki yasama yapısı tarafından değil, bütün siyasi partileri temsil eden bir kurum tarafından bu yasalar yeniden gözden geçirilecekti. Demokratik partilerin bazıları bu yasalara karşı siyasi grev çağrısında bulundu, ancak bu çağrı eyleme dönüştürülemedi. Diğer taraftan FIS de bu siyasi grev için çağrıda bulundu; ancak başlangıç tarihi ilanını daha sonraki bir aşamaya bıraktı. Mayıs'ın 23'üne kadar grev yapılmadı, seçim kampanyasının başlangıcından dokuz gün önce Abbasi Medeni genel siyasi grevin 25 Mayıs 1991'de başlayacağını ilan etti. FIS liderliği bu grevin barışçıl bir grev olacağını ve grevcilerin hiç bir surette devlet mallarına ve muhaliflerine karşı şiddet kullanmayacaklarım belirtti. FIS'in iddia ettiği üzere grev, mevcut seçim kanunları değişene ve cumhurbaşkanlığı seçiminin de millet seçimleri ile beraber yapılacağının ilan edilmesine kadar devam edecekti.
Bununla birlikte 25 Mayıs 1991'de başlayan grev barışçıl ve iyi organize edilmiş görünüyordu. Grevciler başkent Cezayir ve diğer büyük şehirlerde yürüyüş ve mitingler düzenliyorlardı. Hakim rejim ve kuklası basın-yayın organlarının reaksiyonları, olaylara yer vermeyerek ve onları illegal ilan ederek grevin etkilerini azaltma yönündeydi. Bu FIS liderleri Abbasi Medeni, Ali Belhac ve taraftarlarının ülkenin çeşitli yerlerinde ve ekonominin farklı sektörlerinde bir kitle propaganda kampanyasına başlamalarına yol açtı. FIS, basını ifsad olmuş, güvenilmez olmakla suçluyor ve çağrılarını Bin Cedid rejimini devirme doğrultusunda yoğunlaştırıyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinde önemsiz sayılabilecek hadiseler oldu. Aynı zamanda özellikle Cezayir televizyonu, Cezayir hükümeti ve FIS liderleri arasında grevin durdurulması için müzakereler yapıldığı ve FIS'in Şura-i Meclisi'nin grevi iptal ettiğini iddia eden haberinden sonra, FIS liderleri içinde bazı bölünme işaretleri görünmeye başladı. Tam aksine Abbasi Medeni ve Ali Belhac yaptıkları sokak propagandaları vasıtasıyla Cezayir televizyonunun ve bazı sorumsuz ajansların hareketlerini kınadılar ve yalanladılar, grevcilerden bu tür talimatlara itaat etmemelerini işlediler. Bu olay, yönetimdeki FIS Şura-yı Meclisi içinde grev taraftarları ve aleyhtarları arasındaki ciddi bölünmelerin varlığını doğrular gözükmektedir.
Bununla birlikte Abbasi Medeni, Ali Belhac ve dönemin Başbakanı Mevlud Hamruş çeşitli vesilelerle bir araya gelmiş ancak hakim rejim hiç bir ödünde bulunmamıştı, iki tarafın anlaşabildiği tek konu, ülkeyi silahlı savaşın içine düşmekten kurtarmak için kuvvet kullanmaya başvurmamaktı. Maalesef güvenlik kuvvetleri başkent Cezayir sokaklarındaki grevci göstericileri dağıtmak için, Haziran'ın 3. ve 4. günleri kuvvete başvurmuştu. Bu Cumhurbaşkanının 4 Haziran 1991'de dört aylığına sıkıyönetim ilan etmesini getirdi ve kendi istifası yerine Mevlud Hamruş hükümetinin istifasını ilan etti ve 27 Haziran'daki seçimleri erteleyerek cumhurbaşkanlığı seçiminin muhtemelen 1991 sonunda olabileceğini kamuoyuna duyurdu. Bu bildiri Abbasi Medeni ve Ali Belhac'ın eylemlerinin bir zaferi olarak dikkate alındı ve liderler grevin durdurulmasına karar verdiler. Aynı zamanda bu iki lider seçim kanunlarında radikal değişiklikler yapılması ve grevler esnasında işini kaybedenlerin eski görevlerine döndürülmesi hususunda baskı yapmaya devam ettiler.
V. Sıkıyönetim ve FIS Krizi
Şadli Bin Cedid'in ilan ettiği sıkıyönetim ve tarafsız olduğu iddia edilen yeni hükümetin kurulması ihtilaflı tartışmaların çıkmasına neden oldu. Muhalif partiler iki gruba ayrılmıştı: Bir kısmı milli güvenliği rahatsız edici tavırlara karşı bir koruyucu olarak Cezayir sokaklarında ordunun varlığını ve sıkıyönetimi destekliyordu; bir kısmı ise sıkıyönetime karşıydı ve sıkıyönetimi sivil özgürlüklerin bastırılmasının eski bir yöntemi olarak dikkate alıyordu. FIS liderleri Abbasi Medeni ve Ali Belhac; seçim yasalarında yapılacak reforma rejimin bağlılığı, cumhurbaşkanlığı seçimi tarihinin açıklanması, grevci işçilerin derhal eski işlerine kabulü ve askeri kuvvetlerin kışlalarına dönerek, sıkıyönetimin kaldırılması konularında kati bilgi edinmek için baskı yapmayı sürdürüyordu. Cuma namazlarında hem Medeni, hem de Belhac bu taleplerin kısa dönemde yerine getirilmemesinin nahoş sonuçlar doğuracağını ve bunun sorumlusunun hakim rejim olacağını kati bir dille uyardılar. Bir çok FIS liderinin ve imamının siyasi söylemlerinde tek bir doğrultuya yöneldikleri gözleniyordu, silahlı savaş ilan etmek, cihad! Bu temayül, Abbasi Medeni'nin Haziran sonunda bir hafta içinde sıkıyönetimin kaldırılmaması ve grevci işçilerin eski görevlerine dönmemeleri halinde cihad ilan edeceğini bildirmesiyle teyid edildi.
Medeni'nin cihad çağrısına farklı siyasi yapılardan çok sert tepkiler geldi. Birçoğu Medeni ve Belhac'ı dış güçlerle işbirliği yapmakla suçladı. Diğer iki büyük siyasi İslami yapı -en-Nahda ve Hamas- da bu eylemde kritik bir noktaydı; ülkenin bir iç savaşın içine girmesini önlemek için her iki taran da gerçekçi olmaya ve toplumun çıkarlarına göre aklın ölçüsünde hareket etmeye çağırıyorlardı. Bu İslamî yapılar, silahlı bir savaşın, ne ülkenin yararına ve ne de İslami çözümün gerçekleştirilmesi lehine olmayacağı görüşündeydiler. Bu yapılar silahlı savaşın ancak, müslüman toplumların dengesini bozmayı ve ülkede siyasi-sosyal bir İslam düzenin kurulmasını engellemeyi amaçlayan Batılı güçlerin çıkarına yaradığına inanıyorlardı. FIS Şura Meclisi'nin önde gelen liderleri iki kez Cezayir televizyonunda görüldü ve sessizliklerini kırarak FIS liderleri içindeki bölünmeleri ve uzun dönemdeki gizli kalmış farklılıkları açığa vurduklarında bu çağrı bayağı güçlenmişti. Bu üyelerin görüşleri Abbasi Medeni ve Ali Belhac'ın aldıkları kararların ters istikametindeydi. Liderleri Medeniyi, despotik, diktatör, İslam'ın şura ilkelerine karşı duyarsız olmakla suçladılar. Önde gelen muhaliflerden biri Abbasî Medeni'nin baskısının mevcut rejimin baskısından daha kötü ve kanlı olduğunu iddia ediyordu, ifadesini, Allah'tan Medeni'ye iktidara geçmesine yardıma olmaması dileği taşıyan duasıyla bitiriyordu; yoksa İslam imajı onun otoriter tavrı sayesinde zarar görebilirdi. Diğer bir muhalif, Medeni'nin tavır ve eylemlerinden daha da rahatsız olmuştu. Allah'tan affını dilemiş ve bir daha siyasete girmeyeceğini ilan etmişti, ifadesinde hayatının geri kalan kısmını İslam'ın ilkelerini öğretmeye adayacağını ve her türlü siyasi eğilimi yok etmeye çalışacağını belirtiyordu.
FIS militanlarının, taraftarlarının ve genel halkın tepkisi farklıydı. Bu eleştirilere muhalif olanlar ve Abbasi Medeni ve Ali Belhac'a sadık olanlar yanında, eleştirileri ve açıklamaları tatminkar kabul ederek İslam devletine bağlı ancak Medeni ve Belhac'ın tavırlarını tehlikeli bulanlar da vardı. Sonuç itibariyle hakim rejim Abbasi Medeni ve Ali Belhac'ı milli güvenliği tehdit ettikleri ve dış güçlerle işbirliği yaptıktan suçlamasıyla tutukladı. 8u ülkenin çeşitli bölgelerinde ordu kuvvetleri ve Medeni-Belhac taraftarları arasında silahlı çatışmalar çıkmasına yol açtı. FIS taraftarları arasında muazzam tutuklamalar yapıldı ve ülke sivil savaşın eşiğine geldi. FIS ciddi bir krizin içine girdi. FIS'in gelecek seçimlerdeki başarısı; bu krizi yenebilme yeterliliğine, taraftarlarım yeniden biraraya getirebilmesine ve Cezayir halkını bir bütün olarak bir İslam devleti kurulması hedefi taşıyan siyasi amaçlar ardında birleştirebilmesine bağlıdır.
Çev.: Haluk Ersoy
- Sunuş
- Seçimler ve Konumumuz
- İslami Hareketin İşçi Sınıfına Zorunlu İlgisi
- Müslümanlar ve Yeni Dünya Düzeni
- Ortadoğu Gerçekliğine Dair
- Cezayir Müslüman Alimler Cemiyeti'nin 60. Yılında Yeniden Kuruluş Çalışmaları
- Cezayir'de İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) - 1988-1991
- Ortadoğu'da Bölgesel Milliyetçilik
- Arap Milliyetçiliğinin Yeniden Doğuşu
- Partili Siyasetin Sınırları
- Yugoslavya İslam Cemaati'nin Memorandumu
- Yugoslavya Müslümanlarının Kendilerine Güveni Artmıştır
- Doğu ve Batı Arasında İslam
- Keşmir Hakkındaki Gerçekler
- Keşmir Özgürlük Hareketi
- İslam'ın İki Vechesi