1. YAZARLAR

  2. Hüsnü Yazgan

  3. Cezaevleri ve Tepkisiz Toplum

Cezaevleri ve Tepkisiz Toplum

Temmuz 1996A+A-

Sistem bunalımda. Siyasal kirlenme dorukta. Bazı ordu ve emniyet mensupları "kapital" amaçlı "silahlı örgüt" kurmakta ve cezaevlerinde baskılara karşı direniş sesleri yükselmekte...

Toplum ise sessiz ve tepkisiz.

Bütün yönleri ile çürümüş olan egemen sistem, toplumsal kurtuluş için alternatifler üreten sistem dışı siyasi söylem ve eylem sahibi muhalifleri, kişiliksiz ve kimliksiz bir hale getirmek, korkutmak ve yıldırmak amacı ile her türlü baskı yöntemlerine başvuruyor.

TC Devleti, kurulduğu yıllardan başlayarak günümüze gelinceye dek "güçlü, otoriter devlet" siyasal modeli ve bu modele uygun bir ceza sistemi uygulamıştır.

1926 yılında yapılan bir düzenlemeyle 1889 tarihli İtalyan Ceza Yasası tercüme edilerek yürürlüğe konuldu. Bundan tam on yıl sonra 1936'da Mussolini İtalya'sının 1930 tarihli Ceza Yasası'nın "devlet aleyhine suçlar"a ilişkin kuralları Türk Ceza Yasası'na tercüme ile aktarıldı. Temel hak ve özgürlüklere kısıtlama getirildi. Devlet aleyhine işlenen suçlara verilecek cezalar arttırıldı. Bu kanun değişikliği, dönemin siyasal model yönelişine de uygundur. Bu dönemde, "Parti-Devlet-Şef" birliği benimsenmiş ve 1937 yılında anayasada yapılan bir değişiklikle parti (CHP) ilkeleri ile devletin temel ilkeleri aynileştirilmiştir. Böylesi bir devlet anlayışının, kendisine pek yakışan Mussolini İtalyası'nın Ceza Yasası'nı alması da doğaldır. İki ülke arasındaki siyasal sistem benzerliği, düzeni koruyacak ceza yasası kurallarının da aynı olmasını zorunlu kılmıştır. Açıktır ki, Mussolini'yi rehber edinen zihniyet, ancak onun otoriter ve baskıyı esas alan Ceza Yasası kurallarının koruması altında ayakta kalabilirdi. Bu nedenle yapılan tercih bilinçlidir.

Bununla birlikte İtalya'da Mussolini'nin gitmesi ile birlikte İtalya Ceza Yasası'nda da Mussolini kalıntısı baskıcı kurallar ayıklandı, kısmi düzelmeler gerçekleştirildi. Ama Türkiye'de yönetimde şekli bir takım değişimler olmasına rağmen, Mussolini zihniyeti ve kanunlardaki ağır cezalar katlanarak devam etti.

Özellikle 1980 darbesi ile darbecilerin hazırlattığı 1982 Anayasası'nda "kutsal ve otoriter devlet" anlayışı pekiştirilip "Her şey devlet için, devlet de bir grup egemen azınlık için" ilkesi temel ilke olmayı sürdürdü. Egemenlerin rahatı için devlet terörü caiz görülürken, aranılan vatandaş tiplemesi, "emre âmelde, devletine bağlı, devletinin verdiği ile yetinen, yükümlülüklerini yerine getiren" uyumlu vatandaş olarak belirlendi.

1991 yılında "Genel Af", "Düşünce Özgürlüğü", "Demokratikleşme" konuları uzunca konuşulup gündemleştirildikten sonra paket açıldı. Ve paketten "3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası" çıktı. Bu yasanın geçici maddeleri ile Türk Ceza Yasası'nın 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırıldı. Bazı siyasi suçlardan mahkum olanlar istisna edilerek, beşte bir "şartlı salıverme" hakkı tanındı. Aslında "af" gibi gösterilen "şartlı tahliye"nin afla bir ilgisi yoktu. Af ile ceza tamamen ortadan kalkmakta, şartlı tahliyede ise cezanın kalan kısmı dışarıda sürmektedir. Bu sürede başka bir suç işlenirse şartlı tahliye geri alınır (infaz yanar) ve bu cezanın kalan kısmı da yeni cezaya eklenir. "Şartlı salıvermenin geri alınması" tehdidi olarak bilinen bu uygulama ile amaçlanan; tahliye olmuş hükümlülerin muhalefet faaliyetlerini dondurmak ve onları siyasi ve mücadeleci kimliklerinden uzaklaştırmaktır.

Üstelik, "Af ve Düşünce Özgürlüğü getirdi" diye savunulan bu yasa ile Mussolini'den alınan Ceza Yasası'ndaki "devlet aleyhindeki suçlar"a verilecek cezalar yüzde elli oranında arttırıldı (5. Madde). Bu kısım suçlara verilecek cezanın infazı (fiilen yatılacak süre) da beşte birden dörtte üçe çıkarıldı. Yani daha önceki yasal düzenlemeye göre bir örgüt üyesine verilecek ceza 10 yıl iken 15 yıla ve fiilen yatılacak süre de 4 yıldan 11 yıl 3 aya çıkarıldı. Bu da yetmiyormuş gibi "vatandaş" aleyhine suç işleyenler "Vatandaş Mahkemesi" (Adli yargı), "devlet" aleyhine suç işleyenler Devlet Mahkemesi (DGM-Olağanüstü yargı) tarafından yargılanır oldu. Ve adeta, devleti zenginleştirmeye matuf ağır para cezaları getirildi.

Türkiye'de, sistem dışı siyasi muhalefet mücadelesi veren insanlara yapılan ağır işkenceler, onur kırma, korkutma, yıldırma ve sindirmeye yönelik bir amaç taşımaktadır. Yasalar, polis-jandarma ve ordu vasıtası ile kontrolü elinde bulundurmak isteyen egemenler, siyasal toplumsallaşma karşısında kontrolü kaybetme tehlikesi ile karşılaşacaklarını biliyorlar. İşte gözlem altı ile başlayan ve cezaevlerinde devam eden baskı ve zulümler, bu korkudan kaynaklanan bir panikleme halidir.

Cezaevleri

Türkiye'de cezaevleri, ihsanların -özellikle siyasi tutsakların- onurları, kimlik ve kişilikleri, gelişim ve sağlıklarının yok edilmek istendiği, insani yaşam koşullarının olmadığı bir toplama kampından farksızdırlar.

İnfaz yasaları, tüzükler, yönetmelikler, genelgeler "öç alma" sistemine göre düzenlenmiş ve her türlü keyfi uygulamaya uygun hükümler içermektedir. "İnfaz yakma", idarecilerin elinde Demokles'in kılıcı gibi kullanılmaktadır.

Cezaevlerinde sürmekte olan baskılar kırkı aşkın cezaevine dağıtılmış siyasi tutsaklar üzerinde yoğunlaşmıştır. Siyasi tutsaklar, bulundukları cezaevlerinde devletin infaz mevzuatına karşı direnme halindedirler. Bu nedenle mevzuatın cezaevlerinde uygulanırlığı, idarenin gücü ile alakalıdır. Cezaevi idarecileri fırsat buldukça mevzuatı rafa kaldıracak keyfiliklere girişirler. Bu nedenle karşılıklı devam eden mücadele sürmekte ve her cezaevinde ayrı kurallar uygulanmaktadır. Siyasi tutsaklar, bazen canlarını feda etmeyi, bazen de daha ağır koşullarda yaşamayı göze alarak onurlu tavırlar takınıp bir takım haklar alırlar. Egemenler ise, tutsaklara insanca yaşama koşullarını çok gördükleri için, bu hakları geri almak için hep fırsat kollarlar. Sıkışınca söz verirler, ama uygun ortamı bulunca sözlerinde durmazlar.

Polis Şefi Bakan Olunca!..

Mussolini, "yargı organları birini serbest bırakabilirler, ama ben onları vurdururum",

Hitler, "Benim suçlu ilan ettiğim kimseyi, Alman Mahkemesi'nin suçsuz çıkarması olayı bir daha görülmeyecektir",

Napolyon, "Sık sık kurşuna dizmeli".

Evren, "Asmayalım da besleyelim mi?" demişlerdi.

Bu zihniyetin hakim olduğu polis teşkilatının başından gelen polis şefinin Adalet Bakanlığı koltuğuna oturması ile birlikte cezaevlerinde gerginlikler ve baskılar yoğunlaşmaya başladı.

29 Mart 1996 günü Bayrampaşa Özel Tip Cezaevinde bulunan 28 müslüman siyasi tutsağın, cezaevi idaresinin çağrısıyla gelen 300'ü aşkın askerin baskınına uğraması ilk icraatı oluşturdu. Bütün eşyaları gasp ve yağma edilen müslümanlar elleri arkadan kelepçelenmiş bir şekilde birçoğu yaralanıncaya kadar dövüldüler. Daha sonra paket usulü Bandırma Özel Tip Cezaevine sevk edildiler. Tutsaklara yönelik baskılar yetmemiş gibi. Bandırma Cezaevi'nde ziyarete gelen tutsak yakınlarına da baskılar yapıldı ve gözlem altına alınanlar oldu. Ama bütün baskılara rağmen müslüman siyasi tutsaklar onurlu tavırlarını sürdürdüler ve sürdüreceklerdir.

Yine kamuoyunda "Tabutluk" olarak bilinen ve CHP'li Bakanın "burada köpek bile yaşayamaz" diyerek kapattığı Eskişehir Özel Tip Cezaevi yeniden hizmete (!) açıldı ve ilk olarak burada yeni tutuklanmış bazı sol siyasi tutsakları ağırlanmaya başlandı. Bu cezaevinin açılması, cezaevlerinde devam eden baskılar ve gergin bekleyişi protesto etmek üzere başta DHKC ve PKK olmak üzere birçok sol siyasi tutsakların bulunduğu cezaevlerinde açlık grevleri başladı. Cezaevlerinde grevler dalga dalga yayılmakta ve ölüm boyutuna varmakta iken, polis şefliğinden gelme bakan tutsaklara "ölme" özgürlüğü tanıyarak ölmelerine müsaade etmekte ve ne kadar özgürlükçü(!) olduğunu, yandaşı basın aracılığı ile kamuoyuna duyurmaktaydı.

Polis Sorgusundaki Basın: Cezaevlerinde Canlı Yayın

Cezaevlerinde koşullar çok ağır. Tutuklu ve hükümlüler avukatları ile ancak özel bölmelerde ve belirlenmiş şartlarda görüşebilmektedirler. Yakınları ile ziyaretleri ise çok daha ilkel şartlarda gerçekleştiriliyor. Arada duvar, duvarın iki tarafında daracık hücre, hücrelerin içinde bir pencere, pencerede iki katlı cam ve her iki tarafta ayrıca demir parmaklık. Aradaki mesafe ortalama 50 cm. Görüntü çok zor; bazen karşıdakinin siluetini görmek ancak mümkün olabiliyor. Ses zor gidiyor.

Evet yasal hakkı olanların şartlan böyle. Ama cezaevine kamera sokmak bile yasak iken cezaevinden bu canlı yayınlar nasıl, hangi şartlarda ve niçin yapılıyor? Amaç cezaevlerini kamuoyuna tanıtmak mı?

Amaç cezaevleri gerçeğini saptırarak kamuoyuna sunmak ve toplumu yanıltarak baskıları meşrulaştırmaktır. Bunun için vatan kurtaran kanallar özellikle seçilir. Bu yayınlar da özellikle cezaevlerinde sorunların olduğu dönemlerde yapılır. Bunlardan iki tane örnek vererek olayın mahiyetini ortaya koyabiliriz.

Müslüman siyasi tutsaklar üç yılı aşkın bir süre Bayrampaşa Özel Tip Cezaevinde kaldılar Bu süre zarfında hiçbir basın mensubu cezaevinin kapısına bile yanaştırılmadı. Müslüman tutsaklar Bandırma Cezaevine sevk edilince TGRT televizyonu bu cezaevinden canlı yayın yaptı. Cezaevleri gerçeğini (!) dile getirdi. Cezaevi müdürü bir kahraman edası ile cezaevinin iyiliklerini anlattı. Utanmadan bütün koğuşlara mescit açtırdığını söyledi. Müslümanların zorla açtırdığı mescitlere bile sahip çıktı. İlginç olan TGRT'nin cezaevinin bastırılmış iki koğuşu olan "sübyan" ve "kadınlar" koğuşundan yayın yapması idi. Sübyan koğuşundaki bir tutukluya eline tutuşturularak okutulan kağıt parçası ile toplumla sanki alay ediliyordu.

Eskişehir Özel Tip Cezaevi'nden yapılan yayın da bundan farksızdı. Madem ki amaç gerçekleri açıklamaktır, neden siyasi tutsaklarla röportaj yaptırılmıyordu? Neden onların koğuşlarından yayın yapılmıyordu? Sorunlu kısımlar neden toplumdan gizleniyordu?

Neden Tepkisizlik?

Gözlem altında işkence yapacaklar, olağanüstü yargılama sonunda Mussolini mirası ceza yasası ile ağır cezalar verecekler ve cezaevlerinde insanlık dışı muamelelerini sürdürecekler. Ve siyasi tutsaklardan boyun eğmeyi, teslimiyeti isteyecekler. Bütün bu zulüm ve baskılara karşı direniş ve azimle mücadele insanlık borcudur. Siyasi tutsağın onurudur.

Egemenlerin baskıları karşısında açlık grevine başlayan bir kısım tutsak ölümle yüzyüze gelmiş bulunmaktadır. Cezaevlerinde gergin bekleyişler sürmektedir. Her an Ümraniye, Buca, Bayrampaşa cezaevlerinde olduğu gibi yeni cesetleri cezaevinden tahliye (!) edebilirler. Bugünden başlamayan tepkiler geç kalmış olur.

Altmış beş milyonluk Türkiye toplumundan ise hiç bir tepki yok.

Solda ekseriyetini tutuklu ailelerinin oluşturduğu protestolar karakollarda bitiyor. Katılımın az olması polis şeflerine cesaret veriyor. Anaların, bacıların, babaların coplandığı, karga-tulumba arabalara bindirildiği sahneler hiç ilgilendirmiyor Sosyal Demokratları..

Sağda ise "kutsal devletin devamı için taviz verilmemeli" naraları atılmakta ve uygulamalar "alkışlanmakta"dır.

İslami söyleme sahip kesimler ise "suskun"!

Dünyevileşmenin yaygınlaştığı, Allah korkusunun yerini mal sevgisi ve ölüm korkusunun almaya başladığı günümüzde nemelazımcılık ve tepkisizlik artmıştır.

Ama Kur'an'dan kaynağını alan, Allah'tan başkasından korkmayan, tevhidi bir düşünceye sahip ve bu düşünceyi eylemleştirme mücadelesi veren müslümanlar, tağutların zulümleri karşısında sessiz kalamazlar.

Mü'minler, zulmün her çeşidine karşı tavır takınır ve kınayıcıların kınamasından korkmazlar.

İnsanlar, zalimlerin zindanlarından çok dünyalarını zindanlaştırmadan korkmalılar

Zindanlarda sürmekte olan zulüm ve baskıları protesto ediyor ve zalimleri lanetliyoruz.

Korkuyu yenen, onurluca yaşamayı başaranlara selam olsun!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR