1. YAZARLAR

  2. Hüsnü Yazgan

  3. Cengiz’i Uğurlarken

Cengiz’i Uğurlarken

Eylül 2006A+A-

Tağuti düzenin fiilen çok erken bir yaşta hayattan koparttığı bir kardeşimiz geçtiğimiz ay son nefesini vererek bu dünyadan ayrıldı. İslami Hareket davasından uzun yıllar cezaevinde yatan ve gözaltında gördüğü işkenceler yüzünden ömrünün büyük bir bölümünü felçli olarak geçirmek zorunda bırakılan Cengiz Sarıkaya 9 Ağustos sabahı Batman'da vefat etti. Kardeşimize Rabbimizden mağfiret diliyor, tüm dostlarına ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Şüphesiz Cengiz'in yaşadıkları insanlıktan, adaletten, merhametten uzak bir zihniyetin bu topraklarda insanlara neler çektirdiğinin unutulmaması gereken bir örneği, somut bir yansıması. Cengiz'in yaşadıklarına en yakından şahitlik etmiş birisi olan Av. Hüsnü Yazgan'ın www.mizan.de sitesinde kaleme aldığı yazısını yayınlıyoruz.

Uğurlamalar hüzün yüklü olur. Tarihe götürür insanı hüzünler. Anıları, bütün bir geçmişi hatırlayıp, bulunulan yerden gelinen bunca yolu sorgulamak gerek. Sürecin, süreci yaşayan insanların çelişkilerini görmek, hayırlı olacaksa deşifre etmek gerek.

Cengiz, Batman'da doğup büyümüştü. Ona uzanan eller, O'nun İslam'la şereflenmesine vesile olmuştu. O günün koşullarında yapılan en anlamlı, sade ve samimi çalışmaların başında davet ve eğitim çalışmaları geliyordu. Arının şifa kaynağı bal imalatı için çiçeklere yaptığı sortiler misali, gençlerin yüreklerine ulaşmak için yarışıyorlardı genç davetçiler. Önlerinde yerel mücadele örneklikleri yoktu henüz. Okudukları kitapların tamamına yakını tercüme ve başka coğrafyalarda yazılan eserlerdi.

12 Eylül cuntasının soğuk rüzgarı bütün ülkeyi kaplamıştı. Baskılar, susturma ve teslimiyete zorlama politikaları illegaliteye yönelimi hızlandırdı. Akan suyun, mecrasında akmasına müsaade edilmediğinde, o mutlaka akacak bir mecra bulur. Hatta bazen büyük taşkınlıklara da sebebiyet verebilirdi. Baskılar, Afganistan ve Bosna'daki işgale karşı direniş, İran'daki devrim ve dünyanın değişik bölgelerindeki gelişmelerin de etkisi ile kısa sürede nizami yöntemlere yönelmeler başladı. Nizamilik demek güç demekti, mahremiyet demekti, emir komuta zinciri demekti. Gerek yapılanma şekli, gerek mücadele yöntemi ciddi zorluklar ve finans kaynakları gerektiriyordu. Az konuşmak, gereksiz sorular sormamak, verilen talimatları harfiyen uygulamak gerekiyordu. İnsanlar samimiyetleri ile ve dava adamı bilinci ile teslim oluyorlardı. İnandıkları değerler uğruna güvendikleri insanlara tabi olmayı inançtan kaynaklanan bir sorumluluk olarak kabul ediyorlardı. Bu bilinçle, ağır bedeller gerektirse de teslimiyet gösteriyorlardı. Ulvi davaya adanmış dava adamları, adanmışlıklarının gereğini yerine getirdiler. Zaman, zemin ve sahip olunan değerler açısından sorgulanabilir bazı içtihatlar nedeniyle işlenen hatalar, hiçbir şekilde onların samimiyet ve dürüstlüklerini lekelemez. Zaten onlar hatalarını anladıkları noktada arınmayı ibadet bildiler. Arınarak daha inançlı ve kararlı bir şekilde yol almaya devam ettiler. Hatalarında direnenleri, korkularının esiri olarak kenara çekilenleri, mücadele alanından dünyevileşme bataklığına sürüklenenleri uyardıktan sonra halleri ile baş başa bırakıp kutsal yürüyüşü sürdürmeyi erdem bildiler.

Cengiz de, bu süreçte inancını bilince dönüştürmüş ve yaşam haline gelmesi için kardeşlerinin çağrısına tabi olmuş muvahhidlerden biri idi. Bütün varlığı ile temel önceliği haline getirdiği inancı uğruna mücadele ederken, 5 Temmuz 1993 tarihinde Bursa'da yapılan bir operasyonla tutsak alındı ve İstanbul'a götürüldü. Temmuz'un sonuna kadar nereye götürüldüğü ve akibeti hakkında hiçbir bilgi alınamadı.

Ölmeyince Hastaneye Kaldırılıyor

Cengiz'in akibeti ile ilgili araştırmalar devam ederken, bir gazetede çıkan küçük bir haberde onun Kartal Devlet Hastanesi'nde komada olduğu haberine ulaşıldı. Babası onu görmek için hastaneye gidince karakola götürülerek ifadesi alındı ve şikayetçi olmaması için tehdit edildi. Cengiz komada idi. Doktorlar kurtulmasının mucize olduğunu söylüyorlardı. Artık herkes onun ölüm haberini bekliyordu. Buna rağmen tutuklulara ait özel bölümde tutuluyordu.

Peki Ne Olmuştu Cengiz'e?

İstanbul'daki işkencecileri bir tutanak tutmuşlardı.  Bu tutanağa göre:

Gözaltında bulunduğu 13.7.1993 gecesi saat 03.00 sularında Bursa ili Gemlik ilçesine ormanlık alana, yer göstermek amacıyla İstanbul Gayrettepe'de bulunan Emniyet Müdürlüğü'nden kelepçeli olarak 10 terörle mücadele polisi eşliğinde yola çıkılmış, saat 03.55 sıralarında Gebze ilçesi Eskihisar arabalı vapur iskelesine gelinmiş, vapura doğru hareket edildiği sırada, her iki eli kelepçeli Cengiz Sarıkaya, hareket halindeki polis minibüsünün kapılarını açarak atlamıştı.

Gece yarısı ormana götürüyorlarmış. Elleri arkadan kelepçeli olduğu halde ve 10 adet silahlı TEM polisine rağmen arabanın kapısını açıyor ve atlıyor. (!)

Evet! Her nasıl darbe aldıysa beyninden yaralanıyor ve uzun süre hastaneye kaldırılmıyor. Orada ölmesini bekliyor tağutun uşakları, ama ölmüyor Cengiz. Ölmeyince Kartal Devlet Hastanesi'ne kaldırmak zorunda kalıyorlar.

Cengiz kaçmak ister ve tutsaklığı kabul etmezdi. Zira o özgürlüğüne düşkün biriydi. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'ne yolu düşenler, oradaki uygulamaları iyi bilirler. İnsanlık düşmanı işkenceciler yaralı ayılar gibi kurbanlarına saldırır, esir aldıkları bedenler gibi iradeleri de teslim almak isterlerdi. Teslim alamadıkları karşısında acizleşir ve saldırganlaşırlardı.

Ölmeyen Cengiz Zincirlere Vurulmuştu

Ölmesi beklenen Cengiz ölmedi ama bir ceset gibi Bayrampaşa Cezaevi hastanesine nakledildi. 1993 yılı Eylül'ün sonu idi onu cezaevi hastanesinde ziyarete gitmiştim. Yatağın üzerinde uzanan kemik ve deriden ibaret bir Cengiz'le karşılaşmıştım. Konuşamıyordu. Ayağından zincirle ranzaya bağlanmıştı. Eğer Cengiz kalkarsa tağuti sistemler yıkılacaktı. O tehlikeliydi. Çok dikkat etmeliydi korkaklar. Beni gözleri ile süzmeye başladı. Yazı ile iletişim kurmaya çalıştım. Suskun, bitkin ve sessizdi. Uzun süre bana tepki vermedi. Ama ben onu rahatlatmak için uzun süre konuştum, yeniden hayat bulduktan sonra ilk kez olanları benden dinlemişti. Onu rahatlatmaya çalıştım. O da bana gözleri ve kafası ile tepki vermeye başladı.

Müslüman Siyasi Tutsaklar Devrede

Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi H Blok'taki Müslüman Siyasi Tutsaklar, Cengiz'in acısını yüreklerinde hissediyorlardı. Cengiz'in Bayrampaşa'ya nakledilmesi ile birlikte, ağır bedeller ödeyerek elde ettikleri kazanımlardan istifade ile Cengiz'e ulaşma ve hastanede onu sahiplenmeye başladılar. Artık Cengiz Müslüman siyasi tutsakların koruması altında idi ve ona kötü davranacak herkesten daha kolay hesap sorulabilinirdi. Olaydan 4 ay sonra hastane doktoru yazdığı raporda: "Cengiz Sarıkaya ile halen sözlü iletişim kurulamamaktadır. Hastanın konuşma terapisine, rehabilitasyon programına ihtiyacı vardır. Hastanın geçirmiş olduğu beyin rahatsızlığı nedeniyle düzelmesinin oldukça uzun zaman alacağı ve bazı fonksiyonların hiç düzelmeyeceği, bu nedenlerle hastanın taburcu edilerek hiç olmazsa yakınları tarafından bakımının sağlanması uygundur." diyordu.  TC Adalet Bakanlığı bu hakikati onbir yıl beş ay sonra anlayabilecekti. Cengiz'in bütün çabalara rağmen hastanede yeterince bakımı yapılamıyordu. Tek çıkar yol; onu cezaevine, dostlarının sıcak yürek ve ellerine kavuşturmaktı.

Cengiz H Blok'ta

Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi'nde Müslümanlar bir ilki başardılar. Uzunca bir mücadele sonunda, cezaevinin iki kat ve her katında uzunca bir koridor, koridora açılan çok sayıda koğuşlardan ve bağımsız bir havalandırmadan oluşan bir blok, tamamen Müslüman siyasi tutsakların denetimine geçti. H BLOK olarak meşhurlaşan ve bütün cezaevi içinde yönetici, savcı, jandarma tarafından da kabul edilmek zorunda kalınan çok ciddi kazanımlar elde edilmişti. H Blok bir mektep idi. Yalnızca belli bir grup ve çevre yerine tevhidi değerlere sadık ve kardeşlik hukukunu gözetmeyi kabul eden Müslümanların kaldığı ve yeni gelenlerden bu kriterlere sahip olanların kabul edildiği özerk bir bölge idi. İslami yönetimin egemen olduğu ancak duvar ve silahlı güçlerce kuşatılmış birkaç yüz metrekareden ibaret bir alan.  Silahlara karşı bedenlerini barikat yapacak güçlü inanç ve cesarete sahip, birbirleri ile sıkı sıkıya kenetlenmiş birkaç düzinelik bir topluluk. H Blok'un saygın bir yönetimi, belirlenmiş ve sıkı bir disiplinle uygulanan kuralları, düzenli programları vardı. Mescit ve kütüphane oluşturulmuş ve beş vakit ezan okunmakta, cemaatle namaz kılınmakta idi. 24 saat boyunca blok güvenliğini sağlayacak nöbetçiler görev yapıyordu. Parası olan olmayan ayrımı yapılmadan ortak kazan kaynıyor ve ailelerin getirdikleri yiyecekler mutfağa konularak herkesin istifadesine sunuluyordu. Özel harcamalar dışında bütün ihtiyaçlar ortak karşılanıyordu. 800'ü aşkın tutuklunun bulunduğu cezaevinde H Blok'un ayrı bir saygınlığı ve yeri vardı. Cezaevi idaresinin resmi yazışmalardaki sağ siyasi nitelemesine karşı çıkılmış ve bunun yerine 'Müslüman Siyasi Tutsaklar' adı kullanılmaya başlanmıştı. Gelen mektuplar da bu isimle geliyordu. Ayrıca cezaevinde önemli programlar yapılmakta, İslami tebliğ ve davet faaliyetleri sürdürülmekte idi.

Hastanede yeterince sahiplenme imkanı olamayınca Cengiz'in H Blok'a nakli sağlandı. Komadaki Cengiz burada yeniden hayat buldu. Artık o Müslümanların merhametli ellerinde idi. Kardeşleri, bir çocuk gibi onun banyosunu yapıyor, çamaşırlarını yıkıyor, yemeğini yediriyorlardı. Onu kendilerinden bir parça olarak görüyorlardı. Yıllarca devam eden cezaevi hayatı hep bu şefkat ve merhamet yaklaşımı ile sürdü. Zaman zaman birileri bu sorumluluktan uzak dursa da hep onu sahiplenen kardeşleri oldu. Kısa sürede ciddi düzelmeler göstermesine rağmen kalıcı birtakım rahatsızlıkları hep devam etti.

Bedenen sağlıklı bir çok insanın zor tahammül edebildiği cezaevi hayatını rahatsızlıklarına rağmen devam ettirdi Cengiz. Bayrampaşa Cezaevi'nde yüzlerce askerin baskınında yaralananlardan biri de Cengiz'di. Normal sayım bahanesi ile H Blok'a gelen jandarma, bir Müslüman tutsağa bir komutan ve on asker düşecek şekilde saldırdılar. Uzun bir direnişten sonra etkisiz hale getirip kelepçelediler ve tekli hücrelere koydular. Hücreler tekbir sesleri ve sloganlarla inliyordu. Bu halde herkes Cengiz'i merak ediyordu. Daha sonra teker teker ve birkaç askerin kolunda hücrelerden kelepçeli bir şekilde ring arabasına götürünceye kadar sağlı sollu asker koridorundan geçiriyorlardı. Her asker yetişebildiği kadar tekme tokat saldırıyordu. Ring arabasına kafası kanlı olarak getirilen Cengiz'in acısını her bir arkadaş hissetmiş ve esaretin zorluğunu, direnişin ve hesap sormanın gerekliliğini yüreğinde hissetmişti. O hasta haliyle bile hep meydan okurdu uşaklara. Bayrampaşa'dan Bandırma'ya, Bandırma'dan Bursa'ya, Bursa'dan Gebze'ye ve aynı gün içinde Gebze'den Bursa'ya yine Bursa'dan Metris'e operasyonlu, baskınlı nakillerde ve Bursa Cezaevi'nde kırk günü aşan direnişte Cengiz de vardı. Temmuz sıcaklığında kelepçeli olarak gün boyu ring arabasında sağlıklı bir insanın bile tahammül sınırlarını zorlayan günde Cengiz hep arkadaşlarının yanındaydı.

Aile Dramı ve Zor Dönem

Annesinin titreyen yüreğiydi Cengiz. Ailesinden annesinin gösterdiği özveriyi kimse gösteremedi. Babasını o yollara düşürür ziyarete gönderirdi. Ne yazık ki annenin çırpınışı, ağır kayıplara mal oldu. Zindan yollarını gözlemekten gözlerini kaybetti önce. Daha fazla kalbi de dayanamadı, çok sevdiği biricik evladı tahliye olmadan vefat etti. Baba da felç geçirdi.

F tipi hücrelerle birlikte cezaevlerinde yeni bir süreç başlamıştı. Eski koğuş hayatı, birliktelik ve sahiplenme imkansız hale gelmişti. Cengiz de kardeşlerinden ayrı Siirt Cezaevi'ne gönderildi. Zaten onlar olmadan yalnız yaşaması çok zordu. Cezaevi idaresi de bu durumu görerek adli tabipliğe gönderdi. TC'nin makamları, 11 yıl 5 ay sonra Cengiz'in sağlık durumunun cezasının infazına elverişli olmadığını anladı! Ve cezasını geçici olarak erteleyerek tahliye ettiler.

Cengiz Tahliye Oldu

Uzun süren koma dönemi ve devamında kalıcılaşan felçli, ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz ve konuşma güçlüğü çeken haline rağmen 11 yıl 5 aylık esaret sürecinin sonunda tahliye olmuştu Cengiz. Eve dönmüştü ama annesi mezarda, babası felçli ve yatalak. Dostlarının bir kısmı hâlâ tutsaktı zindanlarda. Bir kısmı muhacir ve çok uzaklardaydı. Çok azına ulaşabildi. O artık bir çocuk gibiydi. Onun merhamete, şefkate, sahiplenmeye, konuşulacak dosta ve tedaviye ihtiyacı vardı. Atlayıp İstanbul'a firar etti. Dostların kokusunu almıştı oralarda. Kısa bir süre de olsa bunu tattı. Ve Batman'a geri döndü.

Az sayıda dostun çabası takdire şayandı. Sahiplenilme çabası içine girildi. Özellikle tedavisi için ciddi bir çaba sarf edildi. O ise tedavi kabul etmiyordu. Süreç içinde ikna edilebileceği, tedavi ile asgari sağlığına kavuşabileceği umut ediliyordu. Ama zaman yetmedi.

Cengiz Rabbine Yürüdü

O Rabbine yürüdü. Onun sağlık sorunları da, kimseye ihtiyacı da kalmadı. Onun hesap defteri de kapandı. İnşallah razı olunmuş ve razı edici olarak gitmiş ve şehidlerin makamına ulaşmayı hak etmiştir.

Onun katilleri, işkencecileri ve onları kullanan zalimler azgın azaba sunulacaklardır.

Ancak Müslümanlar kendilerini yeniden sorgulamalıdırlar. Mazeretlere sığınmadan gerçeklerle yüzleşmeli, empati yapabilmeyi başarmalıdırlar. Herkes bulunduğu yerde ve konumda, olması gerektiği gibi Cengiz(ler)i ne kadar sahiplendiğini sorgulamalıdır. Yeni fidanların Cengiz'in durumuna düşmemesi, zulmün son bulması, adil ve yaşanılabilir bir dünya için sorumluluğun ne kadarı ifa edilmekte? Ne kadar dürüst ve samimi olunabilmekte? Vefat haberleri üzerine ağıtlar yakmak, dökülebilirse gözyaşları dökmekle sorumluluktan kurtulmak mümkün mü acaba? Kahramanlara elbette kahramanlık ağıtları yakılmalı, ölümleri de hayatları gibi inançlarına hizmet etmeli. Mücadele ve kararlılıkları anlatılmalı. Güzellikler umut ve morale dönüştürülmeli.

Cengiz, imtihan olunan bir imtihandı. İnşallah o, imtihanı kazanarak Rabbine kavuşmuştur. Onunla imtihan olan bizler ise kendimizi sorgulayalım.

Henüz fırsat varken, "Sen ondan razı, o da senden razı olarak Rabbine dön!" (89/28). Ne mutlu bunu başaranlara!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR