1. YAZARLAR

  2. Hülya Şekerci

  3. Cariyeliğin mantığı ve kölelik

Cariyeliğin mantığı ve kölelik

Haziran 1995A+A-

İnsanların ırk, renk, cinsiyet vb. açılardan farklılık taşımaları kendi seçimlerine bağlı değildir. Rabbimiz bu farklılıkların sebebini insanların birbirleriyle tanışıp kaynaşmaları olduğunu açıklamış, farklılıkların bir zümrenin diğer zümreye üstünlüğü olarak algılanma tehlikesinden dolayı üstünlüğü takvaya bağlamıştır (49/13). Vahiyle irtibatını kestikçe adalet ölçüsünü kaybeden insan, farklılıkları birtakım imtiyazlı sınıfların oluşmasına temel yapmıştır. Tarih boyunca gücü elinde bulunduranlar aciz ve dirençsiz olanlara karşı otorite kurmuş ve onların en tabi haklarını dahi ellerinden almışlardır. Tarih, insanın mal haline getirilişini ve onlara yapılan utanç verici muameleleri gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Sosyal statü itibariyle köleleşen bu insanlar hallerine rıza gösterdikleri oranda zulmün devamına sessizce katıldılar. Artık köleler efendilerinin hakimiyetine karşılık kendilerinin teslimiyetini o kadar normal görmeye başladılar ki kendi çocuklarına da bu zihniyeti adeta kalıtımsal olarak geçirdiler. Bu çerçevede yazımızın konusu her zaman mevcut olan fakat adı konmamış köle, cariye ve efendilik değil, tarih içerisinde isimlendirilmiş ve kurumsallaşmış "kölelik"e ait olacaktır.

İslamiyet'ten Önce Kölelik

Eski çağlarda kölelik, bütün kavimlerde ortak bir kavramdı, kölesiz bir toplum düşünülemezdi. Toplumların ekonomik hayatı için köle vazgeçilmez bir unsur idi. Aynı zamanda bütün maddi ihtiyaçları köleler giderir, ev işi görür, tarlalarda çalışırlardı. Halta bugünkü toplumlarda saygıdeğer meslekler sayılan hizmetleri bile köleler görürlerdi. Çünkü bu meslekleri para karşılığında özgür kişilerin yerine getirmesi utanç verici olarak görülüyordu. Roma'da bazı köleler köylerde kahyalar tarafından çok kötü muameleye maruz kalıyorlar ve toprakla birlikte alınıp satılıyorlardı. Bu tutum "toprak köleliği" kavramını doğurdu. M.Ö. 2. yy'dan başlayarak Romalılar'da lüks ve eğlenceye düşkünlük artınca köleler bir eğlence aracı haline geldiler.1

Köleliğin gelişimine yardım eden kaynaklar çok çeşitli idi. Harplerde esir alınıp köle edinilenlerin yanında, korsanlık ve kaçırma ile insanlar köle haline getirilebiliyorlardı. Öldürmek, çalmak, zina etmek gibi birtakım suçları işleyenler köleliğe mahkum ediliyorlardı. Borçlunun borcunu ödeyememesi de bazı hukuklarda köle edilmesi için yeterliydi. Babanın çocuğunu köle olarak satması mümkünken, belli bir para karşılığında kişinin kendini satma yetkisi mevcuttu. Bütün bunlara babası hür de olsa, köle bir anneden doğan çocuğun köle statüsünde olması köle toplumuna her gün binlerce insan katıyordu. O kadar ki birçok milletlerde köle adedinin özgür insanların sayısını kat kat aştığı görülüyordu.2

İslamiyet'e kadar köleliğin kaldırılmasına yönelik ciddi bir çaba gözükmemektedir. Hatta Antik Çağ'ın ünlü filozofları kölelik kurumunu tabi ye gerekli görmektedirler. Ayrıca ne Tevrat'ta ne de İncil'de kölelerin azad edilmesinden bahsedilmemektedir. St. Thomas d'Aquino'ya göre ise kölelik Hz. Adem'in ilk günahının kaçınılmaz sonucudur.3 Bazı yerlerde tarih boyunca görülen köle ayaklanmalarının başlıca sebebi ise kölelik kurumu olmayıp, kendilerine karşı uygulanan işkence ve kıyımlardır. Bunlardan biri M.O. 73 yılında Sicilya Adası'nda meydana gelen Spartaküs isyanıdır. Ayaklanmanın sebebi, Romalı aristokratların kölelere karşı davranışlarıydı. Kutlama törenlerinde güçlü kölelere güreş tutturuluyor ve güreşte kazanan, seyircileri eğlendirmek için rakibini öldürmek zorunda kalıyordu. Spartaküs, Roma ve Kuzey Afrika'nın kölelerini etrafında toplayarak Roma'ya savaş açtı. Kısmi başarılarından sonra altı bin köle Roma'ya giden yol üzerinde çarmıha gerildi.4

İslamiyet geldiği dönemde köleliği, ekonomi ve geçimin yükünü sırtında taşıyan önemli bir kurum olarak buldu. Araplar'da kölelerin çoğunluğu siyah tenliydi. Köle değerli ve menkul mallardan sayılırdı; alınır, satılır, miras bırakılır, kiralanırdı. Bir köle ya da cariyeye birden çok adam ortak olarak sahip olabiliyordu. Cariye sahipleri, onların fuhşa düşmelerine sebep olabiliyorlardı.5

Bir bütün olarak kölelik kurumuna baktığımızda, bu kurumun iki ayırdedici özelliği olduğunu görürüz. Bunlardan birisi, kölenin bir mal olması yani başka bir insan tarafından mülk edinilebilmesidir. Bu anlamda kölenin insan olmasının fazla bir önemi yoktur. Yani köle toplumsal ilişkilerde bir özne değil, nesne olarak görülür. Kölenin diğer bir özelliği ise, herhangi bir üretim aracına sahip olmaması dolayısıyla belirli durumlarda özerk olabilse de kullandığı ve ürettiği her şeyin sahibinin malı olmasıdır.6

İslam'ın Kölelik Müessesesine Bakışı

İslam tebliğinin ilk yıllarından itibaren insanın insana kulluğuna karşı mücadele etmiştir. Bu din, insanların cins, renk, makam vb. ayrımları ile oluşturdukları sınıfsal yapıyı temelinden sarstı. İslam tarihinde siyah bir Habeşli olan Biial'in konumu, Peygamber'in köle ve köle çocuğu olan Zeyd ve oğlu Üsame'yi birçok Arap ileri gelenlerinin, muhacir ve ensarın görev yaptıkları ordulara tayin etmesi, beşeri sistemlerde görülmeyecek bir durumdur. Özellikle İslam'ın Mekke'de yayılma dönemlerinde müslüman oldukları için eza gören müslüman köleleri Hz. Ebu Bekir'in satın aldığı ve hürriyetlerine kavuşturduğunu biliyoruz. Bu açıdan değerlendirildiğinde her türlü fikri, sosyal, siyasi bağımlılığa karşı çıkan ve bu uğurda yanına köleleri de alan bir sistemin, kölelikten rahatsız olacağı ve bu müessese ile mücadele edeceği mantıksal bir zorunluluktur. Ancak niçin İslam'ın köleliği bir kalemde silip atmadığı, hazır bulduğu köleliği kaldırmaya yönelik çabalarının yanında, köleleştirme yolunu tamamen kapatmadığı yolunda da sorular yöneltilmektedir. Onlar, Batı ülkeleri ve Amerika'da yayınlanan bildirgelerle köleliğin bir hamlede kaldırıldığını örnek göstermektedirler. Ancak bu kaldırış görüntüden öteye gidememiştir.

Nitekim bildirgelerle, kanunlarla köleliğin kaldırılamayacağına tarih şahidlik etmiştir. Üstelik köleliğin bazı ülkelerde sanayi devriminden sonra çıkarılan özel kanunlarla resmi olarak lağvedilmesi merhamet duygularından da kaynaklanmamaktadır. Sebebi sanayi devrimi ile ilga edilen feodalitenin yerine kapitalizmin geçmesiyle toprak sahipleri için işçi ve köleleri elde tutmanın çok pahalı ve tehlikeli hale gelmesiydi. Daha önemlisi, başka milletleri sömürgeleştirmenin yolunun açılmasıydı. Bu tür geniş kapsamlı bir köleleştirme ile milletler üzerinde hegemonya kurmak ve onların servetleri, hayatları ve kaynaklarına el koymak mümkün iken geleneksel kölelikte ısrar etmenin karlı bir yanı yoktu. Avrupa ülkeleri arasında köleliği kaldırmada öncülük yapmış olan İngiltere, denizlere ve limanlara tamamen hakim olmak ve diğer güçlerin hareketlerini kontrol altına almak için bahaneler arıyordu. Bunu yapmanın en iyi yolu o zaman yaygın olan kölelerin alınıp satılmasının yasaklanmasıydı. Bu yasak yardımıyla İngiltere deniz trafiğini dostlarının da desteğiyle kendi güvenliğini koruyacak şekilde düzenledi.

Batı'da köleliği kaldırma çabaları insan hakları ihlallerine son vermekten öte, çağdaş ve daha kapsamlı, insanların kabullenmede daha az zorlanacağı köleliği oluşturmaya hizmet etmiştir. Kaldı ki niyet iyi olsa dahi böyle köklü bir tarihi kurum bildirgelerle kaldırılabilir mi? Nitekim A. Lincoln'un köle tüccarları tarafından direnç gösterilerek kanlı bir savaşa dönüşen 1863'teki Özgürlük Bildirgesinin sonucunda ABD'de köle ticareti yasaklanmasına rağmen fikri ve ekonomik olarak özgürlüğe hazır olmayan birçok köle serbest bırakıldıktan sonra efendilerine yeniden dönmek istediler.7

İslam'ın geldiği ortamda da kölelik tamamen yerleşmişti. Kölelik imtiyazlı sınıflar lehine kullanılıyordu. Köle avcıları aralarında işbirliği yaparak birbirleriyle alışverişe girerlerdi. Bakımları ve idareleri savaşçılar için bir problem olan savaş esirleri ucuz fiyattan satın alınmak için savaş alanları ve kabileler arasında mekik dokurlardı. Köle tüccarları karşısında köle alım ve satımının bir veya birkaç ülkede yasaklanmasının hiçbir etkisi yoktu ve sürekli bir uygulama alanı bulamazdı.8 Bunun yanında İslamiyet, ekonomik hayatın bütün yönleriyle, kölelik sistemine dayandığı ve kölelerin o asırda ekonominin buharı ve enerji kaynağı kabul edilebileceği bir çağda doğmuştu.9 Bunlara bir de tarihi ve psikolojik sebepleri eklediğimizde köleliğin kaldırılmasının tek bir hükümle gerçekleşemeyeceği sonucuna varmamız zor olmaz.

İşte İslam, birçok hükmün haram kılınması konusunda müslümanların hazır hale gelmesine kadar tedrici bir yöntem izlemesi gibi, mevcut köleliğin kaldırılmasında da batıdaki uygulamaların aksine aynı yöntemi izlemiştir:

a- Köle azadına teşvik: Rabbimiz ahirette kitapları sağ taraftan verilecek olanların yani sarp yokuşa atılanların amellerinden biri olarak köle azad etmeyi zikretmiştir. "Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut açlık gününde doyurmaktır." (91/12-13)

Yine Bakara Suresi 177. ayette kölelere mal vermek gerçek iyiliğin ölçülerinden kabul edilmiştir: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliğedir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere İnandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksulara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi, namazı kıldı, zekatı verdi."

b- Kefaret için köle azadı: Hata ile bir mümini öldüren kişi öncelikle mümin bir köle azad etmesi gerekir. "Yanlışlık dışında bir mümin, bir mümini öldüremez. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin mümin bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine de bir diyet vermesi gerekir. Eğer (ölenlerin ailesi) bağışlarsa başka. (Öldürülen) mümin, düşmanınız olan bir topluluktan ise mümin bir köle azad etmek gerekir. Ve eğer sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mümin bir köle azad etmek lazımdır.

"Yemini bozma"da ödenebilecek kefaretlerden birisi de yine köle azadıdır. "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden) ötürü sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden sizi sorumlu tutar. Bunun kefareti ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri yedir(ip doyulmak, yahut onları giydirmek ya da bir boyun(köle)u hürriyete kavuşturmaktır. (5/89)

Zihar yapanlarda köle azadıyla mükellef tutulmuşlardır: Kadınlara zıhar edip sonra söylediklerinden dönenler, kanlarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuştursunlar. (58/3)

c- Mükatebe: Kur'an'a göre azat etme sebeplerinden biri de kölenin "mükabete" istemesidir. Yani kölenin sahibine muayyen bir mal veya para verdiği takdirde, azat edileceği hususunda karşılıklı anlaşmaya varmış olmalarıdır. İslam'ın özgürlüğe ne kadar kıymet verdiği, bu nevi köleler için gerekli malın tedariki hususunda her türlü çareyi araştırmış olması, bunun açık delilidir. Onlara, kendi boyunlarını kölelik zincirinden kurtarmak için anlaşmış oldukları malı toplayabilme hususunda, hür insanlar gibi davranmak, akidler yapmak, ticaretle meşgul olmak, almak ve satmak yeterliklerini vermiştir.10 "Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyelerden, mükatebe (akdi) yapmak isteyenlerle -eğer kendilerinde iyilik görürseniz mükatebe yapın. Allah'ın size verdiği malından onlara da verin." (24/33) Kölenin sosyal hayatta tek başına ayakta kalabilmesi için mükatebe ile belli bir geçiş dönemi yaşaması da özgürlüğüne kavuştuktan sonraki zorlukları en aza indirebilmek için ideal bir yöntem olarak gözüküyor. Ayetteki "eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz" ifadesi özgürlüğe hazır olma durumunu da içermesi mümkündür.

d- Zekattan kölelerin özgürlüğü için pay ayrılması: Kur'an-ı Kerim'in zekat verilecek kişilerden olarak köleleri zikretmesi bizzat devlet eliyle köleliğin kaldırılmaya çalışılmasına çarpıcı bir örnektir. (9/60)

Ayrıca İslam hukukunda mecburi veya kanuni olarak köle azadının gerektiği yerlerden bahsedilmektedir. Mesela savaş esnasında müslümanlara sığınan İslam'ı kabul etmiş bir köle hürriyetine kavuşur. Birden fazla sahibi bulunan köle, azad edilmeyen payın bedelini efendisine ödemekle mükelleftir. Yine bir kimse kölesini kendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşturmak üzere azad edebilir.11

Kur'an'ı en iyi anlayan ve hayata geçirilmesinde müslümanlar için örnek olan Allah Rasülü'nün vefat ettiğinde bir tek kölesi bile bulunmayışı12 bizler için çok önemli bir ipucudur.

Köleliğin kaldırılmasına yönelik hükümler gerek Kur'an'da gerekse Rasul'un sünnetinde açıktır. Konunun esas can alıcı noktası bizzat İslam'ın varolanın dışında, hür olan insanları köleleştirip köleleştirmediği hususundadır.

Genellikle bu konuyla ilgili yapılan araştırmalarda İslam'ın savaş esirleri dışında köleliğe giden yolları tamamen kapattığı belirtilip, akabinde de niçin savaşta esir alındığı konusunda da açıklamalarda bulunulur.13

Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır ki o da "köle" ve "esir" kavramlarının aynı anlama gelmediğidir.14 Kısaca tarihini vermeye çalıştığımız anlamda köle, alınıp-satılan bir mal hükmündedir. Esir ise "savaş tutsağıdır. O halde soru ; "İslam esirlerin köleleştirilmesine izin veriyor mu? Hz. Peygamber esirleri köle haline getirmiş midir?" şekilde sorulmalıdır.

Öncelikle esirlerle ilgili iki ayet ve bu çerçevede Rasul'un uygulamalarına bakalım.

"Yeryüzünde ağır basıncaya -düşmanı tamamen mağlup edinceye- kadar hiçbir peygambere esirler alması yakışmaz. Siz geçici dünya malını arzuluyorsunuz, halbuki Allah -sizin için- ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden belirlenmiş bir hüküm olmasaydı aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yeyin ve Allah'tan korun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan ve merhamet edendir." (8/67-69) Bu ayet Hz. Peygamberin Bedir Gazvesi'nden sonra ashabıyla görüşüp esirlerin fidye karşılığında salıverilmesini kararlaştırması üzerine nazil olmuştur. İbn-i Abbas'a göre bu savaşta esir almanın hoş karşılanmaması müslümanların o sırada zayıf durumda bulunmaları sebebiyledir.15

Bazı alimler bu ayetin (B/67) aşağıda mealini vereceğimiz Muhammet Suresi 6. ayetini neshettiği görüşündeyken, bazı açıklamalarda da yukarıdaki ayetin savaş esirlerinin kaderiyle ilgili genel geçer bir kural olmayıp Allah'ın gerçek iradesinin şu ayetteki esirlerle ilgili hükümler olduğu söylenmektedir:16 "Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunların vurun. Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın) Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız.." (47/4)

Birinci ayette fidye alınmasının eleştirilmesi müslümanların henüz zayıf durumda olduğu bir dönemde düşmanın tamamen yerle bir edilmesinin, düşman açısından da psikolojik olarak daha etkileyici olmasındandır. İkinci ayetin müslümanların mutlak zaferinin düşünülebildiği bir dönemde geldiği görülürse esirlere muamele konusundaki ayetlerin hukuki olmaktan çok siyasi olduklarını görürüz.17


Ancak ayetlerde esirlerin köle edilebilirliği konusunda bir hükme rastlamamaktayız. Nitekim Hz. Peygamber, Bedir Savaşı'nda 70 esir almış, bu esirlerin bir kısmından fidye alınmış, okuma-yazma bilenlerden ise on kişiye okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu ve mali imkanları yeterli olmayan yedi esir ise karşılıksız serbest bırakılmıştı. Beni Mustalik Gazvesi'nde esir edilen 600 kişinin içinden Hz. Peygamber, bir kabile reisinin kızıyla evlendi ve müslüman askerler de esirlerin bırakılmasına razı oldular. Ayrıca Mekke fethinde Hz. Peygamber herkesin serbest olduğunu söylemişti. Yine Huneyn esirlerini serbest bırakılmasını istemesi üzerine, karşılıksız bırakmayan sahabeye beytülmalden fidye ödeyerek şerbet bırakmıştır.18 Rasulüllah'ın uygulamalarından çıkarılacak sonuç onun esirlerden herhangi birini köle yaptığının sabit olmayışıdır.19

Yukarıda zikrettiğimiz 47/4. ayetine dikkat çeken Reşid Rıza, esirleri ya fidye karşılığında ya da karşılıksız serbest bırakma arasında muhayyer olduğumuzu dolayısıyla bu ayetin İslam'da köleliğe yeniden başlangıç yapmanın ortadan kaldırıldığı seri bir temel sayıldığını vurguluyor.20 Bunun yanında imamın nadir durumlarda da olsa köleleştirme yetkisinin olduğunu ekliyor. Esirler için serbest bırakma ya da fidye karşılığı salıverme seçenekleri ayetle (47/4) belirtildikten sonra yine de imamın köleleştirme yetkisinin bulunduğunun belirtilmesi diğer fıkıh kitaplarında da yer almaktadır.21 Kanaatimizce esirlerin, şartlara bağlı olarak gelişen herhangi bir siyasi durum gereğince, İslam topraklarında alıkonulması ve doğal olarak özgürlüklerinin kısıtlanması -ki savaşa çıkan herkes bunları baştan kabullenmektedir- köle statüsünde olduklarına hükmetmek için yeterli sebep değildir. Bu nedenle esirlere uygulanacak herhangi bir kısıtlamanın köleleştirme anlamında anlaşılmasının, köle ve esir kavramlarının farklılığı göz önünde bulundurularak doğru olmadığı inancındayız.

Rasulullah'ın uygulamalarında her ne kadar az da olsa, rivayetlerde geçen esirlerin İslam ailelerine dağıtılması, onların mülkiyetlerine verilmesi değil, onların Batı'da görüldüğü gibi kamplarda olumsuz şartlarda barındırmaktansa, merhamet ve insan haklarına riayet ölçüsünde İslam toplumunda bulundurulmalarının bir göstergesidir. Rabbimiz, Kur'an'da bir yerde cennet ehlinden bahsederken, onların davranışlarından biri olarak sevdikleri yemeği yoksula, yetime ye esire yedirmeleri olduğunu belirtmiştir (76/8). Örneğin, Hicret'in 8. senesinde Arap Hevazin kabilesinin esirleri askerler arasında taksim edilmişti. Ancak kabilenin İslam'ı kabul ettikten sonra vaki olan ricalarına cevap olarak hepsi serbest bırakılmışlardır. İçlerinden esirleri bırakmak istemeyenlere devlet tarafından tazminat verilmiştir.22 Bu ve benzeri örnekler esirlere uygulanan muamelenin tarihte anlaşılan şekliyle köleleştirilme sayılamayacağını göstermektedir.

Rasulullah'tan sonra Hulefa-i Raşidin dönemi fetih hareketlerine bakıldığında da bunların çoğunun barış yoluyla gerçekleştiği görülür. Bu dönemde antlaşma yapıp müslümanlarla barış içinde yaşamak isteyen milletlerle savaş yapılmamış, anlaşma şartlarına bağlı kaldıkları sürece esir ve köle muamelesine tabi tutulmayacakları hükme bağlanmıştır. Buna karşılık barışa yanaşmayanlara karşı savaşılmış, esir alınan muharip erkeklerin bazen öldürüldüğü de olmuştur. Öte yandan başta Irak olmak üzere birçok yerele fetihten sonra hiç kimseye dokunulmayarak halk zımmi statüsün geçirilmiş ve toprakları vergi karşılığında kendilerine bırakılmıştır. Hatta Hz. Ömer'in uygulamalarında görüldüğü gibi birçok defa gaziler arasında dağıtılan veya Medine'ye gönderilen esirler bile serbest bırakılmış ve toprakları kendilerine iade edilmiştir.23 Ebu Ubeyde, Irak ve Suriye toprakları işgal edildiği zaman Hz. Ömer'e bir mektupla gayri müslimlerin hezimetini, Allah'ın müslümanlara ihsan ettiği ganimetleri, feth olunan memleketler ahalisinin teklif ettikleri sulh şartlarını ve müslümanların kendi aralarında harp ganimeti olarak şehirlerin ve ahalisinin ve ağaçlarıyla beraber topraklarının tevziini istediklerini bildirerek, kendisinin bunları reddettiğini ilave etti ve mutalasını sordu: Yapılabilecek yanlış uygulamaların bilincinde olarak Hz. Ömer'in verdiği cevap şöyledir. "Onlara cizye tarhet ve onları köle etme. Müslümanların onlara zulüm yapmalarına, zarar vermelerine, meşru yol müstesna onların mallarını almalarına meydan vermeyin ve onlara verdiğiniz barışın şartlarını tam olarak yerine getirin.24

Cariyelik

Kadın köle anlamında cariye, köleliğin içinde incelenecek bir durum olmakla birlikte İslam tarihindeki ilginç uygulamalar konuyu daha farklı boyutlara itmiştir. Öncelikle tarihi süreçte yaşananları daha sonra aktarmak üzere İslam'ın mevcut cariyeliğe karşı tutumunu değerlendirelim.

İslam, cariyelerin özgür kadınlar konumuna getirilmesini istemiş ancak bunu yaparken gerek toplumun cariyelere bakışı gerekse cariyelerin kendi durumlarını iyileştirme bilincine sahip olmaları noktasında tedriciliği elden bırakmamıştır. Köleliğin tedrici bir yöntemle kaldırılması konusunda yazdığımız tüm hususlar burada da geçerlidir. İslam, cariyeleri öncelikle farklı statüleri itibariyle sosyal bir vakıa olarak kabul etmiş ve özgür kadınlarla bir tutmamıştır. (4/3,14) Zira mevcut sorunlar yok sayılarak çözümlenemez. Ancak bu farklılığın kabul edilişine rağmen cariyeler, dışlanmak yerine topluma kazandırılmaya çalışılmıştır.

Arap toplumunda hor görülen ve fuhşa zorlanan cariyeler konusunda Allah, "Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir. (24/33) Aşağıda vereceğimiz iki ayette cariyenin konumunu iyileştirme konusunda oldukça önemlidir:

"Müşrik kadınlarla onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. Hoşunuza gitse dahi, mümin bir cariye, müşrik (hür) bir kadından iyidir. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlanmayın iman eden bir köle hoşunuza gitse de müşrik bir erkekten daha hayırlıdır." (2/221)

"İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleriniz altına bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyeleriniz)den alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini) de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara yapılan cezanın yarısı uygulanır. Bu, içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin İçin daha iyidir. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (4/25, Ayrıca bkz. 24/32) ayetleri cariyelerle evlenmeyi öngörmekle onların şerefini yüceltmeye ve özgür kadınlar statüsüne çıkarmaya yöneliktir. Aynı zamanda cariyelerin yetişme şartları, ahlak anlayışları, psikolojileri gözetildiğinde toplumsal normlara intibakları zor olduğundan hareketle evlendikten sonra fuhuş yapma durumunda özgür kadınlara uygulanan cezanın yarısının uygulanmasına hükmedilmiştir.

Mevcut olanın dışında hür kadınların cariye edinilmesi konusunu tarihteki uygulamaların yanlışlığını kabul ederek esirin köle olmadığı çerçevesinde değerlendirebiliriz. Bu görüşümüze karşı getirilen ayet ise şöyledir: "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri sana helal kıldık." (33/50)

Ayetteki "Allah'ın sana ganimet olarak verdiği" ifadesinin hür olan kadınların cariye haline getirildiği çıkarılmıştır. Ancak Rasulullah'ın sünnetini göz önünde bulundurarak savaşta alınan esirlerin köleleri olabileceğini düşünmemize herhangi bir engel yoktur ve bir bütün olarak Kur'an mantığı, köle ve esirlerle ilgili hükümlere baktığımızda ikinci anlayışın daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Rasulullah'ın öldüğünde hiçbir kölesinin bulunmayışı, Beni Mustalik Gazvesi'nde esir kadınları cariye yapmak yerine içlerinden biri ile evlenmesi ve bu yolla tüm esirlerin sahabe tarafından serbest bırakılması, İslam'ın harem uygulamaları için müsait bir din olmadığını göstermektedir. Rasul'un şu hadisi de görüşümüzü destekler niteliktedir: "Bir adam ki bir cariyesi vardır. Onu güzelce yetiştirmiş, ilim öğretmiş, ahlaken güzel terbiye vermiş, sonra da azad ederek onunla evlenmiştir. İşte bu adamın iki ecri vardır."25

Cariyeler konusundaki tartışmalardan biri de cariyelerin hür kadınlar gibi örtünmesinin yasak olduğu inancıdır. Bu konuda açık bir ayet ve hadis bulunmamaktadır. Hz. Ömer'in rivayetlere göre başörtülü bir cariye gördüğünde onu kamçıladığı ve "Ey cariye! Hür kadınlara mı benzemek istiyorsun" dediği rivayet olunmuştur. Bu rivayet üzerine bina edilen fıkhi hükümler, dinin nasıl yozlaştırıldığının önemli verilerindendir. Mesela Hanefi mezhebine göre cariyenin başörtüsüz namaz kılması gerekir. Maliki mezhebinde ise kadınların örtünmesi ile ilgili Kur'an ayetleri, sadece hür kadınlara mahsustur ve cariyenin avreti ise erkek gibi diz kapağı ile göbeğinin arasındadır. Ayrıca cariyeyenin avreti ise erkek gibi diz kapağı ile göbeğinin arasındadır. Ayrıca cariyelerin satışında tanınmasını temin edecek kadar yerlerine bakılabilir.26 şeklindeki fetvalarla zihinlerimizde savaş esirlerinin satıldığı pazarlar canlanıyor ki bu pazarlarda cariyelerin satışında ahlak kuralıları da bir tarafa itiliyor ve iffetli olmak isteyen müslüman olmuş cariyeler emiru'l müminin tarafından kırbaçlanıyor. Oluşturulan tablo Kur'an'ın insana verdiği değer ve Rasulullah'ın kölelikle mücadelesine karşı yapılmış bir ihanettir. Bir yandan İslam'ın köleliği kaldırdığından övgüyle bahsedilirken bir yandan da İslam topraklarında köle pazarları düşünmek nasıl bağdaşabilir? Atalarının köle pazarları ve harem dairelerini meşrulaştırma çabasıyla oluşturulan bu çarpık inancın Kur'ani ve mantıki hiç bir temeli olamaz.

Saltanat Döneminde Köle ve Cariye

Muaviye ile birlikte sistemli bir şekilde yozlaştırılan din, her konuda olduğu gibi kölelik meselesine de yansımıştır. Emeviler'de artan fetihler sonucu kölelerin sayısı mübalağalı rakamlara ulaşmıştır.27

Yine Abbasiler döneminde Halife el-Mutemedin idaresi zamanında 14 yıl boyunca süren köleler harbi dikkate değerdir. Bu isyan Batı Asya tarihinde kaydedilen en kanlı isyan harekatı olarak tasvir edilmektedir. Bu köleler Aşağı Fırat vadilerindeki kaya tuzu madenlerinde çalıştırılan Doğu Afrika'dan getirilmiş siyahi kölelerdi. Tarih kitapları başkanlarının düzenbaz Harici gibi suçlamalarla isyanı farklı boyutlara taşısa da, resmi tarihin isyanlara karşı malum bakış açısının arkasında 14 yıl kadar süren bir isyanın haklı nedenleri olabileceğini düşünüyoruz.28 Abbasi döneminde kölelerle ilgili gayri ahlaki uygulamalar İslam tarihi kitaplarından birinde şöyle yer almaktadır: "...Hizmetçiler zümresi harp esnasında esir düşen ya da sulh zamanında satın alınmak suretiyle elde edilen gayri müslimlerden oluşuyordu.

Bazı köleler hareme ait işleri gören iğdişlerdi. Diğerlerine gılman adı verirlerdi ki bunlar iğdiş olabilir fakat efendilerinin özel lütuf ve himayelerine mazhar kimseler olarak zengin ve göz alıcı elbiseler içinde dolaşırlar, ekseriya kadıncıl tavırlar içinde güzel koku sürerler ve güzellik bakımı yaparlardı. Harun Reşid devrinde gılmanların mevcudiyetine dair bazı bilgilerimiz vardır. (Taberi, İbn-i Esir'den) Açıkça anlaşılmaktadır ki Harun Reşid İran'da eskiden mevcut olanları takiben gayri tabi seksüel münasebetler için İslam dünyasında gılman müessesini ihdas eden kimsedir. el-Memun zamanında bir kadı bunlardan dört yüz kadar genci eli altında bulunduruyordu. Ebu Nuvas gibi şairler, azgınlaşmış hislerini açığa vurmaktan ve genç oğlanlara dair aşk şiirlerini ortaya koymaktan utanç duymuyordu.

Cariyelerin bazılarının halifeler üzerinde önemli tesirleri olmuştur. Harun Reşid cariyelerden birini 70.000 dirheme satın almış fakat araya giren bir kıskançlık sonucu onu erkek kölelerinden birine hediye etmişti. Harun Reşid'in zevcesi Zübeyde, bağlandığı cariyelerden birini ondan soğutmak amacıyla kocasına on cariye ihsan etti.29

Görülüyor ki saltanatla başlayan dönemle birlikte kölelik kurumunun savaş esirleriyle sınırlanması bir yana, sulh zamanlarında köle ve cariye satın alınmış ve gayri ahlaki uygulamalarda bir zevk aracı olarak kullanılmıştır.

Son olarak geniş çevrelerce şeriatle yönetildiğine inanılan Osmanlı Devleti'nin köle ve cariye ile ilgili uygulamalarını değerlendirelim.

Osmanlılar'da kuruluştan 20. yy.'ın başlarına kadar kölelik ve köle ticareti yasaldı. Devletin özellikle Avrupa'da genişlediği dönemlerde köle ihtiyacı büyük ölçüde savaş esirlerinden ve devşirme yöntemiyle karşılanıyordu. Duraklama ve gerileme dönemlerinde Afrika, Güney Rusya ve Kafkasya gibi bölgelerden köle ticareti giderek önem kazandı. Özellikle 15.yy'da Kafkas köle ticaretini ele geçirmeye başlayan Osmanlılar bu ticaretten gelir elde etmek için 15. yy'ın sonunda Karadeniz bölgesinden getirilen köleler için pençik resmi (gümrük vergisi) almaya başlamış ve bu iş için mültezimler atamıştır. 19. yy.'a gelindiğinde Osmanlı köle nüfusunun üç ana kaynaktan geldiği görülmektedir: 1- Siyah köleler: Merkezi Afrika'dan ve Sudan'dan, 2- Etiyopyalı köleler, 3- Çerkez ve Gürcü köleler; Kafkasya'dan. Diğer köleler arasında farklı bir konumu olan hadımlar Mısır ve Suudi Arabistan'dan getiriliyordu.

Osmanlı köle tüccarları arasında işbölümü gelişmişti, ilk işbölümü köle toplayıcıları ve yerel (kentli) köle tüccarları arasındaydı. Her kentsel meslekte olduğu gibi köle tüccarları da aktif köle pazarı olan kentlerde loncalar halinde örgütlenmişti. Beyaz ve siyah köle tüccarlarının loncaları farklıydı ve "esirci esnafı" ismiyle bilinen beyaz köle tüccarları saygın meslekler arasında sayılıyordu. İstanbul'daki "Köle Tüccarları Loncası" 1857'de yasal olarak kapatıldı. Fakat kölelerin yanı sıra başka malların da ticaretini yapan köle tüccarlarının loncaları yasadışı olarak faaliyetine devam etti.

Köleler genellikle esir pazarlarında satılırdı. Osmanlılar'ın ilk başkenti Bursa ve Edirne'de esir pazarları vardı. İstanbul'un ele geçirilmesinden sonra bugün Haseki semtinde kurulan esir pazarı, III, Murad döneminde eski ve yeni bedestenlerde merkezileştirilmişti. 1609'da I. Ahmed'in emriyle yeni bedestenin yakınlarında altlı üstlü 300 odalı büyük bir han yaptırıldı ve esir pazarı buraya taşındı. Zenginlere satılan beyaz köleler kapalı odalarda müşterilere gösteriliyordu. 1847 Fermanı ile esir pazarı kapatıldıysa da zenciler Fatih, Tophane gibi yerlerde evlerde satılmaya devam etti.

Beyaz köle ticaretinin yasaklanmasına direnen Osmanlı hükümeti, siyah köle ticareti ile ilgili farklı bir tutumdaydı. Beyaz köle ticareti siyah köle ticaretinin yasaklanmasından çok sonra ancak 1909'da yasaklanmıştır. Osmanlı'da 20. yy'ın başlarında çıkarılan bir yasa oldukça çarpıcıdır: "Çerkeş ve sair köle ve cariyelerin de üsera-yı zenciye gibi men'i bey ü şirası"30

"Osmanlı Köle Ticareti" adlı kitabın yazarı Toledano'nun bazı yazışmalar üzerinde yaptığı incelemeler okunduğunda niçin beyaz köle ticaretinin yasaklanmasına direnildiğinin ipuçlarını yakalayabiliriz. 1891-92 yıllarında II. Abdülhamit'in Baş Katibi Süreyya Paşa'nın, Konya valisi Hasan Paşa ile yaptığı şifreli telgraf yazışmaları, bu dönemde saraya nasıl cariyelerin alındığını göstermektedir. Süreyya Paşa, Türk adetlerini bilmeyen 14 yaşından büyük, tercihen sarı saçlı mavi gözlü kızlar bulmasını istemiştir. Hilmi Paşa kendi bölgesi dışında Sivas, Ankara ve Bursa vilayetlerinde de araştırmalar yapmış ve sonuçta birkaç kız alınarak saraya yerleştirilmiştir.31

Osmanlı'da haremle ilgili olarak Yılmaz Öztuna'nın verdiği bilgiler de oldukça dikkat çekicidir: "Haremdeki cariyeleri, baş hazinedar usta denen en büyük cariye yönetir. Derecesi vezire eşittir ve vezir maaşı alır ve padişahın üç mühründen biri bu cariyededir. 13. asır sonlarında maaşı yılda 15.000 anın idi.32

Haremdeki cariye sayısı dönemlere göre değişiyordu. İlk cariye miktarını gösteren liste I. Mahmut dönemine aittir. Buna göre haremdeki cariye sayısı 456 idi. Bu sayı Abdülmecit döneminde 688, Abdülaziz devrinde 809'a yükselmişti.33

Tarih kitapları cariyelerinin birbirleriyle çekişmeleri, Valide Sultan ile cariyeler arasındaki ilişkiler konusunda ilginç vakıalarla doludur. Örneğin yüze yakın çocuğu olduğu söylenen III. Murat'ın annesi Nur Banu Sultan, oğlunun Venedikli bir köle olan Safiye'ye bağlılığını egemenliğinin silinmesinden dolayı çekemiyordu. Bunun için Sokulu Mehmet Paşa ve babası ile anlaşarak Safiye ile boy ölçüşecek güzellikte hareme kızlar soktu. Padişahın gittikçe kendisinden uzaklaştığını gören Safiye kocasını kıskandırmaktan vazgeçerek devlet işlerine el attı.34 Ayrıca Kösem Sultan ve Hürrem Sultan da bu anlamda tarihte önemli rol oynamışlardır.

Sonuç

Kolaylıkla anlaşılacağı gibi saltanat döneminde köle ve cariye ile ilgili uygulamalar, Kur'an'daki köle konusunu doğru anlamamıza en büyük engel teşkil etmektedir. Bütün imtiyazlara son verme iddiasında bulunan İslam, Allah dışındaki bütün bağımlılıklara karşı mücadelenin adıdır. Zaten İslam savaşlarının hedefi de dünya halklarını Allah'ın kendilerine sunmuş olduğu özgürlüklerine kavuşturmak değil midir? Ve nasıl olur da böyle bir din köleliği kabul edebilir? Allah'a ve her türlü köleci zihniyete karşı hayatını mücadeleyle geçiren Rasulü'ne rağmen meşrumuşçasına kölelikle ilgili fıkhi hüküm geliştirenler, vahyi düşüncelerinin temeline almamaktadırlar. Vahiyle aramıza konan bu engel, doğru yanlış demeden, savunma psikolojisiyle tarihte yapılanları kutsamak yerine, meselelere Kur'an bütünlüğünde bakmakla aşılacaktır. Aksi taktirde zihnimizi bir yığın hurafe ile doldurduktan sonra oluşturduğumuz bakış açıları ile Kur'an'ı anlamamız mümkün değildir.

Dipnotlar:

1- Prof. Dr. Özcan Karadeniz-C. Celiban, Roma Hukuku, A.Ü.Hukuk Fak. Yay., syf:129, 131, 1986-Ankara

2-Ali Abdül-Wahid Wafi, İslamiyete Göre Kölelik, A.Ü.İ.F. Dergisi, syf:208,1961-Ankara

3-T.D.V. İslam Ansiklopedisi, ilgili maddeler, M.Akif Aydın, M. Hamidullah, İST.

4-Mahmut Talagani, İslam ve Mülkiyet, Yöneliş Yay., syf:234,1989-İST.

5-İzzet Derveze, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı Cilt:l, syf: 217-218, Yöneliş Yay., 1989-İST.

6-Hasan Kanbolat-Erol Taymaz, Kafkas-Osmanlı İlişkileri ve Köle Ticareti, Tarih ve Toplum. Aylık Ansiklopedik, Cilt:14, syf:36, İletişim Yay, 1990-İST.

7-M. Talegani, a.g.e., syf:230-231.

8-M. Talegani, a.g.e., syf:235

9-A. Abdül-Wahidi Wafi, a.g.m.

10-Wafi, a.g.m.

11-M.Akif Aydın, a.g.m.

12-Prof.Dr. Hayreddin Karaman, İslam'ın Işığında Günün Meseleleri Cilt:3, syf:185, Nesil Yay., 1992-İST.

13-Örneğin adı geçen makaleler ve Prof. Tahir b. Aşur'un İslam Hukuk Felsefesi, İklim Yay., syf: 116-117,1988-İST.

14-Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi Cilt.II, syf:219, Faisal F.K. Yay., 1986-İST.

15-T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Esir Maddesi, C.XI, 1995-İST.

16-Ahmed Ebu Süleyman, İslam'ın Uluslararası İlişkiler Kuramı, İnsan Yay., syf:107, 1985-İST.; Ahmet Özel, a.g.m.

17-A. Ebu Süleyman, a.g.e., syf:108.

18-Doç. Dr. M. Ali Kapar- Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet, C.II, syf: 359-360, Beyan Yay, 1994-İST.

19-Seyyid Sabık, Fıkh-us Sünne, C.III, syf:381, Pınar Yay.,1987-İST.

20-M. Reşit Rıza, Muhammedi Vahiy, syf:346, Fecr Yay., 1991-Ankara.

21-Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, syf:177, A. Said Matbaası, 1963-İST.

22-M. Hamidullah, a.g.e., syf: 176.

23-Ahmet Özel. a.g.m.

24-M. Hamidullah, a.g.e., syf:199.

25-Prof. Dr. M. Tahir Aşur, a.g.e, syf. 119

26-Daha geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, İlahi Hikmette Kadın, syf:257,vd. İşaret Yay., 1995-İST.

27-Prof. Dr. Philip K. Hitti, İslam Tarihi C.II, syf:370, Boğaziçi Yay., 1980-İST. Mesela el-Müktedir'in sarayında 11 bin Grek ve Sudanlı hadım köle barınmaktaydı. Bir rivayete göre de Mütevekkil 4 bin cariyeye sahipti, (syf: 526)

28-P.K. Hitti, a.g.e., CIII, syf:736-737.

29-P.K. Hitti, a.g.e., syf: 524-525.

30-Hasan Kanbolat-Erol Toymaz, a.g.m.

31-Ehud R. Toledona, Osmanlı Köle Ticareti (1840-1890), syf:154, vd. Tarih Vakfı Yurt Yay. İST.

32-Yılmaz Öztuna, a.g.e. C.II, syf: 26.

33-Meral Altındal, Osmanlıda Harem, syf:68, Altın Kitaplar Yay. 1993-İST.

34-Alphonse de Lamantine,Osmanlı  Tarihi, C.I,syf:518, Sabah, 1991-İST.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR