1. YAZARLAR

  2. Şuayb Mekeç

  3. Bugünkü Siyasal Koşullar, Diktatörlüğe Nispetle Daha Az Kötü Olandır

Bugünkü Siyasal Koşullar, Diktatörlüğe Nispetle Daha Az Kötü Olandır

Temmuz 2015A+A-

1- 7 Haziran Seçimlerinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç AK Parti oylarındaki gerileme ve netice itibariyle AK Parti’nin tek başına iktidarının sona ermesidir. AK Parti neden kaybetti?

2- AK Parti’nin kaybetmiş olması bir bütün olarak İslami kesimin kaybetmiş olması anlamına gelir mi?

3- Önümüzdeki süreç içeride ve dışarıda İslami kimlik ve hassasiyet sahibi kesimleri ve mücadeleleri nasıl etkileyecek?

4- PKK/HDP’nin genelde Kürt halkının geniş bir kesiminde ve bilhassa da bölgede artan etkinliği Müslümanlar açısından ne ifade ediyor?

5- Bugüne dek çözüm sürecine yönelik bilhassa yürütülme tarzı itibariyle pek çok eleştiriler getirildi. Bundan sonra bu konuya nasıl yaklaşılmalı ve neler öne çıkartılmalıdır?

6- Seçimlerin sonuçlanmasından itibaren AK Parti’ye yönelik özeleştiri yapma çağrıları sıklıkla ifade edilmekte. Acaba İslami camianın da kendi açısından bir özeleştiri yapma sorumluluğu yok mudur

1-

Bu kaybın muhtelif sebepleri mevcut.  Bunları birkaç başlıkta ele alabiliriz:

a) Öncelikle AK Parti karşıtlığında bir araya gelmiş muhalefet ittifakının seçim propagandasının etkili olduğunu ifade edelim. Son dönemde iktidar partisinden bir şekilde memnun olmayan kesimlerin de pasif-aktif destek verdiği bu cephe seçimlerde epey oy kazandı. Siyasetin sıcak ortamında Gülencilere dönük operasyonlarla ilgili Doğan grubu-Gülenci basın ve Sol basından oluşan karşı medyanın olayları sunuş biçimi ve seçim ortamında gündemi yayma çabaları etkili oldu. Bu kesimin iktidara en çok yüklendiği konu yolsuzluklar meselesiydi. AK Parti, 17 Aralık operasyonuyla Gülen Cemaatinin küresel güçlerin öncülüğünde Türkiye’de iktidarı alaşağı etmeyi planladığını, Mısır’da Temerrüt darbesindeki gibi Türkiye’de de ümmet yanlısı siyaset izleyen AK Parti iktidarının devrilmesinin hedeflendiğini yeterince gündem yapmadı. Başarısız bir postmodern yargı darbesi sonrası, operasyon paketinekasıtlı dâhil edilmiş yolsuzluklarla ilgili AK Parti’nin bir şeyler yapması gerekiyordu ama bunu yapmadı. Maalesef muhalefet cephesinin seçimlerde öne çıkardığı bu malum konu AK Parti aleyhine önemli bir argümanadönüştü ve halk nezdinde etkili oldu.

b) AK Parti bu seçimlerde ilk kez oy kullanan 1.300.000 civarı genç seçmenden fazla oy alamadı. 12 yıldır izlenen kalkınma politikalarıyla göreceli refah seviyesinin unutturduğu daha on yıl öncesiTürkiye’nin ekonomi ve siyaset krizlerini bilmeyengenç seçmen, muhalefetin vaatlerine oy vermiş oldu. Oysa bu muhalefet o dönem ANASOL-M koalisyon hükümeti kurarak uyguladığı politikalarla ülkeyi tam bir bunalıma sevk etmişti. AK Parti’nin genç kuşakla interaktif ilişki kuramamasıbu kitlenin muhalefetin etkisinde kalmasını kolaylaştırdı. Özellikle şehir merkezlerinde gençliğin modern seküler kültürün etkisinde oluşu; lise, üniversite eğitim alanlarında ve sosyal mekânlar, sosyal medya gibi aktif kültürel ortamların da etkilediği modern cahiliyenin gençlerin yaşamında mücessem hale gelmesi; bir nevi sürü psikolojisinin insanı etkileyen yanının adeta gençliği esaret altına alması bizleri en çok yaralayan konular arasında. Dünyevi kalkınmanın yanında İslami hassasiyetlerin son yıllarda İHL’ler açarak ve eğitimde Siyer, Kur’an-ı Kerim gibi dini ağırlıklı derslerin sayısının artırılması ve 4. sınıfa kadar indirilmesi geç de olsa bir olumluluktu ama etkisi orta vadede ortaya çıkacak bir yatırım olduğu için bu güne bir çözüm sunamazdı. Bu derslerin eğitimini verecek öğretmenlerin Müslüman kimliğiyle devrede olmadıkları bir örgün eğitimin etkisi yine az olacaktı.

c) Yine etkili bir sebep ümmetin maslahatıyla ilgili AK Parti iktidarının attığı olumlu adımların da dâhil edildiği bir dizi konunun algı yönetimiyle karşı ittifak cephesi tarafından her gün medyada anti propaganda ediliyor olması, Suriyeli muhacirler ve Ortadoğu’daki çatışma ortamının muhalefet partileri ve bileşenleri tarafından AK Parti’ye fatura edilmesi oy kaybı konusunda seçmende etkili olmuştur diyebiliriz. Şu önemli: Ümmetin maslahatına dayalı yapılıp edilenlerin elbette içerde ve dışarda bir bedeli olacaktı; bu hayıflanılacak bir durum değil, AK Parti’nin ve Türkiyeli Müslümanların şeref duyacakları bir durumdur. Amellerin yegâne karşılığını verecek makam, Rahim Rahman olan Rabbimizdir, O’nun da vardır bir hesabı. Bazı meselelere bu gözle bakmak hakça Müslümanca bir eylemdir ve en doğru olandır. Özellikle İslamcı çevrelerde Suriye meselesinde İran siyasetinin belirleyiciliğinde düşünen ve sonradan sol çevrelerle aynı tezlerde buluşan ve bugün geldikleri noktada ulusalcıların savunduğu ‘yurtta sulh cihanda sulh’ çizgisi bile bize bu konuda AK Parti’nin ne kadar doğru bir tavır içinde olduğunu ispatlamaya yeter de artar.

d) Muhtelif bölgelerde çıkartılan adaylarla ilgili memnuniyetsizlikler listeler açıklandığı andan itibaren hiç durulmadı. AK Parti’nin geniş halk kitlelerinin taleplerini çok da ciddiye almaksızın ve bilhassa Doğu’da İslami çevrelerin herhangi bir görüşüne başvurmayışı kendi indi hesaplarıyla hareket etmesi bu olumsuzluğu besledi. HDP ise aday belirleme konusunda farklı kesimlerden (Eski İslamcı, solcu, eski AK Partili, hatta Eskişehir’de gay-homo) adaylar göstererek pragmatik davrandı. HDP, Gezicilerin kampanyaları, Ortadoğu politikalarının son geldiği karışıklıkla okunması-çözüm sürecini kendi başarılarına mal ederek politikleştiren Kürtçüler –Apocuların söylemleri etkisiyle ve yolsuzluklar meselesinde epeydir AK Parti aleyhtarı cenahla hareket eden kafası karışık eski İslamcıları, solcuları, kararsız seçmeni ve baskıladığı (YPG-PKK’nın Kürt seçmenlerin yaşadığı yerlerde gizli açık tehditlerle listeler oluşturmasından çekinen) geniş Kürt seçmen kitlesiniyanına çekmeyi başardı. Zaten oy kullanmayanların da yerine oy pusulalarının doldurularak tam liste ulaştırıldığını basından biliyoruz. Yani HDP hiçbir fırsatı zayi etmeyerek fırsatları oya tahvil etmeyi başardı. Türkiye dağılımında sol cenahın önemli kısmı, bazı bölgelerde paralelciler, kendilerine Selahattin Demirtaş’ın seçim sonrası teşekküründen bildiğimiz bazı İslami çevreler (Azadi, Med Zehra, Öze Dönüş grupları), HDP’nin baraj altında kalma endişesinin yönlendirdiği ülkenin dört bir yanından verilen destek azımsanmayacak oranda oyun HDP’ye akmasını sağladı.

HDP bölgede herhangi bir rakip güç istemiyor. Batıdaki sevecen tavırlarına rağmen doğuda son derece sert dayatmacı politikalar izliyor. Aynı diktatörlükle yönetilen ülkelerde yapılan seçimler gibi %99 oy aldığı yerler var. Belki büyük şehirlerdeki oy oranına bakarak tersi iddia edilebilir ama estirilen havadan hiç böyle bir anlam çıkmıyor. HDP kitlesi PKK-YPG güçlerinin koordinasyonunda kendisini devlet görüyor, bölgeye nizam verme konusunda birçok acımasız katliamlara da imza koydu. IŞİD’in Irak ve Suriye’nin Kürt bölgelerine saldırmasının rövanşını bu Kürtçü çevre, 6-8 Ekim Kobani hadiselerini bahane ederek bölgede İslami kuruluşlar ve bilhassa HÜDA-PAR’ı hedef alarak saldırarak bölgede yaşayan birçok Müslümanı, 50’ye yakın kişiyi IŞİD’çi suçlamasıyla acımasızca katletti. Oysa o insanların ne Kobani olayıyla, ne IŞİD ile hiçbir alakaları yoktu. Yine seçimin hemen ardından Diyarbakır’da 9 Haziran günü evine giderken düzenlenen bir suikast neticesinde Yeni İhya-Der Başkanı Aytaç Baran adlı Müslümanın katledilmesi doğrudan 7 Haziran seçimleri ile ilgili bir konu olmasa da seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun ilerleyen zaman içinde Müslüman kitlenin nelerle karşılaşabileceğini göstermesi açısından çok manidar örnekler.

e) Seçimlerden iki gün önce, Diyarbakır’da‚ HDP’nin yaptığı miting sırasında meydana gelen patlamada iki kişi ölmüş, 50’ye kadar da yaralı meydana gelmişti. HDP’nin eş başkanlarından Figen Yüksekdağ bu patlamaları hemen, -birçok görgü şahitlerinin beyanlarına göre- Tayyib Erdoğan’ın yaptırdığını iddia ederek, kitleleri tahrik etmiş ve halkının ekseriyetini Kürt etnisitesinden insanların teşkil ettiği Diyarbakır, Van, Hakkari, Mardin, Bitlis, Batman, Şırnak vs. gibi şehirlerde, kitleler sabahlara kadar ’Katil Tayyib!’ diye protesto gösterileri yapmışlar ve iki gün sonra da bölgenin sandıklarından yüzde 80-85’leri bulan tek yönlü bir şartlandırma tablosu çıkmıştı.

Bölgede AK Parti ve Kürtçü olmayan İslamcı çevrelere karşı sistematik olarak sürdürülen kara propagandanın arka planının nasıl işlediğini görmemiz gerekiyor. Kandil’e çekilmeyen, aksine şehirlere inen, bazıları da Kandil’den gelen PKK gerillalarının şehir gerillası olarak yetiştirdiği YDG-H’nin şehir mafyasına dönüşmüş silahlı genç militanlarının medyaya yansıyan açık güç gösterilerine tanık olduk. Hükümet’in ABD’ye yaranırcasına Kobani çatışmalarında PYD’ye gösterdiği müsamaha ve yardım, Kürt ulusalcıları için Kobani’yi kurgusal bir ulusal zafere dönüştürdü. Buna rağmen PKK ve HDP durumdan iktidar aleyhine malzeme üretmeyi başardı. Önceki yıllarda hukuksuz KCK operasyonlarının faili Gülen örgütünün AK Parti’yi yıpratsın diye büyük gruplar halinde ve önde gelen kişilere gerçekleştirdiği tutuklamalar, sonradan gerçeğin anlaşılmasına rağmen hükümet karşıtı argüman olmaktan kurtulamadı. Bölgede görev yapan savcı-hâkimler, güvenlik görevlileri, askeri personelin paralel devlet insiyakıyla irtibatlı hareket etmesi iktidara karşı HDP kara propagandasının etki gücünü artıran materyal işlevine yaradı.

f) Çalışan halk kitleleri emekçi-geçici işçilerin durumu iyileştirilmedi; bordrolu çalışanlar, memurlar arasında dengesiz maaş dağılımıyla ortaya çıkan adaletsizlik (beyaz yakalı-mavi yakalı ayrımını kaldıramadı) giderilmedi; emeklilere verilen düşük maaşa inatla zam yapılmadı. Kapitalist piyasa açılımlarının denetimsiz ve hoyratça tüm il-ilçelerde AVM formu eşliğinde uygulanmasına müsaade edilerek küçük ölçekli esnaf, zanaatkâr çevreleriyıkıcı - yok edici pazar uygulamaları karşısında çaresiz bırakıldı; bu sayede bu kesimlerde aleyhine kalıcı tepkinin oluşmasına zemin hazırladı. AK Parti’ye oy daha çok kırsal kesimden çıkmasına rağmen Ak-Parti seçmeniyle diyaloğu geliştirip onların sorunlarını dinleyerek çözümün ne olacağına dair adım atmadı. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişi mümkün kılacak meclis çoğunluğunun sağlanması ve birazda duygusal tempoyu yükseltmek amaçlı verdiği meydan desteği, Davutoğlu’nu etkisizleştirmek olarak algılandı ve halk tarafından pek benimsenmediği görüldü. 

2-

Müslümanlar hayatlarını yaşayan Kur’an olarak Allah’ın ilkeleriyle inşa etmek zorundadırlar. Bir parti veya dernek ister dolaylı isterse bizzat araçsal zeminimiz olarak kullanılıyor olsada İslami kimliğimizin ve hayat pratiğimizin yegâne olmazsa olmazı değildir. Galibiyet veya mağlubiyet, imtihan bilinciyle tecrübe ettiğimiz hayatımızın anına biz insanların verdiği addır. Gerçek galibiyet veya mağlubiyetin takdiri her şeyin sahibi Allah Teâlâ’dır. Aslolan Allah’ın günleri aramızda dolaştırdığını idrak ederekilerlediğimiz yolda iniş ve çıkışlarda yalnız O’na vereceğimiz hesabı aklımızdan çıkarmadan, Müslümanlar olarak yeryüzünde Ümmet olmayı hedefleyen; kaybettiğimiz İslam nimetiyle, Rabbimizin izni inayetiyle hayatımızı İslam’ın rahmet günleriyle donatacağı menzile doğru çabalarımızı sürdürmemizdir. Biz AK Parti’yi Müslümanların dinlerini özgürce yaşayacakları imkânları artırdığı, İslam ümmetinin menfaatine işler yaptığı, Kemalist vesayeti gerileterek Müslümanların tutsaklık halinden kısmen kurtuldukları ve İslami yaşamlarını pratize edebilme imkânı yakaladıkları için desteklemekteyiz.

Ancak Müslümanlar olarak bu bağlama gösterdiğimiz ilgi, reel siyasetin uygulamalarına ve çözümlerine mutlak teslimiyetimiz anlamına gelmiyor. Müslümanlar olarak bizi yıllardır kuşatan ve nesillerimizi akimleştiren cahili şartlar ve yasaklar içinde politik iklime yaklaşımımız, İslami şahsiyet ölçülerimize dayanmalıdır. İslami şahsiyetimiz; ümmet nüvesi olma ve ümmeti yeniden toparlama ve diriltme gayretimiz; ifsat ve güç odaklarıyla her şartta mücadele etme kararlılığımız yaşam önceliğimizdendir.

İslami kimlik önceliğiyle kendisini tanımlayan Müslümanlar olarak öncelikle yararlandığımız, maslahat olarak gördüğümüz, kimi zaman da muhtelif politikalarından dolayı eleştirdiğimiz AK Parti iktidarına ilişkin kanaatimiz ve yüklediğimiz ilişki değeri ortadadır. Müslüman halkların ve coğrafyamızdaki mazlumların maslahatına yorumladığımız tavırlarını adımlarını desteklemekten rahatsızlık duymuyoruz. Muhakkak ki ne ülke içinde, ne de dışarıda İslami mücadele şu veya bu iktidara bağımlı değildir. Müslümanlar geldikleri yere iktidar imkânları ile gelmedikleri gibi, iktidar zemininin kaybolmasıyla da mücadeleden geri adım atacak değillerdir. Bizlerin endişesi varolan iktidar imkânlarının ve sorumlularının mazlumlara uzattıkları kardeşlik ve yardım elinin kesilmesi, mazlum ve mahrum kardeşlerimize ensar olma çabalarının inkıtaa uğraması tehlikesinden kaynaklanmaktadır.

3-

İki yüz yıldır İslam Coğrafyasında birkaç mevzi kazanım dışında Müslümanların hiçbir kazancı yok. Ümmetin dağınıklığı ve Müslüman halklar üzerinde hüküm süren zorba rejimlerin ağır baskıları görüş ayrılıklarını ve verilen mücadelede metodik yaklaşımları etkilemiştir. Müslüman camianın yeniden bir araya gelmesi bir ihya ve tecdit sürecinde Kur’ani nasslara uygun iman ve amel esaslarını bir bütün olarak kavrayarak salim ve sıhhatli bir şekilde hayata tatbike yönelmenin zorlukları ortadadır. Müslüman halk Kitabi olandan uzaklaşmış, keşf ve batıni yollarla oluşmuş sufi anlayışa İslam diye sarılmış durumda. Bir dönemin içtihatlarıyla oluşmuş mezhebe sımsıkı tutunarak başka yaklaşımları kabul etmeyen, itikadi ve ameli hususlardaki yaklaşımlara değişmez hüküm muamelesi yapan bir anlayış geniş kitlelerin dinini belirlemekte. İçinde yaşadığı şartlarda sınırlı yaşadığı İslam’ı yeterli görerek fazlasını ifrat sayan ve işgalcilerin bir dönem Ümmeti parçalamak için içimize soktukları ırkçılık – milliyetçilik fitnesiyle kardeşlik duygusu körelmiş, mazlumlara karşı gaddarlaşmış haliyle Müslümanlığı kimseye bırakmayan toplum içinde yaşıyoruz. Marufu emreden ve münkerden sakındıran kulluk görevini terk ederek İslam’ı birkaç ritüele indirgemiş, cemaat olmaya karşı, tebliğ ve davet vazifesini yok sayan, İslami şahsiyet sahibi olmayı iraptan saymayan bir sosyolojik adlandırma gereği adı İslam âlemi olan bir dünyada yaşıyoruz. Müslüman kitleler Allah’ın kendilerine seçtiği ve kendilerini aydınlığa çıkartacak hak din olan İslam’dan kopmuşlar. İç hastalıklar bütün vücudu sarmış. Allah din nimetini bizden alarak bizi nimet yokluğuna, cehalete duçar kılmış. Sünnetullah kuralları gereği bu böyle. Yeniden nefsimizden başlayarak toplumsallaştırdığımız ve Ümmet olarak güçleneceğimiz, bir araya geleceğimiz günler bizim gayretlerimizle gelecek. Tüm bu çabalar biz insanlara tebliğimizi ulaşabildiğimiz, bağımsız İslami kimliğimizle yaşayabileceğimiz alanları özgürleştirebildiğimiz oranda merhale merhale vuku bulacak. Usvetun hasene resullerin hayatlarındaki mücadeleleri, bizlere anlatılan merhale örneklikleri yol işaretlerimiz olacak. Bu anlamda içinde yaşadığımız ülkenin siyasal gerçekliğibugün tüm Ümmet coğrafyasına umut ışığı saçıyor. Devşirme baskıcı iktidarlar altında yıllardır ezilen, rencide olmuş Ümmet 2011’de Tunus’ta başlayan küresel ve yerel vesayete karşı, diktatörlük rejimlerinden kurtulma süreci Ümmetin gözünün açılmasına yol açtı. Müslüman halkların bu tepkisi sadece Türkiye’deki AK Parti iktidarı tarafından sahiplenildi. Bugün Suriye’de devam eden özgürlük sürecini Baas rejiminin çok ağır silahlarla bastırmaya kalkması ve 500.000’e yakın insanın ölümüyle devam eden Suriye direnişinden mağdur olan milyonlarca Suriyeli sadece Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a sığınabildi. En çok mülteci 2.000.000’u aşkın Arap, Kürt, Türkmen, Ezdi, Nusayri, Müslüman, Hristiyanıyla Türkiye’de bulunmakta. Türkiye tüm dünya istikbarına karşı ve İslam dünyasındaki devşirme, ikiyüzlü, alçak iktidarlar ve bölgede Şiileştirme kaygısından başka hiçbir iddia taşımayan İran gibi ülkelerin tepkilerine aldırmadan mültecilere kardeş elini uzatmayı sürdüren tek ülke. Bugün zalim rejimden kaçarak İstanbul ve büyük illere dağılmış birçok kardeşimiz ve dünyada yardım ulaştırdığımız dünya mazlumları AK Parti iktidarının devamı için dua ediyorlar.

4-

Bölgedeki kardeşlerimizin şartlarının ağırlaşacağı kesindir. Kardeşlerimiz özgüvenlerini ve metanetlerini yitirmeden ve meramını insanlara sabırla anlatarak ve haklı olduklarını en anlaşılabilir üslupla sürdürmek zorundalar. Rabbimizin neyi murat ettiğini bilemeyiz. Nice zorluklardan sonra kolaylığın geldiğini ve imtihan olduğumuzu unutmayalım. Bölge gençleri İslam’dan uzaklaştılar. Yeniden depreşen ırkçılık ve kavmiyetçilik belası ancak uzun soluklu mücadeleyle etkisi azaltılabilir. Her zulüm karşı bir zulüm sisteminin temelini atıyor. Türkçülük zulmü Kürtçülük zulmünün temellerinin atılmasına yol açtı. Rabbimiz ‘şirk en büyük zulümdür’ diyor. Tevhid ve adalet şirk sistemlerinin panzehridir. Fıtri olanı işaret eder. Moralimizi bozmaya gerek yok. Allah resullerinin takip ettiği yolda ilerleyeceğiz. İnsanları hakka, hayra, tevhid dinine, fıtrat yoluna çağırmayı sürdüreceğiz. Birlikteliğimizden, istişareden, yardımlaşmadan, irtibattan uzaklaşmak yok. En adaletli, en merhametli, en güvenilir biz olacağız. Şeytan ve insan ortaklarının ve nefsimizin yanıltmalarından etkilenmeyeceğiz. Bu topraklarda Türkçülük, laiklik, modernlik adına az zulümler işlenmedi. Şehit Şeyh Said’in kıyamı bu topraklarda vuku buldu. Zulme, şirke karşı mücadele ve karşıdakine sığınmadan var olmak şiarımız olmalı; sabırla ve salatımızla insanları hidayet yoluna çağırmayı sürdürmeliyiz.

5-

AK Parti iktidarı HDP ve PKK dışında bir başka grup STK yada camialarla bir görüşme gerçekleştirmedi. Bu zaten HDP’nin kendi bölgesinde pozitif ayrımcılıkla kayırılmasına, orantısız ve yapay olarak büyümesine, güçlenmesine yol açtı. Müslümanların ve bölge halkının hayrına olmasını umduğumuz; kanın durduğu, barış huzur ve aklıselim ortam getireceğini zannettiğimiz çözüm süreci HDP ve PKK’ya yarayan ve onların imtiyazlı oldukları dağda bayırda örgütlenmelerine yaramış oldu.

Çözüm süreci tabi ki sürdürülmelidir. Fakat başındaki ekibin Müslümanların birikimlerini hesaba katan, meselelere ve tepkilere duyarlı, bölgenin sorunlarını iyi bilen çevrelere ve bilgi sahibi Müslümanlarına güvenmek ve onları hesaba dâhil etmek durumundalar. PKK ve HDP’nin tehditlerine dönük devletin önlem paketlerini devreye sokması şarttır. AK Parti, bölgenin asıl kimliğinin, batıcı-çok kültürlü seküler Kürt ulusçuluğuna değil, Müslüman Kürtleri de sürece dâhil ederek sorunları çözümleyip siyaset geliştiren yeni bir ekiple yol almak zorundadır.

6-

Bu soruyu Müslümanlar açısından birkaç başlıkta ele alabiliriz.

a) Sürece entegre olanlar, tümüyle şartlara teslim olanlar

İslami camiada en genelde AK Partiiktidarıyla beraber bir gevşeme hali gözlendi. Bütün problemlerin iktidar eliyle aşama aşama hallediliyor olması bir nevi İslami faaliyetlerin müreffeh ve sorunsuz halde ve kulluk görevlerini mutmain bir düzleme oturttukları şekilde devam ediyor zannı yaygınlaştı. Bu nevi düşünenler kendilerine ait ilkeleri ve usul yaklaşımı bulunmadığı için kendilerini duyarlılıklar üzerinden siyasal kimlikleriyle tanımlarlar. AK Parti bu kitleyi aktive ederek kendi siyasal sürecinde lider odaklı motivasyonuyla buralara taşımayı başardı. Bu tercih hattında bulunanlar zorluklarla karşılaştıklarında tepkileri ve ortaya koyacakları mücadeleleri uzun soluklu olmayabilir.

b) Süreçten kendisini soyutlayanlar, bu nevi uğraşları tekfir eden veya şüpheli bulanlar, münzeviler

İslamcı kesimde partisel mücadelenin meşruiyeti odaklı tartışmayla bir kesim bu sürecin dışında kalmayı tercih ederken yine bir başka kesim siyasal heyecanlar ve gelenekselleşmiş İran devrimi sonrası oluşan devrimci anlayışın gözlüğüyle bütün olayları okuyor hale gelmişti. Diğer yandan karşılaştıkları güçlükler karşısında kahhariye çekerek ve sevinçlerini de salavat getirerek coşkulu bir şekilde karşılayan daha gelenekçi kesimler için değişen pek fazla bir şey zaten vuku bulmayacaktı. Usuli yaklaşımları içinde yaşadıkları topluma doğrudan cahiliye toplumu diyerek, bugünkü sistemi küfür rejimi argümanıyla ele alan bu Müslüman çevre, 1980’li yılların tartışmalarında partisel süreci reddederek halk inkılabıyla toplumsal düzeni değiştireceğine inanan bir retorik geliştirmişti. Resulullah (s)’ın kâfirlerle uzlaşmadığını, onların tekliflerini reddettiği tespitiyle bugünü aynı analojik bağlamda okuyarak Darun Nedve’yle eşit tuttukları meclisi ve içinde görev yapanları Darun Nedve üyesi müşriklerle aynı kategoride ele alıyorlardı. Bu bağlamda partiye oy vermek, milletvekilliği yapmak küfürle eş değer görülüyor. Bu tespitler aslında birer yorum. Hükmi olan zaruret halinde Müslümanların mal, can, din, namus, ortam selametlerini nasıl koruyacakları; eğer dinlerini yaşayamayacakları bir ortam varsa hicret dâhil her türlü mücadeleyi ortaya koymaları tarzında olmalıdır. Resulullah (s)’ın Mekke şartlarında panayırlar, ilaf uygulaması, eman müessesesinden yararlanması, tevhidi duruşundan taviz vermeden Müslümanlara alan açma mücadelesi, müşriklerin Müslümanların yaşam alanlarını iyice kısıtlamaları sonucu hicrete kadar sürmüştü. Ama Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar uzun süre orada konaklamışlar ve Medine şartları oluşunca geriye dönmüşlerdir. Bugün içinde yaşadığımız şartlarda tevhidi duruşumuzu ana ilkelerimizle koruyabiliyorsak ve içinde yaşadığımız sistemde karşılıklı mutabakat koşullarıyla varlığımızı sürdürebiliyorsak Mümtehine Suresi 8-9’da ifade edildiği üzere nefsimize ve topluluğumuza bir saldırı söz konusu değilse varolan imkânlardan yararlanmamızda bir mahsur olmasa gerek. Sonuçta bu da aramızda yaptığımız istişarelerden mülhem temellendirdiğimiz bir yorum ve maslahat kabilinden öncelikli yaklaşımlarımızdandır.

c)- Bulunduğu her şartta ıslah temelli arayışlar üreterek ilkeli duruşlarını sürdürmek ve imkân alanlarını genişletmeye azmedenler:

Tevhidi uyanış süreci ve Kuran’ın bugünümüzü aydınlatarak şahitlik vasfımızla inşa edeceğimiz İslami yaşam biçimimizi inşa etme çabası bizim öncelikli meselemizdir. Bizler Rabbimizin ayetleriyle hayatımızı aydınlatmayı, hakla batılı birbirinden ayırarak hakkı var kılmayı hedef olarak kavramış şahitler olmaya çalışıyoruz. Bu duyarlılıklarımızı hayata geçirme hedefimizde AK Parti siyasal ortamı İslami yaşamımızı nispeten kolaylaştıran bir ortamı bizlere sunuyordu. Ümmetin maslahatına olan bu koşulların devam etmesini isteriz, doğal-fıtri olan budur. Bizler İslam’ın yeni nesillerle kitlesel sürecini olgunlaştırarak yeniden örgütlü ve muslihun ümmet olma anlamında bütünlüğü yakalamış, orta vadeli bir hedefler belirleyerek aramızdaki işlerde şura temelli ve kardeşlik ünsiyetiyle beslenen, öncülük vasfıyla fıkhını oluşturmuş; âlimlik, hayırlarda sabikun olmak ve muttakilik vasfımızla yeniden birbirimizle kaynaşma ve diriliş nüveleriyle yeniden arz üzerinde toparlanıp ümmet olmaya ve tüm şeytani vesayetten kurtulacağımıza inanıyoruz.

Bizim için bugünkü siyasal koşullar, diktatörlüğe nispetle daha az kötü olandır. Bizim yönetimle ilgili idealimiz sultanlık türünden bir Halifelik değil, ehil olan ulema ve muslihunun oluşturduğu “şura yönetimi”dir. Yönetimin içeriksel değerliliği içtihadidir ve buna karar verecek olan ümmetin yeniden inşası ile güç kazanacak olan şura mekanizmamız olacaktır. Biz bu yaklaşımlarımızda Resulullah (s) ve diğer resullerin örnekliğini Kur’an bütünlüğünden anlamaya çalışarak ve Mütevatir Sünnet’ten kavrayarak çıkarttığımız ilkelerle bir hayırlara dayalı açılım yapmaya çalışıyoruz.

Rabbimiz çabalarımızı Kur’an’ın ana hükümleri ekseninde amellere dönüştürmek ve yeniden İslam’ın ve kutlu önderinin örnekliği yolunda saadet günlerinin yaşanacağı günlere ümmeti kavuştursun ve bizlerin ecrini zayi etmesin.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR