Bosna Direniyor! Direnen Kazanacak!
Medyaya her gün yeni acılar akıyor Bosna'dan. Sırp yayılmacılığı ve şovenizminin, 'bugün' kaç Bosnalı'nın daha canını aldığı; ekmek kuyruğunda, otobüs durağında ya da bir cenaze töreninde bekleyen kalabalığın üstüne düşen bombalarla katledilen insanlar, parçalanmış el ve ayaklar, yakılıp yıkılmış ev ve dükkan görüntüleri; televizyon ekranlarından, gazete manşetlerinden hiç eksik olmuyor.
Fakat bu gelişmelerin aktarılma biçiminde bir tuhaflık yok mu? Batılı iletişim tekellerinin, yaşanan bu trajediyi başta kendi iç kamuoyları olmak üzere, tüm dünyaya olağan, sıradan bir gelişme şeklinde sunmaya çalışmalarını fark etmemek mümkün mü?
Bosna'da yaşanan korkunç, insanlık dışı hadiseleri kanıksamış görünüyor dünya kamuoyu. "Sorunun diplomatik yollarla halledilmesi", "barışçıl çözüm arayışları" ve "uluslararası kuruluşların kınama ve çağrıları" gibi kavramlarla ifade edilen Batı'nın oyalama, geçiştirme taktiği, bu kanıksa(t)ma halinin ortaya çıkmasında birincil faktör olmuştur.
Değişmeyen Gerçek: Emperyalizm Çare Değil, Acı Üretir!
Son yıllardaki gelişmelerle birlikte, dünya jandarmalığı rolünü neredeyse tüm dünya halklarının zihninde iyice pekiştiren ABD başta olmak üzere, emperyalist Batılı güçler Bosna'da yaşananlar karşısında adeta üç maymun -kör, sağır ve dilsiz- rolünü oynamaktadırlar.
Öyle ki, Batı'nın takındığı bu tutum, ülkemizde de hemen her fırsatta Batı'ya bağlılığını ispatlamış, kraldan çok kralcı konumuna toz kondurmamış bulunan TC yetkilileri, büyük basın ve sermaye çevreleri gibi bağımlı ve tutkulu batıcıları bile rahatsız etmiş, çileden çıkartmıştır. "Batı utansın!", "Bu kadarı da olmaz!" gibi sansasyonel manşetler, zaman zaman dozu yükselen resmi açıklamalar, genel kabul görmeye başlayan çifte standartlılık, ikiyüzlülük gibi İthamlar Batı'nın tutumu karşısında duyulan şaşkınlığı yansıtmaktadır.
İşin gerçeği, asıl şaşırtıcı olan, emperyalistlerin Bosna'da yaşanan vahşete göz yummasına şaşıranların halidir. Üstelik bir çok safdil müslümanın da içinde bulunduğu geniş kitlelerin Batı'nın tutumundan dolayı adeta haya] kırıklığına uğraması, Batı'dan farklı bir tepki beklemesi şaşırtıcı olduğu kadar, üzücüdür de. Bu kişilere, bu çevrelere sormak lazım: Ne bekliyordunuz ki? Batı'nın müslümanlara yardıma koşacağını mı umuyordunuz? Batı'nın emperyalist konumunun, emperyalizmin tıynetinin şimdiye kadar anlaşılması gerekmez miydi?
Batı'nın Bosna'ya ilişkin tutumunun ardında büyük ölçüde, İslami uyanışı, İslami hareketi kendisi için en büyük tehdit olarak görmesi yatmaktadır. Dolayısıyla Bosna'da yeşerebilecek bir İslami hareket tehlikesini azaltmak için, Bosna'nın mümkün olduğunca ezilmesi, törpülenmesi Batı'nın çıkarları ve geleceği açısından faydalı görülmektedir. Aynı şekilde Batı'nın, demokrasi ve özgürlük şampiyonu Batı'nın, İslami hareketin yükselişi karşısında Cezayir'de cuntayı, Tacikistan'da eski komünist diktayı açıkça desteklemesinin ardında da aynı yaklaşım bulunmaktadır.
Batı'nın ve emperyalist kuruluşların çifte standart taşıdığı, Kuveyt'in işgali konusunda sergilenen tavır ile Bosna'ya yönelik tavır arasında tam bir çelişki olduğu şeklindeki yaklaşımın yüzeysel bir eleştiri olmaktan öte anlam taşımadığı da artık görülmelidir. Batı'nın Kuveyt olayında gösterdiği tepkiyi, Bosna için de göstermesini bekleyenler, Batı'nın Kuveyt halkını kurtardığını mı düşünüyorlar? Eğer öyleyse bilinmelidir ki, Kuveyt gibi kurtulmaktansa, Bosna gibi işgal altında olmak daha şerefli ve özgürcedir. Aslında olaylara daha derinlikli bir bakış, Batı'nın Kuveyt ve Bosna olaylarına yaklaşımlarının çelişkili değil, bilakis birbiriyle tutarlı yaklaşımlar olduğunu rahatlıkla tespit edebilir. Bu noktada emperyalist politikalar ve çıkarlar iyi anlaşılmalıdır. Ayrıca, her şeyden evvel şu nokta görülmelidir ki, her iki olayda da Batı'nın tutumu, müslüman halklar için, katliam, işgal ve sömürü şeklinde tezahür eden ortak bir paydaya sahiptir.
Çok zaman önce değil, daha geçtiğimiz yıl Körfez Krizi ve savaşı döneminde, devrimci müslümanlar Kuveyt konusunun emperyalist saldırganlığın bir bahanesi olduğunu, sömürgecilik kurumlan ve işleyişinin sürdürülmesinin asıl amacı teşkil ettiğini, BM gibi sözde uluslararası kuruluşların emperyalizmin fetvacıbaşısı olarak işlev gördüğünü, uluslararası hukuk, yeni dünya düzeni gibi cilalı kavramların ise egemenlerin ellerinde bir oyuncak olduğunu var güçleriyle haykırmaktaydılar. O dönemde sanki efsunlanmış gibi hep bir ağızdan Batılı propaganda bandosuna tempo tutanlar şimdi uykudan uyanırcasına bir mahmurluk içinde sorular soruyorlar.
Ama doğru cevabı bulabilmek için, soruyu da doğru sormak gerekir. Bunun yolu ise önce kafa karışıklığını gidermek ve sahip olunan kavramları, anlayışları en baştan itibaren ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaktan geçer. Fakat her şeyden evvel şu uyku haline bir son vermek gerekir. Artık uyanma zamanıdır. Sorumluluklarının bilincinde olanlar içinse uyandırma sorumluluğu her zamankinden daha bir acildir. İstikbarın, emperyalizmin Bosna vesilesiyle bir kez daha olanca netliğiyle açığa çıkan çirkin suratını, kirini, vahşiliğini, görebilme yeteneğini tümüyle kaybetmemiş insanlara gösterme görevi ise her müslümanın boynunun borcudur.
Bosna: Dram'dan Destan'a
Bosna'da Sırp yayılmacılığının yol açtığı zulümler insanlık onuruna sahip herkesi derinden sarsacak boyutlara ulaşmıştır. Toplu cinayetler, yağmalama ve tecavüzler, yüzbinlerce insanın göçe zorlanması gibi uygulamalar; bunun yanında tüm dünya kamuoyunun gözünde barış dağıtıcısı rolüne soyunmuş bulunan emperyalist güçlerin oyalama taktiklerine başvurarak Bosna-Hersek Cumhuriyeti yönetimini, ülkenin büyük bir bölümünü işgal altında tutan Sırplar'ın oldu bittisini kabule zorlaması, bu tutumun bir uzantısı olarak silah ambargosu adı altında dişine kadar silahlanmış Sırp çeteciler karşısında Bosnalı müslümanların savunmasız kılınmaya çalışılması Bosna trajedisinin boyutlarını ortaya koymaktadır.
Mamafih, Bosna'ya baktığımızda gördüğümüz ya da gösterebileceğimiz tek şey bu zulüm ve vahşet tablosu olmamalıdır. Bosna'da her türlü olumsuzluğa ve zorluğa rağmen sürdürülen bir de direniş vardır ki, tüm dünya müslümanlarının yüzünü ağartmaktadır. Ve nasıl emperyalist işbirlikçilerin zulümlerinin gündemde tutulması, sürekli işlenmesi gerekiyorsa; aynı, hatta daha güçlü bir şekilde müslümanların verdiği mücadele de her an canlı ve taze tutulmalıdır.
Evet, işlenen zulümler korkunç boyutlarda ve Bosna'da büyük acılar yaşanıyor. Ama şükürler olsun ki müslümanlar direniyorlar da. Kalorifer borularından silah temin etmeyi beceren irade her türlü zorluğa ve imkansızlığa rağmen direniş ruhunun, direniş azminin gücünü, kararlılığını simgeliyor. Teslimiyetçiliği, uzlaşmacılığı da elinin tersiyle bir kenara itmenin onurunu yansıtıyor.
Katliamlara, zulümlere, işkencelere uğramak bir kaç asırdır, müslüman halkların değişmez bir kaderi neredeyse, içinde bulunduğumuz ve yeni dünya düzeni diye adlandırılan ortamın emperyalist saldırganlığı her zamankinden daha müsait kılması nedeniyle müslüman halkları bekleyen tehlikelerin, acıların azalmayıp, artacağını söylemek de bir kehanet sayılmamalı. Bununla birlikte asıl olan, belirleyici olan müslüman halkların kendilerine dayatılan bu kaderi, biçilen bu kefeni yırtıp, atmaya kararlı olup olmadığıdır. Yoksa oturup karşılaşılan zulümler, cinayetler için ağlamak, yas tutmak, zalim ve kafirlerden medet beklemek neyi değiştirir ki?
İşte Bosna olayının müslümanlar için asıl ön plana çıkartılması gereken, vurgulanması gereken yönü burada yatıyor. Direngen bir kişiliğe sahip olduğunu mücadele dolu hayatı ile ispatlamış bulunan Aliya İzzetbegoviç önderliğinde, sürdürdükleri mücadele ile Bosnalı Müslümanlar, Cezayir'deki, Filistin'deki, dünyanın dört bir yanındaki kardeşleri gibi, teslimiyetçiliğe, yılgınlığa hayır; mücadeleye, direnmeye "evet" diyorlar. Ve bu "evet", Bosna'da yaşanılan her şeyi daha bir anlamlı, daha bir değerli kılıyor.
İslam Ümmeti: Yaşayan Bir Gerçeklik
Bosna'yı anlamlı kılan bir diğer önemli husus da, emperyalist destekli Sırp yayılmacılığına karşı sürdürülen direnişin bölgesel ya da etnik bir çerçeveyle sınırlı kalmayıp, tüm İslam ümmetine mal olmasıdır. Tarihinin en ağır bulanı m I arından birini geçirdiği tesbitinin yapılageldiği bir konjonktürde, İslam ümmeti, siyasi, ideolojik, ekonomik, askeri, kültürel vb. her açıdan yoğun bir kuşatma ve saldın ile yüz yüze olmasına rağmen, Bosna olayında bir kez daha kendini ispatlamıştır. Emperyalizmin tüm dünyada tek belirleyici olduğu ve emperyalist güçlerin iradesi dışında hiç bir adımın atılamayacağı hurafesinin zihinlere yerleştiği, ulusçuluğun hortlaması karşısında enternasyonalist ideolojinin tüm dünyada erimeye yüz tuttuğu bir dönemde, evrensel İslami hareket, kendisine tahakküm eden işbirlikçi iktidarların çürümüşlüğüne, çaresizliğine inat, canlı bir organizma olduğunu Bosna vesilesiyle açıkça ortaya koymuştur. Dünyanın her yanında müslüman halkların Bosna için sürdürdükleri çok boyutlu kampanya, kardeşçe dayanışmanın ve "bir vücudun azalan gibi olma" buyruğunun en somut ve en ileri tezahürlerinden birini sunmaktadır.
Malezya'dan, Afganistan'dan, Arap Yarımadasından, İran'dan, Türkiye'den, İngiltere'den ve daha dünyanın bir çok bölgesinden Bosna'da direnişe can vermeye koşan mücahitlerin de katkılarıyla Bosna'da sürdürülen mücadele her geçen gün "Boşnaklar'ın mücadelesinden", "İslami mücadeleye" doğru evrilmektedir. Şimdi müslümanlar bu süreci korumak ve sürekli geliştirmek için daha çok çaba sarfetmelidirler. Bosna'da yükselen ve Şehid Selami gibi nice yiğitlerin kanlarıyla sulanan direniş ağacını yaşatma sorumluluğu artık İslam ümmetinin ortak sorumluluğudur.
Bosna'nın Bir Kere Daha Öğrettiği
Bosna'da süregelen olaylar bir yönüyle, Türkiye gündeminde tartışılmakta olan bazı konulara da ışık tutucu niteliktedir. Kürt sorunundan, çoğulcu toplum-sivil toplum tartışmalarına kadar bir dizi konuya yaklaşımda Bosna deneyimden çıkartılabilecek dersler bulunmaktadır.
İslam ümmetinin Bosna'da sergilediği dayanışma, özünde, İslam dünyasında ırkçı, ulusçu temeller üzerinde yükseltilmeye çalışılan ideolojilerin çözümsüzlüğü ve yabancılığı karşısında bocalayan insanlara, evrensel İslami hareketin somut çözüm önerisini de içermektedir.
Bu çerçevede, Kürt sorununun çözümü olarak devrimci müslümanların yalın bir biçimde İslam ümmetini önermesi, çözümün "ümmet" kavramında bulunduğunu söylemesini eleştirenler, bu yaklaşımı pratik gerçeklikten, somut koşullardan uzak olmakla, ütopik olmakla itham edenler bir kez daha kendi konumlarını sorgulamak durumundadırlar. Bosna örneğinde olduğu gibi, yalnızca Allah'ın birbirlerini kardeş kıldığına inandığı için dilini, örfünü, adetini bilmediği insanların yardımına çok uzaklardan türlü engelleri aşıp gelerek, kardeşleriyle birlikte şehid olmayı seçen Türk, Kürt, Arap, İngiliz vd. müslümanların varlığından, inancından, eyleminden daha somut ne olabilir ki?
Yine Bosna deneyimi bizlere tekrar göstermiştir ki, emperyalizmin alabildiğine pervasızlaştığı, saldırgan lastiği bir ortamda müslümanların payına düşen tek şey daha çok katliam, daha çok işgal ve zulümdür. Böyle bir ortamda yapılması gereken ise, İslam'ı hakim kılma yolunda mücadeleyi daha bir tahkim etmek, yoğunlaştırmak olmalıdır. Bunun yolu, mücadeleyi her yönüyle yüklenebilecek bir yeterliliğe ve yetkinliğe ulaşmaktan geçer. Bu da, her şeyden önce, disiplinli, ilkeli ve uzlaşmacılığa kapalı bir örgütlülüğü gerektirir.
Halbuki çevreye bir göz attığımızda, sayılan pek de az olmayan, aydın etiketi taşıyan bir çok müslümanın uzunca bir zamandır, sanki ayda yaşıyormuşçasına bir rahatlık ve uçuklukla teoriler üretmekle meşgul olduğunu görebiliyoruz. Gözlerimizin önünde müslümanlar tavuk boğazlanır gibi katledilirken, toplama kamplarında çürütülürken, bu insanların hoşça zaman geçirmekten başka pek bir anlam taşımayan, üstelik saptırıcı sonuçlara da kapı açabilen hayali ve her şeyden evvel İslami temelleri aydın kuruntularından, özentilerinden öteye gidemeyen teorilerle meşgul olmaları müslümanlar adına büyük şanssızlık.
Cezayir'den Tacikistan'a kadar müslümanları bir kaşık suda boğmayı kafaya koymuş emperyalist güçler ve işbirlikçileri karşısında her açıdan güçlü bir donanım ve örgütlü bir mücadelenin gerekliliği, farziyeti bugün her zamankinden çok daha belirgin iken, liberalist rüzgarların etkisiyle savrulmaya başlayanlara diyecek tek bir şey olabilir: Ya İslami sorumluluğunuzun gereğini ciddi bir biçimde yüklenmeli ya da müslümanların kafalarını bulandırmaktan, ayaklarına dolaşmaktan vazgeçmelisiniz!
Bugün Bosna'da yaşananlar, tüm dünya halkları ve özellikle de müslümanlar için emperyalizmin çözüm değil, bilakis bir çözümsüzlük kaynağı olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymuştur. Yine müslüman halklara tahakküm eden Bata işbirlikçisi ve laik rejimlerin, efendilerince belirlenen rolün dışına çıkması mümkün olmayan, iktidarsız ve iradesiz kimlikleri bir kez daha görülmüştür. Bu noktada çözümün; tüm yetersizlik ve güçlüklere karşın, evrensel İslami mücadelede aranması, gerek Bosna ve gerekse tüm dünya müslümanları için bir zorunluluktur. Bu gerçeğe ışık tutmak ise, sorumluluk sahibi müslümanların, ancak öncü konumlarıyla uyumlu pratikleriyle başarabilecekleri bir görevdir.
- Sunuş
- Bosna Direniyor! Direnen Kazanacak!
- Yugoslavya ve Bosna-Hersek Bunalımı: Tarihsel Arka Plan
- Bu Savaş, Normal İnsanlarla Vahşilerin Savaşı
- Sosyal Bilimler, Bilim Felsefesi, Sivil Toplum ve Çoğulculuk Tartışmaları
- Sovyet İmparatorluğu Sonrasında Orta Asya'da Siyaset
- Afganistan'da Siyasi Elitler: Rantiye devletin Kuruluşu ve Enkazı
- İran Devrimi ve Filipinlerdeki Müslümanlar
- Malezya ve Endonezya'daki İslami Hareketler ve İran Bağlantısı
- Islah Görevimiz ve Değiştirme Hakkımız
- Lübnan Seçimleri Üzerine
- Irak ve Devam Eden Orta Doğu Krizi