“Biz Üç Güzel Kardeştik ve Ölüm En Gencimizdi Bizim”
I
Ölüm, o yalınyapıldak haliyle ekranlardan, sütunlardan taşarak üstümüze başımıza çarpıyor artık. Kolumuzu kanadımızı kırıp bırakıyor. Yıllardır iyileşmeyen yaraları yeniden kanırtıyor, yeniden kanatıyor. Acı, hayatımızın en çoğul, en bitimsiz azığı oluyor sürekli. Duyarsız kalanlara, umursamayanlara, ölü sevicilere, zihni ve yüreği iğdiş edilmişlere inat, hayatı silkeleyen çığlıklarla doluyor yanımız yöremiz. Her gün tabutlarla giriyoruz yatağa. Daha fazla boğazımıza takılıyor lokmalar. Daha çok sarılıyoruz çocuklarımıza.
İşitiyor musunuz? Bu sesler nedir, bu feryatlar nereden yükseliyor? Yeterince yakın mısınız, yeterince hazır mısınız ölüme? Çatımızın alnacına vuruyor işte, ellerimize tutunuyor, kıyılarımızda birikiyor gencecik insan bedenleri. "Bana ne" mi diyorsunuz, yoksa "oh olsun" mu? Bir insan olarak utanç içinde başınızı mı eğiyorsunuz yoksa? Ne kadar çok tanık oluyor ve ne kadar çabuk unutuyoruz oysa.
II
İşte genç ölümlerle kendini diriltiyor, kendini sağaltıyor Ortadoğu.
Filistin en güzel ölümlerle, ölümü öldüren o onurlu ölüme koşuşlarla sokuluyor her gün hayatımıza. Her gün inine kovuyor korkuyu sapan taşlarıyla çocuklar. Yoksulluğu, yalnızlığı, dönekliği, dünyaya düşkünlüğü ve bencilliği kirli kıymıklar gibi toplayıp fırlatıyorlar düşmanın üstüne. Sanki taşlar; taşlaşmış gövdelere, duyarsızlaşmış yüreklere gönderiliyor. O küçük, o genç ellerin arasından kopup gelen taşlar; şeytanı, şeytani aşanları, dilsizleşenleri de taşlıyor sanki. Hem toprak hem de düşler çocuklarla gençleşiyor. Onlarla arınıp ayıklanıyor. Kudüs'ün kalbinde, salihlerin izinde biriktiriyor onlar çığlıklarını. Yeryüzü, onların ateşten toplarla oynadığı bir bahçeye dönüşüyor.
Ortadoğu; en genç, en güzel ve en çabuk ölen kardeşimiz bizim!
III
Ölüme, ölüm uykusuna yatırılmak istenen bir ülkede çöreklenip kalıyor gündeme ölüm. Ölüm oruçlarına duranlar bir bir ölüyor, öldürülüyor. "Dozerlerle geliyor bizde adalet." Üstelik hayata dönüş adıyla; yakıp yıkarak, kasıp kavurarak, ölmeye bile tahammül edemeyerek geliyor. Koğuşları, sokakları, bulvarları dolduruyor. Öldürenler, ölüm saçanlar, ölümden başka bir yol bırakmayanlar değil de ölenler suçlanıyor üstelik. Yanan yüreklerle, çileli analarla, çaresiz çığlıklarla sıçrıyor yaşadığımız coğrafya. Tel örgülerin, zindan duvarlarının kirli göğsü ölümlerle kararıyor yeniden. Puslu, beyaz bir şarkı gibi uzayıp gidiyor sessizlik. Ve ölüm, hayatı hatırlatıyor en çok bize. Ölüm, süngülerini bir bir düşürüyor zulmün!..
- Ercüment Öztürk Olayı’nın Failleri Bulunmalı!..
- İnsanlik Onuru Hücreye Mahkum Edilemez!
- Sol Devrimciler ve Hücre Operasyonu Üzerine
- Son şansımızı kullanamadık!
- Hayata Dönüş mü, Vahşet ve Katliam mı?
- Zulmü Alkışlayanlara Ateş Dokunmaz mı?
- Ölü Koğuş
- F Tipi cezaevinde üç günlük zorunlu gözlem!..
- "Kriz Ekonomisi”nde Gerçek Kriz
- İlahiyatlarda Derin Darbe!..
- Batı Medyası Gözünde Filistin İntifadası
- Sahte Peygamberlik ve Hz. İsa'nın Nüzulü Üzerine
- Ramazan Kabusları
- Ashab-ı Kehf Kıssası, Dizisi, Düşündürdükleri
- Kudüs Günü'nde “Aksa İntifadası ve Kudüs" Paneli
- Anadolu'da Cesur Bir Gazete
- İnsan Hakları Mücadelesinde Yeni Bir Ses: Özgürlük Girişimi
- Şiddet Sorununa Habilce Bir Yaklaşım Cevdet Said Örneği
- Gülümseyen ve Kavgayı Göğüsleyen Çocuklar Gördüm Düşümde
- Romantik Devrimcinin Vedası
- Sabah Yakın
- Söz Gümüşse “Haksöz” Altındır
- Zindan Mektupları -4
- Hücrelerde Ölüm Var
- Öyküye Ağıt