Bir Güzel Komutan Abdulkadir Salih’in Ardından…
Mart 2011’den bu yana Beşşar Esed’in başında olduğu Baas rejimine karşı Suriye halkının verdiği mücadelede 140 bine yakın kişi hayatını kaybetti. Dile kolay 140 bin…
Ayaklanmanın başladığı günden bu yana hayatını kaybedenleri kayıt altına alan ve sürekli istatistik yayınlayan Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri (Local Coordination Committees of Syria) ve Suriye İnsan Hakları Örgütü (Syrian Network for Human Rights) gibi kuruluşlar ölenlerin 12 bininin çocuk, 11 bininin ise kadın olduğunu açıkladılar.
Suriye ile ilgili karşımıza çıkan acı tablo sadece ürperten ölü sayısı değil elbet. Bunun yanı sıra önemli bir kısmının kol, bacak, göz gibi uzuvlarından olduğu yüz binlerce yaralı, sayıları 200 bini geçtiği tahmin edilen ve sürekli işkence seansları uygulanan tutuklular, yerinden-yurdundan olmuş milyonlarca muhacir, yıkılmış yüz binlerce bina, tarumar olmuş bir ülke… Kuşatma altında açlık, susuzluk, ilaçsızlıkla; sınırlarda derme çatma çadırlarda salgın hastalıklar, soğuk ve çamurla boğuşanlar; iltica ettikleri ülkelerde bir sığıntı ve muhtaç olma psikolojisiyle kahrolanlar…
İbn el-Esir, henüz Haçlı ordularının İslam coğrafyasındaki katliamları devam ederken Moğolların da bölgeye gelmesi üzerine şu tespitte bulunur: “Doğudan Moğolların, batıdan da Frenklerin saldırısına uğrayan Müslümanlar, hiç böylesine kritik bir konumda olmamışlardı. Onlara artık yalnız Allah yardım edebilir.” İbn el-Esir, Suriye’de yaşananlara şahit olsaydı benzer bir tespiti yapar mıydı bilinmez elbet ama tarihin Suriye’de yaşanan süreci oldukça dramatik bir şekilde kaydedeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Böyle bir insani felaket karşısında bir direnişi sürdürmek nasıl mümkün olur? Değil mi ya Haçlı ve Moğolların barbar ordularına karşı birçok bölgede mevzi ama tarihî direnişler veren Müslümanlar, katliamların devam etmesi ve uzun süreli kuşatmalara maruz kalmalarının üstüne İslam’ı temsil ettiği iddiasındaki devlet ve imparatorlukların yardıma gelmemeleri de eklenince kalplerindeki kurtuluş ümidini söndürmek zorunda kalmışlardı. Suriye’de de yaşanan vahşet tablosuna bakıldığında çoktan beyaz bayrağın çekilmesi ve “Olmuyor; bunca zaman sabrettik, bütün acılara katlandık ama Rusya ve İran tarafından her açıdan desteklenen, savaş uçaklarına ve bitimsiz cephaneye sahip olan bir rejimi düşürmek mümkün değil, vazgeçelim!” denilerek direnişe son verilmesi gerekirdi. Ya da özgürleştirilen topraklara sürekli bomba yağdırarak halkın direnişini kırmak isteyen Esed’in planları tutmalı ve direniş grupları “Siz olmasaydınız başımıza bunlar gelmezdi!” şeklinde kitleler tarafından suçlanmalıydı.
Hiçbiri olmadı ve Suriye halkı mücadeleye devam etti. Elbette bunda silahı bırakmaları ve direnişten vazgeçmeleri durumunda Esed rejiminin hışmına uğramaktan kurtulamayacakları gerçekliğinin de payı var. Ancak esas olarak yalnızca Allah’a dayanmış, yardımı O’ndan bekleyen, Allah’tan ümidini kesmemiş bir topluluğun sarsılmaz imanı ve adanmışlıkta yarışan erlerinin çabalarının payı olduğunu söylersek yanlış bir tespit yapmış olmayız.
Suriye’nin Hamza Yürekli Savaşçısı: Abdulkadir Salih
Suriye direnişi bu süreçte imanı, cesareti, özverisi ve adanmışlığıyla öne çıkan birçok ismi tanımamıza vesile oldu. Sadece “Sahabe Hayatından Tablolar” okuyarak görebildiğimiz örnekliklere canlı canlı şahit olduğumuz bir laboratuar... Adeta karşımızda Mus’ablar, Habbablar, Ebu Dücaneler, Bilaller, Yasirler ve Sümeyyeler vardı. Zorluklara onlar gibi göğüs geren, onların sergilediği örnekliğin benzerini sergileyen, onlar gibi gözünü kırpmadan canını veren… Hiçbiri melek değildi elbet. Hatasız, günahsız olmalarını beklemek, üstten bir edayla kendilerinde mütekâmil sıfatlar aramak adil olmayacağı gibi kibir ve ucub hastalığına yakalandığımızın da en bariz göstergesi olacaktı. Kimileri bu hastalığa kapılıp ancak İslam tarihi kitaplarında şahit olabilecekleri destansı bir direnişin tanığı olma fırsatını kaçırdılar. Güzel insanlarla tanışma fırsatını cömertçe teptiler!
İşte o güzel insanlardan; adanmışlıkta yarışan o erlerden biriydi Abdulkadir Salih. Yüzünden hiç eksik etmediği gülüşü, mütevazı duruşu, cesareti, birleştiriciliği ve samimiyetiyle sivrilen Salih, 1979 doğumluydu. Gencecik ömründe tarihe yazılacak bir direnişe imza attı.
Abdulkadir Salih, Halep’in kırsalından, Maara’dandı. Hani şu bağları, zeytinlikleri, incirlikleri meşhur olup bundan 915 yıl önce Frenklerin korkunç kıyımına maruz kalmasıyla maruf Maara… Suriye kıyamından önce ticaretle uğraşan Salih, tüccar olmasının yanı sıra bir de vaizlik yapıyordu. İslami ilimlere vakıf, hitabeti de etkileyiciydi.
Kıyam başladığında aylarca süren barışçıl gösterilerin Maara ayağını örgütleyen kişinin ta kendisiydi Salih. Protestolarda üstlendiği liderlik misyonu sebebiyle “Hacı Maara” diye anılmaya başladı. Gösterilere yönelik rejimin şiddeti tırmanıp kitlesel katliamlar yaşanmaya başlanınca Suriye’de oldukça doğal bir seyir içerisinde silahlı direniş safhasına geçildi. Devam eden süreçte Abdulkadir Salih, varını-yoğunu direnişe vakfedip Halep’te askerî direnişin temellerini atan öncüler arasında yer aldı. Sahip olduğu birikimi bu yolda harcayarak Abdulaziz Selame, Radvan Karandal Ebu Tevfik, Ahmed Zeydan Ebu Ömer ve Abdullah el-Kırız ile birlikte Halep kırsalında ilk askerî birliği oluşturdu. Temmuz 2012’de çok sayıda silahlı mücahidin “Allahu Ekber” nidaları eşliğinde Özgür Suriye Ordusuna bağlı olarak kurulduğu ilan edilen Liva et-Tevhid (Tevhid Sancağı) grubunun operasyonlar komutanlığına getirilen Abdulkadir Salih, Halep’in önemli bir kısmının özgürleştirilmesinde büyük pay sahibi oldu. Birliklerinin başında sürekli operasyonlara çıkan ve göğüs göğse çatışmalarda en ön safta yer alan Salih, birçok defa yaralandı ama her defasında cepheye geri döndü. Rejimin başına para ödülü koyduğu Salih, 16 bin savaşçısıyla Suriye rejiminin korkulu rüyası oldu.
Sadece Liva et-Tevhid mensuplarına değil, tüm müminlere karşı alçakgönüllülüğüyle bilinen Salih, Baas rejimine ve çetelerine karşı izzetli bir direnişi yükseltirken direnişçi gruplar arasında kardeşçe ilişkilerin geliştirilmesi ve ortak cephede birleşilmesi yönünde de uğraşlar verdi. Özellikle son dönemlerde bazı direniş grupları arasında neşet eden tatsızlıkların sonlandırılmasında da büyük pay sahibi oldu. Ahrar-uş Şam, Suqur-uş Şam, Liva el-İslam gibi grupların liderleriyle sürekli istişare halinde olan Salih, Humus’un Lübnan sınırındaki Kusayr bölgesinde sıkışan mücahidlere de bizzat başında olduğu bir birlikle yardıma koştu.
Süreç içerisinde ÖSO’dan koparak daha bağımsız bir yapı hüviyetine bürünen Liva et-Tevhid, sürekli diğer cihadî gruplarla birleşme arayışında oldu. Zaman zaman kurulan ortak cephelerde de öne çıkan güler yüzlü komutan, Eylül 2012’de İstanbul’a da gelmiş ve burada bir basın toplantısı düzenlemişti. Salih, Halep’teki direnişin durumu hakkında verdiği bilginin yanı sıra gelecekle ilgili düşüncelerini de paylaşmış; herkesin özgürce kendini ifade edebileceği, konuşmaktan korkmadığı, hak ve adalet kavramlarının anlam bulduğu adil bir devlet talebinde bulunduklarını dile getirmişti.
Kendisiyle yapılan birçok röportajda İslami kimlikli adil bir devlet taleplerini yineleyen Salih, Suriye direnişinin hak ile batılın ayrıştığı nokta olduğunu belirtiyor ve tam olarak bir “furkan savaşı”nın yaşandığına dikkat çekiyordu. Birçok kez cephede savaşçılarına cihad vaazı verirken görüntülenen Salih, Hıristiyan, Dürzî, Kürt ve diğer dinî-etnik azınlık gruplarının taleplerini de önemsediğine dikkat çekiyor ve rejimin bu yöndeki kara propagandasını boşa çıkarıyordu. Bu konuda Hakan Albayrak’ın aktardığı kısa bir diyalog da dikkat çekiciydi:
“Olmaz, ama diyelim ki oldu; seçim sandığından bir Yahudi çıktı. Ne yaparsın?” diye sormuştuk. Tatlı tatlı gülerek şöyle demişti: “Demek ki halka davamızı iyi anlatamamışız deyip, bir sonraki seçime kadar daha iyi anlatmaya çalışırız.” (Star, 20.11.2013)
Salih, geçen bunca zamana rağmen hâlâ BOP davulu çalarak ve ABD-NATO merkezli açıklamalarla Suriye direnişine leke sürmeye çalışanların kirli niyetlerini ise tıpkı diğer direniş grupları gibi ABD müdahalesine karşı olduklarını belirterek ifşa ediyordu. “ABD askerleri Suriye’ye girecek olsa onlarla da savaşırız!” diyen Salih, böylelikle ayaklanmayı komplocu tezlerle açıklayanların nasıl bir hezeyan ve akıl tutulması içinde olduklarını gözler önüne seriyordu.
Suriye, Yiğit Bir Komutanını, Ümmet, Salih Bir Evladını Kaybetti
Halep’in önemli bir kesiminin özgürleştirilerek sınırdaki kontrol noktalarının denetim altına alınması mücahidlerin Türkiye sınırı üzerinden lojistik çalışmalarını nispeten daha rahat bir şekilde yapmalarını sağlıyordu. İran destekli Esed rejiminin hedefi ise bu bölgeyi tıpkı Humus ve Şam kırsalı gibi kuşatarak bağlantı yollarını kesmek ve böylelikle diğer kurtarılmış bölgelerle irtibatını engellemekti. Bu planı gerçekleştirmek üzere Kasım ayının ilk günlerinden itibaren Baas ordusu Halep’e doğru büyük bir yığınak yaptı. Şii militanlarca oluşturulan Ebu’l Fadıl Abbas Tugayı ve Hizbullah’la birlikte saldıran rejim askerleriyle yaşanan şiddetli çatışmalar devam ederken 14 Kasım’da Liva et-Tevhid’e ait Muşat Piyade Okulu bombalandı. Muhtemelen bir istihbaratı değerlendiren Baas hava kuvvetlerinin hedef gözeten füze saldırısı esnasında Liva et-Tevhid komutanları da toplantı halindeydi. Birçok mücahidin ve komutanın şehit düştüğü saldırıda Liva et-Tevhid lideri Abdulaziz Selame ve komutan Abdulkadir Salih de yaralandı. Salih’in yarası ağırdı ve Gaziantep’te kaldırıldığı hastanede şehadete ulaştı.
Abdulkadir Salih, henüz 34 yaşındaydı ve 5 çocuk babasıydı. Hesapsız bir şekilde malını ve canını cihad yoluna adarken hiç korkmadığını bir video-röportaj esnasında hemen yanına bir bombanın düşmesi üzerine şöyle dile getiriyordu: “Uçaklardan üzerimize atılan bombalardan korkmuyoruz, herkesin bir eceli var!”
Cesur yüreği olduğu kadar mütevazı kişiliği ve samimiyetiyle de hep hatırlayacağımız Salih, izzetlice yaşayıp şereflice ölenlerin safına katıldı. Hz. Hamza’nın şehadeti sonrasında Uhud Dağından yankılanan Hz. Ömer’in sözü bu kez Abdulaziz Selame’nin ağzından Salih için döküldü: “Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler ise cehennemde!”
Abdulkadir Salih gibi arabulucu bir komutan Suriye direnişi açısından önemli kayıp oldu ama yaşadığı sürece birleştirmeyi hedeflediği direniş gruplarının önemli bir kısmı, şehadetinden hemen sonra birleştiklerini ilan ettiler. Ahrar-uş Şam İslami Hareketi, Ceyş-ul İslam, Liva et-Tevhid, Suqur-uş Şam, Liva-ul Hak, Ensar-uş Şam, Kürt İslam Cephesi “İslami Cephe” adında birleşirken, Abdulaziz Selame kısa bir süre içerisinde Suriye’nin tümünde birleşmenin önemli oranda tamamlanacağının müjdesini verdi. Sadece askerî olarak değil, siyasi ve sosyal alanda da teşkilatlanan İslami Cephe’nin şura meclisi başkanlığına Ebu İsa eş-Şeyh (Suqur-uş Şam), başkan yardımcılığına Ahmed Amr Zeydan (Liva et-Tevhid), siyasi heyet başkanlığına Hasan Abbud (Ahrar-uş Şam), askerî heyet başkanlığına Zehran Alluş (Liva el-İslam), şer’i meclis başkanlığına Ebu Abbas (Ahrar-uş Şam) ve genel sekreterliğe Ebu Ratib (Liva-ul Hak) getirildi.
Şehadetinden sonra Suriye’de yapılan ilk Cuma gösterilerine “Bizi Birleştiren Şehidin Kanıdır!” adı veren Suriye halkı, Hacı Maara’yı gözyaşları, dualar ve tekbirlerle uğurladı. Gerçekten de Salih’in şehadeti Suriye davasına gönül verenleri hüzne gark ettiği gibi Suriye direnişine birlik ve bereket de getirdi. Rabbimiz şehadetini kabul etsin ve Suriye direnişini zafere ulaştırsın!
Vefa
Salih’in şehadeti sonrasında Suriye’de aktif olarak savaşan irili ufaklı bütün cephelerin taziye yayınlaması ve Salih’in kahramanlığına dikkat çekmeleri ne kadar sevildiğinin net bir göstergesiydi. Hassaten Ahrar-uş Şam komutanı Hasan Abbud’un duygu yüklü mesajı kayda değer bir içeriğe sahipti. Cihadın bayraktarı ve gençlerin en hayırlısı diye andığı Salih için “kör bir kılıçla, alnı açık Hakka yürüyen özgür” diyen Abbud, Liva et-Tevhid’e yönelik olarak da “Bilesiniz ki, Ahrar-uş Şam İslami Hareketindeki kardeşleriniz sizler için dayanak ve kol-kanat olacaktır. Yaralılarınız onların yaralısı, intikamınız onların intikamı olacaktır!” vurgusu Suriye’deki direniş gruplarının kardeşliğine dikkat çekmesi açısından oldukça manidardı.
Türkiyeli Müslümanlar ise 19 Kasım Salı günü Fatih Camii’nde Abdulkadir Salih için bir araya gelip gıyabi cenaze namazı kıldılar. Ancak böylesine adanmış bir komutan için yapılan etkinliğe katılanların sayısının birkaç yüzü geçmemesi Suriye direnişinin nasıl da yetim bırakıldığının son göstergesi oldu. Değil mi ki, Abdulkadir Salih, şehadetinden iki gün önce silah sesleri altında arkadaşlarına cihadı anlatırken Bedir’i örnek veriyor ve Müslümanların sayı, silah bakımından zayıf durumda olmalarına karşın Allah’a dayandıkları ve sadece O’ndan yardım istedikleri için kazandıklarını hatırlatıyordu. Salih, işte bu yüzden kazananlardan oldu. Suriye cihadını yalnız bırakanlar ise kaybetti!
- Utanç Değil, Gurur Duymak İçin!
- İntifada Muhasebesi: Ya Direnişin İzzeti, Ya Teslimiyet Söyleminin Zilleti!
- Mısır’ı Anlamak: Değişim, Vesayet, Darbe, Emperyalizm, Direniş ve Muhtemel Geleceğe Dair
- Devrimden Darbeye İhvan
- Mısır’da Müslüman Kız Kardeşler Sosyal Sorumluluktan Siyasete Yöneliyorlar!
- Dershaneleri Kapatmakla Hangi Sorun Çözülmüş Olacak?
- Sorunlar ve Çözüm Önerileri Bağlamında Dershane Krizi
- Dershane Tartışmasında Yaşanan Üslup Sorununa Dair
- Bir Güzel Komutan Abdulkadir Salih’in Ardından…
- Suriye Kadınlar İçin Bir Cehennem!
- Mearic Suresi 1-21 Ayetlerinin Tefsiri Işığında Ahiret Hayatı ve Cehennem
- Toplumsal Kutuplaşma ve Diyaloga Nasıl Yaklaşmalı?
- Eleştiri, Akıl ve Gelecek Üzerine Yirmi Yan Değini
- Ortadoğu’daki Mevcut Tablo, Neo-Hariciler ve Cihad
- Bir Dershane Hatırası
- Kitaplık
- Zülfikar
- Mülteci Kampı
- Yeni Bir Dünya
- Şehadetin Kandili