1. YAZARLAR

  2. Metin Önal Mengüşoğlu

  3. “Bilge Terzi” Kitabı Üzerine

Metin Önal Mengüşoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

“Bilge Terzi” Kitabı Üzerine

Ağustos 2009A+A-

Röportaj: Asım Öz

Müslümanların düşünce ve anlayış sorunlarını, engin bir tetkik ve sorumluluk duygusuyla ele alan M. Said Çekmegil, İslamî düşüncenin temel kaynak merkezinde yeniden uyanışı yolunda bir Müslüman, bir terzi, bir yazar, yayıncı gibi pek çok niteliklere sahip alaylı bir mütefekkirdi.

Hayatı boyunca Malatya’da sürdürdüğü İslami çalışmalarla; yayınladığı, İslamî düşüncenin kaynaklara dönüşünü savunan tecdit hareketinin sesi olmayı amaçlayan kitaplarla, kurduğu fikir kulübü ile katıldığı yurt içi ve yurt dışı konferans ve seminerlerle Müslümanların bozulan temel bütünlüğünü kurmaya çalıştı. Düşüncesiz, dilsiz, kavramsız, eleştirisiz ve sahih bilgiye dayanmayan bir İslam, felce uğramış bir bilinç, Müslümanların yazgısı olamazdı. Bu düşünce ile bir bilinç dünyası inşa etmek istedi M. Said Çekmegil.

Metin Önal Mengüşoğlu yakından tanıdığı M. Said Çekmegil’i anlatıyor “Bilge Terzi” kitabında. Çekmegil’in kişiliğinde tanık olduğu son alaylı mütefekkirin ilginç hayat ve düşünce serüvenini bütün boyutlarıyla yansıtıyor. Çok az yazarın yakalayabileceği bir içtenlik ve duyarlıkla Said Ağabeyini anlatıyor. Ona duyduğu sevgiyi dile getirirken onun fikir dünyasının temellerini de ortaya koyan bir sorumluluk bilinci ile hareket ediyor.

Kitabın ayrıntılarına geçmeden ilk olarak kitabın adı üzerinde konuşalım. Niçin Bilge Terzi?

Açıkçası çokça düşünülmüş bir vasıflandırma sayılmaz bu. Said Ağabeyin vefatının ardından Bilge Terzi’nin Hicreti diye bir yazı yazmıştım. O vakit neden böyle adlandırdığımı hatırlamıyorum. İçimden böyle doğmuş, böyle söylemişim. Belki bir şair dikkati denilebilir. Kitapta da defalarca vurguladığım bir husus var; Üstat, her vesileyle “Benim ilmim yok!” derdi. İlim sahiplerine son derece hürmet ederdi. Ancak onun ilim sahibi sıfatı taktığı kişi sayısı o kadar azdı ki. İlim, bir rahle-i tedriste dirsek çürüterek elde edilen bir olgunluktur. Oysa Çekmegil üstadın gençliğinde sıradan bir ilk mektep şahadetnamesi vardır. Ancak o, usta bir terzinin gözetiminde ince bir işçilik öğrenip terzi olmuştu. Terziydi ama ilim adamı sıfatlı nice insanı şaşırtan bir birikim ve diyalektiği daha ziyade kişisel gayretiyle edinmişti. Bunu mektepliler gibi değil eski tabirle alaylılar gibi sınama-yanılma metoduyla sağlamıştı. Kısacası Allah’ın ikramı olan vehbi kabiliyetlerine kişisel kazanımlarını katarak hikmetin kaynağına erişmişti. Bence bu vasfı fazlasıyla hak etmekteydi. Çünkü malumdur ki bilgelik salt bilgi yüklenmenin ötesinde özgün bir marifeti de bünyesinde taşır.

Türkçe kültür dünyasında biyografi ve otobiyografi yazma alışkanlığının pek yaygın olmadığı, -hatta bu görüşe anı türünü de eklemek mümkün- gerçeğini göz önünde bulundurursak, kitabınızın türünün biyografi, otobiyografi ve anı kavşağında buluşan düşünsel bir monografi türü olduğunu söyleyebilir miyiz? Ne dersiniz? Bu tür, okura, yazara ve dolayısıyla hayatı kaleme alınan kişiye ne tür kolaylıklar sağlıyor?

Esasen ben bütün eserlerimi yaşadıklarımdan aktarmış bir yazıcıyım. Şiirlerimde, hikâyelerimde bile hilafı hakikat sahne çok azdır. Edebiyatın tahammül edebileceği oranda bir mübalağa veya mecazı kullanmadım diyemem. Bu kitabın edebi türler arasından hangisine münasip görüleceği hususunu tayin etmek benim işim olmasa gerektir. Ancak Türkçe kültür dünyasında benzer çalışmaların azlığı dikkat çekicidir. Gerçi şunu teslim etmeliyiz ki Türkçe, şiir dışındaki edebi ürünler bakımından, başından beri son derece kısır bir dildi. Garip bir paradokstur ki şiddetle karşı çıkılan Latin alfabesine geçtikten sonraki üretimler, önceki birikimi çoktan aşmış durumdadır. Bunun izahını başka sefere bırakalım. Ama vakıayı da tespit edelim. Benim bu kitapla maksadım yalnızca aramızda hukuk bulunan bir üstadı insanlara tanıtmaktan ibaret değil. Müstesna Şair Mehmed Akif kitabımda gözettiğim hassasiyet burada da kalbime hâkimdi. Sahih bir İslâm anlayışını özellikle aralarında yaşadığımız bulanık zihinli toplumda yaygınlaştırmaktı. Elbette bu maksat, kimi hususiyetlerle harmanlanarak anlatılmıştır. Nitekim Allah kelamı da benzer biçimde topluma gönderilmişti. Allah Elçisi’nin gündelik hayatı esnasında gerek hususi gerek umumi hayat sahnelerine dair rehberlikler getirmişti. Böyle bir tür, her seviyeden okurun veya dinleyicinin anlamasını kolaylaştırıyor. Yazarı ise yalan söylemekten kurtarıyor belki de. Hayatı kaleme alınan kişiyi ise muhtemelen dedikodudan kurtarıyor.

Biraz geriye gidelim ve bu kitap için nasıl bir çalışma yaptığınızı anımsayalım?

Doğrusu şu ki rahmetli üstadın vefatına kadar böyle bir eser üzerinde çalışmak hatırımda, hayalimde bile yoktu. Ömrünün son birkaç yılını ağır hasta olarak geçirmesi, uğruna neredeyse bütün ömrünü harcadığı okumak, düşünmek ve konuşmak gibi temel insani faaliyetlerde aksaklıklar göstermesi esnasında düşündüm. Sanki bir şeyler yarım kalacaktı. Buna bir katkıda bulunabilir miydim? Evvela Bilge Terzi adlı bir roman yazmaktı hevesim. Tıpkı Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı gibi. Atay, hocası Mustafa İnan’ı roman diliyle anlatmıştı orada. Ne var ki eğer bu romanda Oğuz Atay’ı aşamazsam, kopyacılığa düşmekten korktum. Cesaretim kırıldı. Ardından sevgili Selami Çekmegil ağabeyim internet üzerinden yayın yapan kriter.org için yazı isteyip duruyordu. Böylece Sevdamız Davamızdı başlıklı yazılar doğdu. Sonunda Sait ağabeyi seven diğer dostların teşvikiyle bu kitap çıktı.

Bunca yıldır vahye müstenit düşünce ve eleştirellik kimliği ile tanınan, özellikle günümüz gençlerinin pek de haberdar olmadığı bir yaşamın yeniden doğumu ve anlatımı olarak okumak mümkün mü kitabı?

Elbette mümkün. Hatta bu kitap zaten böyle bir ihtiyacı karşılamaya yönelik bir çalışmanın ürünüdür diyebiliriz. Yeni kuşaklar Malatya ve Çekmegil’i nereden bilecekler? O, mahalli kalmayı tercih etti yaşarken. Gerçi ünü ve düşünceleri Türkiye’yi bile aştı ama eserleri ortada yok. Çünkü çoğunu kendi imkânlarıyla bastırıp dağıtmıştı. Bugünkü Malatyalı gençlerin bile birçoğu tanımazlar Çekmegil’i. Gerçi Malatya’da yıllardır istikrarla yayınını sürdüren Nida dergisini görmezden gelemeyiz. Çekmegil’in bir kısım yakınlarının da destek verdiği dergi onun hatırasını yaşatan en canlı örnektir. Bilge Terzi kitabı umarım bu canlılığa kendi çapında bir katkı sağlar. Beklentimiz vahye müstenit düşünce ve dikkatlerin yaygınlaşması, İslâm’ın sahih söyleminin hurafeleri ortadan kaldırmasıdır.

Önce kısa çizgilerle hayat hikâyesini özetleseniz nelere dikkat çekersiniz?

Dinlemek, düşünmek ve anlamak; bu üç kelimeye bir de okumak katılabilirdi, katmadım çünkü ümmi bir toplumun mirasçılarıyız. Mesela benim annem okuryazar değildi. Kim bilir böyle kaç kişi var hâlâ aramızda. Ümmi bir toplumda Çekmegil yukarıdaki üç kelimenin kavgasını verdi. Eserlerine Anlayışımız genel başlığını boşuna mı koymuştu? Şu çok açıktı, insanlar kemikleşmiş alışkanlıklarını bırakmak istemiyorlardı. Bu sebepten farklı bir söyleme kulaklarını tıkamışlardı. Öyleyse evvela dinlemeliydiler. Bu yetmezdi; kimsenin yönlendirmesi olmaksızın tek başlarına düşünmeliydiler. Anlamalı sonra yaşamalıydılar. İşin özeti budur. Hayatını buna hasretmişti.

Çekmegil’in fikrî kimliğini oluşturan başlıca kaynaklar arasında hangi isimler öne çıkar?

İlk mürebbisi babası Sanih Efendi olsa gerektir. Ancak onun diyalektiğini halası oğlu Topal Bekir Hoca’dan aldığını sanıyorum. İlmi disiplini ise Malatya’nın eski müftüsü Ezherli İsmail Hatip Erzen’den gelmekteydi. Şiir ve sanat ilgisini ise Hatip Erzen’den önceki Malatya müftüsü olan Mustafa dayısı ile ömrünün sonunda bizim mahallenin (Koyunoğlu) cami imamlığını yapan Mirza dayısından gelmekteydi sanırım. Çünkü ben Mirza dayıyı tanıdım. O, Ziya Paşa, Namık Kemal, Muallim Naci, Mehmet Akif gibi şairlerin neredeyse bütün şiirlerini ezbere okumaktaydı. Ağzı bir açıldı mı susmak bilmez, saatlerce şiir okurdu rahmetli.

Çekmegil kültürel merkeze uzak bir coğrafyada/taşrada yaşamasına rağmen, İslami düşünüşte biçim ve öz değişmesine doğrudan veya dolaylı fikri katkısı inkâr edilemeyecek bir kişiydi. Çekmegil’in Türkiye’de İslami düşünüşe katkıları dediğimizde neler söylersiniz?

Doğru bakış, doğru tarif, ilmi metot… Bu üç ifade meseleyi özetler sanırım. Türkiye’de İslâmî kavramların sahih manalarına yönelik ilmi arayışlar altmışlı yıllardan sonra hızla gelişmişti. Özellikle diğer İslâm memleketlerinden Türkçeye aktarılan eserlerin marifetiyle gerçekleşmeye başlamıştı bu temayül. Oysa Çekmegil bu hassasiyeti yerli bir damar olarak daha erken başlatan birisiydi. İnsanlar kavramlara doğru bakar, onları doğru tarif eder ve ilmi bir metotla anlarsalar sahih bilgiye erişirlerdi. Çekmegil bunu yapan ilklerden birisi olması hasebiyle, gelenekçi çevreler tarafından neredeyse aforoz edilmişti. Bu gösterge bile onun etkisini anlamamız bakımından yeterlidir diye düşünüyorum.

Çekmegil’in geleneksel bir din eğitimi almamış olması, dolayısıyla kafasının belli kalıplardan nispeten uzak kalmış bulunması onu olumlu yönde etkilemiş midir?

Bunu sadece Çekmegil için değil eski İslâm memleketlerindeki hemen herkes üzerinde düşünebiliriz. Mesela bir yeni hakikati düz lisede okuyan gence, imam hatipliden daha kolay ve rahat anlatabilirsiniz. Zira birisinin zihni o hususta boş iken diğerininki bir biçimde doldurulmuştur. Ama yanlış bilgiyle doldurulmuştur. O halde imam hatipli üzerinde iki işlem yapmalı, evvela yanlış bilgiyi sıfırlamalı sonra sahih olanı yüklemelisiniz. Yaşadığı tarihlerde kendini âlim sanan nice din görevlisi(!)nin Çekmegil’in yüzüne değil arkasından, “Daha Kur’an’ı yüzünden okuyamıyor, kalkmış İslâm hakkında nutuk çekiyor!” dediklerini işitmişimdir. Kendilerine sorsanız bütün marifetlerinin elhak Kur’an’ı yüzünden düzgün okumaktan ibaret olduğunu göreceksiniz. Ama iş manaya gelince de çuvallayacaklardır. Zihni ve kalbi önceden belli kalıplara sokulmuş insanlara yeni bir şey anlatmak, öğretmek her zaman zordur.

Siyasilerle ilişkileri nasıldı?

Oy kullandığını sanmıyorum. Müslümanların bu memleketteki siyasi konumunu bir tür esaret olarak değerlendiriyordu. Oy kullanma hakkı(!) gibi absürt bir hürriyeti ise gardiyanlarını seçme hürriyeti şeklinde anlıyordu. Ancak medeni ilişkilerinde son derece ölçülü bulunduğundan her vakit cumhurbaşkanı seviyesindeki buluşma ve görüşmelerde bile asla inanç ve düşüncelerinden taviz vermeksizin olumlu atmosfer yaratmasını biliyordu. Süleyman Demirel, Turgut Özal, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ile yakın tanışıklıkları biliniyordu. Onlara da siyaset hususundaki kanaatlerini sakınmadan söylediğini biliyorum.

Onunla çıktığınız yolculukta, özel tarihin, bize büyük tarih bilgisi dışında kazandırdığı bilgiler ve tecrübeler var mı?

Onunla tanıştığımda çok gençtim. Şairdim. Taşralı psikolojisiyle aşağılık kompleksleri taşıyan bir muhit içerisindeydim. Yoksulluğu kader gibi benimsemiş bir çevreydi bu. Ayrıca taşranın da kenar mahallesindendik. Külhani tavırlara özendiriliyorduk. Lakin dik durmak nedir, eğilmemek nedir, insan neye muktedirdir; bunları bilmiyorduk. İnsan, gerekirse iradesini örsün üzerinde bir çelik gibi kullanabilirmiş, onu öğrendik. Anladık ki geri adım attığın zaman yenilgiye uğramamış, yenilgiyi benimsemişsin demektir. Piyade savaşlarının önemli bir taktiği varmış. Her ordu savaşı karşı tarafın toprağında başlatmak istermiş. Zira savaşın sahnesi de bundan zarar görecektir. Öyleyse kendi mekânı yerine düşmanın mekânı tahrip olmalı diye düşünülürmüş. Bu bilgiyi ondan öğrendik yetmez mi?

Peki, M. Said Çekmegil size nasıl yollar açtı?

İman Anlayışımız kitabını okuduğum vakit dünyam değişmişti. Çünkü o zamana kadar ben de tıpkı şimdiki ilahiyatçıların çoğu gibi imanı bir duygu meselesi olarak görüyordum. Hatta dogma ve/ya statüko şeklinde açıklıyordum. Duygusal bağlılığın ise çok hassas olduğunu, dikkatli olmam gerektiğini, haberim olmadan üzerimden uçup gidebileceğini filan sanıyordum. Oysa onunla birlikte gördüm ki iman bir akletme faaliyetiymiş. Bir güvenlik alanıymış. Ben farkına varmadan da üzerimden uçup gitmezmiş. Açılan bütün öteki yollar işte bu ana caddeye bağlanmaktaydı. Duygu ile düşünceyi bile tanımlayamayan, birbirine karıştıran bir toplumda böylesi bir inkılâp az şey değildir. İnsan kişiliğini ve kimliğini ancak imanla yani Allah’a sınırsız güvenle buluyormuş bunu öğrendim.

Çekmegil’in ölümü, sizin kişiliğinizde sarsıcı bir etki oluşturdu mu?

Hastalığına ölümünden ziyade üzülmüştüm. Çünkü insanın nefes alıp veriyorken bile aranızda yokmuş gibi olması daha ürpertici. Ölüm ise Rabbimizin bir rahmetidir. Elbette üzüldüm ama sarsıldığımı söyleyemem. Hele onun için bunu söylemek daha yanlıştır çünkü zaten varken aramızda yokmuş gibiydi. Bu tür insanlar bedenen ölseler de eserleri, fikirleri, açtıkları çığırlarla zaten yaşamalarını sürdürmekteler. Hele biz müminler için ölümü bir trajedi görmek, yas tutmak, ağıt yakmak asla yakışık almaz. Duygularının esiri, kölesi olan insanlar içindir böylesi haller.

Onunla çok az resminiz var bunun nedeni nedir?

Az değil sadece bir tek resmimiz var o da diğer arkadaşlarla toplu halde. Bunun sebebini bilmiyorum. Şunu söyleyeyim ömrüm boyunca böyle bir hevesi pek taşımadım. Mevcut resimlerim hep başkaları vesilesiyledir. O başkaları olmasa hiç resmim bulunmayacaktı belki de. Demek ki kendisinde de böyle bir heves yoktu. O tek toplu resmin büyük ısrarlarla mümkün kılındığını hatırlıyorum. Yurt dışı seyahatlerimde bile kendi isteğimle bir resim çektirdiğimi hatırlamıyorum. Arkadaşların makineleri bazı pozları yakalıyor. Durum bu. Yanlış anlaşılmasın resmi seviyorum, fotoğrafı sanat olarak değerlendiriyorum ama bunda benim nasibim yok galiba.

Kitapta resim altı yazılar yok ama iki resimde Sezai Karakoç var. Karakoç’un Çekmegil’le nasıl bir ilişkisi var?

Çekmegil, Karakoç’tan altı yedi yaş büyük. Karakoç düşünce ve edebiyat sahasına adım attığı yıllarda, önünde Necip Fazıl ve Sait Çekmegil vardı. İkisine de kendisini yakın hissediyordu. Besbelli zaman zaman ziyaretlerine gidiyordu. Nitekim kitaptaki iki fotoğraf bunu belgeliyor. Yani Sezai Karakoç herhalde üniversite öğrencisi iken muhtelif defalar Çekmegil’i ziyarete gelmiş Malatya’ya. Birbirlerini tanımışlar, sevmişler. Ancak memlekette inançlar, düşünceler gelişip detaylanınca yollar ayrılmış. Yolları ayıran Çekmegil değil Karakoç’tur. Doğru veya yanlışlığını tartışmıyorum hadisenin, lakin vakıa bu merkezdedir.

Kitabın sonunda size yazdığı mektuplardan örnekler var. Sık mektuplaşır mıydınız?

Ben mektuplaşmayı her zaman çok sevdim. Kendisiyle sık olmasa da mektuplaşırdık. Ben çok uzun yazardım. O da mukabele ederdi. Ev değiştirmeler, taşınmalar, alabora olmalar sonrasında ömrüm boyunca kütüphanem dağıldı. Mektupların çoğunu yitirmişim. Bilmiyorum benimkendisine yazdıklarım kütüphanesinde duruyor mu? Kitaba koyduğum mektuplar çok sonraki zamanlara ait. Öncekiler aslında daha değerliydi. Benim iki kitabım mektup türündedir: Ağabeyime Mektuplar, Öptüm Kara Gözlerinden; birisi amcamın oğlu olan rahmetli ağabeyime diğeri ise kızıma yazılmıştır. Keşke Sait Ağabeye yazdıklarım da bulunsa bana dönseydi.

Tabii bir de ona ithaf ettiğiniz şiir var kitapta. Bu şiirin oluşumundan söz edelim biraz da…

O şiiri rahmetliyi defnedip döndükten sonra bir deftere not etmişim. Bu kitap için çalışırken yeniden ortaya çıktı; oraya yerleştirme ihtiyacı duydum. Bu kadar!

Çekmegil’in yaşamında sizi en çok şaşırtan ne oldu?

Şaşırtan bununla birlikte hayran bırakan bir hadise var. Günlük politikanın konuşulduğu kalabalık bir mecliste Müslüman ve politikaya soyunmuş bir mühendisle tartışıyorlardı. Çekmegil hep on ikiden vuruyordu. Adam müthiş kızmıştı. Öyle bir an geldi ki oturduğu sandalyeyi kaptı ve Çekmegil’in kafasına indirmeye yeltendi. Etraftakiler adamı sakinleştirmeye çalışıyor, kimisi elindeki sandalyeyi almak istiyor, adamsa inat ve ısrarla havaya kaldırdığı sandalyeyi üstadın kafasına geçirmenin yollarını arıyordu. Elbette baş edemedi, kalabalığın gücüne yenildi ve kısmen sakinleşti sonunda. Bu arada Çekmegil yerinden bile kımıldamamıştı. Sakin oturuyor ve olanları seyrediyordu. Kalabalık, adamı tartaklarcasına durdurmak istediğinde de şöyle demişti: “Ne istiyorsunuz bırakın adamı sandalyesini kaldırarak belki yerini değiştirmek istiyordur.” Bu çelikten irade hem şaşırtıyor hem hayran bırakıyordu.

Öte yandan, bu kitabın okuru olacaklar adına soruyorum, Çekmegil’in tanıklıkları, düşünce tarihimizin neresinde duruyor sizce?

Ben Müslümanlığıyla iftihar eden bir ailenin çocuğuydum. Çekmegil’i tanımadan önce de Müslümanlığımı müdriktim. Kur’an öğrenmiştim. Mecmualar takip ediyor, şiirler yazıyordum. Yani kendimi bu cephenin bir neferi olarak görmekteydim. Onca zaman Kur’an okumuş birisi sıfatıyla onun eserlerinin birisinde epigraf olarak kullanılan bir ayet meali bütün düşünce dünyamı değiştirici rol oynadı. “Müslüman doğruyu arayandır!” deniliyordu orada. Ben, o ezberci geleneğin çocuğu, bu ayeti kim bilir kaç kere okuyup geçmiştim. Ama böyle bir değerlendirme, anlama denemesi bile yapmamıştım, büyüklerim de yapmamıştı. Doğru düşüncenin, sahih anlayışın, hak ve hakikatin sahibi Allah’tı. Bizler sadece onun taşıyıcısı olabilirdik. Bu anlamda sonuçta bir kul olarak Çekmegil’in ancak böyle bir fonksiyonundan söz edebiliriz. Bizim Düşünce Tarihimiz diyebileceğimiz bir yakın geçmişimiz var mıydı? Böyle bir yakın geçmişi bulunan topluluk mevcut zillet hayatını yaşar mıydı? Bütün bunlar birer, tabir caizse, ahret suali olarak cümle Müslümanları ilgilendirmelidir.

Ölümün kesin bir son, bir ‘bitiş’ olmadığına ne kadar yürekten inansak da doğurduğu trajik ‘yoksunluk’ duygusu karşısında ağır bir hüzne kapılmamak imkânsız… Kitabı tamamladığınızda neler hissettiniz?

Eksikleri ve gecikmeleri hesaba katmazsak vazifesini, ev ödevini yerine getirmişliğin müsterih ruh halini yaşadım. Hâlâ bir dostu, bir ağabeyi, bir üstadı, bir değeri anlatmaktan ziyade bir fikri, bir benimseyişi, bir kabulü, bir imanı anlattığımı, öne çıkardığımı düşünüyorum.

Çekmegil’i ortaya koyacak beş sözcük nedir?

Bilinç, bilgi, fikir, akletme ve iman.

Sizin önemsediğiniz ve başyapıtı olarak gördüğünüz eseri sorsak…

Tetkiklerde Metot ve Tenkit ile Vahye Göre Büyük Zulüm kitapları dehşetli ufuk açıcıdır.

Ardında, sayfalar üzerinde, kitaplık raflarında bir külliyat bıraktı Çekmegil. Bu eserlerin geniş okur kitleleri ile buluşturulması için neler yapılabilir?

Kütüphanesindeki eserleri Malatya’da şehrin önde gelen kurumları vasıtasıyla kurulacak Mehmet Sait Çekmegil özel kütüphanesine taşıyarak halka açmalıdır. Bir müessese bütün eserlerini yeniden redakte ederek basmalıdır. Okumuş bulunduğu bütün kitapların üzerini farklı renkteki kalemlerle işaretlemiş, kenarlarına uzun şerhler düşmüştü. Bu altı çizili ve kenarı şerhli bölümler akademik bir titizlikle taranıp insanların istifadesine sunulmalıdır.

Söyleşi için teşekkür ederim.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR