Beni de götür anne!
Annem, kahvaltı sofrasında, sütü bitirmem için bardağı ha bire önüme sürüp duruyor. İçmek gelmiyor içimden. Çünkü annem bir şey yemiyor. Bardağına doldurduğu çay buz gibi oldu farkında değil. Elinden gelse hiç sofraya oturmayacak. Sırf beni avutmak için uzanıyor zeytine, peynire biliyorum... Babam yok soframızda ne zamandır ve ben onu çok özlüyorum.
Annem, önceleri nereye gittiğini söylemedi babamın. Babam günlerce eve uğramayınca benim sorularımla baş edemedi, kendince beni üzmemek için: "İş gezisine gitti kızım" dedi, "yakında dönecek..." Fakat ben inanmadım. Babam iş gezisine hiç gitmezdi benim. O iş adamı falan değil ki... Üstelik bir gece eve geç kalsa telefon açar, bildirirdi geç geleceğini... Hayır ben biliyorum babamın olduğu yeri; o içeride, yani hapiste.
Annem saklayadursun, babamı gördüm ben; rüyamda değil, televizyonda. Babam polislerin arasındaydı. Ellerine o demir halkalardan takmışlardı. Babamın yüzünde o her zamanki gülümseme yoktu üstelik; yorgun ve hüzünlü görünüyordu. Babamı öyle gördüğümden beri çizgi film izlemiyorum artık... Okula giderken annemin cebime koyduğu simit parasını yolda gördüğüm dilenciye veriyorum ve her gece yatmadan önce hikâye okumak yerine babam için dua ediyorum Allah'a.
Babam bir karıncayı bile incitmez benim. Televizyondaki spiker amcalar, onun (faili meçhul mü neymiş) cinayetlere karıştığını söylüyorlar. İnanmıyorum! Babam olduğu için değil; yüreğim öyle söylüyor... Babam ne mi yapar peki? Babamı büyük babamdan yadigar daktilosunun başında hep yazı yazarken görürdüm ben. Yazıları yayınlanırdı, dergilerde, gazetelerde, ama yazar değildir babam, belki de yazardır, ama o hep değilim der... Yüreğinin sesini yazıyormuş sadece... Bir de öğrencileri vardır babamın; ekmeğini öğretmenlikten kazanır... Şimdi öğrencileri de özlemiştir onu biliyorum. Çünkü herkes sever babamı, polis amcalar neden sevmedi anlayamıyorum.
Şu annem konuşsa benimle ne iyi olacak. Usta iki tiyatrocu olduk evin içinde. O gizleyeni oynuyor, bense anlamamazlıktan geleni. (Her gün uslu çocuklar gibi, okul önlüğümü giyip, saçıma kurdela takmaktan, okulda arkadaşlarımın arasında mutluymuş gibi görünmekten bıktım. Okula babalarıyla gelen arkadaşlarımı da kıskanmıyorum. Babamın kokusu sinen gömleklerini kokladığımı da görmüyor? annem. Bu ayrılığın babamı ne kadar sevdiğimi anlamam açısından iyi olduğunu bile düşünüyorum zaman zaman. Fazla mı Pollyanna okumuşum ne? Artık okumayacağım. Ve artık yatağıma girince uyumuşum gibi numara da yapmayacağım. Annem sabahlara kadar ağlıyorsa benim de ağlama özgürlüğüm olmalı... Böyle öğretmişti babam... Ah canım babam.
Onu televizyonda gördüğümde yüzünde morluklar vardı; ayakta güçlükle durur gibiydi, oysa yakışıklıdır benim babam. Her zaman dik durur, yüzü gözü de her zaman temiz ve bakımlıdır, o çürükleri hâlâ anlayamıyorum. İçimden bir ses, polis amcaların yapmış olabileceğini söylüyor. Çünkü öyle sert ve asık yüzlü duruyorlar ki ne yalan söyleyeyim, korkuyorum babam için. Babam güçlüdür aslında, kendini korur, ama ellerinde demir halkalar var...
Babam olsaydı şimdi soframızda; annemle şakalaşır, bana güzel öğütler verir, şu binbir çeşit nimeti bizlere sunan Allah'a şükrederdi. Ben de sütümü seve seve içerdim. Okula da göğsümü gere gere giderdim. Babamı soran arkadaşlarıma, o televizyonda gördüğünüz benim babam değil diye kırk dereden su getirmeye de çalışmazdım. Ama babam yok işte, yok!
Annem, yine ısrarlarda... Yahu içmeyeceğim şu sütü... Kederli gözlerimle bakıyorum ona. İçimden geçenleri bilse, ne tatlı yalanlar uyduracak kim bilir... Babam iş gezisinden yarın dönecektir kesin. Bana en güzel çocuk kitaplarından ve şekerlemelerden getirecektir; bir daha da iş gezisi falan yoktur muhtemel... Artık bu kadarı yetmiştir canım. Ben de anneme sorular soracağım yalandan; beni özlemiş midir diyeceğim? Yarın onun yanında ben yatabilir miyim? Sakalını çekiştirebilir miyim ha?
Daha ne kadar sürecek bu! Bana babamı verin diye bağırsam, şu dalga geçer gibi haber yapan televizyonculara, ya da (amca demeye dilim varmıyor aslında) o polis amcalara duyarlar mı sesimi? Sanmıyorum. Çünkü yürekleri pas tutmuş gibi geliyorlar bana... Zaten babam da istemezdi merhamet dilenmemi.
Annem, her Allah'ın günü doktora gidiyorum diye çıkıyor evden. Önceleri buna da inandım, ta ki annemi de televizyonda görene kadar... Ne meşhur annenle baban varmış demeyin... Vallahi gördüm... Annem bir grup insanla birlikte yürüyordu. Ellerinde döviz dedikleri pankartlardan vardı. F tipi miymiş neymiş işte ona karşı eylem yapıyorlardı. Annem sessiz sakin bir kadındır benim. Ama orada elini kaldırmış haykırıyordu.
-Tabutluğa hayır! Düşünceye özgürlük.
Bir an tanıyamadım annemi. Tüylerim diken diken oldu. Neymiş bu tabutluk dedikleri? Yoksa babam öldü de tabuta mı koyacaklardı. Sonra iyice sokulup televizyona can kulağıyla dinledim... "Hücre Tipi Cezaevi"ymiş tabutluk dedikleri. Mahkumları bir başlarına bırakıp izole (anlamını bilmiyorum) edeceklermiş. Babam yaşarken kefenlenecekmiş yani.. Aman Yarabbi! İşte annem o öfkeli insanlarla, buna karşı durmak için ordaymış. Annem elini kaldırıp slogan attıkça polisler üzerlerine doğru yürüyorlardı. Uzun boylu bir polis amca annemi kolundan tutup yere savurdu; annemin başörtüsü uçuştu, pardösüsü çamura bulandı, ama hiç aldırmadı, ağlamadı, hemen toparlandı ve daha kararlı yürüdü o zaman... Ve ben annemi bir kez daha sevdim öyle görünce... Babamın yalnız olmadığını hissettim.
Hâlâ süt davasındayız... İçmeyeceğim bu sabah... Millet açlık grevindeymiş, ben süt derdinde nasıl olabilirim. Varsın güdük kalsın boyum; dişlerim çürüsün, saçlarım kırılsın, tırnaklarım sağlıklı uzamasın... Hiçbirini istemiyorum; yüreğim daraldıktan sonra bedenim gelişmiş ne önemi var. Babamı istiyorum ben. Ve onun istediği özgürlüğü.
Ah anneciğim, nasıl zayıfladı son günlerde. Gözlerinin altında mor halkalar var. Yüzü solgun, bakışları dalgın, dudakları çoğu zaman duada kıpır kıpır... Biliyorum beni üzmemek için anlatmıyor hiçbir şeyi. Ben de onu üzmemek için bilmezmiş gibi takılıyorum. Ama bir bilse içimi ne volkanlar kaynıyor orada... Yaşım küçük, boyum kısa, aklım ermez her işe... Öyle mi acaba?
Annem sofradan kalktı beni okula göndermeye hazırlanıyor; kendisi de muhtemel doktora(!) gidecek. Ne bitmez tükenmez baş ağrısıymış! İşte okul önlüğüm elinde. Şimdi: "Haydi dişlerini fırçala diyecek." Bu sabah fırçalamasam olmaz mı? Şu mavi önlüğü de geçirmesem sırtıma, saçlarıma kurdele takmasam; ille de tak diyorsan siyah taksam, okul harçlığı uzatma hiç! Ah anne boşuna gülümseme, yanağımı öpme, iyi dersler dileme bana! Ben derslerle bağlantıyı koparalı yıl oldu; anla artık...
Hayır! giymeyeceğim ayakkabılarımı, bırak sürme tozlu kalsınlar... Şu beyaz yakalık hiç yakışmıyor boynuma, çıkar...Tembih etme kenardan git diye, köpeklerden uzak dur diye uyarma; yaya geçitlerini de kullanmayacağım bugün. Uslu da durmayacağım sınıfta, öğretmenimi de dinlemeyeceğim... Hayır anne! Uğurlama beni! Bunu yapma; merdivenlere yürümeyeceğim... okula gitmeyeceğim anne! Bırak İnadı. Sandığın gibi küçük değilim ben!
Sen bilir misin küçücük bedende dağ gibi yürek taşımayı... Sen babanla gece gündüz rabıta kurdun mu hiç! Bir kadınlar mı üzülür kocaları için? Bir onlar mı bilir kadir kıymet? Eylem yapmak yalnızca onlara mı tapulu? Hayır anne, hiçbir yere gitmiyorum ben. Kandırmayalım birbirimizi...
Annem habersiz fırtınadan. Hâlâ rol yapıyor, hâlâ gülümsüyor! Git aynaya bak anne, gözlerin ne diyor! Yüreğinin fısıltıları benimkiyle birleşti haberin yok. Anne uğurlama beni. Dur diyorum...
Madem öyle...
Birden ayakkabılarımla dalıyorum içeri. Önlüğümü çıkarıp fırlatıyorum. Annem şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor. Yüzündeki keder büyüyor, gözlerinde sınırsız bir korku peydahlanıyor:
- Ne oldu bebeğim, diyor, alabildiğine şefkatli. Neyin var?
Kelimeleri acı bir feryat gibi yayılıyor evimizin duvarlarına. Bense bütün soğukkanlılığımla ta yüreğinin derinliklerine sesleniyorum annemin:
- Doktora beni de götür anne!
Annemin gözyaşları inci taneleri gibi boşalıyor yanaklarına.
- Beni de götür anneciğim, diye yineliyorum... GÖTÜR ... Çünkü benim de yüreğim ağrıyor...
Birlikte çıkıyoruz evden... Artık televizyona ben de çıkacağım... Niye güldünüz?
Meşhur olmayan bir ben kalmadım mı...
- Salih Amelleri Çoğaltalım
- 28 Şubat’ın Dört Yıllık Bilançosu: Her Alanda Çürüme, Her Alanda İflas
- 28 Şubat: Bir Hikmet-i Devlet Abidesi
- Türk Siyaset Geleneğinde Ordunun Rolü
- Kitle Kültürü ve Yabancılaşma
- Kuşatılmışlık: Evrensellik ve İnsan Hakları mı?
- Marmara İlahiyat’ta Protesto
- İlahiyatlılar ne yapmalı!..
- F Tipi Özgürlüğü(!)
- Duyumsal Yalıtım (tecrit) ile Sistematikleştirilen İşkence
- Kadının Kur’an’dan Yükselen Sesi
- Kadının Dışlanması Sonucu İslami Harekete Vurulan Darbe
- Kadın, Şemsiyenin Dışında mı Bırakıldı?
- Başörtüsü Özgürlük Sorunu mu Kimlik Sorunu mu?
- Kur’an’da Kadın ve Kadının Sesi Meselesi
- Müslüman Kadının Statüsü: İslami Hareketin Gelişim Göstergesi
- Çıkar Amaçlı İman
- Nüzul Sürecinde Kavramlar -3
- Almanya'ya Anadolu'dan Göç Sorunları
- İman Amel İlişkisi
- Gerçek Hikaye
- Zindan Mektupları -5
- Beni de götür anne!
- Filistin
- 28 Şubat Sivil Savunma Günü