1. YAZARLAR

  2. Zehra Ergül Kaya

  3. Başörtüsü Yarası Kanamaya Devam Ediyor!

Başörtüsü Yarası Kanamaya Devam Ediyor!

Ekim 2003A+A-

Eylül ayının gelmesiyle yeni eğitim-öğretim yılı başladı ve okullar açıldı. Gündemde pek çok konu var; yüksek kayıt paraları, kaliteli okul bulamama, bedava dağıtılacak kitaplar vs.

Başörtüsü sorunu ise, bu yıl da okul kapılarında kalacak binlerce yasak mağduruna rağmen göz ardı ediliyor. Yeni başlatılan "Haydi kızlar okula" kampanyasında olduğu gibi açık ikiyüzlülük de cabası. Ortak yürütülen kampanyanın yüksek bütçesinden dem vurularak okuyamayan kızların bundan sonra rahatlıkla okuyabileceği va'd ediliyor. Özellikle Doğu Anadolu'da yiyecek ekmek bulamayan ailelerin, kız ve erkek çocuklarını okutamamalarında ekonomik sıkıntılarının yanı sıra, bölgedeki okul ve öğretmen açığının da etkili olduğu ortada. Ancak bölgede özellikle kız çocuklarının okula gitme oranının düşük olmasındaki nedenler arasında ailelerin, kızlarını, başörtüsünü açarak okumayı şart koşan dayatmacı eğitim sistemine bırakmak istememelerini de sıralamayı gözardı etmememiz gerekir. Meşhur anketlere bakılarak bu sorunun salt anlamıyla ekonomik olduğu iddia edilemez. Kızlar okula gitsin diye kampanya yürütülmekte; ancak gitmek isteyenler kapıdan bir güzel çevrilmekte!

Gelinen noktada sistem dayak, gözaltı ve korkutmayla sürdürdüğü savaşına yeni bir strateji belirlemiş görülüyor.

Soru bile sormuyor, tek satır geçmiyor malum medya kalemşörleri. "Saldırdık, saldırdık geri tepti. Konuştukça taraftarları artıyor, iyisi mi susalım unutulur!" Yoksayarak, unutturarak yasağa alışılması; alışılmasa da boyun eğilmesi bekleniyor.

Herkesin suskunluğu sadece bu bakışla açıklanamaz tabi. İslami medya da konuyu nadiren gündeme getiriyor. Yasağı gündemleştirip hükümeti sıkıştırmanın haksızlık olacağı düşüncesi ile "bekleyelim zamanı geldiğinde olacaktır "diye düşünülüyor herhalde. Tabi burada suskunluk çizgisinde sağlanan paralellik kimin işine geliyor tartışılır.

YÖK "Tasa"sı

Bu minvalde geçtiğimiz günlerde gündeme gelen yeni YÖK yasa taslağı da tehdit ve hakaretler eşliğinde geri plana itildi. Hazırlanan YÖK yasa taslağı bazı rahatlatmalar sağlayacak gibi görünüyor. Diğer taraftan tartışmalar öyle bir hal alıyor ki; beklentiler, senelere yayılacak, uzlaşma zemini ile halledilecek sözleri arasına gömülüp gidiyor.

"Özerk üniversitelerimiz"in, "apoletsiz" rektörleri sakin ve kendinden emin tavırlarıyla bakanları azarlarlarken "Acele etmeye gerek yok, diğer ülkelerde bu tartışmalar zamana yayılır 4-5 sene tartışılır, sivil(!) toplum kuruluşları, üniversitelerle birlikte karar verilir" diyebiliyorlar utanmazca. Sanki bu ülkede YÖK 22 yıldır tartışılmıyor, her yıl meydanlarda YÖK'ün kaldırılması için onca eylem yapılmıyor!

Bu pişkin, kendinden emin ve umarsız tavra karşılık muhatapların duruşu da ayrı bir tartışma konusu. Halkın çok büyük desteğine rağmen YÖK yasası ile ilgili tartışmalarda hükümet, meseleyi sürekli alttan alıyor, mahcup cevaplarla ille de uzlaşma zeminleri zorlamaya çalışıyor.

Evet başörtüsü sistemin histerik krizler geçirmesine sebep olan nazik! bir konu olabilir ama halkın taleplerini gündemden düşürmek, unutturmak, sindirilme pahasına ertelemek kimsenin hakkı olmasa gerek.

Tüm bunların yanında AB rüzgarlarını arkasına alarak uyum adı altında birçok düzenleme yapılabiliyor ama konu başörtüsüne gelince kimse AB kriterlerinden bahsetmiyor, bahsedemiyor.

Kriz Krizi

Başörtüsü sistem için öyle dayanılmaz, öyle katlanılmaz ki; resmi niteliği olmayan, sadece bir araya gelip içki içmekten ibaret toplantılarda bile varlığına tahammül edilemiyor.

Son yaşanan 30 Ağustos krizi buna en yakın örnek oldu. Kriz çığırtkanları korosu/topluluğu yerini aldı ve "Aman ha kriz çıkmasın" buyurdular. Zaten başörtüsünün Zafer Bayramı ve Silahlı Kuvvetler günü kutlamalarına alınmaması için tüm önlemler alınmıştı. Tarihinde ilk kez hükümet üyelerinden (eşlerini almadan) yalnız gelmeleri istenmişti.

Kriz yaratmama adına hep geri adım atmak zorunda kalan hükümet üyeleri de toplantıya yalnız iştirak ettiler. Sözü geçen krizin ne menem bir şey olduğunu merak ettik doğrusu. Toplantıya başörtülü bir kadın katıldığında borsa mı düşüyor, deprem mi oluyor ya da elektrik mi kesiliyor? Ne oluyor da kriz oluyor, kriz geçiren kim?

Buna karşı savunma psikolojisiyle davranmak yerine daha tutarlı bir tavır gösterilemez mi? Mesela Arınç gibi mazeret göstererek eşlerinin alınmadığı bu toplantıya katılınmasa ne olurdu? Nüfusun çoğunluğu 'Müslüman' ve yine kadın nüfusunun çoğu örtülü olan bir ülkede, çok büyük oy desteğiyle hükümet edenlerin daha kararlı davranmaları gerekmez mi?

Baskın basanındır mantığıyla davranan sistemin aldatmacasına düşülmemeli. Konuyla ilgili yasal bir düzenleme yok, kaldı ki başörtüsü takmak gayri meşru bir durum değil, tam tersi; tabii hukuk gereği ve fıtri olandır. Bu durumda kendini kabul ettirme ve meşru zemin arama bizim değil yasakçıların problemi olmalıdır.

Bu zayıf tutumu sadece hükümete atfetmek de doğru olmaz. Ordunun brifinglerine çağırılmayan İslamcı gazetelerin tavrı da ortada. Niçin Vakit Gazetesi de orduyla ilgili haberleri ya da askeri zevatın beyanlarını sansürlemiyor sözgelimi? Bu daha doğru bir duruş olmaz mıydı? Ya da diğer gazeteciler arkadaşlarına yapılan bu uygulamayı nasıl olur da görmezlikten gelebilirler?

Bu bir algılama sorunu: Askeri vesayet altında, bireyci bir eğitimden geçerek yetişen bir nesilden daha fazlasını beklemek zor. Sınıf arkadaşları örtülü diye yaka paça dışarı çıkarılırken çoğu derse devam edebilen, yalnız kendini düşünen, ideallerden uzak bir gençlik muhatabımız. Aslında kendini kurtarmak dışında pek bir iddiası olmayan bu güruhun haline fazla şaşırmamak gerek. Her konuda "Özgürlükçü" olan sol bile başörtüsü söz konusu olduğunda tutarlı bir tavır sergileyebilmiş değil. Yani başörtüsü hala pek çokları için kritik bir soru ve aynı zamanda da güvenilir bir turnusol kağıdı niteliğini sürdürüyor.

Sonuç

Bu yok sayma, erteleme ve türlü çalımlar arasında işin özünü unutmamak gerekir. Sonuç olarak yaşanan başörtüsü yasağı TC'nin İslam ve Müslümanlara olan tahammülsüzlüğünün en açık göstergesidir. Bu yüzden de Müslümanlar için öncelikli sorunlar arasındadır. Yasak, devletin halkına uyguladığı bir zulümdür. Buna karşı gösterilen direnişse Müslümanların ortaya koyabildiği din temelli yegane duruş ve sahih bir mücadeledir.

Bu coğrafyada İslam'a ve Müslümanlara karşı çokça hakaret ve saldırılar gerçekleştirildi. Buna karşılık sahih din temelli doğru bir tavır, örgütlü bir karşı koyuş gösterilemedi. Tarihi arka planda da bu toplumun direniş tecrübesi olmadığını görüyoruz.

Oysa başörtüsü direnişi tam da bu örnekliği içermektedir. Bu direniş milli, kavmi ya da ekonomik temelli bir talep veya karşı çıkışı temsil etmez. Başörtüsü direnişi Türkiyeli Müslümanların asla kaybetmemeleri gereken bir mücadele zeminidir. Bu zemin, her fırsatta büyütülüp yaygınlaştırılmalı, okullaştırılmalıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR