Başörtüsü Özgürlük Sorunu mu Kimlik Sorunu mu?
Türkiye'deki mevcut sistem kuruluşundan bugüne "Aydınlanma Felsefesiyle şekillendi. Batılılaşmayı amaçlayan bu projenin topluma hakim kılınma çabasının hem pratik hem de teorik kuşatmaları yetmiş küsur yıldır yaşanmakta. Devamında estirilen darbe rüzgarlarıyla ön plana çıkan yönetici militarist sınıfın özellikle İslami duyarlılığa karşı dayattığı zulüm politikaları bu projenin pratik yansımasını oluşturuyor. Sistem aynı zamanda psikolojik bir silah olarak zulmün teorisini de üretmekten geri durmuyor. Geleneksel kültürün zaaflarından faydalanan bu modernist teori Türkiye'de devamlı olarak Türkçe ibadet, tarihselcilik, rölativizm tartışmalarını müslümanların gündemine sokarak dinin modernleştirilmesinin öncüsü oluyor. Değişen şartlara Kur'ani bakmak yerine Kur'an'a değişen şartlara göre bakmayı önceleyen ve geleneğin tutarsızlıklarından faydalanarak Kur'an metnini anlama konusunda spekülasyonlara neden olan bu söylemler özellikle sistemin baskı ve zulümleriyle doğru orantılı bir grafik gösteriyor. 80 darbesinin ardından bizzat Kenan Evren'in her fırsatta İslami konularla ilgili çarpıtılmış bazı görüşleri gündeme taşıması ve bilhassa 28 Şubat süreciyle beraber pek çok ilahiyatçı profun diline doladığı "dinde reform" sloganı bu çabaların en belirgin göstergelerini oluşturuyor. Gelinen son aşamada halk arasındaki tüm İslami kazanımlar ve kamusal alanda İslami olan her şey öncelikli hedef alınıp tasfiye edilmeye çalışılıyor. Düzen vahyedilmiş dini ve yükselen İslami kimliği kendi politikaları uyarınca bir alt kültüre dönüştürme gayretlerini gittikçe hızlandırıyor. Düzene ayarlı ve ulus değerlere aidiyetini ilan eden bir dindarlığı yaygınlaştırmak için kendine yaren bir din adamları sınıfı üretmeye çalışıyor. Kur'an'ın yeniden, modern çağa uygun bir tarzda okunması gerektiğini söyleyen bu yeni "ulema" özellikle darbe dönemlerine has, özgün (!) yorumlarla dikkatleri üzerinde topluyor. Kur'an metni üzerinde lafzı çözümlemelerden kalkarak dinin tartışılmaz formlarını dahi tartışmaya açma gayretinin en bariz göstergesi olarak başörtüsü meselesi karşımıza çıkmaktadır. Kartel medyasının da desteğiyle gündeme konulan bu suni tartışmada başörtüsünün Kur'ani dayanakları sorgulanarak, "Kur'an'da başörtüsü yok" mesajı dillendiriliyor.
İslam'da başörtüsünün hükmü denince Kur'an-ı Kerim'de tesettür ayetleri olarak bilinen iki ayet üzerinde tartışmalar yoğunlaşıyor. Nur Suresi 31. Ayette şöyle buyruluyor: "Mümin kadınlara da söyle; gözlerini haramdan kaçındırsınlar ve ırzlarını (furucenünne) korusunlar, süslerini (ziynetehünne) açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç (illa ma zahara minha). Başörtülerini (humurihinne) yakalarının üstüne koysunlar, süslerini kendi kocalarından ya da babalarından ya da kocalarının babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da erkeklikten yana ihtiyacı olmayan _hizmetçilerden ya da henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını da yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tövbe edin ki ey müminler umulur ki felah bulursunuz".
Ahzab Suresi 59. ayette ise şu vurgu bulunuyor: "Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Onların tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olanı budur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir".
Üzerinde en fazla tartışma yapılan ayet Nur Suresi 31. ayetidir. Nur Suresi genel olarak ilk ayetten itibaren zinanın yasaklanması, zinakar erkek ve kadının durumu, İfk hadisesi ve zina iftirası, müslümanlar arasındaki ahlaki tutum ve davranışlarla ilgili düzenleyici kurallar ihtiva etmektedir. Söz konusu ayette ise; mümin kadınlara iffetlerini korumaları, temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı emredilmiştir. Nur Suresinin 30. ayetinde aynı mesaj ve buyruklarla önce mümin erkeklere seslenilmiştir. "Irzlarını (furucehünne) korusunlar" ifadesi, lafzen "mahrem yerlerini korusunlar" anlamını içerir. Ayette geçen 'furuc' kelimesinin tekili 'ferc'tir. Fere kelimesi lügatta; yarık, gedik, edeb yerleri, iki şey arasındaki açıklık anlamındadır1. Razi'ye göre bu emir lafzi manada bir korumayı, setretmeyi, örtmeyi fiziki olarak içermekle beraber, evlilik yoluyla meşru olarak sahip olduklarının dışındaki insanlara karşı ölçülü olmayı da ifade etmektedir. Aynı ifade tarzı Müminun Suresi, 5. ayetinde de geçmektedir. Dolayısıyla ayetlerin genel maksadı; toplumda iffeti ve ahlaki sorumluluk duygusunu yaygınlaştırmaktır.
31. ayette tesettürle ilgili ilk dikkat çekici ve üzerinde tartışma yürütülen vurgu "görünmesinde mahzur olmayan, kendiliğinden görünen kısımlarla" (illa ma zahara minha), örtünmesi gereken "zinetler (zinetehünne)" ayrımıdır, önemli olan nokta ise zinetlerden ne kastedildiği meselesidir. Müfessirlerin yaygın olarak tercih ettiği akla yakın görüşe göre; ziynetten kasıt, Allah'ın yaratmış olduğu uzvi güzelliklerdir. Bu görüşün doğruluğunu sağlamlaştıran bir başka vurgu Al-i İmran 14. ayetinde ifadesini bulan "Zuyyine linnas/insanlar için çekici olan şeyler"dir. Zinetlerden müstesna olarak "kendiliğinden görünen kısımlar" da bu bağlamda anlamını bulur. Kadın için normal olarak görünen kısım el ve yüzdür. Ayet "Cari olan adet böyle olduğu için açılmasında bir zaruret olmayan kısımlarını örtmekle emrolunmuşlardır"2 şeklinde yorumlanmıştır.
Ziynet kelimesi "vücut güzelliği" yanında insanın kendisiyle süslendiği elbise, takı vs. için de kullanılır. Ziynetin vücuttan ayrı bir ziynet olduğunu savunan bir takım müfessirler ise aslında "ayrı olduğunda bakılması helal olan süslere kadının üzerinde olması halinde bakmanın yasaklanmasını" mübalağalı bir şekilde ifade etmektedirler. Dolayısıyla "ziynet" ve "kendiliğinden görünen kısımlar" ibarelerinin saçlar dahil el ve yüz dışındaki tüm bedenin örtülmesini kastettiği hususunda iki görüş sahiplerinin de ihtilafı yoktur. Hatta ikinci görüşe göre; kadının el ve yüzünü de örtmesi gerektiğini savunan müfessirler olmuştur. Bir takım ahad haberlere dayanılarak öne sürülen bu görüşün pratik hayattaki uygulanamazlığı görülmüş ve kadının mutlaka elinde bir şeyler tutmak durumunda olduğu gibi şahitlik, nikah, muhakeme gibi konularda da yüzünü açması zorunluluğu iddiayı geçersiz kılmıştır3.
Ayetteki diğer bir tartışma noktası ise "humur" kelimesinin mahiyetidir. Kelimenin tekili "hımar"dır. Kelime Kur'an-ı Kerim'de aynı kökten gelen "hamr" ifadesiyle içki anlamında da kullanılmıştır. (2/219, 5/90, 47/15, 12/36, 41) Lügatta karıştırmak (hamera), içki (hamr), mayalanmış (hamir), örtmek (hamera veya tahmir), gizlemek (ahmera), başörtüsü, özellikle kadınlarda başı örten örtü (hımar) şeklinde geçmiştir4. Kaynaklarda esasen örtünmenin İslam'dan önceki Arap toplumunda yahudi ve hristiyanlarda da olduğu geçmektedir. Örtünmenin özellikle temiz ve saygın ailelerin kadınları arasında da yaygın bir gelenek olduğu belirtilmiştir5. Zemahşeri; "Arap kadınların ceybteri (göğüslerinin üzerindeki yaka yırtmaçları) genişti. Başörtülerini (humur) arkadan sarkıtırlardı. Fakat önleri açık kalırdı. Boyun ve ön kısımlarındaki açıklıkların kapanması için örtülerini ön yırtmaçlarının üzerinden örtmeleri emrolunmuştur" diyerek örtünün önceden beri Arap kadınlarınca kullanıldığını belirtmiştir6. Ayrıca Kur'an'ın "hımarlarını (başörtülerini) yaka yırtmaçlarının üzerine salsınlar" demesi hımarın Araplar arasında bilindiğinin kanıtıdır. Hımarın saçlar dahil başı örten başörtüsünü ifade ettiğinin bir diğer kanıtı da Mekke devri olaylarını konu alan bazı hadislerdeki kadınların giyim tasvirlerinin verdiği ipuçlarıdır7.
Hımarın önceden beri bilinen bir örtü olması, ancak Kur'an'ın bu emriyle farklı bir şekilde örtülmesinin gerektiğini söylemesi Kur'an'ın örtünme emrini tarihsel şartlara bağlı olarak getirdiğini ve bunun bugüne taşınamayacağını söyleyen görüşleri de çürüten bir belgedir. Çünkü Kur'an örtünme konusunda var olan geleneği olduğu gibi devam ettirmemiş, bilakis şeklini değiştirerek yeni bir form kazandırmıştır.
Klasik kaynaklarda örtünme konusunda bir ihtilaf varmış gibi görünen ve hımardan kastın yalnız örtü olduğu yani başı ve saçları kapsamadığını savunanlarca delil olarak getirilen bir görüşe de burada değinmekte fayda görüyoruz. Cessas'ın Ahkam'ul Kur'an'ında geçen bir rivayete göre; Said b. Cübeyr kendisine bir erkeğin yabancı bir kadının saçına bakmasının hükmü sorulduğunda bunu "mekruh" gördüğü, ama "hükmü Kur'an'da yoktur" dediği bildirilmektedir. Buna dayanılarak hımarın saçı örtmediği kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Burada önemli nokta sahih olup olmadığını bilmediğimiz bir rivayetle baş örtüsünün kaynağının sorgulanmasının ne kadar tutarlı olduğudur. Ancak açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer husus ise ilk üç nesil devrinde mekruh görmenin ne anlama geldiğini tespit etmektir. Çünkü Said b. Cübeyr (ö. 95/713) tabiun müçtehitlerindendir. Ayette kapalı ifadelerle geçen örtünmesi gerekli ve gereksiz yerler Peygamberin uygulamasıyla açıklanmıştır. İlk üç nesil müçtehitleri nassın delaletini tespit için bile olsa bir açıklama ile hükme vardıklarında haram yerine mekruh tabirini kullanmışlardır8.
Başörtüsü ayetinin lafzi yorum açısından kelimelerine ve üslubuna baktığımızda, emrin bağlayıcılığını gösteren sağlam deliller görürüz. Kur'an "örtünseler daha iyi olur" gibi yumuşak bir tavsiye üslubu yerine kesin ifadeler kullanmış ayrıca tavsiye üslubunun sınırlarını çok çok aşan detaylara girmiş nerelerin nasıl ve kimlere karşı örtüleceğini açıklamıştır9.
Görüldüğü gibi ne klasik kaynaklarda ne de çağdaş tefsirlerde başörtüsü uygulamasının mahiyeti konusunda ve emrin bağlayıcılığı hususunda bir ihtilaf yer almamıştır. Yani; başörtüsünün Kur'an'da varolup olmadığı hususunda hiçbir tartışma yapılmamıştır. Başörtüsü, salt lafzi yorumlara ve tefsirlere dayanan bir uygulama değildir. Bilakis tefsir ve yorumlardaki bu ortaklık başörtüsünün Hz. Peygamberin sünnetine dayandığının en önemli kanıtıdır. Hz. Peygamberin uygulamasını yani vakıayı gören insanlar o vakıayı hiçbir çelişkiye ve ihtilafa düşmeden kendilerinden sonraki kuşağa ve onların da aynı vakıayı kesintisiz bir şekilde aynı tutarlılıkla aktardıkları mütevatir sünnetle başörtüsü uygulaması bize ulaşmıştır. Bu yüzden başörtüsü sadece ahad haberlerle ya da lafzi açıklamalarla zannilik taşıyan bir husus değil aksine mütevatir uygulamalarla nesilden nesile aktarılarak kesinlik ve bağlayıcılık ifade eden kati bir amelî sünnettir. Aynen namazın kılınışının sadece "salat" kelimesinin lafzi yorumları ya da mezhepler arası ufak ayrıntılara dayalı farklı haberlerle sabitleşmediği gibi başörtüsünün hükmü ve uygulaması da sırf bunlara bağlı değildir. Kur'an'daki salat kavramı Peygamberin pratiğiyle şekillenmiş ve bu hükme muhatap olan bütün müslümanlarca vakıa çelişkisiz bir şekilde yaratılmıştır. Bugün hiçbir müslüman namazı nasıl kılması gerektiği ya da rekat sayısıyla ilgili öğrendiklerini ne "salat" kelimesinin lafzi açıklamasına ne de ahad haberlere dayanarak belirlememiştir. Namazın ikamesi yüzyıllardır yaşayarak ve uygulanarak gelen ve bir sonraki nesle bu kesin uygulamayla geçtiği gibi başörtüsünün şekli, mahiyeti ve hükmü de aynı şekilde yaşatılarak gelmiştir. Bugün başörtüsünün rengi, örtünmede kullanılan kılık kıyafet ve şekil İslam coğrafyalarında farklılıklar arz edebilir. Ancak hükmün belirleyiciliği ve bağlayıcılığı hiçbir müslüman tarafından tartışılmamaktadır. Bütün müslüman hanımlar Hz. Peygamberin sünneti olarak gördükleri bu kimliği tereddütsüz benimsemektedirler. Çünkü başörtüsü uygulaması "humur" ve "zinet" kelimelerine müfessirlerin verdikleri yorumlarla değil, peygamberin verdiği anlam ve şekille pratize edilmiştir. Peygamberin hanımları ve mümine hanımlar bu pratiği Peygamberin izahı ve onayıyla taşımışlar ve kat'ileşen bu uygulama yaşayarak bugüne gelmiştir. Hadislerde yer alan açıklamalar bu hükmü belirlememiş Peygamberin ameli ve takriri sünneti ile belirlenen hükmü sadece tekrar etmişlerdir. Bu hüküm de ihtilafsız olarak sürdürülmüştür.
Son dönemlerde özellikle 28 Şubat süreci ve müslümanlara karşı artan baskı ve zulüm politikalarıyla aynı zamana denk düşen modern çarpıtmalar yeni yorumlarla başörtüsü konusunu spikülatif bir biçimde tartışmaya açmıştır. "İslam'da Kadının Konumu" başlığıyla yürütülen tartışmanın üslubu çoğu zaman Kur'an'ın tartışılmaz hükümleri ve Peygamberin dindeki etken konumunu tartışıcı noktalara varan bir çerçeve çizmektedir. Bu açıdan bakıldığında düzenin müslümanlara karşı yıpratıcı pratikleriyle uyum arz eden ilahiyatçı profların söylemleri adeta bu pratiklerin meşrulaştırıcı teorileridir.
Konuyu tartışmaya açanların başında özellikle laik kesim tarafından çok sevilen ve itibar gören Yaşar Nuri Öztürk gelmektedir. Öztürk, Nur Suresi 31. Ayetinde geçen "hamur" ifadesinin bir emir belirttiğini ve başörtüsünü kapsamına aldığını mütevatir sünnetin verileriyle sabit olduğunu kabul etmektedir. Ancak Öztürk'e göre "bu başörtüsünün şeklini, boyutunu, kapatması gereken yerleri santimler vererek belirlemek mümkün değildir. Bu yöndeki tespitlerin Kur'an'a dayandırılması imkansızdır. Şu muhakkak ki başörtüsünü o şekilde yani daha titiz bir biçimde kullanmak isteyen kullanır, böyle bir titizliği gösterdiği için de kendisine saygı duymak gerekir. Ama başını herhangi bir biçimde örten, saçının belli bir kısmı açık kalacak şekilde örtünen kişiler Kur'an'ın beyanına aykırı davranmakla suçlanamaz. Hiçbir tartışmaya imkan bırakmayan nokta, göğsün tamamen kapatılmasıdır. Saçların bütünüyle görünmeyecek şekilde kapatılmasını emreden bir ifade yoktur. Cenab-ı Hak bunu kulunun tercihine bırakmıştır. Her müslüman bunu yaşadığı iklim şartlarına ve toplum örfüne göre kendisi belirler. Ve başörtüsünü ona göre seçer"10. İşte bu noktadan itibaren Öztürk kendisiyle çelişir bir biçimde mütevatir sünnetle bize ulaşan uygulamanın aslında tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açık olduğunu görmemektedir. Mümin kadınlar örtüyü zaten iklim şartları ve toplum örfüne göre seçmekte ancak farklı renk ve biçimler kullanarak ortak bir mahiyette buluşmaktadırlar. Bu da farklı biçim ve renklere rağmen, örtünmesi gereken yerler üzerinde mutabakattan başka bir şey değildir. Öztürk'ün genel olarak kullandığı delillere ve dayanaklara ters düşerek başörtüsünün Kur'an'da olmadığını ispatlamak için Kütüb-ü Sitte'de yer alan bazı hadisleri örnek vermesi de ilginçtir.
Öztürk'ün hadisle ilgili beyanı şudur: "Bu hadislerin Ebu Davud'daki şeklinde 'kadın ve erkek ellerimizi aynı kaba sarkıtıp daldırarak toplu halde abdest alırdık' denmektedir. Bu hadislerdeki ifadeler bize kollektif bir uygulamayı haber vermektedir. Ve bize gösterir ki Asr-ı Saadet'teki kadınlar erkekler yanında abdest uzuvlarını açabiliyorlardı"11. Öztürk'ün girdiği tartışmalarda geleneğin kutsadığı ahad haberlere dayanan delilleri küçümsemesi yanında bu kez görüşleri için bir hadisi dayanak getirmesi "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" dedirtiyor. Hadisin zanniliğinden öte, hangi döneme ait olduğu, ortamı ve şartlarının muammalığı da demek ki Öztürk"n ilim adamlığı sıfatına bir eksi getirmiyor. Ayrıca hükmünü sağlamlaştırmak için işi kollektif yapılmış bir uygulamanın anlatılmasının mütevatirlik belirttiğini söylemeye kadar vardırıyor. Bu metodun İslam geleneğinde eşi rastlanmamış bir yöntem mi olduğu yoksa egemenlere yaranmak ve başörtüsü zulmünü meşrulaştırmak için mi ortaya konulduğu cevabı malum bir soru olarak zihinlerde beliriyor. Geleneksel hadis kültürünün çelişkilerini çok iyi bilen ve fırsat bulduğu her ortamda deşifre etmekten hoşlanan Öztürk'ün "Kur'an'daki İslam"ı Peygamberin önderliğinden ve onun sünnetinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkaramayacağını anlaması gerekiyor. Tabii eğer bu çabalarının amacı egemenlerin kendini müstağni gören, Allah'ın sınırlarını aşan yaşam tarzlarını meşrulaştırmak değil de gerçekten Kur'an'ı anlamak ve yaşatmak ise...
Bu konuda söz söyleyen ve İslami kesime yakınlığıyla tanınan bir diğer isim de Hüseyin Hatemi'dir. İslam'ın kadına hak ettiği değeri verdiğini, örtünmenin kadının aşağılanması demek olmadığını, tam tersi batının kadını çağdaşlık adı altında ticari bir metaya indirgemesini iki yüzlü bir ahlak anlayışının sonucu olduğunu12 yazıp çizen Hatemi bu olumlu söylemleriyle İslami kesimin değer verdiği yazarlar arasında yer alıyor. Kur'an vahyi ile Rasul-ü Ekrem'in davranış ve öğretilerinin çelişmeyeceğini ifade eden ve Rasul-ü Ekrem'in buyruğuna uyarak İslam'ı çelişik seçeneklere çelişik ve eşdeğer dayanaklar getiren bir çelişkiler yumağı halinden kurtarmayı bir ödev olarak benimsememiz gerektiğini13 söyleyen Hatemi nedense başörtüsü konusunda Rasulün uygulamasını, bu pratiğin sürekliliğine ve ehli beyt çizgisini görmezden geliyor. Hatemi, "Saçların, yüzün cüzü olarak açık kalıp kalamayacağı, yoksa açılmasından zaruret olmadığı için kapanması gereken bir beden bölümü olup olmadığı açıkça belirtilmiş değildir. Bu sebeple ihtiyat ve takva yönünü tercih edenler saçlarını da örterler"14 diyerek olayı takva ve ruhsat bağlamında ele alıyor. Dolayısıyla saçlarını başörtüleriyle örten müslüman hanımlar aslında takvayı tercih eden, mecbur olmadıkları halde ihtiyatlı davranan kimseler oluyorlar. Hatemi'nin bu yorumuna göre; peygamberin Kur'an'ı uygulaması ve örnekliği sünnet başlığına değil takva başlığına giriyor. Böylece bir müslüman Kur'an'ı kendi okuyup onu kendi başına pratize ederse bu makbuldür. Ancak bununla yetinmeyip Peygamberin okuması, yorumu ve pratiğini tercih ederse bu takva olur. Ve ihtiyaten tercih edilmiş bir uygulamadan başka bir şey değildir. O zaman Kur'an'daki diğer amellerle ilgili olarak örneğin; namaz, haccın yapılışı, zekat gibi konularda da ihtiyatlı davranmak istemeyen müslümanlara hiç kimse bir şey diyemez ve Peygamberin uygulaması dışında başka bir sürü namaz ve hac şekli ortaya çıkabilir. Hatemi'nin bu yaklaşımla başörtüsüne bakarken göremediği en önemli nokta Hz. Peygamberin Kur'an'ı uygulamasının asıl olduğu ve yalnız ihtiyaten tercih edilen bir takva değil Allah'a itaatin Rasulün örnekliğinden geçtiği gerçeğidir.
Ayrıca Hatemi'nin takva kavramına verdiği anlam Kur'an-ı Kerim'de anlam bulan takva kavramının içeriğine pek benzememektedir. Kur'an'a göre takva ve azimet dini yaşamada iki ayrı mertebe değildir. Takva dini yaşarken yani; emri yerine getirirken takınılan tavır ve duyarlılık bilincidir. Yani emrin yerine getirilişi bu sakınma bilinciyle yapılır. Hatemi, Peygamberin uygulamasını takva olarak niteleyerek aslında Hz. Peygamberin yegane örnekliğini elinden aldığını ve onu sadece bir postacı konumunda gören anlayışlara kapı araladığını fark edememektedir. Bununla birlikte Hatemi "İslam'da örtünme yoktur" demediğini ve yanlış anlaşıldığını öne sürerek bir bakıma sistemin baskıcı yüzünden ayrışmak için faaliyet göstermektedir.
Hatemi, kadınların başlarını örtmesinin kamu düzeni alanıyla değil, ferdi hürriyet alanı ile ilgili olduğunu vurgu yaparak sorunu bir özgürlükler sorunu olarak tanımlamaktadır. Ancak bilinmesi gerekir ki her şeyden önce başörtüsü müslüman kadının kimliğidir. İslami kesimde de çoğu kez fark edilen bu bakış açısı, başörtüsünü sadece bir özgürlük sembolü olarak kurgulamakta ve modern söylemin getirdiği bireysellik anlayışı içerisinde "hiç kimse bana istemediğimi yaptıramaz" biçiminde bir ifade özgürlüğü sorununa indirgemeye çalışmaktadır. Bu söylem aslında deyimlerimizi, sözlerimizi ve dayanaklarımızı İslami olan her türlü kaynaktan ayırma gayretinde olan darbeci söylemin de bir başarısı olarak önümüzde duruyor. İslami ölçüleri baz almaktan gittikçe uzaklaşan bir şablonla modern söylemin değer yargılarının gittikçe alternatifleşmesi söz konusu. Oysa başörtülü bir müslüman kadın referanslarını ve haklarını ne modern düşünüşün değer yargılarından ne de geleneğin "fitne patentli" iffet anlayışından almaz. Referanslarını sadece Allah'ın ölçü ve sınırlarından alır. Başörtüsü bir özgürlük sorunundan önce bir inanç sorunu ve kulluk sorumluluğu meselesidir. Karşı çıkılan öncelik özgürlüklerimizden önce Allah'ın emirlerine yöneliktir. Karşı çıkılan başörtüsü bireysel kimlik değil, başörtüsü İslami kimliktir.
Başörtüsü konusunda son moda yorumlayıcılardan biri de bu işin yalnızca teorisiyle değil, bizzat etken olarak pratiğiyle de görevli olan Zekeriye Beyaz'dır. Başörtüsü yasağının bilinçli bir şekilde ilahiyat fakültelerinde de uygulanmaya başlanmasıyla 28 Şubat sürecinin başından beri medya ve ilahiyat profları işbirliğiyle yürütülen dinin tahrifi politikalarının artık kurumlaştırılmak istendiği açıkça ortaya konulmaktadır. Bu kurumsallaşma sürecinin aktörleri ise yavaş yavaş ortaya çıkmakta. 2000-2001 öğretim döneminde Türkiye'nin en gözde ilahiyat fakültesi dekanlığına getirilen, herkesin önceden beri TV ekranlarındaki çağdaş (!) yorumlarıyla tanıdığı Beyaz, yeni başörtüsü yorumuyla uyguladığı yasağın meşruiyetini aramaktadır. Beyaz, Nur Suresi 31. ayetindeki "ziynet" kelimesine kendine has bir yorum getirdi. Beyaz'a göre buradaki ziynet kelimesi gerdanlık, halhal vs. gibi takıları ifade ediyor. Hz. Aişe'nin Ben-i Müstelika gazvesinde gerdanlığını düşürüp kaybetmesi ve bunun üzerine zina iftirasına uğramasını konu alan ifk hadisesinin Nur Süresindeki tesettür ayetlerinin nüzul sebebi olduğunu söyleyen Beyaz, Hz. Aişe'nin kaybolan gerdanlığından hareketle ziynet kelimesini yorumluyor. Beyaz'a göre örtünmesi gerekli ziynetler kadınların değerli takılarıdır. Bunların örtünmesiyle kadınlar hem gerdanlıklarını sıkıca sarıp düşerek kaybolmalarını önleyecekler, hem de hırsızların onları çalması tehlikesinden emin olacaklardır. Bu yoruma göre; örtünme Nur Suresi ayetlerinde başından beri verilmek istenen iffet ve ahlaki terbiyeyi sağlayacak bir emir değil, hırsızlara karşı sunulan bir tedbirdir. Oysa ki ayetlerin başından okunması bu yeni yorumun ne kadar parçacı temelsiz ve kasıtlı bir bakış açısıyla yapıldığını anlamak için yeterlidir. Tesettür ayeti olarak bilinen 31. ayetten önce Allah-u Teala mümin erkeklere sesleniyor; "Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temizdir"
Dolayısıyla bu ayetler önce mümin erkeklere ahlaki ve fiziki bir ölçü veriyor. Ardından mümine kadınlara seslenen 31. ayet bu kez kadınların iffetini sağlamaya yönelik emirler getiriyor.
Ayrıca ayetin devamında kadının kimlere karşı örtüneceği açıklanmaktadır. Belirtilen kimselerin kadınla aralarında nikah bağı kurulamayacak kimseler olması da herhalde toplumsal ahlakı sağlayacak bir düzenlemeyi göstermesi açısından tesettürün anlamını pekiştirmektedir. Zannedersek Beyaz, ayetin bu kısmını ya görmezden geliyor ya da hırsızlık ile mahremiyet arasında kimsenin bilmediği psikolojik bir bağ tespit ediyor. Ancak bize göre bu psikolojik bağ, mahremiyetle hırsızlık arasında değil, Zekeriya Beyaz'ın tahrif yeteneğiyle efendilerinin hedefleri arasında olsa gerek.
Zekeriya Beyaz'ın bu eşsiz yorumu kendisi dışında kimse tarafından pek revaç bulmamış gibi. Çünkü kendisi gibi başörtüsüne yeni bir yorum getiren çağdaş yorumlayıcılar bile onun bu görüşünü "ziyneti burada 'takı' olarak almak mantıksızlıktır. Şu halde kadın gerdanlık taktığı boynunu örtecek, hiçbir şey takmadığı göğsünü açabilecektir! Kur'an'ı Kur'an ile aklı selim ile yorumlamak gerekir"15 diyerek eleştiriyorlar.
Beyaz'ın bu yorumunu yine de küçümsememek gerekir. Böyle bir yoruma çok da alışılmış ve kolay bir usulle ulaşmadığı ortadadır. Ayrıca bu yorumun ona dekanlık koltuğunu kazandıracak kadar sahiplerinin takdire şayan bulduğu bir yorum olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Aslında bu yorumun, onun din anlayışının bir sonucu olduğu inkar edilemez. Basına verdiği demeçlerde Kur'an'ın ulu'l emre itaati emrettiğini, dolayısıyla başlıca görevinin "kendi gibi olan emir sahiplerine itaat" olduğunu açıklayan Beyaz, işte inandığı bu dinin sahiplerine itaat etmektedir. Bu amaç uğruna Allah'ın ayetlerini az bir pahaya satmaktan da geri durmamaktadır.
İslami kimliği zedelemek ve yıpratmak için düzen tarafından sahneye konulan bu suni tartışma bir yandan sistemin artık her yönüyle İslami değerlere karşı saldırıya geçtiğini bize anlatırken diğer yandan da müslümanların bu saldırıya geleneksel kültürün materyalleri ve formlarına dayanarak karşı koyamayacağını gösteriyor. Yürütülen tartışmada yorumlara cevap verme iddiasıyla sunulan savunmaların zannilik belirten ahad haberleri kaynak gösterip başörtüsünün hükmünü bazı zayıf müfessirlerin yorumlarına hapseden bir anlayışın mahsulü olması toplumu tatmin etmiyor. Ve geleneğin tutarsızlıklarından faydalanmayı çok iyi bilen reformcu söylemin hanesine puan kazandırıyor. Açık bir ifadeyle tekrarlamak gerekirse "başörtüsü Kur'an'daki bir kelimeden çıkartılan yorumlarla kabul edilmiş tartışmaya açık bir konu değildir. Kur'an'ın emrettiği tesettürün bir parçasıdır. Mütevatir sünnetle günümüze dek yaşanarak gelmiş bir uygulamadır. Bu uygulamayı nakzedecek bir veri kaynaklarda yoktur"16.
Bilinçli olarak ortaya atılan ve İslami kimliği çözmeyi amaçlayan pratik ya da fikri alandaki bu dayatmalara müslümanlar ancak tevhidi bir bakış açısına ve temel referans olan Kur'an'ı ve sahih ve mütevatir sünneti önceleyen zihnî bir zindeliğe sahip olarak karşı çıkabilirler. Böyle bir perspektifle konuya yaklaşan her müslüman sahneye konulan bu oyunun Hz. Adem'den bu yana süren hak-batıl mücadelesinin son halkalarından birine şahitlik ettiğini kavrayacaktır. Müslümanlar olarak üzerimize düşen ise atalarının bir devamı olan "çağdaş samihler" karşısında bir Musa bilinciyle hareket etmek ve İslami kimliğe sahip çıkarak mücadele etmektir.
"Ey iman edenler! Eğer Allah'ın davasına yardım ederseniz, O da size yardım eder. Ve adımlarınızı sağlamlaştırır. İnkar edenler ise; yıkım onlara olsun. Allah onların bütün iyi işlerini değersiz kılacaktır. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini çirkin gördüler. Allah onların bütün yapıp ettiğini boşa çıkardı" (47/7-9)
Dipnotlar:
1- Mutçalı, Serdar, el-Mucem'ül Arab'ül Hadis.
2- İbni Kesir, Hadislerle Kur'an Tefsiri, c. 11, s. 5873.
3- a.g.e., s. 5867.
4- Ibn Manzur, Lisan'ül Arab.
5- Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c. 6, s. 180.
6- Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf, c. 1.
7- Ateş, Süleyman, a.g.e., s. 181.
8- Karaman, Hayrettin, İslam'ın Işığında Günümüz Meseleleri, İstanbul 1992, c. 3, s. 51-52.
9- Karaman, Hayrettin, İslami Araştırmalar Dergisi, c. 5, sayı 4, s. 288.
10- Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'an'daki İslam, İstanbul 1994, s.613-614.
11- a.g.e., s. 614.
12- Hatemi, Hüseyin, İlahi Hikmette Kadın, Birleşik Yayınları, İstanbul, 1999, s. 38.
13- Hatemi, Hüseyin, Temel Kaynaklardan Yararlanmada Yöntem, İşaret Yayınları, İstanbul 1988.
14- Hatemi, Hüseyin, İlahi Hikmette Kadın, s. 313-314.
15- a.g.e., s. 312.
16- Candan, Fatma, Başörtüsünün Kaynağı, Kur'an ve Rasulullahın Fiili Sünnetidir, Haksöz Dergisi, s. 45, Aralık 1994, İstanbul.
- Salih Amelleri Çoğaltalım
- 28 Şubat’ın Dört Yıllık Bilançosu: Her Alanda Çürüme, Her Alanda İflas
- 28 Şubat: Bir Hikmet-i Devlet Abidesi
- Türk Siyaset Geleneğinde Ordunun Rolü
- Kitle Kültürü ve Yabancılaşma
- Kuşatılmışlık: Evrensellik ve İnsan Hakları mı?
- Marmara İlahiyat’ta Protesto
- İlahiyatlılar ne yapmalı!..
- F Tipi Özgürlüğü(!)
- Duyumsal Yalıtım (tecrit) ile Sistematikleştirilen İşkence
- Kadının Kur’an’dan Yükselen Sesi
- Kadının Dışlanması Sonucu İslami Harekete Vurulan Darbe
- Kadın, Şemsiyenin Dışında mı Bırakıldı?
- Başörtüsü Özgürlük Sorunu mu Kimlik Sorunu mu?
- Kur’an’da Kadın ve Kadının Sesi Meselesi
- Müslüman Kadının Statüsü: İslami Hareketin Gelişim Göstergesi
- Çıkar Amaçlı İman
- Nüzul Sürecinde Kavramlar -3
- Almanya'ya Anadolu'dan Göç Sorunları
- İman Amel İlişkisi
- Gerçek Hikaye
- Zindan Mektupları -5
- Beni de götür anne!
- Filistin
- 28 Şubat Sivil Savunma Günü