1. YAZARLAR

  2. Esra Çifçi Dindar

  3. Başörtüsü Direnişi Müslümanca Varoluş Mücadelesidir!

Esra Çifçi Dindar

Yazarın Tüm Yazıları >

Başörtüsü Direnişi Müslümanca Varoluş Mücadelesidir!

Haziran 2006A+A-

Soruşturma: Başörtüsü Yasağının Anlamı ve Çözümü

Sorular

1. Türkiye'de bir kısmı yarım yamalak da olsa son yıllarda bireysel ve kolektif özgürlükler alanında birtakım gelişmeler yaşanmakta; yasal düzenlemelerle hak ihlalleri giderilmesine ve düşünce, ifade ve örgütlenme önündeki engellerin azaltılmasına yönelik bir süreç işlemekte. (Örneğin Kürtçe yasağı ve siyasi partilere üye olma gibi engellerin kaldırılması; sivil toplum örgütlerinin hareket alanın genişlemesi, işkence vakıalarının azalması vb. gelişmeler.) Buna karşın başörtüsü yasağı konusunda düzenin, egemenlerin giderek daha şedit tavırlar içerisine girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2. Başörtüsü sorunun uzaması özelde başörtülüleri ve genel olarak da İslami duyarlılığa sahip kitleleri nasıl etkilemektedir?

3. Toplumsal mutabakat kavramı sizce ne ifade etmektedir? Bu bir kaçış teorisi mi, yoksa Türkiye gerçeğinin bir kavranışı mıdır?

4. Anketlerde halkın büyük bir bölümü başörtüsü yasağına karşı görüş belirtmekte ve yasağa son verilmesini istemekte. Buna karşın aynı anketlerde en önemli sorunlar sıralamasında ise başörtüsü sorununun çok gerilerde kaldığı da görülmekte. Yani toplumun bütünü açısından değerlendirildiğinde başörtüsü yasağının bir sorun olmakla birlikte yakıcı, öncelikli sorunlardan bir sorun olmadığı sonucu ortaya çıkmakta. Yasağın sürmesinde bu algılamanın etkili olduğu söylenebilir mi?

5. Düzenin baskıcı ve zorba tutumu karşısında peruk, yeni bir türban modeli ya da "zorunluluk fetvası" türünden arayışlar sizce hangi ideoloji-siyasi zemine oturmaktadır? Ne ölçüde mazur görülebilir?

6. Mevcut hükümetten başörtüsü sorunu karşısında somut planda neler yapmasını ne tür adım ya da adımlar atmasını istiyorsunuz, bekliyorsunuz? Sizce Ak Parti Hükümeti'nin yapabilecekleri ya da yapması gerekenler nelerdi(r)?

7. Başörtüsü sorununa nasıl bir itikadi-ameli çerçeve içinde yaklaşılmalıdır? İslami sorumluluklarının bilincinde olanlar açısından yapılması gereken nedir?

 

1. Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı sadece bir insan hakları ve din hürriyeti ihlali değildir. Bu ülkede yaşanan baskı süreci, kuruluşundan bugüne Cumhuriyet ideolojisinin topluma yerleştirmeye çalıştığı seküler ve Batılı değerler dünyası ile İslam'ın sunduğu ve toplumda duyarlık seviyesinde de olsa hala devam eden İslami aidiyet arasındaki mücadelenin en görünür yüzünü ifade etmektedir. Başörtülü kadının kendini İslam'a nispet eden bir kimliğin unsurlarını üzerinde taşıyarak özenilir ve örnek bir kadın tipi olarak tanımlaması, sosyal hayatın her alanında bu kimlik ile varolması, düzenin yerleştirmeye çalıştığı modern cumhuriyet kadınına alternatif olarak İslam'ın kadınlarını gündemleştirmekte. Yaşanan AB süreci ile pek çok alanda özgürleşme yaşanabilir. Kürt sorunu, diğer etnik azınlıkların varoluş sorunu, ifade özgürlüğü, işkence gibi problemler ulus-devlet formülünün artık demode olduğu küreselleşmeyi hedeflemiş Batı dünyası için tecrübe edilmiş ve çözümü kolay sorunlar çerçevesine girmekte. Ancak Müslümanların bir üst kimlik olarak İslam'ı yaşamaya dönük talepleri ve mücadeleleri Batı tarafından henüz tüm yönleriyle anlaşılamamış ve çözülememiş bir problem. Türkiye ayağında da AB başörtüsü sorununun temsil ettiği İslami kimliğin anlam dünyasına karşı kendi açısından bir cevap üretemedi. Bu nedenle ne Türkiye'deki laik sistemin temelini oluşturan oligarşiyi ne de kendi durumunu riske atmak istemeyen bir yasaklama sürecine ortak olmakta. Ayrıca batı ülkelerinde yaşanan sorunun sadece yükselen ırkçılık ve İslam düşmanlığı ile özetlenmeye ve açıklanmaya çalışılması başörtüsü yasağının gerçek anlamda gündeme oturmasını engelliyor. Tüm bunlara rağmen Batı için başörtüsü yasağı halen, açıldığında kolay kolay kapatılamayacak bir kara kutuyu temsil etmekte.

Leyla şahin davasının gerekçeli kararında sunduğu argümanlar AİHM'in konuya, gerek bilgilenme gerek izah getirme bağlamında ne kadar üstünkörü ve yüzeysel yaklaştığını ve Batı'nın bu kara kutuyu açmaya hala pek de gönüllü olmadığını bizlere göstermekte. Fakat dünyayı buna mecbur bırakmak bizim yürüttüğümüz mücadelenin geleceğine ve gücüne bağlı. Müslümanlar ve sekülerizmin yerli ya da yabancı temsilcileri eninde sonunda ciddi bir hesaplaşmayla karşı karşı gelecekler. Müslümanlar bu karşılaşma da hesap veren değil, hesap soran olmak için başörtülerine İslami kimliklerinin bir parçası olarak sahip çıkmalıdırlar.

2. Bu konuda özel ve genel bir kitle ayrımına gitmenin doğru olduğu kanaatinde değilim. Çünkü başörtüsü sorunu sadece yasağa muhatap olanları değil, o bireyin ailesini ve sosyal çevresini etkileyen bir problem. Başörtüsü yasağı bahane edilerek İslami değerlerin horlanması ve aşağılanması hiç şüphesiz kendisi ya da yakını yasağa muhatap olmamış olsa bile İslami duyarlılık taşıyan herkesi etkilemekte. Sorunun sosyal, psikolojik, ekonomik pek çok olumsuz etkisi var. Özellikle AKP'nin iktidarda olduğu bir dönemde Müslümanların bu sorunu çözememeleri veya çözülmesi yönünde siyasi baskı uygulamada yetersiz kalmaları büyük bir moral bozukluğu ve ümitsizliğe neden olmakta. Bu olumsuz tabloya eklenen bir diğer durum ise; Müslümanların başörtüsü yasağından mağdur olan insanlara sunacak bir alternatif üretememiş olması. Baştan itibaren tartışılan yurtdışında eğitim seçeneğinin bireysel ve geçici bir formül olduğu artık daha açık bir biçimde ifade edilebiliyor. Tüm bu olumsuzluklara ve moral bozukluğuna rağmen Müslümanların sonuçları uzun vadede etkili olacak önemli bir sosyal deneyimden geçtikleri kanaatindeyim. Sistemden bağımsız ve sisteme alternatif bir sosyal alan üretmenin önemini bu süreçte daha iyi kavrıyoruz. Türkiye'de tarihten bugüne süregelen -son iktidar döneminde yeniden hortlayan- sağcılığa ve devlete sığınmacı bir İslam anlayışının tartışmaya açılması bilinçli Müslümanlar açısından yükselen bir gündemi ifade etmekte.

3. "Toplumsal mutabakat" söylemini dile getirenler açısından düşündüğümüzde tabii ki AKP için bir kaçış formülü. Fakat Türkiye'deki egemenleri tutumu ve sistemin genel işleyişi açısından bakıldığında bir ülke gerçeğini ifade ediyor. Sistemin, toplumun talepleri konusundaki duyarsızlığını açık bir biçimde anlatıyor. Fakat burada önemli olan husus sunulan "toplumsal mutabakat" tezi ile hedeflenenin ne olduğudur. Toplumun büyük bir kesiminin karşı olduğu bir yasak ile ilgili başka nasıl bir mutabakat beklenmektedir? Halk zaten başörtüsü yasağının kalkması için bir mutabakata sahiptir. Ancak eğer burada "toplumsal mutabakat"tan kasıt laik oligarşinin ve uzantılarının, yasağın kalkması ile ilgili ikna edilmesi ve "toplumla mutabakata varması" ise bu asla gerçekleşmeyecektir. Yasakçıların baskılarını ve küstahlıklarını gittikçe arttırması bunun açık bir kanıtıdır.

Öte yandan toplumsal mutabakat söyleminin zaman zaman Müslümanlar tarafından benimsenmesi daha da önemli bir yanılgıya işaret etmektedir. Son dönemlerdeki referandum söylemleri ile de ortaya çıkan bu husus; dini bir inancın ve eylemin meşruiyetinin çoğunluğun takdirine bırakılması gibi bir yanlışlığı beraberinde getirmektedir. Müslümanlar için tek meşruiyet kaynağının İslam olduğu unutulmamalıdır.

4. Bu durumu Türkiye insanının toplumsal ve siyasi bilinci açısından düşündüğümüzde oldukça normal karşılıyorum. her insan öncelikle temel insani ihtiyaçlarının karşılanmasını talep eder. Nüfusunun çoğunluğu fakirlik sınırının altında yaşayan bir ülkede ekonomik problemlerin öncelikli sorun olarak görülmesi şaşırtıcı değil. Bu sahip olunan siyasi bilinçle de ilgili. Türkiye insanı "karnını doyurma" talebini karşılanması gerekli ihtiyaç olarak görürken bu hakkın diğer tüm taleplerle olan ilişkisini ve bu yönüyle aslında bir ifade yaşama özgürlüğü sorunu olduğunu görememekte. Oysa yaşanan ekonomik ve sosyal eşitsizliğin altında hiç şüphesiz devamlı zengin oligarşinin lehine işleyen bir bir hukuk ve yürütme zinciri ve bu zinciri sağlam kılan baskı ve yasaklama süreçleri söz konusu. Bunun karşısında Türkiye halkının tepkisizliği ya da verdiği tek tepki "yakınmak".

Başörtüsü sorununun anketlerde gerilerde yer almasının asıl önemli nedeni sorunu yaşayanların başörtüsü yasağının anlamını topluma tam olarak anlatamamış olmaları. Eğer uygulanan yasağı sadece bir eğitim hakkı ya da bireysel özgürlük sorunu olarak görürsek bu sorun sadece yasağa muhatap olanları ilgilendirecektir. Fakat başörtüsü sorununu halka rağmen -halka dayatılmaya çalışılan bir sistemin ürünü ve bu haksız sistemi ortadan kaldırmak isteyen bir yaşam biçiminin yok edilmesi olarak ele alırsak tablo tüm toplumu ilgilendirir. İnsanlara sistemin yok etmek istediğinin sadece bir avuç azınlığın ülke kaynaklarından yararlandığı bu ekonomik düzeni kaldırılmasını hedefleyen İslam'ın toplum anlayışı olduğunu ve başörtüsünün bu kimliğin bir parçası olduğu için yasaklandığını anlatmak zorundayız. Başörtüsü sorununu sadece bir insan hakları sorunu değil, bir sistem sorunu olduğunu bu topluma gösterdiğimizde yasak ve baskılar tüm toplumun gündemini oluşturacaktır.

5. Sunulan modellerin başörtüsüne çözüm olamayacağı ortada. Çünkü başörtüsünün yasağı ile hedeflenen salt bir kıyafetin yasaklanması değildir. Öte yandan bu formüllerin yasakçılar açısından da hiçbir anlamı olmadığı ortadadır. Bilakis bu gibi reçetelere kafa yoranlar yasak koyucular değil, yasağa bir şekilde muhatap olanlardır. Yani başörtülüler şapka taksalar dahi; yasak devam edecektir. Ancak burada önemli olan asıl husus; yasakçıların tutum ve baskılarından hiçbir geri adım atmamasına rağmen, yasakla karşılaşanların tavizkar ve sığınmacı bir tutumu alışkanlık haline getirmeleridir. Ki bu alışkanlık yasağı çözmek yerine, başörtüyü ve mücadeleyi çözmek gibi bir sonuca hizmet etmektedir.

6. Türkiye'de demokratik sistemin halkın iradesinden ziyade egemenlerin çıkarlarına hizmet eden bir kandırmacadan ibaret olduğu açıktır. Hal böyleyken AKP'nin istese de başörtüsü yasağını ortadan kaldırabileceği düşüncesinde değilim. Fakat AKP'nin uygulamalarının yasağı çözmek yerine yasağı daha da yaygınlaştırması başörtüsü tartışmalarını sistemin lehine ve Müslümanların aleyhine olacak şekilde mecralara sürüklemesi, yasağı değil, mücadeleyi zayıflatmaya yarayan yaklaşımlar içine girmesi, bizleri AKP'nin başörtüsü konusundaki samimiyetini tartışmamız gerektiği sonucuna götürmektedir.

Başörtüsü yasağının çözümü için sanki hukuki bir yasaklama varmış gibi anayasa değişikliğini gündeme getirmek, toplumsal mutabakat veya kamusal alan formülleri ile yasağın meşruiyetini sağlamlaştırmak gibi yaklaşımlar AKP 'nin sorunu çözme isteği yanında anlaşılır kabul edilemez.

Tüm bunlarla beraber; AKP'nin üç yılı aşkın iktidar süresince halka alttan alta yaygınlaştırmaya çalıştığı modeller ya "gerektiği zaman başını aç" ya da "resepsiyona gidemeyen eşlerimiz gibi evde otur" şeklindedir. Bu durum da ümitsizlik ve yılgınlık ortamını beslemektedir.

Başörtüsü mağdurlarının bu tablo karşısında AKP'den yasağın kaldırılması yönünde bir beklentileri olması söz konusu değildir. Ancak AKP'den başörtüsü ile ilgili tek talebimiz en azından yasağın doğru ve adil bir biçimde tartışılması için zemin sağlaması, başörtüsünü çözücü ve yasağı kanıksamaya dönük politikalarından ve söylemlerinden vazgeçmesi olmalıdır.

7. Başörtüsüne Müslüman kimliğimizin üzerimize yüklediği sorumluluklardan biri olarak bakmalıyız. Bu nedenle muhatap olduğumuz yasağı yalın bir insan hakkı ya da eğitim hakkı problemi olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Sistem başörtüsünü sıradan bir dini sembol olarak değil, sosyal hayata hitap eden İslam'ın en önemli sosyal düzenlemelerinden biri olduğu için yasaklamıştır. İstesek de istemesek de bu bir mücadeledir. O halde bizler bu yaşam tarzına ve İslami arka plana da sahip çıkan bir bilinçle başörtüsü yasağı ile mücadele etmeliyiz. Bunun farkına varmayan bir hak arayışının kazanımları olabilir, bir gün başörtüsü dini bir sembol olarak okullarda serbest olabilir. Ama bu sefer de Müslümanlar içi boşaltılmış bir dini sembol ya da çeşitlilik söylemleri içinde bir moda rengi haline dönüşmüş bir başörtüsü modeli ile baş başa kalırlar ve böyle kazanımın Müslümanlar açısından pek bir şey ifade etmeyeceği geçmiş tecrübelerle sabittir.

Bu yüzden söz konusu sorunun Müslümanca bir varoluş mücadelesi olduğunu kavramak zorundayız. Bu bilinçle bir yandan yasakçılarla ve efendileriyle mücadele etmeli, diğer yandan sistemin bizi bağımlısı kıldığı sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardan azade alternatifler için çalışmalıyız. Mücadelemiz sonunda yasaklar kalkıp okullara geri çağrılsak da, kendi alternatiflerimizi tercih edebilecek kadar özgür olduğumuz bir dünyanın inşası için gayret göstermeye devam etmeliyiz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR