1. YAZARLAR

  2. Şefik Sevim

  3. Aziz Bir Dostun Ardından

Aziz Bir Dostun Ardından

Aralık 2020A+A-

“De ki:Hayatım da ölümüm de âlemlerin rabbi Allah içindir.” (En’am, 162)

Aziz dostum!

Senin ölümün üzerine bir gün bir şeyler yazacağımı hiç tahmin etmezdim. Hesaba katmadığımız manevi ıstıraplardan birisi de en yakın dostumuzun ölümü üzerine bir değerlendirme yapmamızdır, anladım. Ama görünen o ki hayat, hiç hesaba katmadığımız daha birçok duruma bizleri alıştıracaktır.

Ölümün her şeyi kendi özüne döndüren ilahi bir yasa olduğuna iman ediyoruz. Fakat fıtri yapımız gereği hüzün ve sevinçlerimizin, bedenimiz ve duygularımız üzerinden farklı yansımalarda bulunarak bizleri duygusal bir atmosfere sürüklemesi de bir hakikatimizdir.

Sessiz nasihatçimiz olan ölüm, 18 Kasım günü gecenin koyulaştığı anda, herkesin kısmi ölümünü yaşadığı, gecenin gizemine ve sükûnetine herkesin bedenlerini teslim ettiği bir vakitte, dünyayı teslim alan gizemli bir virüs üzerinden bizi gene uyardı. Bu çığlığı duymakta geciktim. O saatte dostlarımız tarafından çalınan telefonlarımı duymadım. O gece, bir hassasiyetle daha yüzleştim ki bir dava adamının telefonu gecenin her saatinde başucunda olmalıdır.

Sessiz uyarıcımız olan ölüm, ölümün de aynı zamanda bir tezahürü olan gecenin sükûnetinin kıvamını yakaladığı bir saatte ansızın bize de sürpriz yaptı. Geçmişte olduğu gibi sessiz uyarıcımız hep sürpriz yapmayı kendi potansiyelinde taşımıştır; gözyaşlarımızın duygusal hürmetini kale almadan. Çünkü onun sürpriz tarzı sünnetullahın işleyişinin bir gereğidir.

Yaşadığımız gezegende sonbaharın sonu, ölümü en iyi hissettiğimiz günlerdir. Sararan yapraklar, kuruyan otlar, dökülen güller, üşümeye başlayan yaşlılar, zayıflayan güneş ışınları...

Bünyemizde hissettiğimiz geçici hazlar, bedenimizin doymak bilmediği tadımlık dünyalıklar, bu hakikatimizi kabullenmeye karşı direnç gösterse de bizler de kuşkusuz kendi sonbaharlarımızı yaşayarak sünnetullahın genel işleyişine bir denge sunuyoruz aslında.

Bir yakınımızın ölümüyle yüzümüze çarpan yakıcı gerçekliğimiz, çaresizliğimizdir. Çaresizlik her yerde acziyet değildir, bazen teslimiyettir. Çaresizliğimiz biraz da haddimizi bilmemizdir.

Abdurrahman Polat abinin pozitifliği, sosyal çevresinde herkesin nezdinde onu hayırla yâd ettirecek bir hatıra arşivi oluşturmuştur. Zaman zaman belirginleşen çıkışlarını bile, var olan gidişata karşı sorumluluk duygusunun bir sonucu, bir itiraz çığlığı olarak okuyorum. Sitemkâr tarz, her ne kadar umut kırıcı bir tarz olarak görülse de samimiyetle yapıldığında unutulmamalı ki temelinde bir endişe barındırır, bir itiraz vardır.Sitem bazen “olması gereken”in zımnen seslendirilmesidir.

Kapı eşiğinde en fazla misafir yoğunluğunun yaşandığı evi, bölgesel mahalli sorunlara çözüm üretmedeki kararlılığı, kendi değerlerimizi gündemleştirmedeki nükteci yaklaşımları, bölgenin yakın tarihsel hafızasından damıtarak anılarla ve özdeyişlerle süsleyip süzdüğü tespit ve değerlendirmeleri, hatta yer yer ironileri düşünsel sermayemize apayrı bir zenginlik katmıştır. Kendi özgünlüğünde çok geniş bir aileyi zapturapt altında tutma çırpınışları, bütün bunlara ilaveten şahitlik çabalarından geri durmayan “saha adamı” olma vasfı gelecek neslimizin örnek alması gereken bir tarz/duruş olarak görülmelidir.

Bölgedeki İslamcılık serüveninin kendi işleyişi içerisinde ürettiği “çınar ağacı” zannettiğimiz nice “çürük kavak ağaçları”na inat, iradeli ve kararlı bir aidiyet duygusuyla istikrarlı bir duruş sergileyen bu tarz, gelecek neslimizin müstakim ve müstakar kalma açısından rol model olarak alması gereken bir tarzdır. Bu aidiyet ve istikrarlı tarzı her süreçte ve her sorunda gösterebilme iradesinden geri durmamıştır rahmetli abimiz.

Bugün belki de çoğumuzun cesaret edip söyleyemediği en büyük sorunumuz, geçici dostluklar, mevsimlik, sezonluk kardeşlik kıvamını yakalayamamış arkadaşlıklar, hesaplar, konjonktürel ilişkiler ve projelerdir. Sahici olmayan dostluklar ve vefayla harmanlanmayan ilişki ağlarıdır. Kimi yerlerde eşlerimizin, çocuklarımızın arkadaşlıkları üzerinden, kimi yerlerde ayak alışkanlıklarımız üzerinden, kimi yerlerde mahalli birlikteliklerimiz ve kültürel kodlarımız üzerinden geliştirdiğimiz ilişki tarzlarıdır.

Bu tabloya inat, Abdurrahman abi ve ailesi ile tanışıklığımız ve bu tanışıklık üzerinden geliştirdiğimiz dostluğumuzun başlangıç tarihi, Ekim 1977’ydi. Ortaokul ikinci sınıfta okurken rahmetli Hamdin abinin okula gelip idareden iznimi alarak eve götürmesiyle başlayan bir süreç… Bir cuma günü Arapkendi Camii’nde kıldığımız cuma namazından sonra öğle yemeği ikramı ile başlayan dostluk... Ve bugün bu kelimeleri yazdığım 2020 Kasım ayı. 43 yıllık, gün geçtikçe olgunlaşan kadim bir dostluk… İnsicamına halel gelmeyen dostluk, hürmete layık bir dostluktur. Genel anlamda mahallemizde gittikçe ilişkilerdeki mayanın buharlaşması, ruhun ölmesi, bu tarz dostlukları aranır kılmaktadır ne yazık ki.

Bir mücadelede yönlü olmak, her zaman kişinin yol arkadaşları ve inandığı sabiteler için önemli bir kazanımdır. Yönlü olmak, birçok süreç ve sorunlara karşı tahammülkâr bir zemin oluşturur. Hele toplumsal sorunların bir sağanak gibi üzerimize yağdığı süreçlerde ve ortamlarda yönlü olmanın nasıl çözüm üreten bir tarz olduğunu daha iyi fark ederiz.

Birçok sorunun örfi olarak çözülebildiği bir coğrafyada olmamız, Abdurrahman abinin veya bu tarz Müslümanların varlığını daha da anlamlı kılmakta. Bu anlamda rahmetli Abdurrahman abinin bizler için önemli bir kayıp olduğunun herkes farkında. Fakat bu hakikati yazmak belki de bana nasip oldu.

Ruhumuzu sızlatan en acı musibetler, belki de bizleri en fazla terbiye eden musibetlerdir. Burada asıl olan, musibetten veya Rabbimizin her bir kaderinden nasihat çıkarabilmemizdir. Ölümlerimizle beraber bizleri ölümsüzleştirecek olan erdemli yüreklerde bir iz bırakabilmektir. Bu iz, bazen bizi eğitebilecek salih bir amel, bazen de gülümseten duygusal bir anıdır. Bazen de birkaç gözyaşı ile son bulan efkârlı ruh halidir.

Hasret yurdundan vuslat yurduna bir intikal olan ve aynı zamanda Rabbimizin çağrısına bir icabet olan ölümü düşündüğümüz oranda kendimizi fark ederiz. Dolayısıyla ihlaslı duruşumuzla ölümü selamlayabildiğimiz oranda dünyevileşme girdabına boğulmaktan kurtulabiliriz. Yaşarken kendisiyle sözlü olduğumuz ölüm, sınırlı idrakimizle bizlere gizemli gelen bir âleme her birimizi vakti takdir edilmiş bir saatte kolumuzdan tutup usul usul götürüyor binlerce yıldır.

Mübarek bir emekle büyütülen bir derginin sayfalarında yer alan bu cansız satırlar, umarım ruhunuz için bir duaya dönüşecektir aziz dostum…

Sanırım sizi tanıyan her kardeşiniz, 68 yaşınızla, sahip olduğunuz cevvaliyetinizin istisnai bir profil oluşturduğu gerçeğini teslim edecektir.

Ömrünün sonuna kadar büyük bir kerem ve hürmetkâr bir zarafetle misafir ağırlayan tarz, gençlerimizin nikâh akitlerinde bu hassasiyeti bireyselliğin ve konformizmin hazzını yaşamada cüretkâr gibi görünen hanımefendilere şart koşmaları gereken bir tarzdır. Bu kayıp inceliğimizi nasıl gerçekleştireceklerini Abdurrahman amcalarının yaşam tecrübesini olgunlaştırdığı sosyal çevreyle geliştirecekleri sıla-i rahim üzerinden öğrenebilirler.

Aziz dostum!

Bir daha Meydan Çayevi’nde buluşup bir program yapmayacağız. Terzi Muhip’te güz mevsiminde beraber kumaş beğenmeyeceğiz. Yolculuklarda dengbêjlerin kahramanlık ağıtlarını beraber yorumlamayacağız. Beraber bağbozumuna gitmeyeceğiz. Dernek mescidinde özlemlerimizi gidermeyeceğiz ama Rabbimize karşı samimiyetimizde bir yol kazası yaşamazsak, ahirette Rabbimizin cennetinde Suriyeli yetimlerimizle, Arakan’daki gözü yaşlı annelerimizle, okyanusların dibinde bir mezara bile sahip olmayan kimsesizlerle, coğrafyamıza üşüşen haramilere karşı direnen kahramanlarla, elçilerle ve salih dostlarımızla buluşacağımıza iman ediyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR