Azgınlaşan Irkçılık: Siyonizm
Thucydides (MÖ 5. YY) savaş tarihinde gemi azıya alıp istediğini yapabilen taraf ile ezildikçe ezilen tarafların hikâyesini anlatır. Zayıflar bir kuru yaprak gibi biçare hale geldikçe güçlü taraf baskısını maksimum derecede artırmaktadır.
Tarihin bize öğrettiği, bu güç eşitsizliği toplu yok oluşa kadar gidebilir ya da zayıf bir hamle ile silkelenir ve güçlünün hiç bitmeyecekmiş sanılan gücünün karşısında durur. O an, güç sarhoşluğu yaşayan mütecaviz tarafın barıştan uzaklaştığı, yarattığı tek taraflı baskı ile o kapının hep kapalı kalacağını düşündüğü andır. Lakin ihtirasına kendini kaptırması sonunu getirebilmektedir.
İsrailli muhalif yazar Ilian Pappe, Krizdeki Gazze kitabında, barışın iki dost değil iki düşman arasında bir müessese olduğunu söyler. İsrail-Filistin savaşında mütecaviz taraf gücünün azamisini kullanıyor izlenimi verse de askerî gücünü pazarlık kozu gibi de kullanıyor, onu esir pazarlıklarında gördüğümüz gibi lehe çevirmek için kullanıyor. Filistin halkı yeniden kazandığı ivme ve özgüven ile biçare değil. İsrail ile barışın gerekliliği ayrı konu ama tokat yiyince diğer yüzünü asla çevirmeyecek bir Filistin direnişi İsrail’i barışa her zamankinden fazla zorlayacaktır; ödenen ağır bedele rağmen.
Siyonist Arka Plan
Irkçılık ile Siyonizm arasında yakın bir ilişki var. Bir milletin kurtuluşu gibi ilk bakışta masum gözüken bir gerekçeye sahip Siyonist ideolojinin, gitgide artan bir dozda nasıl bir ırkçılık belasına dönüştüğünün örnekleri, Filistin topraklarında bir süredir en yakıcı haliyle yaşanıyor.
18. ve 19. yüzyılda Yahudi aydınlanması haskala denen hareket ile başladı. Hasqala, Tevrat’ı çağın şartlarına göre uyarlayan reformist bir adaptasyon projesiydi. İlerleme ve reform ülküsü, zamanla Siyonist propoganda makinesi habara’ya dönüşerek tek ırkın ve onun Mesihçi dinî amaçlarının hizmetkârı oldu.
İsrail devletinin arka planı, kuruluşu ve bugün yol açtığı zulüm ve işgalin perdelenmesi yolunda bir kısım tarihçi, Siyonizm’in kökeninde ilerici bir düşünce hareketi olduğunu anlatır. Sivil yönüne dikkat çekerek onu cilalarlar. Ancak her koşulda Siyonist çıkarları öne çıkarıp Filistinlileri ezmek amacına müteallik pragmatizmin kodlarıyla yüzleşmezler.
Politik alanda, Siyonizm’in bugün Netanyahu’nun ve Likud Partisinin birlik çağrısıyla topladığı ulusal koalisyon ile tek hedefe kilitlendiği görülüyor. Bu Siyonizm açısından gelip dayanılan en son noktadır.
Filistinlileri ‘şeytan’ olarak göstererek Yahudilerin dinî duyarlılığına seslenmeyi ihmal etmeyen bir mesaj veriyor. En zorba militarist yöntemlere başvurarak ırkçılığını alabildiğine dışa vuruyor. İsrail cephe genişletmekten de kimyasal silah kullanmaktan da kaçınmayacaktır. Fosfor bombasının kullanımına çeşitli uluslararası konvansiyonlar ile sınırlama ve yasaklar getirilmiş olması İsrail’i durdurmuyor. Yeraltı tünellerini vurmakta kullanılacağı konuşulan sünger bombaları gibi pek çok silahın kimyasal silah gibi kullanılma durumuna ilişkin az bilgiye sahibiz. Sünger bombasının test aşamalarında bazı İsrail askerleri bu kimyasal karışıma maruz kalarak kör oldu. İsrail’e karşı hukuk en ciddi silah olarak karşısına dikilmek zorundadır. Eğer bugün yaramaz çocuk gibi İsrail’in her yaptığı yanına kâr kalıyorsa bunun nedeni uluslararası kurum ve muhatapların sessiz kalması, dahası onu resmen teşvik etmesi kadar İsrail’in boşlukları istismar etmesidir. Havadan denizden, karadan yağdırılan bombalar, sanılmasın ki Ortadoğu rejimlerine ABD’nin sattığı silahların aynısı. Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ülkeler imha gücü düşük ayarda tutulmuş silahları satın alırken, İsrail tahrip gücü yükseltilmiş silahları Gazze halkı üzerinde tepe tepe kullanabiliyor. Silah üreticilerinin, cephanelerinin yerdeki insanlar üzerindeki etkilerini -daha tahripkârını yapmak adına- yakinen gözlemlediklerinden emin olabiliriz.
Filistinlileri ‘şeytan’ ilan eden bir kin ve nefret, ağızlarına doladıkları bir hakaret ifadesi olmanın ötesinde çeşitli dinî cemaatlerin ruhunu okşama hesabı gütmektedir. Yeni Ahit, St John’da (16:16) geçen Armageddon inancına göre, “Yeryüzünde ahir zamanda kralların zinde (şeytani) kuvvetleri, Allah’ın kuvvetlerine karşı [Bu durumda onlar İsrail askerleri oluyor!] savaşa tutuşur...”
Netanyahu, bu dinî söylem ile Harediler gibi ülkenin en hızlı büyüyen ultra- Ortodoks gruplarının gönlünü almaktan çok kendilerini ahir zamanda vuruşan Allah’ın askerleri (!) olarak görürken, Amerika’daki ‘neo-konservatiflere’ ve ‘Judeo-Christianlara’ selam çakmayı unutmuyor. Oysa Allah’ı hakkıyla tanısalardı onun adil olduğunu ve adalet isteyeceğini düşünmeleri gerekmez miydi?
Filistin halkı için ‘medeniyet düşmanı’ ya da tarihsel bir travmayı harekete geçirerek ‘Nazi’ suçlamasında bulunuyorlar. Bu söylemler tek bir hedefe hizmet ediyor: Filistin ve İslam düşmanlığı ile medeniyetler arası savaşı kızıştırarak taraftar kazanmak. Netanyahu’nun 28 Ekim’de İsrail’in “İkinci Kurtuluş Savaşı” ilanı tesadüf değil. Siyonist siyasi erk, savunma ile taarruzu yer değiştirerek kullanıyor. Böylece, kendilerini kurbanlaştırarak akıllara seza davranış sergiliyorlar. Özünde yukarıda bahsettiğimiz kasti çarpıtma mantığı yatıyor. Tam habara doktrininin vaaz ettiği gibi.
Yeni Kolonyal Düzen
Siyonizm teolojik olarak bu amaç için mi doğdu yoksa tarihsel süreç mi onu buraya getirdi? Bu sorunun cevabını Siyonist Başbakan Benjamin Netanyahu’nun şahsına yönelik de sorabiliriz: Netanyahu’yu, İsrail devletini her türlü barıştan kaçan ve bütün kartları kendi masasında toplayan “kazan/kazan” siyaseti mi yıllardır iktidarda tutuyor yoksa bu oluşum dışardaki aktörlerin de etki ettiği bir sürecin eseri mi? Buna verilebilecek cevap şudur: Neyantahu hem sonuçtur hem de sebep. Tıpkı İsrail devletinin bir Siyonist proje olarak hem sonuç hem de sebep olması gibi.
Milliyetçilik konusunda çalışmalarıyla tanınan Anthony Smith’in Yahudi milliyetçiliğinde ‘etnik önsel’ (primordial) kabullerinin insanları nasıl zıvanadan çıkaran sonuçlara yol açtığı son gelişmelerin ışığında daha iyi görülebiliyor. Bu yaklaşım Yahudi toplumunu etnik anlamda farklılaştıran bir temele sahiptir ve insan iradesini donduran determinizme saplanmıştır. Buna göre Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur. Önü alınmayan her milliyetçilik azgınlaştırır.
Aklı Felç Eden Propaganda
İsrail ve İsrail dışındaki Siyonizm karşıtı muhalefet olgusunu tek bir çuvala doldurup basite irca etmemek gerekiyor. Bugün dünyanın dört bir yanında, İsrail’e ve Siyonizm’e karşı bir mücadele sürmektedir. İsrail propaganda ağızları bir an olsun susmadan bu mücadeleyi söndürmeye, boğmaya çalışıyor. Gazze’de süren savaş ile ilgili en küçük bir ayrıntıyı bile karşılıksız ve manipülatif bırakmamaları kitle kanaatinin cephede savaşı kazanmak kadar değerli olduğunu bize göstermektedir.
Her medya ve bilişim alanını markaj altına alan yeni kolonyalizm gerçeği ile karşı karşıyayız. Filistin Chronicle yayın organı yaşanan manzarayı şu sözlerle tasvir etmekte: “İsrail’in etkili halkla ilişkiler birimi mitler ve ikilemler yaratır. 1948’den bu yana yarattığı mantıksızlık ile hukuksuz olanı hukuki gösterebilmektedir. Bu sayede ahlaksız olan ahlaki, demokratik olmayan demokratik gözükebilmektedir.”
Klasik kolonyalizm güç ve propaganda kozlarını sahibinin direkt eline verir. Fransa emperyalizmini Fransa, İngiltere emperyalizmini İngiltere temsil ederdi. İsrail ise davulu kendisi tutuyor, tokmağını rahatlıkla başkalarının eline vererek yeni yeni vekiller yaratıyor. Yeniden tahkim edilmeye çalışılan kolonyal sistemin geniş kitlelerin gözünü ince tehditlerle korkutması en büyük becerisi sayılabilir. Filistin halkı açısından ise onurlarını yükseltmeleri savaşı kazanmaları demektir. İsrail ne kadar bomba yağdırırsa yağdırsın izzetle direnen halkı yenemeyecektir. Zaten o halk şahsiyetsiz yaşamamak adına direnmektedir. İşte bu, hayattır.
İsrail dünya sistemini esir alarak İran, Suriye, Ürdün, Mısır gibi ülkeleri mütemadiyen düşmanlaştırırken, diğer yandan uluslararası etki alanının bir parçası kılarak güvenlik esaslı çalışıyor. ABD gibi ülkelere sadece silah yardım fonuna 14 Milyar Dolar eklenmesi gibi bir teferruat kalıyor. İran, Suriye devletine karşı danışıklı restleşmeler ile beslenen gerilimde, İran’ın yüzde yüz kendi kurgusu olmayan ama oltasına geldiği döngüden kabadayılığı bırakıp ne zaman inandırıcı bir hasım olacağı merakla beklenmekte. Suriye’de ellerinden kan damlayanların aynı kanı Filistin’de temizlemeye zahmet etmeyecekleri boş bir tahmin sayılmaz.
Renkler, Desenler ve Gerçekler
Yahudi asıllı İngiliz yazar ve akademisyen Colin Schindler ‘Siyonizm Tarihi’ kitabında siyasal ve dinî Siyonizm’in 20. yüzyılda askerî Siyonizm karşısında yenik düşerek tarihî bir fırsatı kaçırdığı yaklaşımında bulunur. Bu tezin arkasında revizyonist Siyonist olarak bilinen Ze’ev Jabotinsky’i (1880-1940) referans gösterir. Jabotinsky’nin bir Siyonist olarak din fanatizmine dayanmadan Siyonizm’i modern çağın seküler mekaniğine uydurmaya çalıştığı anlatılır. Günümüz İsrail’inin Jabotinsky değil, Ben Gurion’un eseri olduğu vurgusu yapılarak Siyonizm’in bagajındaki imkânların bugün yaşananlardan farklı açılım potansiyeli taşıdığı ima edilir. Buna göre, Jabotinsky, Arapları da içine alan mutlak galip bir Siyonist devlet hayal etmiş ve Gurion’un ayrılıkçı İsrail devletine karşı çıkan bir tutum sergilemişti. Son tahlilde, zaman içinde Jabotinsky anlayışı ile Gurion anlayışı bütünleşerek aynı hizmete yani İsrail devletinin beka ve egemenlik kavgasına dönüştüğünü söyleyebiliriz.
“Her şey aslında farklı olabilirdi!” teranesi iyimser Siyonist tarih söyleminin bir parçasıdır. Anshel Pfeffer’in “Bibi: Netanyahu’nun Çalkantılı Hayatı” adlı biyografi kitabında Netanyahu’nun babası bir tür vicdan gibi yansıtılmaktadır: Benzion Netanyahu da Jabotinsky’nin revizyonist Siyonizm’ine bağlıdır. 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasına başarılı olamaz diye karşı çıkar ve aktif siyaseti bırakır. Benjamin Netanyahu’nun babası zaman içinde baştaki İsrail devletine karşı tereddütlü tutumunu bir kenara bırakır ve İsrail idealine sarılır. Bibi lakaplı oğlu Benjamin, bir yanıyla babasının yapamadığını günümüzde -gözü dönmüş şekilde- icra ederken, esasında bir Siyonist düşü gerçekleştirmektedir. Yahudi milis teşkilatı Haganah İsrail devletinin emrine verildi ve İsrail Silahlı Kuvvetlerine (IDF) dönüştü. Ayrıca Irgun gibi Siyonist terör örgütlerinin derin yapıları sistem ile bütünleştirildi. Böylece Siyonist çıkarların taviz tanımaz tedhiş gücü devletin emrine verildi. Ne var bunda; her devlet askerî gücünü bu şekilde düzenler, diyenler çıkacaktır. Bu konuda, Alman hükümetinin holokost tazminatlarını bile silah harcamaları için hortumlayan ve bir savaş makinesine dönüşen İsrail bu alanda rakipsizdir.
Seküler revizyonist veya düpedüz sivil milliyetçilikten beslenen Siyonizm’in değişik renkleri iç mücadeleyi kazansaydı özellikle Netanyahu ile büsbütün askerî Siyonizm pençesine düşülmezdi iddiası temelsiz bir iddia. Habara ideolojisinde her daim görülebileceği gibi ister asker ister sivil Siyonizm olsun tek hedefe kilitlenme durumu söz konusu.
Tarihçi Benny Morris gözden geçirip yeniden düzenlediği Filistinlilerin zorla tehcire uğratılmasına ilişkin görüşlerinde Filistinlilerin topraklarından sürüldüğü Nekbe’nin aslında müstakbel İsrail’in amaçlarını meşrulaştırma çabası taşıyan zamanlar üstü karakterine değinir. Buna göre, Nekbe bir modeldir ve hep sürmelidir. Bir think-tank kuruluşu olan Disiplinlerarası Çalışmalar Merkezi, İsrail’in resmî siyasetinin ‘etnik temizlik’ olması gerektiğini söyler. İster zorla tehcir ister işgal isterse de Gazze’de son haftalarda gördüğümüz toplu kıyım bu amaca hizmet etmektedir.
Edward Said’in Filistin aleyhine gördüğü için müteaddit defalar eleştirdiği Oslo Anlaşması (1993) İsrail’e istediği gibi eğip büküp yorumlayacağı bir keyfilik ve sorumsuzluk zemini yaratmıştı. Adım adım Hamas’ın bugünkü tavizsiz tavrını İsrail’in zorbalığı doğurdu. Başta işaret ettiğimiz Thucydides’in tanımına dönerek söyleyecek olursak gücün tek elde maksimize olduğu ve kesintisiz zulme döndüğü vasatta zayıfın çaresizliğe itildiği dengesizlik ilanihaye süremezdi. Netanyahu liderliği Siyonizm’in aynı kalma ve dönüşüm imkânlarının potansiyelini yansıtması açısından değerli bir vakadır önümüzde.
Eski Fransa Başbakanı Dominique de Villepin sürecin sorumlusu olarak sağcı hükümete fatura çıkarmakta ve bir röportajında şunları söylemektedir: “Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında Theodor Herzl tarafından savunulan seküler ve siyasi bir davaydı. Bugün ise büyük ölçüde Mesihçi ve İncilci bir hal aldı. Bu, İsraillilerin de uzlaşmak istemedikleri anlamına geliyor. Aşırı sağcı İsrail hükümetinin yaptığı her şey, kolonileşmeyi teşvik etmeye devam etmekten ibaret.”
Likud için sağcı parti dense de İşçi Partisinin de Siyonist uygulamalara ne kadar farklı yorum getireceğini anlamak için Labor Parti eski lideri Barak’ın 7 Ekim sonrası sürece ilişkin demeçlerindeki benzerliğe bakmak yeterlidir.
Netanyahu’nun ve sağ parti Likud’un uzlaşmaz tutumunun barışın önündeki asıl engel olduğu dile getirilir. Sol tandanslı Haaretz gazetesi Netanyahu karşıtı bir siyasi çizgi izler. İsrail’in Ortadoğu’daki tek demokrasi olduğu kabulüne dayalı sağ-sol tercihlerini öne çıkaran yaklaşımlar eski liderlerin Yitzhak Rabin veya Ehud Barak ile daha makul çıkış yolları bulunabileceğini söylerler. -Kaldı ki İsrail tarihinde “barış”a en çok yaklaşılan Taba Anlaşmasından (2001) kalkan da Ehud Barak değil miydi? Buna rağmen Netanyahu’nun, emsalleri içinde İsrail’in başına gelen en fena liderlerden biri olduğu söylenebilir. Nedenlerine eğilelim:
Netanyahu’nun bir ideolog olarak sürdürdüğü düşmanlık tarihten beslenir. Medeniyet savaşı olarak pazarladığı şey, İslam’a karşı ortak bir saf tutma halidir ve temelleri kadimdir.
Netanyahu doktora tezinde Endülüs’ten Müslümanların sürülmesini olumlu bir eşik olarak görmüştür. Hristiyanlar eliyle Müslümanların İspanya’dan sürülmesini Yahudilerin ekmeğine yağ süren miladi bir gelişme olarak görür. Adına ‘The Reconquista’ denen bu Hristiyan fütuhatını över. Buradaki dinî ve tarihî taassup, Sefarat Yahudilerinin İspanyol zulmünden Osmanlı tarafından kurtarılmasına ve gösterilen misafirperverliğe rağmen paradoksal şekilde Yahudi sürgününün gerçek sorumlusunu görmezden gelir. Tarihsel bir retrospektifle Yahudilere zulmeden Hristiyan İspanyol İmparatorluğunu kurtarıcı gibi görürken, onları davet eden Müslüman iktidarı, tarihten silinecek ve kaybedecek unsur olarak hayal etmektedir. ‘Medeniyet ortaklığı’ dedikleri bu derin taassup, bugün Batı ile ittifaklarının da duygusal ve bilişsel temelini oluşturur ki bu inancın en temelinde İslam düşmanlığı yatar. Madem ortak düşman Müslümanlardır, onların tarih sahnesinden sürülmesi hiç de fena olmayacaktır!
Netanyahu’nun doktora tezi ile bugün Filistin topraklarında yaşananların uyumu sahiden dikkat çekicidir. Bir zamanlar Hristiyanların bayrağı alıp gerçekleştirdiği fütuhat sırası büyük ideolog kabul edilen Netanyahu’nun bu spesifik akademik tespitleriyle Siyonistlere geçmiştir artık!
‘Silah ve Müzakere’
Avner Cohen “Bir Müzakere Aracı Olarak Bombalar” kitabında İsrail’in gerek silahlanması gerekse silahları yağmur gibi insanların üzerine yağdırmasının bir toprak kazancı olması kadar pazarlık aracı olduğuna değinmektedir. Bir yandan, bombalarını pazarlık aracı gibi kullanıp iç tüketime hizmet ediyor olmasının sorun olduğuna işaret eden yazar, devamında şu tespiti yapar: “İsrail için güvenlik esastır gerisi teferruattır.” Bu bakışla Gazze’ye yağan bombaların hem araç hem de amaç olma durumu vardır. Kitap her ne kadar silahların araç olma boyutunu öne çıkarsa da silahların ‘yıkmak’ ve ‘toplu temizlik’ gibi bir fonksiyonlarının da olduğu bir gerçek.
İsrail, bombaları yağdırdıkça bu caydırıcılık üzerinden Filistinlilerin bileğini bükmeyi hâlâ düşünüyor olabilir. Ancak 7 Ekim’den sonraki yeni konjonktür ile bunun pek de mümkün olmadığı açığa çıkıyor. Çünkü karşısında bu sefer kararlı direniş gücü var. Elbette bu tamamlanmış bir süreç değil, lakin direniş, yağan bombalara rağmen kalıcılık kazandığında İsrail’in bel bağladığı propagandanın da yaldızları umuyoruz ki dökülecektir.
İsrail’in büyük felaketi dünya kamuoyunun tepkisi büyüyerek çığ haline gelince yaşanacak. İsrail o yüzden elini çabuk tutması gerektiği gibi davranıyor ve maalesef bir süre daha böyle davranacak.
- Çok Yönlü İşgal
- Soykırıma Direnen Şehir: Gazze
- Gazze, ‘Aksa Tufanı’ İle Tarih Yazdı
- Gazze’den Dersler
- İzzeddin el-Kassam’ı Silahlandırma Onuru Kime Nasip Olacak?
- Gazze İçin Herkesin Yapabileceği Bir Şeyler Vardır
- Azgınlaşan Irkçılık: Siyonizm
- Batı Medyasının Maskesi Düştü
- Siyonist Saldırılar Hamas'ı Değil Netanyahu'yu Yok Edecek!
- Avrupa’nın Gazze’ye Yönelik Savaşta Utanç Verici Suç Ortaklığı