1. YAZARLAR

  2. Nehir Aydın Gökduman

  3. Anne Üşürüm Yokluğunda

Nehir Aydın Gökduman

Yazarın Tüm Yazıları >

Anne Üşürüm Yokluğunda

Ağustos 2010A+A-

Doktorun karşısına geçip oturdum. Kafamda söze nereden başlamalıyım sorusu. İçimdeki sıkıntı sıradağlar gibi. Tedirginim, kararsız, hesaplı. Daha koridorda sıramın gelmesini beklerken başlıyor içimdeki alışveriş. Bakalım kapının ardından ne çıkacak?

Bir hastane koridorunda, doktor sırası beklerken yaşanan yürek gelgitleriyle başlıyor, Anne Üşürüm Yokluğunda…

Uzunca bir dönem Vakit gazetesindeki yazılarından tanığımız, şimdilerde ise yetime, öksüze, yolda darda kalmışa; savaşla, açlıkla, yoklukla sınanan, dahası yeryüzünün tüm mustazaflarına yardım götüren bir kuruluşta, İHH’nın Kadın Kollarında koordinatör olarak faaliyet gösteren Demet Tezcan, 2010’un Şubat ayında ikinci deneme kitabını okuyucularıyla buluşturdu.

Demet Tezcan 2007 yılında Timaş Yayınlarından çıkan ilk kitabı Bir Çığır Öyküsü’nde Şule Yüksel Şenler’in hayatını anlatmıştı. Bir döneme tanıklık eden ve oldukça ses getiren Bir Çığır Öyküsü’nün ikinci baskısı Ramazan ayında İlke Yayınları’ndan çıkacak.

Demet Tezcan ikinci kitabı Anne Üşürüm Yokluğunda’da ise birbirinden içli, samimi ve çarpıcı denemelerle adeta iç evimize ayna tutuyor. Kitap daha elimize aldığımız andan itibaren bizi içine çekiveriyor. Kitabın sayfaları arasında kâh hüzünle kâh ibretamiz ilerlerken, annesi, Cennet Teyze’nin Rabbe dönüşünün ardından, kalbinde yer eden ne varsa düne, bugüne, yarına dair bir bir ortaya döktüğünü görüyoruz Demet Tezcan’ın.

Kitabın kapağında hikâye ibaresi bulunsa da sayfaları çevirdikçe sahici, hiçbir kurguya dayanmayan, uzunlukları birkaç sayfayı geçmeyen fakat sizi derinden sarıp kuşatan satırlarla karşılaşıyorsunuz. Hayatın rutinlerine takılıp kaldığımız, kent kültürünün seküler atmosferinde bunaldığımız günlerimiz bir duygu anaforuna aralanıyor. Pek çoğumuzun içinde büyütemediği, büyütmek istemediği çocuk canlanıyor sanki.

“İçimdeki çocuk benden baskın çıktı. Hemen öne atılıp tüm acısı ve terk edilmişliğiyle benden önce o konuştu. Ben sustum. O dillendirip döktü ne varsa…”

İçindeki çocuğu öldürmeyen, ama çocukluğun naif, kırılgan, güçsüz doğasına da teslim olmayan yazar, kitap boyunca ölüm/hayat ikileminde durup düşünmeye, yaşamın hay huyu arasında nefeslenmeye, yaratılış gayemizi her dem zihnimizde ve kalbimizde canlı tutmaya çağırıyor bizi.

“Hayat mı bize bakıp hızla geçiyor, biz mi hayata şöyle göz atıp durmadan, duramadan geçip gidiyoruz? (…) Bir film senaryosu gibi tasarlıyoruz hayatımızı, bir roman gibi. Bir başlangıcı ve sonu olacak. Aksamalar, inişler, çıkışlar, acılar olsa bile sonu hep iyi olacak, iyiler kazanacak, yaşanması gerekenler yaşanılacak, mutlu bitecek. Oğullarımız, kızlarımız olacak. İşimiz, kariyerimiz, eşimiz, dostumuz; hayatı yaşayacağız, bölüm bölüm.

Giriş, gelişme sonuç!

Son-uç!

Birden karşımıza çıkıveren ölüm gerçeği ve plânlarımız alt-üst…”

Demet Tezcan, ölüm temasına böyle parmak basarken aslında pek çoğumuzun farkında olarak ya da olmayarak bir koşuşturma ve hengâmeye terk ettiğimiz kulluk sorumluluklarımızı hatırlatıyor biteviye. Kitap baştan sona planlarımızın üstünde plan yapan Yüce Rabbi hatırlatıyor bize.

Yazar hemen her bölümde değil ama sık sık annesinin varlığı ve ölümü üzerinden betimliyor hayatı. Anne gibi masum ve anne kadar güçlü bir varlık üzerinden sorguluyor yaşam fenomenini. Anne olgusu; pek çok satırda kutsal bir ekmek, yüreğe serpilen bir avuç su, yaslanılacak dev bir çınar, serin bir gölgelik ya da tutunulacak sağlam bir dal olarak çıkıyor karşımıza.

Ve anne yitirildiğinde yaşanan o acı ve düşülen devasa boşluk boğazımıza acımsı bir yumru olarak düğümleniveriyor ansızın.

“Nefes alıyorsanız hâlâ ve sevdiklerinizle aynı gökyüzünün altını paylaşıyorsanız, soluk alıp verdiğini biliyorsanız bir yerlerde hiçbir şey imkânsız, hiçbir yer uzak değil. Hiç önemi yok mesafelerin hayatta olduğunu biliyorsunuz ya varsın isterse okyanuslar olsun aranızda…” diyen satırlarda derin bir iç çekişi, hicranı ve özlemi duyumsuyorsunuz.

Bu satırlardan sonra sevdikleriniz aklınıza düşüyor. Ne kadar vakit ayırıyorum sevdiğim insanlara? En son ne zaman aramıştım? Bana gönül koyan var mı? Kalbini kırıp incittiğim kimse?.. Haksız yere suçladığım, ayağımı kestiğim, helallik almadığım birileri… İhmal ettiğim bir yakınım? Sahi ben yakınlarıma ne kadar yakınım? Bu gibi sorular peş peşe zorluyor zihninizi. Ve anlıyorsunuz ki bir kez daha vefa duygusu hayatı anlamlı kılan yegâne köşe taşlarından biri... Ertelenmiş duyguların, göstermelik arayıp sormaların, yapmacık sevgilerin ve en önemlisi de Rab için olmayan, Allah rızasına dayanmayan hiçbir his ve tavrın, davranışın anlamı yok yeryüzünde…

Demet Tezcan, kitabında birbirinden önemli ayet ve hadislere de yer vermiş. “Ben de bir yetimdim.” diyen Allah Rasulü’nün iç çekişi hissediliyor bir bölüm başında. Diğer bir bölüm başında yer alan “Asra andolsun ki insan hüsrandadır, ancak iman edip salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” ayetleri ise kitabın genel temasıyla birebir örtüşüyor diyebilirim. Yazar ayrıca denemelerinde yoğunlukla birçok ünlü düşünürün fikirlerine de yer vererek ayrı bir zenginlik sunmuş bizlere. Demet Tezcan kitap satıldığı müddetçe gelirini yetimlere bağışlayacağını söyleyerek de kitabın ruhuna çok uygun bir bağış yapmış.

Sevgili Demet Hanımefendiyi, İlke Yayınları’ndan çıkan ve 158 sayfa olan bu kıymetli eserinden dolayı kutluyor, annesi Cennet Teyze’ye Rabbimden rahmet diliyorum. Ölüm ve hayat ikileminde iç evimizin sırlarına ışık tutan ve bizlere Kur’an perspektifiyle itidali tavsiye eden kardeşimize bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR