Amiraller Emekli Olsa da Kemalist Dayatma Ruhu Görev Başında
Türkiye siyasetinde sorunların kökenine, kaynağına değil, tezahürlerine, sonuçlarına yoğunlaşma eğilimi baskın bir tutum ve köklü bir tartışma geleneğidir. Ülke gündemini meşgul eden hemen her konuda bu durum kendisini gösterir. Sorunların kökenine gitmek, ayrışmalara sebep olan gündemleri derinlemesine ele almak çoğu zaman riskli bulunduğundan yüzeyle sınırlı kalan tartışmalar tercih edilir.
Siyasetin popülist karakteriyle de uygunluk arz eden bu durum genelde toplumun da tercihidir. Arka planı araştırmak, kaynağını tartışmak yerine dışarıya yansıyan görüntüler, veriler üzerinden bir meseleyi konuşuyor-tartışıyor gibi yapmak daha emniyetli bulunur. Bu şekilde herkes riskli alanlara pek girmeden siyasi pozisyonu korumuş olur. İşte Nisan ayının ilk haftasında Türkiye gündemine oturan emekli amiraller bildirisi vesilesiyle bu olgu bir kez daha kendisini hissettirdi.
3 Nisan gece yarısı 104 emekli amiralin ortak imzasıyla yayınlanan ve iktidarı uyaran, suçlayan bildiri karşısında Kemalist muhalefet siyaseten güç durumda kalmanın sıkıntısıyla çelişik tepkiler vermek zorunda kalırken, AK Parti iktidarı ise sert bir karşılık vererek pozisyonunu tahkim etme çabasına yöneliyordu. Bu amaçla iktidar sözcüleri ilk andan itibaren bildiriyi bir kalkışma çabası, darbe özlemlerinin bir yansıması şeklinde sunma gayreti içinde oldular. Hitabından yayınlanma zamanına, üslubundan sunulma biçimine kadar bildiriyi etraflıca cerh etmeye özen gösterdiler. Ne var ki tüm bunları yaparken bildirinin asıl omurgasını, kimliğini teşkil eden Kemalist ideolojik muhtevasını ise görmezden gelmeyi tercih ettiler.
Normal bir hukuk devletinde bir grup vatandaşın bir araya gelip siyasal gelişmelere ilişkin eleştirilerini ifade etmeleri sıradan bir eylemdir. Toplumsal, siyasal bir eğilimi temsil eden çevreler kendilerince gerekli gördükleri zamanlarda görüşlerini ya da itirazlarını kamuoyuyla paylaşma hakkına sahiptirler. Öncelikli hedef kamuoyu oluşturmak olduğundan bu tür etkinliklerin görünür muhatabı iktidar olsa dahi asıl mesaj kamuoyunadır. Bu yüzden de bu tür beyanlar, eylemler ülkeyi yöneten kadrolarca dikkate alınır ya da görmezden gelinir.
Ne var ki Türkiye gibi ordu içinden cuntaların defalarca muhtıra vererek yönetimi belirlemeye, bazen de doğrudan müdahaleyle üstlenmeye kalktıkları bir ülkede bu sıradan eylem doğal olarak sıra dışı bir mahiyete bürünmektedir. Emekli bile olsalar askerlerin örgütlü bir tarzda yüksek perdeden rahatsızlık ifade etmelerinin ve bunu da daha önceden defalarca tekrarlanmış muhtıralara benzeyen bir üslupla yapmalarının iktidarı da toplumun geniş kesimlerini de endişeye sevk etmesi kaçınılmazdır.
Nitekim bilahare gündeme gelen savcılık ifadeleri ve medyaya yaptıkları açıklamalardan bildiri eylemini organize eden kişilerin de bu durumun farkında olarak kendi aralarında konunun bu boyutunu değerlendirdikleri ve kendilerince birtakım tedbirler alma ihtiyacı hissettikleri anlaşılmaktadır. Yine de söz konusu bildiri ciddi bir gündem oluşturmuş, iktidarın şimşeklerini çekerken, muhalefeti sessizliğe mecbur bırakmıştır.
Emekli amirallerin bildirisi iki temel kabul üzerine bina edilmiştir. Bunlardan birincisi Kemalist resmî ideolojinin geriletilmesine, aşındırılmasına asla göz yumulamayacağı anlayışıdır. İkincisi ise ordunun ülke sorunlarının tespit ve çözümünde yeterlilik, kapasite düzeyi ve geleneği itibariyle imtiyazlı bir konuma sahip olması gerektiği inancıdır.
Emekli amirallerin bildirisinde Montrö tartışması, daha doğrusu tartışıldığı iddia edilen Montrö meselesi merkeze alınmış görünmesine rağmen ‘TSK içinde dinci yapılanma eğilimine göz yumulması ve Atatürkçü ideoloji ve simgelerinin azaltılmasına yönelik düzenlemeler’in asıl rahatsızlık kaynağını teşkil ettiği anlaşılmaktaydı. Bu durum da tüm eğitimlerini ve sosyalleşmelerini klasik resmî ideolojik şartlanmışlıkla tamamlamış askerler açısından normal, anlaşılabilir bir durumdur. Türkiye’de ordunun öncelikli misyonu herkesin de bildiği gibi ülkenin değil, rejimin muhafızlığıdır.
Peki, amirallerin bildirisine sert tepki veren, darbecilik defterinin Türkiye’de bir daha açılmamak üzere kapandığını vurgulayan iktidarın tavrı ne ölçüde tutarlıdır? İktidarın 15 Temmuz’da net biçimde görüldüğü üzere fiiliyata dökülmüş darbecilikle mücadele noktasında kararlı tutumuna kimse bir şey söyleyemez. Ama darbeciliği yeşerten, besleyen ideolojiyle ve kültürle mücadele konusunda yetersiz, daha ötesi vurdumduymaz olduğu da inkâr edilemez. Bunun en somut göstergesini Kemalist ideolojiye ilişkin tutum alışta görmek mümkündür.
Yaklaşık 20 yıllık iktidar sürecine rağmen AK Parti, Kemalist resmî ideolojik dayatma olgusunu toplumun ve sistemin gündeminden çıkartamamıştır. Hatta 15 Temmuz sonrasında bu alanda bir gerilemeye de gitmiş ve Kemalist ideolojinin etki alanının yaygınlaşmasına vesile olacak adımlar atmıştır. Hâlbuki o Kemalist ideoloji Türkiye’de 15 Temmuz hariç olmak üzere tüm darbelerin temel gerekçesini, 15 Temmuz’un da en azından resmî görüntüsünü, vitrinini teşkil etmiştir.
Dolayısıyla emekli amirallerin bir araya gelip bildiri yayınlamak suretiyle iktidarı baskı altına alma siyaseti izlediğinden şüphe edenler, bu bildirinin son kertede bir darbe atmosferine zemin hazırlamak amaçlı kotarıldığını iddia edenler tutarlı hareket etmek ve bu bildirinin ruhunu, arka planını kavramak zorundadırlar. Bu ülke siyasetini, geleneğini, kültürünü biraz bilen herkes emekli amiralleri harekete geçmeye sevk eden saikın Kemalist refleks olduğunu bilir.
Bu noktada iktidarın çelişkisi belirginleşmektedir. Bir yandan o bilinen, alışılagelen Kemalist refleksleri güçlendirecek, yaygınlaştıracak şekilde resmî ideolojik eğitimi, ritüelleri sürdürüp aynı zamanda darbeci eğilimin zayıflamasını beklemek manasızdır. Kemalist ruh hali uygun zemin ve şartlarda asker ve sivil bürokrasinin seçilmişlere ve topluma müdahalesini meşru görmekte, bunu bir hak, daha ötesi sorumluluk olarak değerlendirmektedir. Bu yüzden darbecilikle gerçekçi ve tutarlı bir mücadele resmî ideolojik dayatmalara her düzlemde tavır almayı, bu totaliter kültürü geriletmeyi ve toplumsal-siyasal hayattan tümüyle tasfiye etmeyi gerektirir. Emekli amiraller bir anlamda kendilerine misyon olarak belirledikleri işi yapmakta, durumdan vazife çıkarmaktadırlar. Bir darbe ideolojisi olarak Kemalizm’i tartışıp mahkûm etmeden emekli amiralleri suçlamak adil ve tutarlı bir tavır değildir.
- Kangrene Dönüşen Yara
- Aksa İntifadası: Riskler ve Kazanımlar
- İktidar Sarhoşluğu ve Giderek Büyüyen Yozlaşma Tehdidi
- Çürümüş Sistem Gerçekliğinde Beka Arayışı Trajedisi
- Gazze ve Kudüs’e Dünyadan Bakış
- Kudüs’ün İsimleri
- İsrail’in Apartheid Olduğunu Söylemek İçin Geç Değil mi?
- Siyasi Hafıza: Suriye’deki Savaşın On Yılı
- Kamalist Gençliğin Yönü -2
- Amiraller Emekli Olsa da Kemalist Dayatma Ruhu Görev Başında
- Koronavirüsü Komplo Teorileriyle Açıklamak
- Kripto Para: Kripto Ama Para mı?
- Yerlilik-Millilik Söylemi ve Milliyetçilik Üzerine
- Müslümanlığın Çocukluk Rüyası
- Din Allah’ın Oluncaya Kadar Kesintisiz Mücadele Sorumluluğu
- Kardeşlik Hukukunu İdrak
- Napolyon Bonapart Aydınlanmış Bir Lider miydi Yoksa Bir Tiran mıydı?
- Avrupa Mülteciler İçin Bir Cezaevine mi Dönüşüyor?
- Milliyetçilik ve Hayali Cemaatlerin Kökenleri
- Sadakat