1. YAZARLAR

  2. Kürşat Atalar

  3. Allah'ı aziz tutabiliyor muyuz?

Allah'ı aziz tutabiliyor muyuz?

Mayıs 2002A+A-

İştişhadi Eylemleri Nasıl Yorumlamalı?

1- Söz konusu eylemleri gerek yöntem, gerekse de siyasi sonuçları açısından değerlendirdiğinizde meşru, haklı ve etkili eylemler olarak görüyor musunuz?

2- Bu eylemlerin faillerinin siyonistlerce "terörist" olarak nitelenmelerine karşın, kimi kesimlerde ise "çaresiz insanlar" şeklinde acıma ile karışık bir sahiplenme/sempati duygusu ile karşılandıkları görülüyor. Genelde İslami çevrelerin, bu eylemlerin faillerine ilişkin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herhangi bir düşüncenin ya da eylemin meşruiyetini, Şeriat'a uygunluğu belirler. Meşru olan şer'i olandır. Dolayısıyla, dünyanın neresinde olursa olsun, kim tarafından icra edilirse edilsin, bir eylemin meşruiyetini, Şeriat'a uygunluk kriteri ile tespit etmek mümkündür. Filistin'deki son işgal vesilesiyle gündeme gelen eylemleri de aynı ölçüte vurmak gerekir. Buna göre, müminlerin husumet duyduğu bir kavme karşı ölçüyü aşmadan mukabelede bulunması gerekir. Ölçü ise, adalettir. Ayrıca, yapılan kötülüğe karşı misliyle mukabele etmek hakkı bulunmasına rağmen; müminin, kötülük sahibini de hayra yöneltebilecek bir ahlakiliğe sahip olması tavsiye edilmektedir. Örneğin kısas ayetine göre, misliyle mukabele meşrudur fakat maktulün yakınlarına -eğer katli gerçekleştiren şahıs pişmanlık duymuş ve düzelme emareleri gösteriyor ise- fidye karşılığında bağışlama tavsiyesi yapılmaktadır. Aynı şekilde, müşrikler savaş ortamlarında, müminlere her türlü zararı vermeyi meşru görürken, müminler, sivillere ve doğal kaynaklara zarar veremez, esirlere işkence yapamaz, cesetlerin kulağını, burnunu vs. kesemez, tabiata zarar veremez. Tarihte bunun örnekleri pek çoktur ve müslümanları, diğer milletlerden ayıran en bariz vasıflardan birisi de bu konuda hassasiyet göstermeleridir.

Filistin'deki son gelişmeleri de aynı kriterler etrafında değerlendirmek mümkündür. Öncelikle orada ülkeleri işgal altında olan bir toplum vardır ve bunlar, meşru savunma haklarını kullanmaktadırlar. Dolayısıyla Filistinlilerin mücadelesini, bir kurtuluş mücadelesi olarak görmek mümkündür. Fakat hangi türden olursa olsun, ister savaş alanında isterse barış ortamlarında, şer'i kuralların dışına çıkılmasına cevaz verilemez. Düşmanın her türlü zulme başvuruyor oluşu dahi, bu konuda bir mazeret teşkil etmez. Siyonistler yaklaşık bir asır boyunca, İngiliz ve Amerikan desteğini arkalarına alarak, Filistinlileri yerlerinden yurtlarından etmiştir. Buna mukabil Filistinlilerin gasbedilen topraklarını işgalcilerden geri alma hakları vardır. Bundan sonra yüzyıl geçse de bu hak devam edecektir. Fakat bu, Filistinlilerin de, Siyonistlerin yaptıklarının benzerlerini yapmalarını meşrulaştırmam.

Bu bağlamda eğer bombalı saldırı, askeri hedeflere yapılıyorsa, bunda şer'i açıdan çok fazla bir mahzur yoktur. Deniliyor ki, "İsrail halkının hepsi askerdir. Dolayısıyla bu tür eylemler herkese karşı yapılabilir." Bu doğru değildir. Çünkü bu eylemlerde en azından çocuk ölümleri olduğu bilinmektedir. Çocuğun İsrail egemenliğindeki topraklarda doğmuş olması, bir suç olarak görülemez. Dolayısıyla bu bombalama eylemlerinde şer'i olarak onaylanamayacak bir taraf olduğu ortadadır. Mümin savaşa ölmek için değil, davetin önüne çıkan engeli kaldırmak için gider. Tabii ki bunun ucunda ölüm de var, ancak ikisi farklı şeylerdir. Hz. Peygamberin bütün davet aşamalarında da haddi aşacak uygulamalara şahit olunmaz. Özellikle Mekki ortamlarda şiddete zaten izin yoktur, Medeni ortamlarda ise ancak haddi aşmayacak ölçüde şiddet kullanımı meşrudur. Öte yandan, Filistin'deki müslümanların bu yönteme başvurmak zorunda kalmalarını, "taşları bağlanmış, köpekleri salınmış belde"ye benzetmek mümkün. Gerçekten çok adaletsiz bir savaşım veriliyor o topraklarda. Yürek dağlayan sahneler yaşanıyor. Ama ne olursa olsun, bizler mü'minler olarak, kendirinizden, haklarımızdan önce Allah'ı aziz tutmalı değil miyiz? Allah bizden "İnsanlar arasından çıkarılmış vasat/hayırlı ümmet" vasfını korumamızı istemiyor mu? O halde en çok titizlenmemiz gereken hususun bu olduğunu düşünmeliyiz ve değerlendirmelerimizi ona göre yapmalıyız. Yaptığımız işte Allah'ın rızası yoksa, kendi haklarımızdan vazgeçebilmeli, Allah'ın hakkını aziz tutmalıyız. Biz de insanız; bizim de duygularımız var, fakat duygularımıza değil, aklımıza/meşru olana tabi olmalıyız. Aksi taktirde, düşmanlarımızın tezgahladığı senaryolara malzeme olma ihtimali ile dahi karşılaşmak mümkündür. Nitekim bu camia içinde pek çoklarının, son işgal girişimi esnasında Arafat yanlısı oluverdiğini hep birlikte gördük! Özellikle bu yönde bir kampanya yürütüldüğünü, dikkatli gözlerle gelişmeleri takip edenler görebilirler. Halbuki bu son olaylarda amaç, barış görüşmelerinde İslamcı grupların ortadan kaldırılmasına yönelik olarak alınan kararı yeterince uygulayamayan Arafat'a (ya da ulusalcı Filistin özerk yönetimine) "görevini hatırlatmak" ve bu süreç zarfında kaybettiği prestiji, ona geri kazandırmaktı. Amerika olmasa hiçbir şey yapamayacak olan İsrail, bu mesajı Batı adına, Arafat'a yeterince verdi. Arafat şimdi "mazlum lider" rolünü oynuyor. İşgal bittikten sonra, Arafat'ın bu mesajı aldığını gördüğümüz zaman, bu duygusal atmosferde "Arafatçı" oluverenler, o zaman gördükleri rüyadan uyanacaklar ama yine, pek çok kez olduğu gibi, iş işten geçmiş olacak.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR