1. YAZARLAR

  2. Şuayb Mekeç

  3. Âlemlerin Rabbini ve Ölümü Unutmak

Âlemlerin Rabbini ve Ölümü Unutmak

Haziran 2023A+A-

“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: ‘Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.’ Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf, 155-156)

“Beyinsizler” şeklinde okuyabileceğimiz süfehâ kelimesi, “cahillik, akılsızlık, beyinsizlik, malı boş yere harcama, küstahlık” gibi anlamlara geliyor. Sefihin zıddı halimdir. Halim; akıllı, olgun ve ağır başlı davranışlarıyla çağını ve hayatını yorumlayabilen, idrak edebilen kişi anlamındadır. Sefih; akılsız, beyinsiz diye de sadeleştirilebilir. Fakat kelime, kişinin akıl eksikliği, rahatsızlığı anlamında değil; hayatı yorumlaması, amaca ve algıya yüklediği anlamlar ve inanca-yaşama dair değerleri hangi kabul dünyasına göre tanımladığı ile ilgili bir adlandırmadır.

Mûsâ’nın (as) “(Rabbim!) İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin?” şeklindeki yakarışından, İsrailoğulları arasında kendisiyle birlikte, buzağıya tapmayan; yani bir anlamda dünyevileşip İslam’ı terk etmeyen daha başka kimselerin de bulunduğunu anlıyoruz. İsrailoğulları, kendilerine kitap, resuller ve şeriat gönderilen bir toplumdu. Yeryüzünde tevhidî bütünlüğe uygun yaşama sorumluluğu konusunda kendilerine yapılan uyarıları dikkate almadılar ve bir dönem kendilerine verilen iktidar nimetinin karşılığında rablerine hamd ve şükran eylemine yönelmediler. İsrailoğullarının dinî ve toplumsal güzergâhı bizlere ayrıntılarıyla anlatılıyor, alınacak derslerin de detayları verilerek aynı olumsuzluğa düşmememiz konusunda uyarılıyoruz. İsrailoğulları, içlerinden çok azı dışında çoğunluk olarak Kitab’a varis olmayı terk etmiş, resullerin yoluna arkalarını dönmüş bir toplum olarak bugün de yaşamlarını sürdüren bir ümmettir. Onlar ilahi çağrı karşısında gevşeklik göstermek, hükümleri reddetmek, sonradan gelen elçiye düşmanlık etmek konusunda ittifak etmiş; kavmiyetçi, narsist, fasık ve kalpleri mühürlü, gazaba uğramış zalim bir topluluktur.

Allah Teâlâ İsrailoğullarına birçok nimet ihsan eyledi. Onları zulümden ve zalimlerin pençelerinden kurtardı, çölde yaşadıkları açlık sırasında onlara rızıklar gönderdi. Fakat onlar dünyevileşme eksenini terk etmediler; vahye ve resullere ihanet etmek onların tarzı oldu. Tüm bunlara rağmen onlara; Kur’an-ı Mübin ve son nebi Muhammed (s) ile dinî bütünlüğün ölçü ve değerleri yeniden hatırlatıldı. Ama onlar bu gerçeğe de sırtlarını döndüler. İşte bize onların zaafları anlatılarak tarihteki gerçeklikler üzerinden dikkat etmemiz, dini yaşamak konusunda ihtimam göstermemiz yönünde uyarılarda bulunuluyor. İlahi beyan bizlere; hayatı İslam’ın ilkeleriyle yaşamayı, ölüme her an hazır olmayı, tevekkülü, hesap gününü unutmamamız gerektiğine dair vurguları en güzel üslup içinde sunmaktadır. İsrailoğullarının yaptığı gibi; sadece iman etmek yeterli değildir. İman ve salih amellerde, İslami ahlakta, davet sorumluluğunda ve tevekkül içinde kulluğu yaşamakta kararlılık göstermeliyiz.

Mûsâ (as), “(Ey Rabbim!) Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir.” diyerek olayı ilâhî bir imtihan olarak algılamış hem kendisi ve müminler için dünyada ve ahirette rahmet ve iyilikler dilemiştir. Yüce Rabbimiz de “Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır!” buyurmaktadır. Tüm bu ilahi işleyiş karşısında insan olarak Rabbimizin rahmetinden ve Kitab’ın ayetlerinin kalpleri uyandırması nimetinden umut kesmek yoktur. Kitabımızda “O, kendi üzerine (kulları için) rahmeti yazmıştır.” (En’am, 12) buyurularak bu hususa işaret edilmiştir. İnsan var olmakla zaten ilahi rahmete mazhar kılınmıştır. Yine insan, irade sahibi, hür ve ahlâkî varlık olarak inanç ve eylemlerinin değerine göre azabı da rahmeti de hak edecek olan bir varlıktır.

Yeryüzü İmtihanımızın Gereği: Hayat ve Ölüm

Mutlak hükümranlık elinde olan Allah yüceler yücesidir, mübarektir ve O’nun gücü her şeye yeter. Hanginizin daha güzel amelde bulunduğuna dair sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayandır. Yedi semavatı birbiriyle tam bir uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir bak; bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü bir daha çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk, 1-4)

Hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise dünyadır. Modern insan adeta ölümsüzlüğe koşuyor, sanki kulluk, ölüm, hesap sorumluluğu yokmuşçasına yaşıyor veya öyle olmasını arzu ediyor. Fakat dünyanın geçici olduğu o kadar aşikâr ki! Tüm maddeye sinmiş bir geçicilik hali, arzuların değişkenliği ve geçiciliği o kadar ortadadır ki bunları idrak etmemek mümkün değildir.

Yüce Rabbimiz insanlığa resulleri aracılığıyla kitaplar gönderdi. Son kitap Kur’an-ı Kerim kendinde hiçbir değişim olmadan inzal olduğu gibi elimizdedir ve bizzat Rabbimiz tarafından korunmaktadır. Resuller bizim gibi insandılar ve ölüp gittiler. Rabbimiz her ümmetin geçici olduğunu ve kişinin ancak kendi yaptıklarından sorumlu olduğunu buyuruyor. Her ümmete de kendi yaptıklarının hesabı sorulacaktır. Kimse kimsenin günahını üstlenmez ve o gün hiç kimseye ayrıcalık olmayacaktır.

İnsan aceleci ve unutkan bir varlıktır.

Tüm ilahi uyarılara rağmen ümmet olarak üzerimizde bazı gevşeklikler ve umursamama halleri mevcuttur. Evet, insan aceleci, unutkan ve zayıf iradeli bir varlıktır. İnsan, kalabalıklardan etkilenir. İslam’ın tevhid, nübüvvet ve ahiret olarak tanımlayabileceğimiz üç ana umdesi vardır. Bu unsurlar sıkıca birbirine bağlıdır, şayet biri eksikse diğeri bundan etkilenecektir. Günümüz insanının en yaygın haliyle kanıksadığı ölüm olgusunun unutulmasını buna örnek verebiliriz. Modern insan ölümü hatırlamak istemiyor. Önceden mezarlar şehirlerin içinde yer alırlar, hayatın bir parçası olarak algılanırlarmış. Şimdi modern şehirlerde mezarlıklar en uzak yerlerde inşa ediliyor. Ölüm unutulunca ahiret de akla gelmez oluyor. Ahiretsiz bir idrak ise tevekkülü devreden çıkartıyor. Tevekkülsüz ve şükürsüz bir kalp, Allah’ın her şeye malik olduğunu ve sadece O’nun iradesiyle tüm mükevvenatın hayat sürdüğünü idrak edemez, hissedemez duruma geliyor.

Kur’an ahkâm, ahlak ve en nezih belagatiyle insan zihninin inşasını amaçlayan bir hayat kılavuzdur. Onun belagati insan hayatına ait değerleri ve ölçüleri tam bir bütünlük içinde beyan etmektedir. Tanımlanan kullukta bu dünyada yapılıp edilen her şeyin kaydı tutulmakta ve dünya hayatı ahirete doğru yol almaktadır. Allah’ın rahmeti, hak edilmeyen ve eylemsiz bir hayat için bahşedilmiş bir tolerans değildir; o, mümince bir hayatın ödülü olarak tanımlanıyor. Felah/kurtuluş dünyadaki iman, irade ve eylemlerimize bağlıdır. İnsanın “imtihan” sorumluluğunu net anlaşılır kılmak için hayat ve ölüm birlikte zikrolunmuşlardır. İmtihan hayatın gerçekliği olarak ve istikametin bir gereksinimi olarak anlaşılmalıdır.

Mülk suresinden aktardığımız ayetlerde evrenin mükemmel yaratılışına, işleyişine ve düzenine dikkat çekiliyor. Hayatın başıboş yaratılmadığına, evrenin anlamsız ve düzensiz olmadığına, bu ihtişamın iyi kavranması gerektiğine ve insanın gaflette olamayacağına dair uyarıların vurgulandığına tanıklık ediyoruz. “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak!” Nasıl da bir ahengi, düzeni mükemmel işleyişi göreceksin. Bu ilahi işleyiş sana çok güçlü imtihan bilinci, hayatın ve ölümün gerçekliğine dair güçlü mesajlar iletmeli değil mi ey insan?

Modern İnsanın Aklı Seküler Bir Formla Şekilleniyor

Batı’da sömürge tarihi insanlığı ifsad eden seküler akıl örnekleriyle doludur. Seküler akıl sahibi kişi zalimdir, gaddardır, dinî olanı dışlar ve her şeyi materyalist, nihilist bir çerçevede ele alır. Bu akıl; yakın geçmişte sömürgeleştirilen yerlerde yerli halka inanılmaz yöntemlerle zulümler gerçekleştirdi. Batılının seküler aklı şeytanlıkta ne geçmişte ne de şimdi bir sınır tanıdı. Birkaç örnek verelim: İngilizler, Hintli erkek ve kadınlar kendi tezgâhlarında el dokuma ürünleri yapamasınlar diye ellerini kesiyorlardı. Belçikalı sömürgeci, çikolata fabrikalarında gerekli olan glikoz temini için şeker kamışı tarlalarında çalışmasını beğenmediği yaşı küçük çocukların ellerini ve ayaklarını ceza olarak kesiyordu. Fransa, Cezayir’de kelle avcılarına kelle başına para ödeyerek katliamı teşvik etti, bu ve benzer yöntemlerle iki milyona yakın Cezayirliyi katletti. Avrupalı işgalci ve kâşiflerin dünyadan sakladıkları bu gerçeklerin çok azı yayınladıkları bazı hatıra kitapları sayesinde gün yüzüne çıktılar. İşte kibirli modern insanın seküler aklının sömürge zamanlarından birkaç örnek!

Kur’an, iman ve fıtratın rehberliğinden azade kılındığında akla ‘nefs-i emmare’ (kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefis) hükümran oluyor. Akıl insan için çok güçlü bir silaha dönüşebiliyor.

Günümüzde yorucu, meşguliyeti fazla ve çok detaylı bir hayat yaşıyoruz. Eskiler daha sakin bir hayat yaşamaktaydılar. Onların iletişimleri, imkânları belliydi. Şimdi dünya çok hızlandı. Vakti çok iyi planlamak gerekiyor. Farkına varılmayan küçük ama önemli detaylar bir anda başka bir gündemle yer değiştiriyor. Bu hız, beraberinde ilgisizliği, tüketmeyi, unutmayı ve önemsizleştirmeyi getiriyor. Algı ve tasavvur da bu akışa göre şekilleniyor. Modern insan ilgisiz, boş bakışlarla olan biteni izleyen, işine gelmediğinde dezenformasyona sarılan bir karakterin sahibi rolünü oynuyor. Onun bir kimliği yok; adap, edep, iffet, hürmet onun ilgi alanının dışında şeyler.

Kalp bir ayna gibidir. Hayırlar ve iyilikler ona yansıdığında ancak içindeki güzellikler açığa çıkıyor. Hayırlar yerine beşerin ürettiği cahilî değerler ve yaşam tarzları yansıdığında ise insan sıradanlaşıyor. Bu tercihler ona yaratıcıyı, hayırlı şeyleri, fıtri sorumlulukları, ölümü, ahireti unutturuyor. Artık o, hikmetli düşünemeyen, basit ve maddeperest bir varlık haline geliyor.

Kur’ani değerler ve sahih sünnet insan için sade, nitelikli, şükreden, tevekkül ehli bir hayatı işaret ediyor. Rabbimizin önerdiği ‘halife insan’ın hayat örnekliği evren ve beşeriyetin işleyişiyle tam bir uyumluluk çerçevesi sunuyor.

Kur’an’ın muhteşem ifade dilinde bu model hayata dair çağrışımlar yapan kusursuz belagat örnekleri vardır. Ayetleri okurken kıssalar, mev’izeler ve çeşitli örnekliklerin o çok anlaşılır ve akılda yer tutan kusursuz bir anlatımına eşlik ederiz. Resullerin (as) mükemmel yaşam örneklikleri insanın tahayyülünde Rabbimizin razı olduğu kulun hayat modelini inşa ederler. Anlatımdaki dilin üslubu ve anlamdaki hikmetler kusursuz ve mucizevi cümlelerle kuruludur.

İnsana ait şekiller, binalar, araçlar, mekânlar yıllar geçtikçe değişen şeyler. Onların bir kalıcılığı yok, belki uzun bir ömür sürerler o kadar. Ama asıl kalıcı olan; değerler, inançlar, Kitab-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin anlatımları ve bu çizgide oluşan müktesebattır. Bunlar; Allah yolunda canlarını ve mallarını feda eden kimselerin örneklikleri, şahitlik bilincine sahip ulemadan süzülen hikmetler, öncülüğü hak eden muttakilerden neşet eden değerler ve birikimlerdir.

Baskılar yaşanabilir. Zorluklar her zaman değişik seviye ve formda vardırlar. Ama önemli olan Rabbimizin tanımladığı hayat ve ölüm gerçekliği içinde bir hayat algısını var edebilmektir. Hayat ve ölümün bir imtihan olduğunu unutmadan yaşamak ve asıl göreve; kulluk amacına odaklanmaktır. Ne zaman ne yaşayacağımızı bilmiyoruz; Rabbimiz günleri aramızda döndürüyor. Hangi zamanda neyi nasıl yaşayacağını insan nereden, nasıl bilebilir ki?

Dünya Ziynetlerine Duçar Olup Ölümü Unutmak

Rubûbiyet kavramının insanlık tarihinde her defasında nefsini ilah edinen ve aklıyla eriştiği şeyleri dinin yerine ikame etmeye çalışan insan tarafından devreden çıkartılmaya çalışıldığı; insanın, hükümranlığın merkezine kendi aklını koymaya azmettiği bizlere resullerin mücadele seyriyle ve çeşitli ayetlerde örneklerle anlatılmaktadır.

Bilhassa şimdiki zamanlarda eriştiği imkânlar, elde ettiği maddi zenginlikler ve sistemler, düşünceler ve bilimde ulaştığı beşerî seviye insanı iyice azdırdı. İnsanoğlunun günlük hayatında ve bilim sahalarında, evrenin işleyişi konularına getirdiği yorumlarda, günlük ihtiyaçlar algısında Yüce Allah’ı unuttuğu tespitini yapan Mevdudi ve aynı çizgiyi biraz daha derinleştirerek sistematik bir şekilde inşa etmeye çalışan Seyyid Kutup gibi İslam mütefekkirleri rab, ilah, ibadet, din, ahiret, hayat ve ölüm kavramlarını Kur’an bütünlüğü içinde ele almaya çalıştılar. Çünkü insanın bu dağınıklığı ve bunalım hali, çoğunluğun şımarıklığı ve müstağni halleri dine ait kavramların algılanışını etkilemekteydi. Bazı kavramlar önemini kaybeder olmuştu. Kur’an’ın ilkeleri ile hayatın ayrıntıları, insanın maddi ve manevi dünyasına ait değerleri arasında irtibatta zayıflıklar vardı. Hesap günü, ahiret bilinci ve ölüme dair insanın algı dünyası açık kuşatıcı bir retorik sunmamaktaydı. Onlar bu kavramların bilinmesi ve etkin kriterlere dönüşmesine çok önem verdiler. Böylelikle Müslümanların dünya ve ahiret algılarındaki dağınıklık, karışıklık, gevşeklikten kurtulmak ve günümüzü yeniden İslam’ın âlemlere rahmet mesajlarıyla yorumlayıp insanlığa çözümler sunmak mümkün olabilecekti. Mevdudi’de ve Kutup’ta tevhid bilinci, Kur’an’ın hayatı bütüncül olarak yorumlaması ve kavramların yeniden Kur’ani bütünlük içinde yorumlanması konuları bir zaruret olarak öne çıkmıştır. Rab, ilah, ibadet, din kavramlarını yeniden hayat ve ölüm gerçekliği zemininde ele almak gerekmektedir.

Tevekkül ve Ahiret Bilinci

Tevekkül, el-Müfredat’ta “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” olarak tanımlanmıştır.

Yakub’un (as) sabrı ve Rabbine teslimiyeti tam bir tevekkül örneğidir: “Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.” “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.” (Yusuf, 18, 67)

Resullullah’tan (s) şu ifadeler rivayet olunmuştur:

“Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, sana yöneldim.”

“Eğer sizler gereği gibi Allah’a tevekkül etseniz, muhakkak kuşların rızkını verdiği gibi sizin rızkınızı da verecektir. Kuş sabahleyin aç gider, akşamleyin tok olarak yuvasına döner!” (Buhari, Müslim)

Rabbimiz, hayatı kâr ve zarar mantığıyla ele alan ve İslam’ın öngördüğü yaşam biçimini sosyal hayatın dışına çıkaran anlayışı kınamaktadır. Bu anlayış ahireti unutan bir yaklaşımdır. “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3) “Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür, ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf, 46) “Kadınlardan, çocuklardan, yığın yığın altın ve gümüşten, serbestçe dolaşan atlardan, hayvanlardan ve ekinlerden zevk almak insanlara güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının güzellikleridir. Ancak asıl varılacak olan yer Allah’ın yanındadır.” (Âl-i İmran, 14)

Şeytan, hidayet yolu üzerine pusu kurup inananları saptırmak için her yolu deneyeceğini beyan etti ve Rabbine meydan okudu.

İnsan zaaflarla doludur, çoğunluğun yaşamından etkilenir, unutkandır. İnsan, kendisini Rabbine götürecek Kur’an ipine sımsıkı tutunmadığında şeytanın tuzaklarını fark edememekte, şaşırmakta, yanlış kıyas ve kıstaslarla azgınlaşmaktadır. Malının, evlatlarının, iktidarının gücüne güvenen; resulleri ve müminleri hor gören; ölçüde, tartıda hile yapan müstekbirlerin kötü akıbetini haber veren ayetler insanın dünya nimetleri ve eşya ile ilişkisinin yanlış kurulduğu örnekleri temsil eder.

Dünyevileşmek sadece mal yığmaktan ibaret değildir. Düşünce ve eylem olarak amellerini belirleyen iki yönü bulunuyor insanın. Denetlenmeyen dünya hayatı dünyevileşmeyi dinin yerine ikame ediyor; rabbi Allah olmayan bir hayatı inşa ediyor. “Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu bir olur mu hiç? Hamd Allah’a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.” (Zümer, 29)

Kur’an, Müslümanlara her davranışlarında Rablerine dönmeyi; şirk koşan, inkârcı, kalbi hasta İslam düşmanlarının dünya yaşamı ve tasavvurlarından net olarak ayrışmayı emrediyor. Dünyada kalacağımız süre ölüm yurdunda kalacağımız sürenin yanında yok hükmündedir. Dünyadaki ziynetlere derinden bağlanan, ömrünü bir hayalin peşinde heba eder. Bu kişi ölüm ve kayıplar karşısında büyük yıkıma mahkûm olur. Boşluklar ve anlamsızlıklar o anda onu umutsuz arayışlara ve bunalımlara sevk eder. Müminin durumu ise ne kadar güzel, ibretlerle dolu ve hikmetlidir. O üzülse de şükreder, sevinse de şükreder. Ahiret yurdunu isteyen kişi ne güzel kişidir. Hem mütevazı hem de vakarlıdır. O, ölçülüdür, düşünce ve eylemlerinde dikkatlidir. İnsanlarla ilişkilerinde hassas ve ölçülüdür. İnancını ve değerlerini küçük gören kimseyle karşılaşınca oradan ‘selam’ diyerek ayrılan kişidir. Vaktin kıymetini bilen ve gününü planlayan kişidir. Her işini ibadet bilinciyle yapar. Boş işlerden uzak durur. Hemen ölecekmiş gibi ahirete hazır durumdadır. Kendisine dünyada vaktin verildiği anlayışıyla dünyaya ölçülü olarak yatırım yapan kişidir.

“Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez.” (Vakıa, 60-61)

Her şeyi bir diğerine benzeten, değişimi kendi emrine amade kılan modernliğin yıkıcı tahakkümü ölümü de sıradanlaştırarak değersiz, ciddiyetsiz bir hale getirdi. Abdullah b. Mes‘ûd’un (ra) talebelerinden Rebî bin Hüseyin “kalbinden” daima ölümü hatırlamasını istiyor: “Kalbim, ölümü hatırlama işinden uzaklaşırsa onun fesada uğramasından korkarım. Şayet kendimden öncekilere muhalefet edecek olmasaydım, ölünceye kadar kabristanda otururdum”. “Abdullah bin Ömer (ra) anlatıyor: Resulullah (s) beni omuzumdan tuttu ve ‘Dünyada tıpkı bir garip, hatta bir yolcu gibi davran! Kendini ölülerden ve kabir ehlinden say.’ buyurdu.” (Buhari)

İnsanoğlunun yaratılışıyla birlikte başlayan imtihan serüveni kıyamete dek devam edecektir. Bu imtihan özünde kulluk imtihanıdır. Her birey ve toplum kendi zamanının imtihanını yaşamaktadır.

‘Doğal afetler’ ifadesi doğru bir kullanım değildir. Doğal afet; kendiliğinden oluşan, kendinde müessir manasında kullanılıyor. İslam itikadında Allah’tan bağımsız ‘doğa olayı’ diye bir şey yoktur. Her iş/oluş Allah’ın iradesi ve takdiri dâhilindedir. “Allah’ın bilgisi ve iradesi” demek, kulların sorumluluğunun ortadan kalkması demek değildir. Beşerî sorumsuzlukları ilâhî iradeye ve mukadderata bağlamak doğru değildir. Tedbirsizlikler kadar neslin ve ekinin ifsadı da birer etmendirler. Şer’i ayetlerle kevnî ayetler arasında ilahi bağlar vardır. Rabbimizin sünneti, fıtri işleyiş, ilahi düzenin bilmediğimiz görünmeyen kuvveleri, kanunları vardır. Bazen yardım bazen musibet olarak tecelli eden bir düzen vardır. İnsan musibetlerden, güç yetiremediği işleyişin sonuçlarından etkilenir. Kalbi haşyetle dolar ama bu, şahsiyetinin gereği bir algılama ise onun üzerinde kalıcı, değilse geçici etkiler yapar. Tarihçiler ‘Fil Vakası’ akabinde müşriklerin birkaç yıl putlara tapmaksızın Allah’a yöneldiklerini bildirirler. Allah’ı hatırlama çoğu kez duygusal atmosfer içinde gerçekleşiyor. Şayet bu tezekkür ve tedebbür ile olmazsa bir süre sonra yeniden gevşeme, ibadetlerde ve bilinçte kopmalar ve kesintiler sonucunda tekrar nisyan ve isyan hali başlayacak ve şeytani tuzaklar aralanan kapıdan içeriye doluşacaklardır.

“İki şeyi unutma: Âlemlerin rabbini, bir de ölümü!”

İnsan her zaman tefekkür içinde olmalı: Allah Resulü bazen tek başına Mekke dışına çıkar tefekkür ederdi. Onun gece ibadetleri tefekkür seansları gibiydi. En önemli sünnetlerinden biri; ‘zihnin her zaman derin bir tefekkür içinde olmasıydı’. Kendini kulluğa adayan mümin şahsiyet için en önemli düstur; hayatı ve ölümü âlemlerin rabbine nasıl layık kılabilirim diye tefekkür, tedebbür ve tezekkür içinde olmaktır. Bir mümin her zaman şunu sorgulamalı: “Kimin mülkünde yaşıyorum ben? Mülkün gerçek sahibi kim? Dünyaya geliş niye, gidiş nereye? Niçin ölüm var?” Başını kaldıracak, sema ile, dağlar ile, gece ile tefekkür edecek: müthiş bir semâ; yıldızlar, evren, müthiş bir derinlik. Kudretini ölçmeye ne sayı ne hesap ne idrak yetiyor.

“Semâyı kendi ellerimizle (yani kendi kuvvetimizle çok sağlam bir şekilde) biz binâ ettik. Biz onu elbette genişletmekteyiz.” (Zâriyât 47)

“Ey insan! Seni şekilsizlikten en güzel şekilde birleştiren, sana ihsan, ikramda bulunan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitâr 6-8)

“Her canlı ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 185; Ankebût, 57; Enbiyâ, 35)

“Yeryüzünde her şey yok olacak.” (Rahmân, 26)

Rabbimiz bizleri her işte takvaya yönelen, hayatı ve ölümü âlemlerin rabbi Allah için olan, muttakice yaşayan ve ‘La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah’ şiarı üzere can veren kullarından eylesin.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR