1. YAZARLAR

  2. Kürşat Atalar

  3. AKP Hükümeti İsrail’e Değil, Şaron Politikalarına Karşı!

AKP Hükümeti İsrail’e Değil, Şaron Politikalarına Karşı!

Haziran 2004A+A-

İktibas Dergisi adına

AKP hükümetinin, son birkaç aydır İsrail'e karşı 'itirazcı' bir söylem çerçevesinde yürüttüğü politikanın, AKP'nin 'içindeki' İsrail-karşıtı hissiyatın bir vesileyle dışarı vurumu olarak değerlendirilmesi de, Başbakan Erdoğan'ın, birkaç ay önce İsrail'i 'devlet terörü' uygulamakla suçlamasını, AKP hükümetinin, İsrail'e karşı 'yeni' ve 'farklı' bir tutum takınacağının bir işareti olarak görmek de doğru değildir. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, AKP'nin misyonu, programı ve ilkeleri zaviyesinden bakıldığında, resmi bir İsrail-karşıtı duruşun söz konusu olamayacağıdır. Ancak sorunu başka (ve reel politik) zaviyeden değerlendirdiğimizde, hükümetin son dönemde yaptığı 'sert' açıklamaların bazı hesaplara dayandığı söylenebilir.

İlk olarak, bölge politikaları bağlamında işleyen sürece odaklanmak yararlı olacaktır. Bilindiği üzere, Amerika'nın bölgeye yönelik uzun vadeli hesaplarında, Ortadoğu'da demokrasinin tesisi, temel amaçlar arasında yer almaktadır. Bunun anlamı şudur: bölgedeki düzen ve bu düzenden beslenenler, eski konumlarını koruyamayacaklardır. Soft politics'in kuralları bölgede egemen olacak; hanedanlıklar, askeri diktatörlükler, otokratik rejimlerin işlevi kalmayacaktır. İşte bu nedenledir ki, bölgedeki düzenden nemalananlar, açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi'nden 'endişeleri'ni ifade etmekte gecikmemişlerdir. Gerçi plan fiilen yürürlüğe girdiğinde bu itirazların hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacağını herkes bilmektedir ama bu tepkiden, bölgede kimin 'şanslı' olduğu, kimin ise istim üzerinde durduğuna dair bir  takım neticeler çıkarmak mümkün olmaktadır.

İşte bu noktada Amerika'nın bölgeye yönelik uzun-vadeli çıkarlarıyla örtüşen bir söylem ve duruşa sahip olan AKP hükümeti, BOP içerisinde yer alma ve rol üstlenme niyetini deklare etmiştir. Bu tavır, reel-politik'in kurallarına uygundur ve çıkar temellidir. Erdoğan'ın İsrail'e (aslında Şaron hükümetine) yönelik tepkisini de bu zaviyeden değerlendirmek gerekmektedir. Zira 'şahin' politikalarıyla bilinen Şaron'un siyasal duruşunun, Amerika'nın deklare ettiği uzun vadeli politikayla çeliştiğini gören Erdoğan hükümeti, bu durumu kendi lehine bir siyasal faydaya tahvil etmek istemektedir. Daha açık bir ifade ile, Erdoğan'ın İsrail'in adını alarak kullandığı tepki cümleleri, aslında İsrail'i değil, Şaron hükümetini hedef almaktadır. Böylece Şaron hükümetinin, dünyadaki hemen tüm ülkelerin tepkisini çeken politikalarına karşı durmak, hem uzun vadeli BOP projesinde yer almayı kolaylaştırıcı bir etki yapacaktır hem de örneğin AKP hükümetinin Avrupa Birliği sürecindeki konumunu güçlendirecektir. Bu nedenle Erdoğan'ın İsrail'e (aslındaki İsrail'deki mevcut hükümete) yönelik son çıkışını, bir siyasal hesabın sonucu olarak değerlendirmek daha isabetli görünmektedir.

Bu arada Erdoğan'ın İsrail'e yönelik son çıkışının, İsrail'in Kuzey Irak'taki Kürtler üzerine yaptığı hesaplarla bağlantılı olduğu yönündeki yorumların ise çok tutarlı olmadığını belirtmek gerekmektedir. Çünkü İsrail'in bu bölgeye yönelik politikasının, küresel siyasetten 'bağımsız' yürümesi mümkün değildir. Yani bölgenin etkin gücü Amerika'nın bilgisi (ve tabii ki izni) haricinde İsrail'in büyük-çaplı hesaplar gütmesi zordur. Daha doğru bir ifade ile, İsrail'in bölge politikalarına yönelik önemli hamlelerini Amerika denetlemektedir. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Amerika'nın bölgedeki dengeleri gözeten bir politikadan taviz vermeyeceği ve bu arada bölge ülkeleri ile İsrail'in arasını açacak yeni bir gelişmeye izin vermeyeceği açıktır. Bu yüzden, İsrail'in Kuzey Irak'ta dilediği gibi at koşturacağı bir vasatın olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca Amerika ile yakın ilişkileri olan Türkiye'nin, bölgeye ilişkin çıkarlarının, (İsrail lehine) büsbütün gözardı edileceğini düşünmek de mümkün değildir. Zira Türkiye'nin bir 'stratejik ortak' olma konumu vardır ve üstelik de yeni dönemde Türkiye'nin bölge politikaları bağlamında önemli görevler üstlenmesi düşünülmektedir. Bu nedenle, AKP hükümetinin benimsediği yeni politikanın, İsrail'in Kuzey Irak'taki faaliyetlerine endekslenmesi doğru bir yaklaşım olarak görülemez.

Bu vesileyle küresel siyasetteki bir gerçeğin altını çizmek de yararlı olabilir. Bilinmelidir ki küresel siyasette hiçbir aktör, belirlenmiş alanın dışında bir siyasal hesap peşine düşemez. Bunun tek istisnası, bu siyasetin bir aktörü olmayı kabul etmemektir. Söz konusu ülkeler Türkiye ve İsrail olunca, bu sözlerimiz daha bir geçerli kabul edilmelidir. Çünkü bu ülkeler, bölge siyasetinde 'önemli' roller üstlenmişlerdir ve bu yüzden 'canlarının istediği gibi' hareket etmelerine izin verilmez. Bir başka deyişle, bu ülkeler üzerinde uygulanan denetim, diğer ülkelere göre nisbeten daha fazladır. Bu vasatta siyaset yapan kişi ya da kurumlar ise, öncelikle küresel siyasetin gereklerine uyarlar, ancak bundan sonra (belki) desteğini aldıkları çevrelerin çıkarlarını gözetebilirler. Bu noktada Erbakan-Şaron tarzı siyasetçiler ile Erdoğan-Peres tarzı siyaseti benimseyenler arasında da özde bir fark yoktur. Nitekim bazılarının Türkiye'nin 'ilk İslamcı başbakanı' olarak lanse ettiği Erbakan, İsrail'le 1996 yılında askeri eğitim ve işbirliği antlaşması imzalamıştır. Yine 'kasap' olarak bilinen Şaron, küresel siyasetin gereğine uyarak Gazze Şeridi'nden geri çekilme planını İsraillilere kabul ettirmek için canhıraş çabalar vermektedir! Bu iki örnek dahi, bölge politikalarında hakim gücün kim olduğunu ve yerel siyasetçilerin hangi alanlar içerisinde siyaset yapabildiklerini net bir şekilde göstermeye yeter.

Fakat elbette bir de İran örneği vardır. Özellikle Devrim'den sonraki ilk 10 yıl içerisinde takip edilen 'dış politika'nın gösterdiği gerçek şudur ki, küresel siyasetin dışında kendisine bir varlık alanı açmak isteyenler, bunun bedelini ödemek şartıyla, siyaset yapabilirler. Elbette bu bir tercih meselesidir ve her kişi (ya da toplum) kendi tercihinin ürünüdür.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR