1. YAZARLAR

  2. Bilal Tonyalı

  3. Akıl, Mantık ve Bilim Çerçevesinde Bir Pusula: “Hakikatin İzinde”

Akıl, Mantık ve Bilim Çerçevesinde Bir Pusula: “Hakikatin İzinde”

Ocak 2020A+A-

“Gözümle gördüğüme ben de inanırım.” denir inanç meseleleri tartışılırken. Bazen de “Gözümle görmüyorsam ya da gözlemleyemiyorsam, deneyimleyemiyorsam benim için yok mesabesindedir.” ifadesi kullanılabiliyor. Birincisi asıl imanın ‘gözlemlenemeyen’e inanmak olduğunu, ikincisi ise gözlemlenebilir olandan öteye geçmenin ‘anlamsız’ veya ‘işe yaramaz’ bir şey olduğunu öne sürer. Kimlerin haklı olduğundan bağımsız, bu sorular ve cevaplar daima insan zihnini meşgul eder durur.

İnsanın akıl yürütme kabiliyeti kendisinin her daim lehine mi işler? Kimi onu, varoluşunu tanımlamada ve/veya anlamlı kılmada bir araç olarak kullanırken; kimileri varlığın kendisini anlamsız kılma yolunda kullanmayı tercih etmiştir. Her ne konumda olursa olsun, bu kabiliyete sahip olan insan bir şekilde varoluşunu sorgulayan sorularla muhatap olmuş ve cevap aramıştır tarih boyunca. Belki de insanın, insan olmaktan gelen en kaçınılmaz alışkanlıklarından biridir bu, adına ne denilirse denilsin.

Akıl yürüten, muhakeme kabiliyetine sahip insan, modern dönem ve akabinde karşılaştığı varoluşsal sorunlarla alakalı verdiği cevaplarda bazı değişiklikler yaptı. Bir ‘milat’ ortaya koymak çok kolay olmasa da Descartes’ın cogito’su modern dönem bilgiyi, bilmeyi, kainatı ve dahi metafizik kavramları tanımlamada insanlığı yeni değil fakat farklı bir istikamete meylettirdi. Yukarıda bahsettiğimiz gözlemlenemeyen veya deneyimlenemeyenlerin yok mesabesinde varsayılmasıyla alakalı modern temelleri attı diyebiliriz. İnsanın varlık tasavvurunu, bir adanın ortasında kalakalmış ve gördüklerinden, işittiklerinden, hissettiklerinden başka bir gerçekliğin olduğuna inanmayan bir insanın yalnızlığına sürükleyen bu anlayış aslında asırlar boyunca tecrübe edilmiş maddi-manevi bütün zengin insanlık tecrübesinden de bir nevi kopuştu.

Modern dalga, Sanayi Devrimi ve Protestan-kapitalist ahlakın inşasıyla cogito ile başlayan yolculuğu maddeci felsefe ve maddiyatçı bir hayat tarzı ile devam ettirdi. Bilimsel gelişmelerle tetiklenen bu –Sezai Karakoç’un deyimiyle– ‘metafizik gerilim’1 insanlığı maddeci felsefede ısrarcı kıldı. Sezai Karakoç bu heves, iştiyak, dürtü veya hareket-ettirici-güç için metafizik gerilim ifadesini kullanıyor çünkü bu bilimsel hamlenin özünde, maddeci felsefenin ve hümanizmin insanı ve yalnızca insanı temel ölçü haline getiren anlayışının yalnızca madde ile tarif edilemeyecek bir boyutu var. Bu ‘gerilim’ aslında Kant ve özellikle Nietzsche sonrasında tabiri caiz ise elektriğini, kaynağını yitirmişti. Saf aklın, yani bir anlamda cogito’nun aslında varlığı nasıl ve niçin sorularına beraber verecek şekilde açıklamada yeterli olmadığını Kant ile görmüştü Batı. Nietzsche ile de bu sarsıntının artık ne kadar büyük bir hasara yol açtığını ve açmaya devam edeceğini, insanlığın kaçınılmaz bir boşluğa sürüklendiğini kısmen de olsa hissedebilmişti. Bu boşluk halinde savrulurken insan, insan olmanın vazgeçilmezi olarak metafizik tanımlamalar, açıklamalar bulmak zorundaydı tabii. Bir kısım tekrar bilime ve maddeci-natüralist felsefeye bağlılığa devam ederken diğerleri ise Batı dışında kalan dünya dinlerinde veya birtakım nevzuhur maneviyatçı yaklaşımlara meylettiler.

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz bu yeni hayat tarzı kültürel sahada da Batı’nın emperyal tavrı ile birleşerek dünya genelinde ciddi ölçüde popülerleşti ve bir kültür hegemonyası oluştu. Türkiye ve Türkiye’deki gençler de bu hegemonyanın ürettiği popüler kültürü tüketmekle ve bir yandan da Batı’nın iç hesaplaşmalarını (kapitalizm-komünizm gibi) ülke içine taşımakla, bu çatışmaların arkaplanındaki felsefi varsayımları ve anlayışları da taşımış oldular. Dolayısıyla hayat tarzı, inanış biçimleri, değerler, eğlence biçimleri vesaire birçok yandan Anadolu’da muhkem görünen hayat tarzı ve inanışların temeli de ciddi oranda sarsıldı. Son raddede ülkemizde bilinçli-bilinçsiz inançsızlık veya bir inanç üzere yaşamayı teklif eden hayat tarzından uzaklaşma ciddi ölçüde arttı. Batı’da öne sürülen popüler ateistik argümanlar ülkemizde de özellikle gençler tarafından tartışma konusu edildi ve ediliyor. Batı’da, aslında, bu argümanların kendi ‘gelenekleri’ içerisinde ciddi bir karşılığı vardı ve belki de olması gereken tartışmalardı fakat bizde ithal tartışmalar halinde zuhur ettiler. Bütün bunlara rağmen hayat tarzının ve popüler kültürün cazibesi köklü geleneğimizde kimi gençler için galip geldi ve hem mütedeyyin ailelerin çocukları hem de seküler anlayışla yetişen çocukların zihinlerinde benzer soru işaretleri oluşturdular. Özellikle 1950 sonrası dinî söylem ve tartışmalar sürekli farklı istikametlere evrildi ve Batı’da çok daha önceden tecrübe edilmiş tartışmaların burada da zuhur etmesi sözkonusu oldu. Aşağıda 1700’lerin İngiltere’sinde meşhur bir oyun ve deneme yazarı olan Joseph Addison’un ateizm ve ateistlere karşı ifadelerinden bir alıntı paylaşıyorum. Yaşı biraz büyükçe olanlar bu tür tartışmaların Türkiye’de de zamanla zuhur ettiğini ve Müslümanlarca benzer bir dilin kullanıldığını kabul edeceklerdir:

(Ateistler) tenakuz ve imkansızlıklarla dolu fikirlerle izdivaç etmiş bir vaziyetteler ve aynı zamanda inancın en ufak parçasındaki bir zorluğu dahi, inkar için kafi görüyorlar. Bu geri kafalı kâfirlerden birine, ateizmin en mühim mevzuları olan kainatın esbab üzere teşekkülü, maddiyatın faniliği, Ruh’un faniliği, Beden’in tesadüfi tertibi, maddenin hareketleri ve çekimi (gravitasyon), ve buna benzer tafsilatlarıyla beraber bir araya getirilip bir Amentü meydana çıksa, en meşhur ateistlerin ekseriyatının fikirlerine istinaden; derim ki bu şekilde teşekkül ve vaz edilmiş bir Amentüyü kabul etmek, şiddetle inkar ettikleri o bahislerden çok daha büyük bir inancı gerektirmez mi? Öyleyse bu yeni nesil kovboylara hem kendi iyilikleri hem de umumi saadet için tavsiyem, en azından kendileriyle tutarlı bir şekilde davranmaları ve dinsizlik, taassup ve safsatalara heves etmemeleridir.2

Din, bilim, felsefe ve artık göz ardı edilmeyecek bir vakıa olan ateizm ile alakalı yüzlerce kitap yazıldı, binlerce münazara yapıldı. Son dönemde yazılan eserlerden biri İngiltere’de iERA isimli davet ve eğitim çalışmaları yürüten kuruluşun başında olan Yunan asıllı bir mühtedi kardeşimiz Hamza Andreas Tzortzis’e ait. Orijinal ismi The Divine Reality – God, Islamand the Mirage of Atheism olan kitap tarafımdan Hakikatin İzinde – Din, Bilim ve Ateizm başlığıyla Türkçeye tercüme edildi. Yazının geri kalan kısmında kitabın muhtevasından yukarıda bahsettiğimiz meselelerle irtibatlı olarak bahsetmeye çalışacağız.

Kitapta, yukarıda bahsettiğimiz varoluşsal sorunların kökündeki felsefi varsayımlar birer birer çözümlenerek hangi anlayış türlerinin hangi inanç veya inançsızlık boyutlarına yol açabileceği ortaya koyuluyor. iERA’da takip ettikleri bir davet usulü olan GORAP (God, Oneness, Revelationand Prophethood) yani Tanrı, Tevhid, Vahiy ve Nübüvvet sıralaması üzerine inşa edilen bir anlatımla kitap önce ateizmi ve ateistlerin varsayımlarını tanımlıyor ve bu varsayımlar üzerinden Tanrı’nın var olmadığını öne süren yaklaşımları teker teker irdeleyerek çürütüyor.  Daha sonra ateizmin öngördüğü tanrısız bir hayat tasavvurunun nasıl sonuçlar doğurabileceğini anlatıyor:

Birçok ateist, tabiatüstü gerçekliğin olmadığına ve kainattaki bütün olayların fizikî faaliyetler üzerinden açıklanabileceğine inanan felsefi natüralistlerdir. Felsefî natüralizm ile cem edilmiş bir ateizm, varoluşsal bir felaketin reçetesidir. Formül basittir: İnsana hesap vermesi gerektiğini söyleyen İlahî mesuliyeti ortadan kaldıran ‘Tanrı yoktur’ fikri, nihaî bir ümit, değer ve gayeden yoksunlukla sonuçlanır. Aynı zamanda anlamlı ve ebedî bir saadete de götürmez. Vardığımız bu netice köhne bir dinî klişe değil; ateizmin mantıkî ve varoluşsal çıkarımları üzerine mantık üzere düşünmenin bir neticesidir.3

Kitapta bir yaratıcının varlığına delil olarak öne sürülen argümanlar ve İbn-i Sina, Gazali gibi önde gelen Müslüman felsefecilerden-âlimlerden de alıntılar yapılarak günümüz diliyle izah ediliyor. Birçok sorun aslında İslam ilim geleneği, ilm-i kelam ve birtakım modern-dönem Müslüman düşünürler tarafından ele alınmış olmasına rağmen günümüzün diline yakın bir şekilde ifade edilmesi bu açıdan önemli ve kitapta bu boşluğu dolduracak nitelikli bölümler mevcut.

Yukarıda değindiğimiz GORAP metodunu takip eden kitapta belki de en dikkat çekici ya da en çok dikkate değer bölüm ‘Bilinç Argümanı’ başlıklı yedinci bölüm. Günümüzde, bahsettiğimiz maddeci felsefe üzerinden hayatta kalan metafizik gerilime can veren en mühim gelişmeler yapay zeka, transhümanizm gibi başlıklar altında gerçekleşiyor. Bilimsel gelişmelerin bu ‘mucizevi’ görünümü natüralist felsefe ve düşünce tarzının celp ediciliğini korumasına vesile oluyor. Bu da bir bakıma natüralist felsefenin ve dolayısıyla bu anlayışın ürünü olan ateizmin inanç karşıtı argümanlarını sözde kuvvetli kılıyor. Klasik dönem felsefecilerden bu yana sürekli tartışma konusu olan, madde-ruh-bilinç ilişkisi muammasının bugünün bilim insanları tarafından çözülmeye yakın olduğu iddia ediliyor. Bu çözüm tabii maddi zeminde bir çözüm, yoksa buna yeni bir metafizik açıklama getirilmesi söz konusu değil. Bu iddia, gelişmelerle birlikte kuvvetlenirken özellikle bilimsel metoda, felsefeye ve mantığa aşina olmayan insanlar bu ‘büyünün’ çabucak etkisi altında kalıyor. İşte kitapta, yazarın da akademik olarak çalışma sahasında bulunan zihin felsefesi üzerine üretilen fikirler irdelenerek hâlihazırda gerçekleştirilmiş bilimsel çalışmaların ‘bilincin zor problemi’ni çözemediği ve çözemeyeceği öne sürülüyor. Basit bir dille ifade etmek gerekirse “Robotlar bilinç sahibi olabilir mi? İnsan bilinci kopyalanabilir mi? Makineler öznel tecrübelere sahip olabilirler mi?”gibi soruların tetiklediği bu bilinç probleminin, maddeci felsefe lehine bir sonucu olmadığı izah ediliyor. Burası uzunca açıklama yeri olmadığı için bu kısmı bu kadarıyla anlatmış olalım.

Kitabın diğer önemli kısımları ise nesnel ahlak ve kötülük problemi ile alakalı olan kısımlar. Bu kısımlarda ateizmin ve natüralist felsefenin ahlak ve kötülük problemini nesnel zeminde çözemediği örnekler ve deliller ile ortaya koyuluyor. Bütün bu delillendirmeler kitabın diğer bölümlerindeki argümanlar ile tutarlı bir biçimde ve sürekli atıflarda bulunarak yapıldığı için kişinin zihninde bütüncül bir yapı oluşturduğu söylenebilir.

2002’de Müslüman olan ve ihtidasının ardından aldığı eğitimler ve yaptığı çalışmalar sayesinde çokça münazaraya iştirak eden Tzortzis, kitabın son kısmında davet usulü üzerine birkaç not ekleyerek kitabı sonlandırıyor. Kitabın baş kısmındaki ihtida hikâyesi ve son kısmındaki bu bölümler yazarın fikrî ve manevi yolculuğunun da bir özeti niteliğinde.

Umuyoruz ki bu kitap, Türkiye’deki gençlerin zihinlerindeki şüphelerin giderilmesi ve popüler kültürün etkisi altında kalan neslin inanç temellerinin sarsılmasının önüne geçilmesi yönünde bir katkı sağlamış olur.

Hakikatin İzinde -Din, Bilim ve Ateizm-

Yazar: Hamza Andreas Tzortzis

Tercüme: Bilal Tonyalı

Yayınevi: Ekin Yayınları

Basım: Aralık 2019 / İstanbul

Sayfa Sayısı: 432

 

Dipnotlar:

1- Bkz. Sezai Karakoç, Çağ ve İlham I -Metafizik Gerilim Şartı-

2- Hamza. A. Tzortzis, Hakikatin İzinde – Din, Bilim ve Ateizm, Ekin Yayınları, 1. Basım, 2019, s. 43

3- Hamza. A. Tzortzis, A.g.e., s. 51

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR