AK Parti’nin Muhaliflere Armağanı: Terörün Finansmanı Yasası
24 Ocak 2013’te Meclis Adalet Komisyonunda görüşülen “Terörün Finansmanını Engelleme Kanun Tasarısı”, 7 Şubat 2013 tarihinde adeta jet hızıyla yasalaştı. Yasalaşma süreci adeta oldubittiye getirilen tasarı birçok kesim tarafından sert tepkilerle karşılandı. Ancak muhaliflerin önemli çekince ve itirazları maalesef ki hükümeti durdurmaya yetmedi.
Yasanın mahiyeti, İslami kesimleri ilgilendiren boyutları ve kimin neden karşı çıktığına geçmeden evvel, öncelikle bu yasanın arka planını ve hükümetin tutumunun muhtemel nedenlerini irdelemekte yarar var.
Yasanın Arka Planına Dair Mülahazalar
Radikal’de konuyu değerlendiren Murat Yetkin, arka plana ilişkin bilgileri de sunmaktadır. Buna göre kamuoyunun yeni tanıştığı bu tasarı aslında 2011 yılında meclis komisyonlarına sevk edilmişti. Yani genel kurula inmesi bütün baskılara rağmen 2 yıl aldı ama zaten 2011 yılında geciktiği için uluslararası alanda eleştiri konusu olmuştu. “Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme” Aralık 1999’da BM Güvenlik Konseyinin Ekim 1999’da 1267 sayılı kararın devamı olarak imzaya açıldı. Türkiye bu sözleşmeyi 2002 Mart’ında imzalamıştır.
Türkiye’nin yasaya taraf ülke olmasında muhtemelen üç etkenin rol oynadığını belirten Murat Yetkin, bunları; 1- Radikal örgütlerin güç kazanması, 2- PKK ile mücadele, 3- Ekonomik krizi atlatma çabası şeklinde sıralıyor.1 Bunlara bir dördüncüsünü de biz ekleyelim: 11 Eylül’deki ikiz kule saldırısına müteakip uluslararası ölçekte oluşan atmosfer... AK Parti’nin birinci hükümet döneminden itibaren de “teröre karşı küresel ölçekte mücadele” retoriğinin tırmanışa geçtiği hatırlanırsa bu ortamın psikolojik bir etken olarak öne çıktığı söylenebilir. Ancak AK Parti hükümeti her ne kadar yasayı imzalamış görünse de süreç içerisinde bu yasanın devamı niteliğinde olan “terör finansmanı yasası”nın risklerini anlamış olmalı ki uzun bir zaman boyunca gündemden düşürmüştür.
Ekim 2011’de TBMM’ye gelen tasarı İçişleri Komisyonunda hemen görüşüldü ancak Adalet Komisyonu gündemine yeni alındı. CIA eski Başkanı Petraeus da geçen yıl Temmuz ayında Türkiye’yi ziyaret etmiş ve bu tasarının kanunlaşacağından umutlu olduğunu söylemişti. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone de TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaretinde, “Terörizmin finansmanına karşı çok önemli olan bu düzenlemenin TBMM’de kanunlaşacağını umuyorum.” demişti. Buna benzer yönlendirme ve dayatmalara Türkiye’nin farklı platformlarda 2011’den beri muhatap olduğu kaydedilmektedir. Gelişmenin seyri konunun arka planına ışık tutması açısından önemlidir. Buna göre 2002’de Türkiye’nin imza koyduğu “Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme”nin bir uzantısı olarak 2007 yılında FATF tarafından düzenlenen bugünkü yasayı Türkiye 2010 yılında gündeme almış ve yılsonunda yasalaştırarak gereğinin yapılacağına dair taahhütte bulunmuştur. Ancak çeşitli nedenlerle bu taahhüdün gereğini yapmayan Türkiye hükümeti, Haziran 2011 yılından bu yana uluslararası baskıya maruz kalmıştır.
FATF uzun süredir Türkiye’yi terörün finansmanı konusunda uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeleri yapmadığı için uyarıyordu. Son yayınladığı açıklamada şöyle dedi: “FATF, Türkiye’nin terörün finansmanını suç kapsamına almak ve teröristlerin varlıklarının tespit edilmesi ve dondurulması için uygun yasal çerçeveyi oluşturmak konusundaki sürekli başarısızlığı nedeniyle derin bir kaygı duymaktadır. Eğer Türkiye gerekli düzenlemeleri yapmazsa Şubat 2013’de FATF üyeliğine son verilecektir.”2
FATF ve Küresel Sistemdeki Etkisi
FATF’ın Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri, söz konusu kanun tasarısının hazırlanmasında da önemli bir rol oynadığı için bu kurumun ne yaptığının, neden Türkiye’yi uyardığının ve küresel sistem içerisindeki etkisinin irdelenmesi konunun daha sağlıklı kavranması açısından önemli. TEPAV’ın raporu ışığında FATF’ın küresel sistemdeki rolünü şöyle özetleyebiliriz:
Finansal Eylem Görev Timi (FATF) uluslararası bir kuruluş. Temel amaçları, kara paranın aklanması ve terörün finansmanıyla mücadele ile ilgili uluslararası standartları oluşturmak, ülkelerin FATF standartlarına uyumunu değerlendirmek ve kara paranın aklanması ve terörün finansmanı ile ilgili yöntemleri sınıflandırarak bunlarla mücadeleyi kolaylaştırmak şeklinde tanımlanıyor.
FATF’a üye olan 36 ülke var. Üye ülkeler arasında Türkiye’ye ek olarak, Arjantin, Çin, Danimarka, İngiltere, Hollanda, İsveç, İsviçre, ABD gibi ülkeler bulunuyor. Üye ülkeler pek çok ölçüte göre belirleniyor. Ancak en önemli temel ölçüt ülkenin kara paranın aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele için stratejik bir ülke olması. Bu kapsamda, ülkenin milli gelirinin ve bankacılık sektörünün büyüklüğü kadar, bu ülkenin bölgesinde kara paranın aklanması ve terörün finansmanı ile mücadelede ne kadar etkili olduğuna da bakılıyor. Üye olmak isteyen ülkelerin siyasi olarak FATF’ın tavsiyelerine uyma kararlılığına sahip olması ve kısa bir sürede FATF standartlarını uygulaması bekleniyor. Türkiye 1991 yılında FATF’a üye olarak FATF standartlarını uygulayacağını taahhüt etmiştir.
FATF diğer uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde çalışan bir kuruluş. BM, OECD, Dünya Bankası, IMF, Avrupa Merkez Bankası gibi kuruluşlar FATF’ta gözlemci statüsünde yer alıyorlar.
FATF, kara paranın aklanması ile ilgili yöntemleri tespit ediyor ve bu yöntemlere karşı alınması gereken önlemler ile ilgili standartları belirliyor. FATF’ın “kara para aklama” tanımı ve kara paranın aklanmasının önüne geçilmesiyle ilgili standartları OECD tarafından da kullanılıyor. Benzer bir biçimde, FATF, uluslararası finansal sistemin terörün finansmanında kullanılmasının önlenmesi için uygulanması gereken standart önlemleri belirliyor. Ancak, not etmek gerekir ki, FATF kimin “terörist” sayılıp, kimin “terörist” sayılmayacağına karar veren bir kuruluş değil. FATF, bu konuda BM ile işbirliği içinde çalışıyor ve BM tarafından “terörist” olarak tanımlanan kişi, kuruluş ve eylemlerin finansmanını engellemek için alınacak önlemleri belirliyor.
FATF amaçları doğrultusunda ülke raporları da yayınlıyor. Kara paranın aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele konusunda gerekli düzenlemeleri yapmayan ülkeleri belirliyor, bu ülkelerin FATF standartlarına uyması için onlarla işbirliği yapıyor ve eğer bu sağlanamazsa risk taşıyan ülkelere karşı alınacak önlemler konusunda üye ülkeler ve uluslararası kuruluşlar arasında eşgüdüm sağlıyor.
Şu anda FATF’ın riskli ülkeler sıralamasında en üst sırada yer alan ülkeler, İran ve Kuzey Kore. FATF, 2009’dan beri bu ülkelere karşı finansal yaptırımlar uygulanması ve yaptırımların artırılması ile ilgili uyarılar yayınlıyor. Bu ülkelerin riskli ülkeler olarak sınıflandırılmasının temel nedeni terörün finansmanını önleme konusunda BM Güvenlik Konseyinin ve FATF’ın belirlediği önlemleri almamaları.
Ekim 2012 itibariyle, yüksek riskli ülkeler listesinin ikinci kısmında ise Etiyopya, Myanmar, Gana, Vietnam ve Yemen gibi ülkelerle birlikte Türkiye de bulunuyor. FATF’ın yayınladığı bu liste uluslararası kamuoyunun bu ülkelerin finansal sistemleri ile ilgili değerlendirmelerinde önemli bir rol oynuyor. Örneğin, FATF’ın, Türkiye’nin kara paranın aklanması ve terörün finansmanı ile ilgili gerekli önlemleri almadığı ile ilgili uyarısı, IMF’nin 2012 Finansal Stabilite Değerlendirmesi raporunda da yer buluyor. Özetle, FATF’ın kara listesinde yer almak uluslararası finans sistemine entegre olan veya olmak isteyen ülkelerin pek isteyeceği bir şey değil. Ama sonuç olarak FATF’a üye olup olmamak, uluslararası finans sistemindeki güçlü ülkelerle aynı önlemleri uygulayıp uygulamamak ülkelerin kendi tercihi. Ancak, böyle bir tercihin uluslararası finansal yaptırımlarla karşı karşıya kalmayı beraberinde getirebileceği de bir gerçek.3
Yasanın Mahiyeti
Bu yasa ile mahkeme süreci başlatmadan teröre finans sağladığı “düşünülen” vatandaşların ve kurumların mal varlığına el koymak yasal hâle getiriliyor.
Basında ilk kez Taraf’ın 25.01.2013 tarihli nüshasında konuyu gündemleştiren emekli askerî hâkim ve yazar Ümit Kardaş, konunun mahiyetiyle ilgili şu bilgi ve değerlendirmelerde bulunuyordu:
“Hükümete mali bir operasyon yapacak imkân sağlıyorsunuz… 3. maddesinde terör örgütlerine fon toplanması veya sağlanması yasak fiil olarak kabul ediliyor. TMK’nın yasak fiilleri tamamen bu madde kapsamına giriyor. Bir de dördüncü madde var, terörizmin finansmanı suçu. TMK’nın sekizinci maddesinde zaten böyle bir suç bulunuyor.”
Tasarının 6. maddesinde bir yabancı devletin bir Türkiye vatandaşı ya da bir yabancının mal varlığının dondurulmasına ilişkin taleplerinin bürokratlardan oluşan bir Değerlendirme Komisyonu tarafından karara bağlanacağını belirten Kardaş, “Bu, hem hukuka aykırı hem de ekonomik olarak zararlı sonuçlar doğurabilecek bir düzenleme.” diyor. Aynı zamanda bir hukukçu olan Kardaş’ın şu aktarımları hükümetin kerhen veya gönüllü olarak nasıl bir yükün altına kendini soktuğuna ışık tutması açısından ilgi çekici:
“Hükümet bunu yapabilir ya da hükümet de manipüle edilebilir. Yargıç yok, hukuki bir denetim yok. Bürokratlardan oluşan o komisyon, hukuka aykırı bir karar verebilir. Sizin mal varlığınız var ve bununla ilgili gelinip deniyor ki ‘Sen terör örgütüne finansal olarak destek veriyorsun.’ ve mal varlığınız dondurulacak. Bu, kişisel mülkiyet hakkına aykırı.”4
Radikal’den Ezgi Başaran’ın 21 Ocak’ta kendisiyle söyleştiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer’in de bir hukukçu olarak konuyla ilgili aktarımları Kardaş’ın ifadelerini pekiştirir yöndedir. Sözüer, Türkiye’nin büyük güçlerin yoğun baskısına maruz kaldığını ve uzun bir zaman ayak direttiğini teslim etmekle beraber şu değerlendirmede bulunuyor:
“Eğer bu yasa çıkarsa o büyük devletlerin birinin istihbarat örgütleri bir kişi veya şirketle ilgili bilgi verdiğinde, ortada hiçbir suç şüphesi, hâkim kararı olmaksızın o şirketin ya da kişinin tüm malvarlığı dondurulacak. Bunun için yabancı bir istihbarat kurumunun ‘A kişisi/kurumu terörü finanse ediyor.’ demesi yeterli olacak. Böylece hoşa gitmeyen her firma batırılabilir.”5 Sözüer, konuyu firmalar bazında ele almış ancak fark etmez. “Hoşa gitmeyen”, “sakıncalı bulunan” herhangi bir örgütü de buna kıyas etmek mümkün. Nitekim küresel istikbar için bu kapsamda görülen İslamcı örgütler hiç de az değil. Sözüer’in “11 Eylül hukukudur bu!” vurgusu da bu bağlamda yerindedir.
İHH’nın tasarının yasalaşmasının hemen öncesinde hazırlayıp kamuoyuna deklare ettiği ve ayrıca siyasi partilere de gönderdiği rapordaki yasanın mahiyetine ilişkin vurgular da yukarıda derlediğimiz tespitleri teyit etmektedir:
“11 Eylül 2001’den sonra ağırlık kazanan ve hızlanan ‘terörizmin finansmanıyla mücadele’ düşüncesi, BM Terörizmin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme ve konu ile ilgili alınan BM Güvenlik Konseyi kararları ile dünyada kısmen de olsa uygulamaya konuldu. BM Güvenlik Konseyinin bu konu ile ilgili kararlarının icrası için kurulan BM Yaptırımlar Komitesi, üye ülkelerin sunduğu istihbarat bilgilerine dayanarak listeler hazırlıyor, adı geçen gerçek ya da tüzel kişileri çeşitli yaptırım ve cezalara maruz bırakıyor, mal varlıklarının dondurulması gibi uygulamaları talep edebiliyor. Neredeyse tamamen istihbarat bilgilerine dayanarak yürütülen bu faaliyetler, yargı denetimine tabi olmaması, muhataplara kendilerini savunacak hiçbir imkân vermemesi ve yol açacağı yanlış uygulamalar nedeniyle kaçınılmaz olarak geri dönüşü olmayan zararlar oluşturacak. Çok sayıda şirket, sivil toplum kuruluşu, finans kurumu ve gerçek kişilerin terörle mücadele gerekçesi ile yapılan bu uygulama nedeniyle çok ciddi ve onarılamaz hukuksuzluğa maruz kaldıkları sınırlı da olsa ulaşılabilen raporlarda yer buldu. Çünkü özellikle 11 Eylül’den sonra terörle mücadele konsepti ile yürütülen bu uygulamaların gizli tutulmasından dolayı gerçek verilere ulaşmak mümkün olamadı.”6
Tasarının içerdiği hukuki denetimsizlik dolayısıyla aslında anayasaya da aykırı olduğunu sadece İHH hukuk birimi değil daha başka hukukçular da söylüyorlar.7
TEPAV raporunda da belirtildiği şekilde, eleştirilerin odağında “keyfi uygulama” endişesi var. Tasarı, özellikle ‘terör’ tanımı ve terörle ilişkili olarak kurumların, şirketlerin mal varlıklarının dondurulmasına karar verecek komisyonun yapısı ile yetkilerin düzenleyen hükümleriyle ciddi eleştirilere muhatap oluyor.
Bu çerçevede ilk dile getirilen eleştirilerden biri, ‘terörizmin finansmanı amacıyla fon sağlanması ve toplanması’nı düzenleyen hüküm... Bu ifadenin muğlâk olduğu ve geniş yorumlanması halinde bu suça karışmamış olanların da sübjektif bir kararla mal varlıklarının dondurulabileceği savunuluyor. Ayrıca bu tanımla “terör örgütlerine veya teröristlere fon sağlayan veya toplayan” kişinin, fiilî daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, 5 yıldan 10 yıla kadar hapse mahkûm edilebileceği belirtiliyor.
Eleştirilen önemli bir diğer madde, mal varlıklarının dondurulmasına karar verecek Özel Görevli Komisyonun üyelerinin yargı mensubu kimliği taşımamaları ve kararlarında hukuki gerekçelerin aranmayacak olması. Bürokratlardan oluşacak komisyonun, ‘siyasi’ kaygılarla kararlar verebileceği ve böylelikle haksız mağduriyetlere yol açabileceği görüşü dile getiriliyor. Söz konusu komisyonun hiçbir soruşturma yapmadan istediği kişinin ya da kurumun malvarlıklarını dondurabilme yetkisine sahip olacağı; belediyelerin, sendikaların, şirketlerin, meslek örgütlerinin hedef olabileceği öne sürülüyor.
Hükümetin Gerekçeleri
Adalet Bakanı Sadullah Ergin yasanın meclise sunulduğu gün basına yaptığı açıklamada “Onaylamazsak ne olacak?” sorusuna karşılık, Türkiye'nin 22 Şubat itibarıyla “koyu gri liste”den “kara liste”ye geçeceğini, burada sadece İran ve Kuzey Kore'nin bulunduğunu belirterek tasarıyı yasalaştırmaya mecbur oldukları imasında bulunmuştur. Ergin, kara listeye alındığında da Türkiye'den dışarı ve dışarıdan Türkiye'ye para transferlerinin zorlaşacağını; terörün finansmanı için kullanılıp kullanılmayacağı incelendikten sonra para transferleri yapılabileceğini; dolayısıyla FATF’ın bu süreci uzatarak zahmet çektireceğini; bunun sıcak para girişini olumsuz etkileyeceğini; Türkiye'nin kredi alma gücünü azaltacağını; sonuçta faiz artışı ve enflasyon artışının geleceğini ve genelde de ekonomik parametrelerin bozulacağını ifade etmiştir.
Ergin’in bu savunması hükümetin yasayı “kerhen” onayladığına delil teşkil ederken hükümetin diğer bazı yetkilileri tarafından yapılan izahlar “kerhen” izahıyla tezat edip başka türlü olmuştur. Mesela AB Bakanı Egemen Bağış doğrudan yasayı sahiplenici yönde beyanlarda bulunmuştur. Bağış, söz konusu yasayı daha tasarı aşamasındayken şu gerekçe ile sahipleniyordu: “Yasa olmadığı için Türkiye, Myanmar, Bolivya, Pakistan, Tanzanya gibi ülkelerle aynı kategoride bulunuyor.” Bu durumun Türkiye’ye yakışmadığını belirten Bağış, yasanın onaylanması vesilesiyle Türkiye’nin uluslararası ölçekteki imajının olumlu etkileneceğini ifade ediyor.8 Ek olarak Bağış, 15-17 Şubat 2012’de yapılan FATF toplantısında Türkiye’nin uyarıldığını ve yasayı onaylamadığı takdirde üyelikten çıkarılacağı tehdidini doğruluyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de tasarının yasalaşması sırasında TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, kanunun Türkiye için uluslararası alanda büyük önem taşıdığını savunmuştur. Türkiye'nin, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı listede olmayı hak etmediğini ifade eden Şimşek, “Bizim, standartlarımızı uluslararası seviyeye çıkarmamız gerekiyor. Bu yasa geçtikten sonra, bu tür uluslararası platformlarda elimiz güçlenecek.” diyor. Bağış ve Şimşek bu hararetli savunularıyla Türkiye’ye “yüksek uygarlıklar seviyesi”ne doğru adeta bir hamle daha yaptırmış havasındalar!
Öte yandan AK Partili Hakkı Köyle o kadar heyecanlanmış görünmekte ki yasanın Meclis’ten geçmesi durumunda Türkiye’nin PKK'nin Avrupa'daki finans faaliyetlerinin dondurulması için derhal girişimde bulunacağını belirtiyor ve bu durumda ilk hedefin ROJ TV olacağını ifade ediyor.9 AK Partili bu milletvekili de anlaşılan “kerhen onaylandığı” yaklaşımının ötesine geçerek tasarıyı sahiplenme tutumunu sergilemiş. Ve ayrıca hedefte PKK’nin olduğunu söyleyenleri de haklı çıkarmış.
Hükümetin muhtelif sözcülerine ait olan beyanlardan anlaşıldığı kadarıyla hükümetin aslında kendi duyarlılıkları ve özellikle de Ortadoğu siyaseti ile de tezat oluşturan gelişmeye imza atmasının nedeni karmaşıklık arz etmektedir. Hükümet özellikle de Müslümanların hassasiyetleri başta olmak üzere insan hakları eksenli kaygıları dillendiren kesimleri bir tür yatıştırma siyaseti izleyerek kerhen onayladığı görüntüsü vermektedir. Adeta burada “Kerhen onayladık. Ama asıl olan uygulamadır. Biz hükümet kaldığımız sürece kaygılarınızı haklı çıkaracak yönde icraatlara geçit vermeyeceğiz.” denilmektedir. Hâlbuki hükümet ilelebet iktidarda kalacağını zannediyor. Öte yandan bu retorik üzerinden adeta muhalif kesimlerin kendisine mecbur olduklarını hissettiriyor. Oysa neden hükümete mecbur olalım ki?
Açık olan şu ki, “kerhen” onaylandığı -ki öyle olsa bile bu meşru bir gerekçe oluşturmaz- muhabbetini de anlamsızlaştıran beyanlar hükümet yetkililerinden sudur etmiş bulunmaktadır. Gerek MHP’yi yatıştırma gerekse de doğrudan bu niyetle olsun PKK’ye karşı mücadelede bu yasanın uluslararası ölçekte devletin elini güçlendirdiği savını dillendirerek hükümet cephesinden yasayı idealize edenler var. Öte yandan uluslararası alanda Türkiye’nin imajının güçleneceği vurgusundan hareketle savunanların yanında mali anlamda bunun Türkiye’yi olumlu etkileyeceğini belirterek sahiplenenler de bulunmaktadır. Yukarıda kısmen örneklerini sunduğumuz bu yaklaşımlar “kerhen” onaylandığı yaklaşımını merkeze aldığımızda bunu anlamsızlaştıran, savunma/izah sınırlarını aşıp işi düpedüz sahiplenmeye vardıran ulusal çıkarcı pragmatist izahlardır.
Kim Neden Karşı Çıkıyor?
Bu gelişmenin karşısında yer alanlar sadece Müslümanlar değildir; aynı zamanda siyasi partisinden sivil toplum kuruluşuna, yazarından akademisyenine değin farklı ideolojik kimlikler taşıyan geniş bir yelpazede itirazlar da söz konusu. Gönül isterdi ki, bu geniş konsensüs söz konusu tasarının yasalaşmasını engellesin ancak bu mümkün olamadı ve bunun tek müsebbibi de hükümet ve yasayı onaylayan köşktür.
Gelişmenin karşısında durma tutumunda aynileşmekle birlikte gerekçelerde farklılıkların olması da kaçınılmazdır. Bu anlamda İslami kesimlerin karşıtlık gerekçelerini ayırmak için gelişmenin karşısında duran diğer kesimlerin gerekçelerini özetlemekte fayda var:
1) Darbeciliğe bulaşmış kişi/kesimlerin malvarlıklarına el konulacağı kaygısından hareketle karşı çıkanlar: Bu yaklaşım CHP ve diğer darbe şakşakçılarında ifadesini buluyor. Mesela Milliyet’te yer alan bir haber-analiz yasaya karşı çıkanlar arasındaki perspektif farkına ışık tutması açısından dikkat çekicidir. Bu haberde darbeciler aleyhine bir tehdit konsepti oluşturarak iktidarın darbecilere fon aktaran CHP’li belediyelere gözdağı verebileceği ve kendisi gibi düşünmeyen bilim adamı ve akademisyenleri yargılayabileceği söyleniyor. CHP'liler Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'dan CHP'nin tutuklu vekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay'a kadar birçok kişinin 'terörist' tanımıyla mal varlıklarına el konulabileceğini belirtmekte ve bu gerekçeyle gelişmenin karşısında durmaktadırlar.10
2) “PKK’yi kapsamıyor” diye karşı çıkanlar: Bu da MHP’de ifadesini bulan milliyetçi kesimin gerekçesi. Ne var ki hükümet cenahından Sadullah Ergin açıkça PKK’ye vurgu yaparak yasayı kendince bir avantaja dönüştürmeye çalışmıştır. Belki de bu savunma tarzı MHP’yi yatıştırma siyaseti olarak da dillendirilmiş olabilir.
3) “PKK’yi ve ona mali kaynak aktaranları olumsuz etkiliyor” gerekçesiyle karşı çıkanlar: Bu yaklaşım da BDP’nin karşı çıkışında somutlaşıyor. BDP'li Murat Bozlak tasarının 'felaket' getireceğini belirterek, ülkeye müthiş korku salınacağını, bir yandan görüşmeler sürerken bir yandan Kürt işadamlarının boğazına sarılınacağını iddia ederken, PKK basını da gelişmeyi “Kürtlere ekonomik soykırım” şeklinde sunmuştur.11
4) “İnsan haklarını olumsuz etkiler” gerekçesiyle karşı çıkanlar: Bu yaklaşım sahipleri liberal değerlerden hareket etmekte; gelişmenin keyfilik içerdiği ve hak ihlallerine yol açacağını belirtmektedirler. Buna konuyla ilgili kamuoyunun oluşturulma sürecine önemli katkıları olan Ümit Kardaş, Prof. Dr. Adem Sözüer vb. örnek gösterilebilir.
5) Kronik “AKP muhalifliği” dolayısıyla karşı çıkanlar: Bunların da önemli bir yekûnunu sol kesim oluşturmaktadır. Solcuların karşı çıkış nedeni yüzeyseldir. DHKP-C operasyonlarını bile bununla ilişkilendirenler var! Hâlbuki bunun için devletin yeni yasa çıkarmasını gerektiren bir boşluk yok. Çünkü yürürlükteki TMK zaten gayet ağır maddeler barındırmaktadır. Buradaki gerekçe daha çok AK Parti düşmanlığı olsa gerektir. Nitekim bir sol sitesinin konuyla ilgili yaptığı haberdeki şu sunuş biçimi de olaya nereden bakıldığının göstergesi niteliğindedir: “AKP istediğinin cebine el atabilecek!”12
Yine bir diğer sol patentli yayın da “Kürt işadamları” vurgusunu öne çıkararak AK Parti karşıtlığı sığlığını perdelemiş. Buna göre “hedef Kürt sermayesi”ymiş(!) Herhalde “Kürt sermayesi” hedefte iken “yeşil sermaye”nin de önü açılmak isteniyordur(!)13
Bu Yasaya Neden Karşıyız?
Durulan yere göre gerekçelerin farklılaşmasıyla birlikte sonuç olarak “Terör Finansmanı Yasası”nın hükümet dışında hemen tüm kesimlerde kaygı uyandırdığı ve sert eleştirilere maruz kaldığı görülmektedir.
İslami faaliyetler ve bunun bir parçası olarak Müslümanların ümmet coğrafyasındaki İslami hareketlerle dayanışmak için gerçekleştirdiği insani yardımları önemli oranda riske eden bu gelişmeye karşı doğal olarak İslami kesim sessiz kalmadı. Bazı Müslümanlar tarafından her ne kadar tepkide geç kalındığı yönünde serzenişler bulunsa da bunu doğrulamak mümkün gözükmemektedir. Çünkü gelişme o kadar hızlı yaşandı ki, yapılanların ötesinde daha geniş ölçekli istişari süreçlerin işletilmesi ve kamuoyu baskısı oluşturulmasına imkân vermedi. İslami kesimler yeterli olmasa da yasanın gündeme geldiği süreçten itibaren konuya el atıp ortak tepki geliştirmeye çalıştılar. Hatta gelişmeden belki de en çok etkilenecek kuruluşlar arasında olan İHH, daha konu meclise gitmeden bir rapor tutarak çekincelerini ortaya koydu ve de hükümete de intikal ettirdi. Öte yandan Akabe Vakfı, AKDAV, Araştırma ve Kültür Vakfı, Anadolu Platformu, ASDER, Deniz Feneri Derneği, Fatih Akıncıları, Garip-Der, Hikmet Vakfı, İHH, İMKANDER, İnsan ve Medeniyet Hareketi, Mazlumder, Özgür-Der, Sadakataşı Derneği, TGTV, Uluslararası Hukukçular Birliği, Yardımeli Derneği gibi kuruluşlar İstanbul’da bir araya gelerek konuyla ilgili ortak basın açıklaması yaptılar. Aynı şekilde İslami duyarlılıklara sahip daha birçok yazar, STK temsilcisi, kanaat önderi vb. muhtelif yer ve zamanlarda tepkilerini dile getirdiler. Tüm bu tepkilerde paralel kaygılar dile getirilerek benzer eleştiriler yapıldı.
Gelişmeye ilişkin olarak dar zamanda az şey yapıldığı söylenemez ancak basın-yayın düzeyinde konunun işlenmesinde, gündem oluşturulmasında önemli bir boşluğun oluştuğu söylenebilir. Bu konuda Müslüman kamuoyuna hitap eden basın-yayın kaynaklarında Kenan Alpay, Hilal Kaplan, Abdullah Daloğlu’nun yazıları ve Islah-Haber’in yaptığı sınırlı çaptaki soruşturma ve İHH’nın kamuoyuyla paylaştığı rapor istisna tutulacak olursa dişe dokunabilir analizlerden söz etmek maalesef ki mümkün gözükmemektedir.
İslami kesimlerin gerek STK’lar düzeyinde gerekse de yayınlar ölçeğinde gelişmenin mahiyeti, yasanın amaçları ve İslami yardım kuruluşları için doğurduğu muhtemel risklere ilişkin tespit ve tahlillerinde dikkat çekici hususlar vardı. Rıdvan Kaya konuyla ilgili Islah-Haber’in sorularına verdiği cevapta yasanın uygulamasıyla ilgili olarak Mescid-i Aksa Vakfı örneğine dikkat çekmişti:
“Daha önce serbest faaliyet sürdürürken 11 Eylül saldırısından sonra Almanya’da Aksa Vakfı’nın, HAMAS’ı yani onların deyimiyle ‘terör’ü destekliyor diye kapatılarak mallarına el konduğunu gördük. Aksa Vakfı şehit ailelerin çocuklarına bakıyor, bu cümleden olarak onlara aylık eğitim yardımı yapıyordu. Bu, bir nevi 11 Eylül hukukunun tezahürü gibiydi.”14
Kaya’nın verdiği örneği pekiştiren bir diğer örnek de Suudili işadamı Yasin el-Kadı’nın başına gelenlerdir. ABD’nin bastırması ve BM’nin kararı sonucunda “terör finansörü” olarak lanse edilen El-Kadı’nın bütün mal varlığına el konulmuştu. El-Kadı ise uzun uğraşılar vermişti ama ancak 10 yıl sonra kendini “aklayabilmişti”!
Rıdvan Kaya, Av. Serdar Bülent Yılmaz ve Av. Necip Kibar’ın Islah-Haber’in soruşturmasına verdikleri cevaplar bu gelişmeye İslami kesimlerin nereden baktığı ve neden karşı çıktıklarının da özeti niteliğindedir. Buna göre bu, ucu son derece açık ve keyfilikler içeren yasa ile kararlar siyasi olarak alınacak. Çünkü kararlar yargısal denetime tabi değil. Hakkında karar verilecek kurum ve kişiye savunma imkânı veren bir mekanizması yok. Öte yandan bu düzenlemede ceza verilebilmesi için yapılan yardımın veya fonun bir suçun işlenmesinde kullanılması şartı aranmıyor. İstihbari bilgileri merkeze aldığından yönlendirmeye oldukça açık. Ülkeden ülkeye değişen son derece sübjektif “terör” tanımları sonucunda adeta küresel sistemin ve bölgesel uzantılarının muhalifi olan tüm oluşumlar “terörist” olarak damgalanma, bunlara ya da bağlantıda olduğu varsayılan kişilere yardımda bulunanlar da “terör finansörü” ilan edilip malvarlıklarının müsadere edilmesi riski bulunmaktadır.
Öte yandan daha somut bir tehdit olarak ise Türkiye Müslümanlarının HAMAS, Suriye’deki Cephetun Nusra, Mali vb. örneklerde de olduğu gibi “terör”ü ve “terörist”i tanımlama tekelini elinde bulunduran güçlerin gazabına uğramış ve uğraması muhtemel oluşumlarla dayanışma etkinliklerinin de bu yasa kapsamına girmesidir. Hükümet istediği kadar kendince güvenceler vererek yatıştırma siyaseti yürütsün; sonuç olarak onun bile bir kısım faaliyetleri tehdit altındadır. Hükümet şu veya bu nedenle söz konusu yasayı onaylamakla adeta kendi ayağına sıkmış bulunmaktadır. Yasa bu özellikleri dolayısıyla herkesten çok Amerika’yı, BM’yi, İsrail’i sevindirmiştir.
Sonuç olarak tasarı meclisten geçerek yasalaştı. Birilerinin “Köşk veto eder.” umutları da suya düştü. Bu saatten sonra yasanın iptali yönünde bir cehde girişmek beyhude bir çaba olacaktır. En azından Müslüman hukukçuların belirttiği gibi yasanın olumsuz maddeleri araştırılarak değiştirilmesi yönünde hükümete baskı yapılabilir belki ama bundan yakın vadede sonuç almak da pek mümkün görünmüyor. Bundan sonrası için ise yasanın doğurması muhtemel fiilî haksızlıklara karşı hazır olunmalı ve vukuu durumunda etkili bir şekilde karşı konulmalıdır.
Dipnotlar:
1- Murat Yetkin, “Terörün Finansmanı Yasası ve Kürt Sorunu” , Radikal, 07.02.2013
2- TEPAV raporunun tamamı için bkz: “Finansal Eylem Görev Timi (FAFT) Türkiye’den Ne İstiyor?”, Dr. N. Emrah Aydınonat, http://www.tepav.org.tr
3- TEPAV Raporu
4- Taraf, 25.01.2013
5- Radikal, 21.01.2013
6- İHH hukuk birimince hazırlanan raporun tamamı için bkz: http://www.ihh.org.tr/uploads/2013/terorun-finansmaninin-onlenmesi-ihh-rapor.pdf
7- Örneğin bkz: http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1430.htm
8- Süleyman Yaşar, “CHP Terörizmin Finansmanına Ne Diyor?”, Sabah, 24.01.2013
9- Star, 02.01.2013
10- Milliyet, 29.01.2013
11- Ruken Adalı, “Kürtlere ekonomik soykırım kıskacı”, Özgür Gündemi 07.02.2013
12- http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/teror-finansmani-yasasi-meclisten-gecti-akp-istediginin-cebine-el-atabilecek
13- Çetin Diyar, “Terörün finansmanı meselesi”, Evrensel, 02.05.2013
14- Rıdvan Kaya, “Yasa, 11 Eylül Hukukunun Tezahürü”, http://www.islahhaber.com/yasa-11-eylul-hukukunun-tezahuru-32371h.htm
- Çözüm Kardeşliktir!
- Allah’ın Adını Yüceltmek İçin Kıyam Edenler Her Halükarda Kazanmışlardır!
- Kardeşlik Hukukunu Ayaklar Altına Alanlar İçin Henüz Tövbe Vakti Gelmedi mi?
- Ahraru’ş-Şam’ın Suriye’de Yükselişi
- Suriye İslami Cephesinin Tüzüğü
- İslamcı Gruplar ve Şam’daki Dağınıklık
- Kurtuluş Cephesi Etkili Bir İttifakı Temsil Etmekte
- Devrim Üzerine Yirmi Yan Değini
- Tunus Bize Ne Uzak, Bize Ne Yakın Tunus
- Tunus Devrimi ve İşleyen Sancılı Süreç
- Hayalleri Çalınanlar
- AK Parti’nin Muhaliflere Armağanı: Terörün Finansmanı Yasası
- Kafatasçılık Dediğiniz, Brakisefal Tutkusu Değil miydi?
- İran, Emperyalizm ve Ortadoğu İntifadası
- İslam Ümmetinin Bir Parçası Olarak Şia ve İran
- Sigara Tayyib midir?
- Kaf Suresi Tefsiri Bağlamında Tevhid ve Ahiret
- Ay Akşamdan Işıktır!
- Müslüman Mülteci
- Yetim