AK Parti’nin MHP İle İmtihanı
Türkiye’de siyaset mekanizmasının işleyişini karakteristik olarak ideolojik yapıdan çok kişisel figürler, öne çıkan isimler belirlemektedir. Ülkenin kurucu paradigması olan laik-Kemalist sistem bile onu inşa edenin adıyla ideolojik bir içeriğe kavuşturulmuştur. Bu değişmeyen gelenek sağ-sol, muhafazakâr-laik, milliyetçi-liberal fark etmeksizin bugün de siyasetin üzerinde bariz bir etkiye sahiptir. Ülkenin kurumsallaşamamış siyasi yapısı çoğunlukla parti liderlerinin siyasi tasarruflarıyla şekillenmektedir. Vurgu tonu demokrasi, ortak akıl, istişare, ilkeler vs. üzerine yoğunlaşsa da her partide son tahlilde öne çıkan siyasi parti liderleri olmakta, partinin varsa da bir ideolojik donanımı liderin gölgesinde kalmaktadır. Yakın siyasi tarihimizde darbelerle, davalarla ya da farklı sebeplerle kapatılan veya bölünen onca siyasi parti olmasına rağmen belki de çoğunun adı hatırlanmaz ama o siyasi akımın temsilcisi olan liderler, hemen herkes tarafından, neredeyse tüm ayrıntısıyla bilinir, hafızalarda yer tutar.
Türkiye’deki siyasi yapının kişi merkezli karakterinin toplumsal karşılığı da zaman içinde oluşmuştur. Belki sosyolojik dokudan ileri gelen kimi özellikler belki de imparatorluk geçmişinin toplumsal muhayyiledeki karşılığı sonucu ortaya çıkan dürtüler “lider” olgusunun kolay kabulünü pekiştirmektedir. Bu zemin parti liderlerinin de işine gelmekte, liderlik adeta bir kurumsal sistem gibi işlemekte ve ilkelerin önüne geçirtilmektedir.
AK Parti’nin kuruluş süreci ve sonrasında devam eden parti içi işleyiş mekanizması,mezkûr siyasi gelenekten farklılaşarak yeni bir tarzı örneklemekteydi. Kurucu isimlerinin hemen hepsinin eşit olduğu, eşitlerden de öne çıkan birkaç ismin kararlaştırılan ilkeleri temsil eder pozisyonlarda konumlandığı bu siyasi mekanizmayı istişare, farklı kesimlerle fikir alışverişi, toplumsal diyalog, çok yönlü perspektif gibi önemli hususlar diğer partilerden farklı kılıyordu. Uzun süre bu durum böyle devam etti. Ne zaman ki AK Parti çevrenin desteğiyle tutunduğu siyasetin merkezinden uzaklaşarak diğer siyasi partilere benzemeye başladı ve kişi kültünü egemen bir siyasi söylem olarak esas bağlayıcı bir norma dönüştürdü işte o zaman gerek ideolojik gerekse de yapısal olarak ifade edebileceğimiz çözümü oldukça zor sorunlarla boğuşmak zorunda kaldı. Her ne kadar AK Parti kadroları nezdinde “sorunların varlığına” dair bir iç görüden bahsedemesek de geldiğimiz noktada bilhassa başkanlık sistemi ve devamı için kurulan ittifaklar, belirleyici kimliğin ve söylemin bu uğurda giderek değişmesi ve AK Parti’nin değişimi arzulayan toplum kesimleri nezdinde artık bir imkân olarak görülmekten uzaklaşması, söz konusu sorunların temelini oluşturmaktadır. Giderek artan “reisçilik” salgını da ne yazık ki kültleştirmenin yoğunlaşarak sürmesine, Erdoğan’ın da bundan pek rahatsız olmadığına dair bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
AK Parti’yi diğerlerinden farklı kılan maslahatçı davranması değil bizatihi toplum adına sistemle hesaplaşması ve bunu da birçok kesimin desteğini alarak güçlü bir kadro hareketi ve bunların arasında öne çıkan, topluma güven veren liderliğiyle gerçekleştirmesiydi. Bugün lider daha da güçlü ancak bu gücün toplumsal karşılığından çok devleti temsil eden kurumsal boyutu daha fazla ön planda. Toplumsal karşılığı eriyen, etrafında iradeleriyle temayüz etmiş güçlü karakterlerdense müdahaneciliğiyle maruf yararsız tiplerin kümelendiği bir partiye dönüşmekte AK Parti. ‘Padişahım çok yaşa!’ yaygarasını koparanlar, haklı itirazları ve faideli nasihatleri işitilmez kılmakla kalmayıp bu hususlarda uyarıda bulunanların tasfiyesini de sağlamaktalar. Partide tutturulan bu istikamet haliyle ülke siyasetini de etkilemekte; son zamanlarda birçok alanda tuhaf, hikmetsiz ve anlaşılması güç adımlar atılmaktadır. AK Parti’nin bu irtifa kaybı ve sistemi (resmî düzen) temsil eden siyasi pratiği, MHP ile kurulan “bağlayıcı” ittifak ve giderek ona benzemesiyle irtibatlandırılabilir. Başkanlık uğruna yaşanan kabuk değişimi ve taktiksel ilişkiler, belli ki bununla sınırlı kalmamış, iktidar sahiplerinin ciddi anlamda savrulması sonucunu da doğurmuştur.
Bahçeli’den AK Parti’ye Hediye: Kimliksizleşme
Bahçeli MHP’sinin Türkiyesiyasetini belirleme ve dönüştürme konusunda tuhaf bir hikâyesi var. Mecliste bulunduğu her dönemde ülke siyasetinin istikametini kalıcı biçimde etkileyecek çok temel ve keskin müdahaleleriyle bilinir Bahçeli. 23 senedir başında bulunduğu partinin ideolojik katılığını ve söylemini değiştirmemekle birlikte kurduğu ittifaklar ve verdiği kararlarla Türkiye siyasetinin çeyrek asrına adeta damgasını vurmuştur Devlet Bahçeli. 2000’li yılların başında kanlı bıçaklı olduğu solun o dönemki temsilcisi DSP ile hükümet kurması şaşkınlıkla karşılandığı gibi bir süre sonra ekonomik kriz nedeniyle aniden ülkeyi erken seçime götürerek dikkatleri bir kez daha üzerine çekmeyi başarmıştı. Bu seçimde AK Parti tek başına iktidar olmuş ve meclise sadece CHP girebilmişti. MHP dâhil bütün siyasi partiler barajın altında kalmış, yeni bir siyasi dönemin kapıları açılmıştı. AK Parti o günden bu yana iktidarı kimseye bırakmadı.
2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği 367 vekilin mecliste bulunması kararını aşamayan AK Parti, ülkeyi erken seçime götürmüş ancak 367 vekile ulaşamamıştı. Bu seçimde meclise giren Bahçeli ve partisi, kimsenin beklemediği bir karara imza atarak cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarına katılacağını belirtmiş, bu krizin aşılmasını sağlamıştı. 2007’den bu yana her seçimde meclise girmeyi başardı MHP ve 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine kadar hemen her alanda iktidara karşı katı bir muhalefet sergiledi. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini onaylayan anayasa değişikliği referandumu sonrasında 2014 yılında yapılan seçimde Erdoğan’a karşı CHP ile ittifak edip Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. Bu da şaşırtıcıydı ve Bahçeli’nin öngörülemez siyasetinin bir sonucu olarak okundu. 15 Temmuz sonrasında ise Bahçeli keskin bir kararla diğer siyasi partilerden farklı olarak AK Parti’nin yanında tüm gücüyle durup darbeye ve o mekanizmaya karşı çıktı. Takip eden aylarda ise pek gündemde yokken başkanlık sistemi fikrini tartışmaya açtı ve kısa süre içinde AK Parti’yle ortak bir anayasa değişikliği yaparak 2017 Nisan’ında halk oylamasına gidildi, yeni sistem kabul edildi. Bu süreçte iki parti arasındaki ittifak giderek yoğunlaşıp her alanda güç birliği ve seçim ittifakı şeklinde tecessüm etti. 2018’de Bahçeli yıllar önce yaptığı gibi erken seçim çağrısında bulunarak ülkeyi seçime götürüp Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesini, bu seçimde de ülke siyasetinde ittifaklar döneminin başlamasını sağladı. 15 Temmuz’dan sonra MHP bölünüp içinden kendisinden daha ırkçı İYİ Parti çıksa da ikisi de estirilen milliyetçi rüzgârla yelkenlerini doldurup siyaset arenasında tutunabilmeyi başardı.
İktidar partisinin kendi özgünlüğünü, karakterini yitirmesi ve bir sistem-düzen partisi gibi yansımalar göstermesi, MHP’nin süreç içinde onu adeta kilitleyip siyasetini dönüştürmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bunu iktidarda kalma refleksi, yeni yönetim biçiminin gücünün cazibesi, uzun süreli iktidar olmanın yıpratıcı tesiri gibi sebeplere bağlayabiliriz ancak gelinen aşamada AK Parti’nin kodlarının MHP’lileşmesinin bu sürecin en önemli müsebbibi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu metazoriyle ya da gelişen şartların doğal bir sonucu olarak değil bizatihi AK Parti’nin tercihiyle ortaya çıkan bir siyasal durumdur. O nedenle ittifakın, iktidar partisinin kimliğini ve kazanımlarını geriletmesi, sadece AK Parti’yi değil tüm toplumu ilgilendiren boyutlar taşımaktadır.
MHP ideolojik yükünü, yoğunluğunu muhafaza ederek siyasal koşullara adapte olma becerisi gösteren bir partidir. Bahçeli döneminde MHP’nin milliyetçi, sistemden yana ve ayrıştırıcı siyasi yapısında pek değişim olmamış; ülke siyasetini derinden etkileyen politik hamlelerle bu parti belirleyici etkin bir siyasi yapıya dönüşmüştür. MHP’nin kritik hamleleri, dönemsel ittifakları ve iktidar partisiyle ilişkisinin mahiyeti devletin bekası, ülkenin ve toplumun menfaati gibi gerekçelerle ifade edilmektedir. Oysa MHP’nin tutumu açıktır. Onlar için bu hamleler, düzenin bir nevi kavi olarak devamı adına atılan adımlar cümlesinden sayılmaktadır.
AK Parti’de yakın zamana kadar temerküz eden siyasi anlayışın esası, geniş toplumsal kabul ve kucaklayıcı bir perspektife dayanıyordu. Dışlayıcı olmayan, ayrımcılığa dayanmayan, aksine katılımcı ve çoğulcu bir siyaset pratiği ile sayısız kazanıma imza attı AK Parti. Bu yolda Türkiye’deki birçok vesayet odağıyla hesaplaştı, baskıcı ve despot karakteriyle anılan eski devletin kodlarının çözülmesini sağladı ve sistemin aslında toplumun karşısında konumlanmak üzere inşa edildiğini faş etmeye gayret etti. İnsana temas eden, toplumun menfaatini önceleyen bu siyaset tarzı, güçlü bir desteğe dönüşerek AK Parti’yi iktidarda tutmayı sağladı yıllarca. Geniş kadrosu, farklı kesimlerle istişare geleneği ve özgüvene dayalı siyasi perspektifi ile AK Parti muhalif partilerin bile değişimine öncülük etmeye başlamıştı. Ancak 15 Temmuz öncesinde parti içinde yaşanmaya başlayan kişisel sorunlar, yapısal problemler, klikleşmeler 15 Temmuz’un ardından gerilen ve giderek güvenlik merkezli bir tutumun öncelendiği ortamda AK Parti’nin içine kapanmasına, Erdoğan merkezli siyasetin bariz biçimde belirginleşmesine yol açtı. Bu siyasi ortamın ürünü olan başkanlık sistemi, MHP’ye bağımlı bir ilişkinin doğmasına, kabuk değişimi yaşayan AK Parti’nin özellikle iç siyasette kimlik erozyonuna uğramasına neden oldu. Düne kadar ilkesel bütünlüğü, istişari temelli siyaseti, farklı görüşlere açık yapısıyla uzun yıllarca Türkiye siyasetini üst seviyelere taşıyan AK Parti, MHP ile ittifaktan sonra klasik milliyetçi, devletçi, güvenlikçi bir kimliğe evrildi ve tipik sağ partiler gibi düzen partisi görüntüsü sergilemeye başladı.
Eleştirel yaklaşanların dışlandığı, açıktan uyaranların hain damgası yediği bir parti mekanizması içinde haksızlıklara ve hukuksuzluklara gözler kapatıldı, çoğu önemli AK Partili siyasetçi sessizliği tercih etti. Bu can sıkıcı sessizliğin de ötesinde partinin söylemi giderek milliyetçi-devletçi bir karakter arz etmeye başladı. MHP’nin kulak tırmalayan ırçkı-ötekileştirici dili AK Parti ve ona müzahir medya-STK vb. çevrelerin de ezberine dönüştü. Kutsal devlet, necip millet, yedi düvel düşman, içerde sayısız hain, tehdit altındaki beka gibi birçok milliyetçi klişe AK Partililerin standart söylem kalıplarına dönüştü. Ülkü ocaklarının propagandalarını bastıran bir gürültüyle öne çıkan nice AK Partili “bozkurt”u bu dönemde hayretle izler olduk.
Sorun sadece söylemle sınırlı kalmamakta, MHP’yi küstürmeme endişesi, onun hassasiyetlerine göre politika belirlemek, AK Parti’nin doğasını da değiştirmektedir. MHP ittifakta azınlık olmasına rağmen iktidarın genel siyasi seyrinin esas belirleyeni gibi bir rol üstleniyor. Bir çatlak yaşanmaması uğruna MHP’nin kırmızıçizgilerini içselleştiren bu siyasi tutum AK Parti’yi kimliksizleştirmekle beraber içerden kopuşlara ve tabanda erimeye yol açıyor. Son günlerde iktidar tarafından sıkça zikredilen reform adımlarının milliyetçi ve devletçi bir anlayışla hayata geçirilme ihtimali de bu nedenle pek kolay görünmüyor. Bir politik açılım anlamını taşıyan bu reform girişiminin ekonomik, hukuki ve sosyal boyutlarının gerçekleşme ihtimali MHP’ye benzeyerek değil, geçmişteki başarılı siyaseti temin eden liyakatli kadrolar ve kuşatıcı bir yaklaşımla gerçekleşebilir. Zamanında milliyetçiliğe prim vermeden, sistemin ulusalcı-dışlayıcı yapısıyla hesaplaşarak sürekli mevzi kazanan, toplumun genelini kucaklayan bir siyaset tarzıyla tabanı olan muhafazakâr kesimin milliyetçiliği öne çıkartmasını da kısıtlayan AK Parti, başta kendi tabanının bu zehirli ideolojiye tekrar eskisinden yoğun biçimde iltifat etmesine neden olmuş, bu geniş toplum kesimini de yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştır. AK Parti orijinalliğini ve özgünlüğünü yitirdikçe, tabanını taklit ettiği kesimlere kaptırmaya mani olamayacaktır. AK Parti’den uzaklaşan seçmenler bu milliyetçi fırtınada yönünü MHP’ye ve ondan türeyen İYİ Parti’ye çevirmiştir. Ülkede yaşanan sorunların faturasını haliyle AK Parti’ye kesen Türk-Kürt muhafazakâr-milliyetçi kesimler, milliyetçiliğin asıl temsilcilerini tercih edeceklerdir. Her kesimden geniş destek görerek bir kitle partisine dönüşen AK Parti milliyetçi hamasetle ancak milliyetçiliği tırmandırmayı sağlamış; MHP, İYİ Parti ve HDP gibi partilerin güçlenmesinin önünü açmıştır.
Milliyetçi Hamaset AK Parti’yi Tüketecektir
İktidar olmak başlı başına yıpratıcıdır. AK Parti’nin uzun iktidar yolculuğunda yıpranması, iktidar olmaktan kaynaklı sürekli eleştirilere maruz kalması, çözemediği sorunlardan dolayı destek yitirmesisiyasetin doğası gereğidir. Bu yıpranmışlığı parti içi mekanizmalarla aşmak, yenilenerek çözüm yolları aramak mümkündür. Ancak kendi siyasal tezlerinden ödün verdikçe, yapısal karakterine uymayan ideolojilere sığındıkça yıpranma yerini tükenmeye bırakacaktır.
AK Parti sorunları aşmanın yollarını kendisini başarılı kılan ilkesel zeminde aramadı ve buna sırtını döndü. Sahip olduğu toplumsal desteği güçlü bir siyasal akıma dönüştüremedi. Zaman zaman taktiksel olarak müracaat ettiği milliyetçi tutumu bir kimliğe dönüştürdü ve ülkede milliyetçi bir atmosferin gelişmesine neden oldu. Bundan besleneceğini umsa da kendisini tüketmeye başlayan bir sürecin fitilini ateşledi. Kendisi yıpranırken MHP ve türevleri güç kazandı. Bir trend halini alan milliyetçiliğin konforundan nemalanan onun esas temsilcileri olurken külfetini AK Parti çekmeye başladı. Bu ittifak AK Parti’yi birçok konuda hareket edemez hale getirdi. Mesela, bir mafya babasının ana muhalefet partisi liderine kamuoyunun önünde galiz hakaretler etmesi ve ağır tehditler savurması, bunu yaparken MHP’den destek alması ve iktidar partisinin bu çirkinliğe sağır kesilmesi söz konusu edilgenliğin, pasifliğin, ürkekliğin tipik örneğidir. Bu emsal AK Parti’nin MHP karşısında nasıl da paralize olduğunu, kilitlendiğini açık biçimde göstermektedir. Bu tavizler, benzeşme hali, tükenmeyi ve ilkesizliğin derinleşmesini beraberinde getirecektir. MHP’ye bu düzeyde bağımlılık görüntüsü onu daha cüretkâr kılacak; hiç kimseye yarar sağlamayan milliyetçiliğin toplumu zehirlemesinin önü daha da açılacaktır.
Etnik-milliyetçi-ulusçu ideolojiler; ifsadı, çürümeyi, husumeti ve nefreti çoğaltırlar. Bu ideolojilerin topluma hiçbir yararları yoktur. Propaganda ve hamasetle ancak kargaşa ve kaosa hizmet ederler. En başta İslami bilince ve hikmete sahip Müslümanların milliyetçilik ve benzeri anlayışlarla aralarına mesafe koymaları ve bunun için çaba göstermeleri gerekmektedir. Müslümanlar arasında bu hastalıklı anlayışın güçlenmesine destek olmanın, milliyetçiliği omuzlamanın vebali ağırdır. Milliyetçilik bir virüs gibi en başta temel insani değerleri yok eder, insani erdemleri çürütür ve birçok olumlu meziyeti ortadan kaldırır. İslami bilince sahip her Müslüman, Kur’an’da sayısız defa ortak inanca sahip geniş topluluk şeklinde tanımlanan ümmet vurgusunu güçlü biçimde öne çıkarmalıdır. Milliyetçilikle karılmış Müslümanlık anlayışı İslam’ın istismar edilmesi ve arı-duru İslami kimliğin kirletilmesi sonucunu doğurur. O nedenle milliyetçiliğin müspet hiçbir yönünün olmadığının altı -özellikle Müslümanlar tarafından- her fırsatta çizilmelidir.
Milliyetçi görünmek ya da milliyetçi olmak arasında toplumsal etki açısından pek bir fark yoktur. Toplum elbette aslı varken suretini tercih etmez. Propagandasını yaptığın şeyin özü sende mündemiç değilse insanlar aslını aramaya, benimseye ve onunla özdeşlik kurmaya yönelir. Tükeniş sadece yönelimle sınırlı kalmaz, ideolojik olarak dönüşüm de kaçınılmaz olarak gerçekleşir. AK Parti hakkın, adaletin, özgürlüklerin savunuculuğunu yapan ve kendi söylemi içinde yeni bir dil ve siyaset inşa etmeye çalışan bir partiydi. İnandığı bu değerler uğruna birçok soruna göğüs gerip ciddi badireler atlattı. Ancak bugün gelinen noktada MHP’ye teslim olma hali AK Parti’yi tüketecek ve sıradanlaştıracaktır. Bu ilişki tarzından izzetli, onurlu ve adil bir siyaset beklemek mümkün değildir. Reform olarak bahsedilen şeyler şayet toplumun maslahatı için ise bu ancak AK Parti’nin milliyetçiliğe teslim olmadan kendi kurucu değerlerine ve toplum nezdinde saygın hale gelmesine olanak sağlayan ilkelere dönüş yapması ile mümkün olur. MHP’nin yedeğinde milliyetçiliği himaye ederek ne reform yapılabilir ne de bünyedeki hastalıklara çare bulunabilir!
- Safımız Belli Olsun
- Politik Manevra ile Samimi Arayış Arasında İktidarın Reform Vaadi
- Reform Vaadi ve Gerçekler
- AK Parti’nin MHP İle İmtihanı
- Muhafazakârlar Kemalist İdeolojiye Teslim mi Oluyorlar?
- Salgın Süreci Bize Ne Öğretti?
- Pandemi ve Küresel Borç Krizi
- Arınç Konuştu, Kıyamet Koptu!
- Zihnin Derinliklerine İtilmek İstenen Bir Kavram Olarak İslamcılık
- Modernite ve Post-Modernite Kıskacında Gençliğin Durumu
- Işık Saçan Fenerler Haline Gelmek İçin Yapacak Çok İşimiz Var!
- Esed’in Sahte Konferansı, Rejimin Karanlık 50. Yılına İşaret Ediyor
- Suriye'de Adaleti Sağlamaya Yönelik Küçük Adımlar
- Bir Alman Laboratuvarı Olarak Afrika
- İstihza, Mizah ve Karikatür Krizi
- Aziz Bir Dostun Ardından
- Hz. Sâlih ve Semûd Kavmine Dair Sosyolojik Bir Çözümleme
- Şakşakçılar ve Soytarılar