Afganistan'da Siyasi Elitler: Rantiye devletin Kuruluşu ve Enkazı
AFGANİSTAN'DA SİYASİ ELİTLER: RANTİYE DEVLETİN KURULUŞU VE ENKAZI
Barnett R. Rubin
Barnett R. Rubin; ABD, Columbia Üniversitesi Siyaset Bilim bölümünde öğretim üyesidir.
Bu makale Afganistan'da Necibullah rejiminin devrilmesinden önce yazılmıştır. Bu yüzden iktidardan bahsedildiğinde komünist yönetim, muhalif güçlerden bahsedildiğinde de genel olarak mücahit gruplar kastedilmektedir. Yine 'eski rejim' kavramı da, Afganistan'da Sovyet destekli Afganistan Demokratik Halk Partisi'nin darbesinden önceki yönetimler için kullanılmaktadır. [Çevirenin Notu]
Devrimler hakkında yapılan araştırmalar, şimdilerde devletler ve yapılar kadar devrimciler ve onların ideolojileri ile de ilgilenmektedir. Daha eski bir anlayış ise bunun tersine, bireysel hoşnutsuzlukların birikmesi üzerinde duruyordu. Bu yeni yaklaşım, devrimci "muhalif elitler" üzerinde, özellikle yönetici elitle karşılaştıran araştırmalar yapılmasına neden olmuştur. Devrimlerin kaynağı, başarısı ya da başarısızlığında yapısal faktörlerin önemi üzerine yapılan bu yeni vurgu, eski araştırmaların tamamen geçersiz olduğu anlamına gelmez. Yalnız, devrimlerin sonuçlarını anlama yöntemimizi değiştirmemiz gerektiğini gösterir. Theda Skocpol'un iddiasına göre devrimciler, çoğunlukla muhtemel devlet kurucularının arasından çıkar ve kökenleri de bu olguyu yansıtır. Fransa'da, Rusya'da ve Çin'de "devlet kademelerinde görev yapan, nisbeten yüksek eğitim görmüş ve mevcut sınıflar ve Eski Rejim yönetiminde bulunan elit zümreler yanında marjinal kalan gruplar arasından çıkmışlardır."1 Ayrıca diğer ülkelerle ilgili bazı araştırmalar göstermiştir ki, devrimci liderler çok yüksek bir eğitim düzeyini, önceki rejimde iktidarlara ulaşmalarını engelleyen düşük bir sosyal statü ile birleştirebilmişlerdir.2 Buna ek olarak, devrimciler kendilerini toplumlarına karşı eleştirel olmaya sevkeden kozmopolit ve uluslararası bir yönelişe daha meyyaldirler. Bu yönelişin nedeni, kısmen yabancı eğitim ve yurt dışı seyahatlerinin sıklığıdır. Yüksek eğitim ve yurt dışı seyahatleri, devrimcilerin devlet içindeki ve uluslararası sistemdeki "güç bölgeleriyle" bağ kurmalarını sağlamıştır.3
Muhalif elit zümrelerle ilgili araştırmaların çoğunda; devrimciler Komünistler ya da solcularla (mesela radikal milliyetçiler), yabana eğitim "Batılı" eğitimle, kozmopolitanizm ya da çağdaşlaşmada Batılılaşmayla eş anlamda kullanılmaktadır. Ancak özellikle İslam dünyasında ne İslami hareketler, ne de uluslararası sistem bu ölçüde tek boyutlu değildir. Buralarda, komünizmin Avrupa'da çöküşünden önce İslami devrimci fikirler (İslamcılık) ve Marksizm, hoşnutsuz kesimlerin desteğini kazanmak için yarışıyorlardı. Marksist ve İslamcı militanların sosyal ve eğitimsel arka planları hakkında karşılaştırmalı bir araştırma, devrimci muhalif seçkinlerin genel vasıflarını büyük ölçüde açıklayabilir. Bu, aynı zamanda İslamcı militanları konu alan bir çalışma ile daha geniş bir alan olan radikal ya da devrimci konu alan bir çalışmayı eylemcileri birbirine bağlayabilir. Böyle bir araştırma, genel anlamda radikal muhalefetin taşıdığı özellikleri özel bir ideolojik tercihe ait olanlardan ayrıştırmamıza yardımcı olabilir.
Afganistan, her iki türden devrimci elit zümre hakkında araştırma yapmak, birbiriyle ve eski rejimle karşılaştırmak için büyük bir fırsat oluşturur. Bu grupların hepsinin tanımlanması nisbeten basittir ve hepsi de tabiri caizse (birçok güç merkezinin bulunduğu bir ortamda) devrimci bir durum oluşturacak şekilde iktidar yarışına girmelerine rağmen başarıya ulaşmış bir devrim gerçekleştirememişlerdir. Batı, Sovyetler Birliği ve İslam dünyası kaynaklarını Afganistan'daki sonucu etkilemek için seferber ettiler. Afganlı siyasiler ise, sunulan bu imkanlardan sonuna kadar faydalanmaya çalıştılar.
Afganistan'da Devletin ve Elit Tabakanın Oluşumu
Afganistan II. Anglo-Afgan Savaşı (1878-1880)'ndan sonra İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında bir tampon devlet olarak modern devlet sistemine dahil olmuştur. Hiç bir yönetici, buranın verimsiz toprakları ve kabilevi yapısından yeterli kaynakları elde edemediği için, merkezi bir devletin takviyesi büyük ölçüde yabancı yardımlara bağlı kalmıştır. Bu da sonuçta İngilizleri, ülkenin dış ilişkilerine hakim hale getirmiştir.4
Afganistan'ın bağımsızlığından (1919) Soğuk Savaş dönemine kadar bu tür yardımlar ya çok azdı ya da hiç yoktu ve buna mukabil merkezi devlet de zayıftı. Ancak 1950'lerde Kral Zahir Şah'ın kuzeni Başbakan Davud, hem Amerika'dan hem de Sovyetler Birliği'nden elde edilen yardımlarla büyük bir devlet aygıtı kurmak amacıyla ülkenin bir tampon devlet olarak -Amerika'nın finanse ettiği Bağdat Paktı (sonraları CENTO) ile Sovyetler Birliği arasında- yeni bir statü elde etmesinde önemli bir rol oynamıştır. Afganistan, 1957'den beri her yıl gelirinin %40'ından fazlasını "doğrudan yurt dışından elde ettiği gelirlerden5 sağladığı için bir çeşit rantiye ya da "tahsis edilmiş" devlet haline gelmiştir. Bu gelirlere yabancı yardımlar ve Sovyetler Birliği'ne 1968'de başlanan doğalgaz satışlarından elde edilen gelirler de dahildir. Elde edilen bu gelirler devlet liderliğinin, kontrolü altındaki devlet aygıtını kendi vatandaşlarıyla uzlaşmadan ve onlara karşı sorumlu olmadan bağımsız bir şekilde geliştirmesine yol açmıştır. Yani vatandaşların kendi üretici çalışmalarından elde edilen vergilerle devletin büyütülmesi finanse edilmemiştir. Bununla birlikte, genelde rantiye devletlerin petrol satışı dolayısıyla alıcı ülkelere herhangi bir bağımlılık duymamalarına karşın Afganistan hem yardımı sağlayanların hem de sattığı gazın mümkün olan tek alıcısı Sovyetler Birliği'nin baskılarına maruz kalmıştır.6
Bu konumdaki pek çok devlette olduğu gibi, sadece gelirler değil yüksek öğrenim ve eğitim de "doğrudan yurt dışından" elde edilmiştir. Amerika öğretmen eğitimi, tarım ve mühendislik konularına eğilirken, Sovyetler Birliği askeri yardım ve eğitim ve büyük ekonomi projelerinin finansmanı konularına el atmıştır. Hukuk ve eğitimle ilgili İslamcı yetkililer Mısır'daki Ezher Üniversitesi'nin yardımıyla eğitilmişlerdir. Fransa ve Batı Almanya; tıp, laik hukuk, sosyal bilimler ve teknik alanlarında önemli yardımlar sağlamışlardır.
Afganistan, global konularda Amerika ve Sovyetler Birliği'yle arasındaki ilişkileri dengelemeye çalışmış, dış siyasetini Afganistan'daki en büyük grup olan Peştunlar'ın yerleşik olduğu Pakistan topraklarına sahip çıkma iddiası üzerine yoğunlaştırmıştır. Sonunda Peştun milliyetçiliğinin bu şekilde öne çıkması, hükümeti müslüman Pakistan ve müttefiki olan Amerika ve Çin'e karşı Hindistan ve Sovyetler Birliği ile bölgesel bir işbirliği yapmaya sevketmiştir. Sovyetler Birliği'nin Peştun milliyetçiliğini desteklemesi ve Sovyet eğitimi görmüş resmi birliklerde Peştunlar'ın çoğunluğa sahip olması, Afgan radikallerinin ideolojik tercihleri üzerinde önemli bir tesir oluşturmuştur.
Rantiye devletlerde sosyal ve ekonomik entegrasyon genel olarak düşüktür ve sosyal sınıf önemli bir kendini tanımlama şekli değildir. Afganistan'da sosyal yapılar yöreseldir, akrabalık veya mezhebi ayrımlara dayanır. Afganistan'ın uluslararasında kabul edilen sınırları içerisinde yerleşik olan topluluklar yalnızca devlet bazında bir "toplum" oluşturur. Yalnız bu ulusal toplum belirgin bir etnik tabakalaşmaya sahiptir: Devlet Başkanı (1973'e kadar Kral, 1973'den 1978'e kadar Cumhurbaşkanı) Peştun kabilelerinin üç büyük grubundan birisi olan Durrani Konfederasyonuma bağlı Barakzai kabilesinin Muhammedzai klanına mensuptu. Devletin resmi dini Sünni İslam'ın Hanefi fıkhı ve devletin başkenti çoğunluğun Farsça konuştuğu Kabil şehri olmuştur.7 Çoğunluğu Hazara etnik grubuna bağlı olan Şiiler sosyal hiyerarşinin en tabanında olmuşlardır.8 Muhammedzailer en tepede bulunurlardı; bunların altında da diğer Peştunlar gelirdi. Eski Afgan imparatorluğu Durrani Konfederesyonu tarafından 1747'de kurulmuştu ve kraliyet ailesi ara sıra Durrani kimliğini vurgulardı. Fakat 1929'dan 1978'e kadar iktidarı elinde bulunduran ve Gilzai ve doğu kabilelerine mensup olan Musabihan ailesi Kabil'in güneyi ve doğusundaki Peştunlar'ın yardımıyla iktidarı ele geçirdi. Musabihan mensupları kendilerini Durraniler'den ziyade Muhammedzailer ve Peştunlar olarak niteliyorlardı.
Peştun ve Hazaralar'ın arasında da diğer büyük Sünni etnik gruplar yer almaktadır. Bunların arasında Kuzeydoğu'da Farsça konuşan Tacikler en kalabalık grubu oluşturmaktadırlar. Kabil şehrinin Tacikleri (başkent nüfusunun çoğunluğu) devlet hizmetlerinde hakimiyeti ellerinde bulunurlardı. Ara statüye sahip diğer gruplar içinde ise kuzeyde Türkçe konuşanlar (Özbekler ve Türkmenler), Beluçlar, Nuristaniler ve diğerleri yer almaktadır.
Aşağı yukarı bütün Muhammedzailer -köken olarak Kandahar bölgesinden gelmişler- devlet hizmetleriyle uğraşan Peştunlar ve önemli kabile ailelerinin çocuklarıyla birlikte Kabil şehrine taşınmışlardır. Bir kaç nesilden ve Kabilliler'le karşılıklı evliliklerden sonra, torunlarının kimliği bazen belirsizleşmiş, öyle ki "Kabilli" terimi kimlikleri hakkında atalarının soyu ile ilgili terimlerden daha çok bilgi verir olmuştur. Bu makalede "Kabilli" kavramı, kökleri geçmişe uzanan etnik münasebetlerin dışında Kabil şehrinin yerlileri anlamında kullanılmıştır.9 Devlet politikaları Afganistan'ın kuzeyindeki Peştun olmayan bölgelerde Peştun sömürüsünü körüklemiştir. Bu bölgelerdeki Peştunlar, kısmen Farsça konuşan ve kabile kimliği zayıf olan insanlardır.
Bu yüzyılın ilk yarısında iktidar sahipleri, devletin seçkinlerini eğitmek üzere bir kaç tane Batılı laik okul kurdular. Dört tane elit erkek okulu Fransa, Almanya, Amerika ve İngiltere'den elde edilen yardımlar ve öğretmenlerle işletildi. Bir tane de Fransız kız okulu kuruldu.
1950'lerin ortalarından sonra dış yardımın büyük ölçüde artması sonucu okul sistemi de genişletildi. Bazı köylerde ve ilçe merkezlerinde ilkokullar, bir çok il merkezinde orta dereceli okullar ve il merkezlerindeki ilk okullardan mezun olanlar için Kabil'de orta dereceli yatılı okullar kurulmuştur. Orta dereceli yatılı okulların bir çoğu, Kabil Askeri Akademisi'ne bağlı askeri lise dahil, kırsal bölgenin tanınmış ailelerinin çocuklarına hitap ediyordu. Eğitim dili ise elit okullarda kullanılan Farsça değil Peştuca'ydı. Yüksek eğitimde Batılı bir sistemin oluşturulmasına 1932'de Fransız desteğiyle bir Tıp Fakültesi kurularak başlandı. Bunu diğer fakülteler takip etti ve bunlar birleştirilerek 1947'de Kabil Üniversitesi oluşturuldu. Neredeyse bütün fakülteler para, öğretim üyesi ve eğitimlerini Fransa, Mısır, Amerika, Batı Almanya, Sovyetler Birliği ve başka yerlerde tamamlayan Afgan profesörlerine araştırma yapmaları için burs sağlayan bir yabancı destekçiye sahipti.
1950'lere kadar orta öğretime ve Kabil Üniversitesi'ne kayıt, yurt dışı eğitimi ve subay yetiştirilmesi büyük ölçüde Kabillilerle sınırlandırılıyordu. 1959'da ülke nüfusunun %1,8'inin bulunduğu Kabil şehri, Ülkedeki orta öğretim öğrencilerinin %73,7'sini barındırıyordu.10 1940'ların sonu ve 1950'lerin başında Afganistan'daki yüksek öğretim kurumlarında sadece 500 öğrenci bulunuyordu ve her yıl 20-30 öğrenci tahsil için yurt dışına gönderiliyordu.11
Davud'un başbakanlığının son 8 yılında (1955-1963) ilk ve orta dereceli okul öğrencilerinin sayısı yaklaşık üç katına çıkarıldı. Yüksek okullardan mezun olan öğrencilerin sayısında da (çoğunluğu Kabil Üniversitesinde) dört katından fazla bir artış oldu. Yeni Demokrasi (1963-1973) olarak bilinen siyasi liberalizasyon döneminde ise ilkokul öğrencilerinin sayısında iki kat, orta öğretim öğrencilerinin sayısında ise altı kattan fazla bir artış oldu. Böylece ortalama her yıl beşte birlik bir büyüme gerçekleştirildi. Üniversitede kayıtlı öğrencilerin sayısı bu on yıllık sürenin sonunda, başındaki mevcudunun 3.4 katına çıkarıldı; Afganistan'da 11,000'in üzerinde öğrenci vardı ve 1974"e kadar her yıl yaklaşık 1,500 öğrenci yurt dışına gönderiliyordu.12 Aynı zamanda, ordudaki genişleme sonucunda subay sayısı da arttı. 1956 ve 1978 yılları arasında Afganlı subaylardan sadece 487'si Amerika'da kurs görürken 3,725 Afgan subayı -özellikle hava kuvvetleri ve zırhlı birlikler- Sovyetler Birliği'nde eğitim görmüştü.13
Afganistan'da Siyasi Seçkinler
Eski rejimin seçkinleri burada, Musabihan ailesinin iktidarı dönemindeki devlet başkanı, kabine bakanları, valiler ve yüksek mahkeme üyeleri şeklinde tanımlanmıştır.14 Bu seçkinlerin merkezinde devlet başkanı, başbakan ve dışişleri, savunma ve içişleri bakanları bulunmaktadır. Hem komünistler hem de İslamcılar ilk olarak Yeni Demokrasi döneminde örgütlendikleri için, bu dönemin seçkinlerini ayrıca analiz ettim. Bu insanlarla ilgili bilgiler basılmış materyallerden ve bilgili Afgan mültecilerinden elde edilebilir.15
Bütün gruplarla ilgili sahip olunan veriler, sadece 1978'de Komünistlerin bir darbeyle iktidarı ele geçirmelerinden önce aktif olan grupları içermektedir. Çünkü bunlar nisbeten daha homojen ve daha kararlı gruplardır ve bu gruplar ileriki dönemlerde iktidarı elinde bulunduran hükümete ya da önce Komünist hükümete sonra da Sovyet ordusuna karşı girişilen cihada katılan gruplarla değil; daha ziyade Mısır'daki benzeri gruplarla kıyaslanabilir. Başkalarının yanında eski rejimi ve geleneksel dini motifleri destekleyenleri de içinde barındıran Afgan direnişinde İslamcı devrimciler, nisbeten büyük bir hareketin bazı liderlerinden oluşmaktadır sadece. Son olarak, eldeki verilerde diğer hareketlerin yanında azınlığı oluşturan "Maocu" Marksist gruplar ve Şii İslamcı gruplar ihmal edilmiştir.
Afganistan'daki en büyük Komünist organizasyon, 1 Ocak 1965'deki ilk kongresi sonucunda kurulan Afganistan Demokratik Halk Partisi [ADHP] idi. 1967'de parti iki fraksiyona ayrıldı; biri Nur Muhammed Taraki ve Hafızullah Emin'in yönettiği ADHP-Halk'ı, diğeri Babrak Karmal'ın liderliğini yaptığı ADHP-Perçem'i oluşturdu.16 Her ikisi de benzer bir yapı oluşturup gerçek ADHP'nin kendileri olduğunu iddia ettiler. 1977'de Sovyetler Birliği'nin Hindistan ve Pakistan'daki komünistler aracılığıyla yeniden birleşmeleri konusunda baskı yapmasına kadar da birleşmediler. Bu, bir yabancı gücün Afganistan'da ihtilaflı grupları birleştirmesinin ilk örneği olabilirdi, ama son örneği değildi.
Perçem ve Halk ayrı ayrı siyasi ve sosyal birer grup oluşturdular (hala da öyledir). Merkez Komite'de görev almışlardır, ta ki 1986'da Genel Sekreter Necibullah'ın Merkez Komite'yi yeniden örgütlenmesi ve savaşta başarı gösteren birçok kişinin katılması ve 'tarihi şahsiyetleri' Komite'den dışlanmasına dek. Liderliğin özünü Politbüro'da görev yapan Merkez Komite Üyeleri oluşturmaktadır.17
1965'ten sonra İslami hareket Kabil Üniversitesi öğrencileri arasında Müslüman Gençlik Örgütü [Sazman-ı Cevanan-ı Müselman] adıyla büyük bir güç elde etmiştir.18 1973'ün başında hareket profesörlerden oluşan daha gizli bir cemiyeti de içine alarak üye kayıtlarına başlamış ve liderlik için bir şura [konsey] oluşturmuştur. Kabil Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde ders veren Burhaneddin Rabbani şura başkanlığına seçildi. Gulam Muhammed Niyazi nihai lider olarak tanınmasına rağmen konumunun hassasiyeti yüzünden toplantılara resmi olarak katılmamıştır. Şura daha sonra harekete Cemiyet-i İslami ismini seçmiştir.19
1973'te Davud'un Zahir Şah'ı devirip kendisini devlet başkanı ilan etmesinden sonra İslami hareket büyük baskıya maruz kalmış ve tanınmış üyelerinin çoğu Pakistan'a Peşaver kentine kaçmıştır. 1970'lerin başından beri üyeleri arasında "farklılık belirtileri" mevcuttu20 ve hareket 1975'deki ayaklanma girişiminin başarısızlığa uğraması ve sürgünlerin sonucunda iki parçaya ayrıldı: Hala Rabbani'nin yönettiği Cemiyet ve Gulbeddin Hikmetyar'ın lideri olduğu Hizb-i İslami.
İslami hareketin örgütsel yapısı ne ADHP ile ne eski rejimle hiç bir paralellik taşımamaktadır. Liderleri eski Cemiyet'in şura üyeleri ve Profesör Niyazi'den oluşmaktadır. Daha geniş bir liderlik ise şura üyeleri artı aşağıdaki kategorilerde bulunan insanları içine alır: Davud'un harekete baskı uyguladığı dönemlerde tutuklananlar; harekete 1978'den önce giren ve akabinde ya Cemiyet'in ya da Hizb'in idari kademelerinin (Komiteler) başkanlığına ulaşan; 1975 ayaklanmasında öldürülmüş ya da 1979'da toplu katledilişlerine kadar hapiste kalmışlardır ve bunun için Peşaver'deki Cemiyet-Hizb bölünmesine katılmamışlardır. Eski rejim ve ADHP de olduğu gibi bu gruplarla ilgili bilgiler de yayınlanmış mülakatlardan elde edilmektedir.
Bütün grupların bazı üyeleri hakkındaki bilgiler eksiktir. Sadece, tabloyla ilgili kendileri hakkında bilgi bulunanlar (tabloya) dahil edildiği için, daha sonra sunulacak tablolar arasında grupların üye sayılan konusunda farklılıklar vardır. Ancak bu eksiklik sonuç kısmında önyargı şeklinde bazı sistematik hatalara yol açmamalıdır.22
İdeolojiler
Afganistan'ın eski rejimi kendine ait bir ideoloji geliştirememiştir. Diğer baskıcı rejimler gibi, o da bazı tipik "mentaliteler" veya genel siyasi eğilimler taşıyordu.23 Gerekliliğine inandığında ülkeyi "modernleştirmek" için teknoloji ve bazı Batılı sosyal örgütlenme modelleri ithal ediyordu, ama bunları kitlelerin tepkisini çekmemek için tedrici olarak yapıyordu. Eski rejim mensuplarının pek çoğu dindardı, ihtiyaç hasıl olduğunda, geleneksel unsurların reformlara karşı mukavemetini kırmak için kadınların peçesiz dolaşmasına izin verilmesi gibi İslamcı modernist tezleri de kullanabiliyorlardı, ancak İslam hiç bir zaman siyasette rehber ya da rejimin merkezi meşruiyyet kaynağı olmadı. Diğer zamanlarda rejim İslami tezlerle çok zayıf bağı olan ve bazen çelişen Peştun milliyetçiliği tezlerini kullanmıştır. Eski rejim, Afganistan'ın İngiliz ve Ruslar'a karşı direnişini (İslami kavramlardan çok milliyetçi kavramlarla ifade ederek) övgüyle anlatır ve yarış halindeki yabancı patronlar arasında denge sağlayarak ülkenin bağımsızlığını kazanma kabiliyetine sahip olduğuna inanır.
Diğer rantiye devletlerin seçkinleri gibi eski rejim de vatandaşlarına karşı pek sorumluluk taşımamaktaydı: Çok az vergilendirme ve çok az temsil hakkı tanınmıştır. Politikaları devlet yapısını ve kontrolünde tuttuğu modern sektörü genişletme ve gelirlerinin bir kısmını dağıtarak patron-müşteri ilişkileri yoluyla meşruiyet kazanma amacını taşımaktaydı.
Bu politikalar sonucunda Kabil'de yaşayan (ya da yaşamak isteyen) bir bürokrat sınıfı oluştu. Şehirde Batılılaşmış ya da yarı Batılılaşmış yaşam tarzlarına sahip yüksek ve orta sınıflar meydana geldi. Devletin ilerleme politikaları kırsal kesimdeki kitlelerin yaşam standartlarını geliştirmemiş, güvenilir ve adil bir yönetim getirmemiştir. İnsanlar üzerinde sistematik bir sömürü veya zulüm uygulanmasa da bireysel olarak bazı yetkililerde bu görülebiliyordu.24
Marksizm-Leninizm ve devrimci İslam, eski rejimin sebep olduğu çöküntü [fesad] ve atalete bir başkaldırı olmaları yönüyle ortak bir özelliğe sahiptiler. ADHP, eleştirilerini çok az anlaşılabilir bir Marksist terminolojiyle ifade ediyordu. Parti'nin Marksizin konusundaki bilgileri eksikti, çünkü büyük Ölçüde İran'daki Tudeh Partisi tarafından basılan bir kaç Marksist klasiğin Farsça tercümesine dayanıyordu. Afgan devletini destekleyen ve modernleşme anlayışlarını ithal etmesini emreden komşu ülke Sovyetler Birliği, bir sosyal dönüşüm teorisi olarak Marksizm'den daha önemli bir rol oynamıştır.
ADHP'nin Afganistan ile ilgili yaptığı tahliller, "platform"da25 ortaya konduğuna göre, sömürgecilikten kurtulan düzinelerce ülkeye doğru (ya da yanlış) olarak uyarlanan Sovyet etiketli tahlillerdi. ADHP'nin iddiasına göre Afganistan "feodal bir ekonomik ve sosyal sistem"e sahipti. "Temel çelişki[ler] çiftçiler ve feodeller ile ülkemizin halkı ve emperyalistler" arasındaydı. Uluslararası durumu şöyle özetliyorlardı: "Günümüzde en önemli konu... sınıf çatışması ve Büyük Sosyalist Ekim Devrimiyle başlayan enternasyonel sosyalizm ve dünya emperyalizmi arasındaki savaştır."
Bu platformda, şaşılacak bir şekilde, İslam'a olumlu ya da olumsuz herhangi bir atıfta bulunulmadı. Yalnızca, "toplumun tüm kesimlerinin ulusal baskıya karşı mücadele etmesi" sonucunda "zulme maruz kalan gruplara bazı imkanlar sağlanması" ve göçebelerin yerleştirilmesi yoluyla kabileciliğin kaldırılacağına gönderme yapılıyordu. Platformda Sovyet milletlerinde yaygın olan yerli dillerin kullanımının teşvik edilmesi politikası üzerinde durulmuş, kabile özerkliğinden hiç bahsedilmemiştir.
ADHP'nin modeline göre Afganistan için daha iyi bir gelecek, o zamanlar Sovyetler Birliği'ndeki Üçüncü Dünya teorisyenlerinin savunduğu "kapitalist olmayan ilerleme süreci" sonucunda elde edilebilirdi. Bu model Sovyet yardımına, yeni eğitim görenlerin -özellikle Sovyetler'in etkilerinin- Afganistan'da önemli siyasi ve ekonomik bir güç haline getirildiği devlet yönetimindeki bir ilerleme programına dayanmaktaydı. ADHP, ağır sanayi ve tüketici eşyaları yapan korunmuş el sanatları alanında devletin yatırımlarıyla işleyen bir ekonomik gelişme programını savunuyordu. Büyük devlet kaynaklarının tarıma tahsis edilmesini destekleme yerine, ADHP büyük sulama kanallarına veya yeni yaratıcı teknolojilere yatırımlar yaparak adil bir toprak reformu yapılması ve kullanılmayan topraklarda devlet çiftlikleri kurulması gerektiğine inanıyordu. ADHP ayrıca iş, kadınlar ve dil grupları konusunda sosyal haklar vaad ediyor; eğitim, sağlık hizmetleri, sivil özgürlükler ve demokrasi alanında genişleme çağrısında bulunuyordu. Pratikte sahip olduğu tek siyasi model sonraları ithal etmeye çalışacağı Sovyet modeliydi.
Halka açık platformlarda Afganistan için sosyalizm ya da komünizm istendiği ifade edilmemiştir. Ama gizli tüzüğünde26 parti, kendisini Afganistan işçi sınıfının Marksist-Leninist partisi olarak tarif etmiş ve nihai amacının Sovyet tipi bir sosyalizm olduğunu açıkça belirtmiştir. Tüzük köken olarak bir türev olması yüzünden, bütün olağan sapmalara karşı yasaklamalar içermesine rağmen, özellikle Afganistan'daki hassas kabilecilik problemine "hizipçilik/bölücülük" kavramıyla ifade edildiği yer hariç hiç değinmemiştir.
İki fraksiyon arasında doktrinel anlaşmazlıklar olduğunu gösteren fazla bir belirti yoktu. Başlangıçta strateji ve taktikler hususunda ayrıldılar; Perçem yönetici elitin "ilerici" kanadıyla işbirliği yapılmasını savunuyordu. Halk ise sağlıklı tanımlanmamış bir "ayaklanma" yanlısıydı. Yalnız İktidarı ele geçirdikten sonra Halkilerin bir bölümü, Sovyetler ve Perçem'in iddia ettiği "Ulusal Demokrasi "ye geçiş yerine Emin'in yönetiminde aşama atlanarak "sosyalizme" doğru yüründüğünü savundular.
İleriki gelişmeler için önemli olan bir şey de 1978'de iktidarı ele geçirdiği zaman ADHP'nin sendikalar ve köy kooperatifleri gibi sınıf temelli kitle örgütlenmelerini gerçekleştirememiş olmasıydı. Bu durum toplumdaki sınıf oluşumunun ve ADHP'nin sosyal karakterinin zayıflığını gösteriyordu. Bir hareket olarak [ADHP], daha hızlı ve devletin yönetiminde bir Batı stili modernleşme arzulayan bürokratik tabakaların bir kısmı tarafından geliştirilmiştir.
Nasıl ADHP hem kendi toplumuna, hem de uluslararası komünist harekete bağlı idiyse, İslamcılar da hem kendi toplumlarına hem de 1960'ların sonu ve 1970'lerin başındaki uluslararası İslami harekete bağlıydılar. En çok yakınlık hissettikleri örgütler Mısır'daki Müslüman Kardeşler ve Pakistan'daki Cemaat-i İslami idi, fakat hiç biriyle resmi bağlara sahip değillerdi.27 Pakistanlı Seyyid Ebul Ala Mevdudi'den de etkilenmelerine rağmen, onları en çok etkileyen yazar Seyyid Kutup'tur. Hem Rabbani, hem de Hizb-i İslami'den ayrılan bir grubun lideri Mevlesi Yunus Halis 1960'larda onun eserlerini tercüme ettiler.28
Her iki örgütün programı29 da bu ideolojik yönelişe sahip olsa da; Cemiyet ve Hizb arasında belli farklılıklar da mevcuttu. İslam'ın ekonomi ve siyaset alanlarında kendine ait reçeteleri olan bütüncül bir sistem olduğu ve modern kapitalist ve komünist toplumların İslam öncesi bilgisizlik ya da cahiliyye örnekleri olduğu konularında her iki grup da Seyyid Kutup ve Mevdudi'nin genel düşüncelerini benimser.30 Cemiyet'in programı ülke tarihine göndermelerle dolu adeta bir Afgan belgesi görünümündeyken, Hizb'in programı uluslararası bir hareket programının yerel uyarlamasına daha çok benziyor. Bu açıdan Hizb'in programı ADHF'nin programı ile paralellik taşımaktadır.
Eski rejime genel bir yaklaşım açısından İslamcılar komünistlerle, seçkinlerden daha çok ortak noktaya sahipti. Eski rejimi "bozguncu" [fasid] ve "müstebit" [zalimane] kelimeleriyle ifade ediyorlardı. Ekonomik adaletsizliğin (toprak ve diğer mülk çeşitlerinin gayri meşru yollarla çeşitli ellerde toplanması) ve gayr-i İslami kültür ve alışkanlıkların topluma sokulmasının ahlaki çöküntüye yol açtığına işaret ediyorlardı. Bu bozuklukların temel kaynağı önceki idarecilerin İslam'ı bütün yönleriyle uygulamamalarıydı. Her iki parti de bunun nedenini eski rejimin ahlak anlayışına ve İslam dışı yabancı güçler tarafından empoze edilişine dayandırıyor. Yine her ikisi de Afganistan'ın kesinlikle İslami bir "ülke" [feişuer] ve "toplum" [cemiyet] olarak kalacağına inanıyor. Yalnız Hizb topluma karşı biraz daha eleştirel yaklaşır ve onu gayri İslami olarak niteleme noktasına gelir: "Toplumun yaşam biçimi [İslami] inançlarına göre oluşturulmamıştır."31 Buna göre Afganistan'daki ekonomik sistem "bütün İslam dışı düzen ve sistemlerin sahip olduğu çöküntülerin, zalimane uygulamaların ve adaletsizliklerin bir özetidir."32
İslamcılar adaletsizlikle mücadelenin bireysel hareketlerde ahlaki reformlar gerçekleştirmek için vaazlar verme yerine devlet gücünü ele geçirmeyi amaçlayan kitlesel siyasi faaliyetler aracılığıyla verilebileceği düşüncesiyle komünistlerle örtüşmelerine rağmen geleneksel ulemadan ayrılırlar. Hizb-i İslami'ye göre "Hakim düzende toptan bir reform yapılmadan hiç bir bireysel reform gerçekleştirilemez."33
Her iki program da Afganistan'daki problemlerin çözümü için İslami ilkelerin tam manasıyla uygulanmasını öneriyor. Daha uzun olan Hizb'in programı, hukuk, din ve ahlak, eğitim ve öğretim, yönetim, ekonomi (tarım, ticaret ve endüstri, işçi ve memurların haklan, genel ekonomik reformlar) ve dış politika konularına da değinmektedir. Her iki programda da devlete İslami eğitim ve değerleri yaygınlaştırma çağrısında bulunulmaktadır. Ayrıca okullarda İslam'ın yanında "teknoloji"de öğretilmelidir. Ekonomi alanında İslamcılar, eşitsizlik ve zulme en az komünistler kadar karşı çıkıyorlar, yalnız çözüm olarak sınıf mücadelesini değil de adalet ve sosyal sınıflar arasında işbirliği -bir çeşit İslami korporatizm- şeklinde bir İslami çözüm öneriyorlar. İslamcıların ekonomik programı birçok ahlak kaynaklı reformlar ve ulusal ve uluslararası bir İslami özgüven elde etme amacını taşıyan reçetelerden oluşmaktadır, ama bütüncül bir kalkınma stratejisi olarak kavram örgüsü tamamlanmış değildir. Hizb'in ekonomi programı komünistlerinki gibi ağır sanayi yatırımlarını desteklemektedir, yalnız sermayenin nasıl biriktirileceği konusuna değinmemiştir. Bunlara ek olarak İslamcılar, Afganistan ve diğer İslam ülkelerinin dışa bağımlılıktan kurtulmaları için kendi silah sanayilerini oluşturmaları gerektiğim düşünüyorlar.34
Uluslararası arenada İslamcıların görüşleriyle komünistlerin görüşleri arasında çok farklılıklar vardır. Dış siyaset alanında (İslamcıların) temel görüşlerini "Doğu ve Batı emperyalizmine eşit derecede muhalefet ve İslam dünyasıyla dayanışma oluşturmaktadır, İslamcılar Peştunistan taleplerine de karşı çıkıyorlar, ama partilerden hiç biri bunu programında belirtmedi.
İslamcılar komünistler gibi dil ve etnik bölünmeleri lanetliyorlar, ama hiç bir parti bu bölünmelerin sebeplerini tahlil etmiyor. Hizb-i İslami'nin herkese ana dilinde eğitim yapılmasından kısaca bahsetmesini istisna kabul edersek, hiç bir İslami parti kabilevi ve etnik bölünmelerin ortadan kaldırılması için İslami fikirlerin yayılmasının ötesinde kötülemeyi aşan hiç bir kurumsal ölçü önermemektedir.
İşin ilginci her iki parti de devlet gücünün nasıl kullanılacağı hakkında çok şey söylemesine rağmen, hiç biri (devletin) nasıl kurulacağı veya finanse edileceği konusunda hiç bir şey söylememektedir. Hizb bir model olarak raşit halifelerden (bütün Sünni İslamcılarının referans kaynağı) bahsediyor, fakat her biri iktidara farklı bir şekilde geldiği için yönetimleri hükümetin nasıl kurulacağı konusunda değil de nasıl idare edileceği konusunda model önerebilir. Tabiidir ki Hizb ve Cemiyet şeriat temeli üzerine kurulu bir hukuk sistemini savunmaktadır. Hizb bunun yanı sıra idari örgütlenme konusunda (çöküntü ve diğer bozuklukları önleme üzerinde duran) çeşitli fikirlere sahiptir. Hizb devletin İslami vergiler koymasını isterken, ne İslamcılar, ne de komünistler devletin yerine getirmelerini istedikleri sayısız aktiviteleri karşılayabilecek dayanaklı bir mali temel oluşturma problemine değinmemişlerdir bile.
Hukuk bölümünde Hizb, serbest ve doğrudan bir "parlamento" (parlaman) seçilmesinden bahsediyor, ama gücünü net olarak belirlemiyor; ekonomi bölümünde de şöyle deniliyor: "Seçilen milletvekillerinin katılımıyla yürütülecek olan ekonomik politika istişare meclisinin onayından sonra yürürlüğe konulacak."35 Ancak hiç bir parti İslami devletin yönetici gücünün nasıl oluşturulacağını anlatmamıştır. Belki de bu Sünni İslamcıların geçici bir egemenlik (hakimiyet) türüne inanmaları probleminden kaynaklanmaktadır; çünkü (sünniler) bunun ötesinin sadece Allah'a mahsus olduğuna inanıyorlar. Sünni İslamcılar, Humeym'nin sahip olduğu velayet-i fakih anlayışının bir benzerine sahip değillerdir. Bu doktrin, bir fakihin imamın vekili [naib-i imam] olduğunu kabul etmek suretiyle dünyevi iktidarla Allah'ın hakimiyetini birleştirmek için Şii imamet düşüncesini kullanır.
Roy'a göre Cemiyet ve Hizb arasındaki bölünme etnik, kadro ve örgütsel nedenlerin yanında uluslararası İslami hareketlerin tekfir konusundaki ihtilaflarım da yansıtıyordu: Müslümanlar İslam dışı bir devlet ya da topluma katılım göstermelerinden dolayı kafirlikle nitelenebilirler mi?36 Seyyid Kutup "toplumu ve liderlerini cahiliye devletinde yaşayan kafirler olarak damgalayan ilk kişi" idi.37 1960"ların ortasında İhvan'dan ayrılan ve destekçilerinden bir kısmı daha sonra Sedat'ı suikastle öldüren militan bir grup da bu inana taşıyordu. Yalnız İhvan'ın liderleri Kutub'un tekfir konusundaki düşüncelerini taşımıyorlardı. Kutub'un halefi olarak İhvan'ın liderliğini yapan Ömer Tilmisani'ye göre Allah'a inandığını açıkça ilan eden bir müslümanı kafir olarak suçlamak İnsanların elinde değildir.38
Roy, Hizb-i İslami'nin tekfir konusunda daha da ileri gittiğini iddia ediyor. Ancak belgeler ve başka deliller bunu desteklemiyor. Hizb, Afgan toplumuna (diğerlerinden) daha inkılapçı bir yaklaşıma sahiptir, fakat onun tamamen İslam dışı olduğunu söylemez. Hikmetyar'ın düşmanlarının öldürülmesini emrettiğine dair çeşitli ipuçları vardır, buradan onları kafir olarak ilan edip kendini meşrulaştırdığı söylenebilir, ancak bu uygulama sadece Afganistan'da veya diğer yerlerdeki herhangi bir ideolojiye sahip bir tek örgüt için geçerli değildir.39 Hizb, Afgan hükümetinde görev alan personelin hepsini kafir olarak nitelememiştir. Yalnız diğer partiler gibi bu kategoriye genel olarak Afganistan Demokratik Halk Partisi [ADHP]'ne gönüllüce üye olanlar ve tövbe etmeyenlerle sınırlı tutmuştur. Buna ek olarak Hizb'in içerik olarak Batılıları değil uluslararası İslami destekçileri hedefleyen İngilizce dergisinde, tekfir konusundaki aşın düşüncelere yönelttiği eleştirileri İslami eylemcilerce iyi bilinen Tilmisani hakkında övgü dolu bir biyografi yayınlanmıştır.40
1988'den sonra Doğu Afganistan'da teori ve pratiği tekfir düşüncesinin katı bir yorumuna uygun bir grubun ortaya çıkışı, ihtilafların daha da belirginleşmesine yardım etti. Hizbin eski bölge komutanlarından birinin yönettiği bu grup, Cemaatü'l-Davet fi'l-Kur'an ve Ehl-i Hadis (Afganlılar'ın çoğu Vahhabi olarak niteler) adını taşımaktadır. Arap sempatizanlarının desteği ve katılımıyla, hükümet kontrolündeki bölgelerde yaşayan Afganlılar'ı tehdit ediyorlar. Onların kafir olduğuna, dolayısıyla müslümanlar karşı çıkan yetişkin erkeklerin öldürülmesi, kadın ve çocukların köleleştirilmesi dahil fütuhat hükümlerinin uygulanması gerektiğine inanıyorlar. Bu örgüt, müslüman olmayanlardan yardım alınmasına da karşı çıkıyor,41 bu örgütün mücahitleri Batılı gazetecilere ve uluslararası yardım görevlilerine hatta zaman zaman, Hizb-i İslami askerlerinin koruması altında seyahat edenlerin bazılarına bile saldırdılar.
Cemiyet ve Hizb arasındaki temel farklılıkların, teolojik olmaktan ziyade siyasi olduğu açıktır. Roy'un belirttiğine göre Hizb, mücadele aracı olarak partinin dışlayıcı tavrı üzerinde durmaktadır, fakat Cemiyet Afganistan'daki bütün İslami güçlerin geniş bir koalisyonunu savunmaktadır.42 Bu düşüncenin bir parçası olarak Cemiyet geleneksel ulema ve sufi şeyhlere karşı daha uzlaştırıcı bir rol oynamaktadır. Cemiyet İslami hareketin şeriatı sistemli bir şekilde yorumlayan ulemanın rehberliğine ihtiyacı olduğunu vurguluyor ve liderliğiyle de bunu yansıtıyor. Bununla birlikte Hizb'in en üst liderlerinin tümü de laik eğitim görmüşlerdir. Hizb'e göre ulema sadece adaletin uygulanmasında görev yüklenmelidir.
Sosyal Statü ve Eğitim: Eski Rejim ve Devrimciler
Afganistan'da eski rejimin yönetimi altında, kabilevi-etnik ilişkiler alanındaki ulusal yapı bireyin gelişimini çok etkiliyordu. Tablo-1 çeşitli siyasi seçkinlerin kabilevi-etnik münasebetlerini gösteriyor.
Eski rejimin en belirgin özelliğine göre seçkinler arasındaki Muhammedzai ve Kabilliler'in sayısı, nüfusun geri kalan kısmındaki sayısının on katından daha çoktur. Genel olarak Peştunlar da aşın temsil edilmektedirler. Hem Peştunların hem de Muhammedzailer'in aşın temsil edilişi, gücü elinde tutanlar arasında bütün seçkinler arasında olduğundan daha büyüktür. Tacikler (çoğu Kabilli) de gayet yaygındır, fakat çoğunlukla hukuk, maliye ve sosyal işler bakanlıklarında; Peştunlar iktidarın özünü ellerinde bulundurmaktadırlar. Ortak bir görüşe göre kraliyet rejimi Durranidir, ama Muhammedzailer'in aksine Durraniler eski rejimde fiili olarak görülmediler. Hizmet edenlerin çoğu kralın maiyeti olarak Kabil'e yerleşen bir kaç ailenin üyeleriydi.
Bu veriler göstermektedir ki, devrimci gruplar arasında eski rejimin seçkinlerine sosyal uzaklık açısından bir hiyerarşi mevcuttur. Bu hiyerarşide en yakın olan Perçemiler'dir: Aslında Davud ile doğrudan bağlantılar kurmuşlar ve 1973'teki darbesini desteklemişlerdir. Seçkinleri oluşturan grupların daha alt tabakalarına mensup Muhammedzai olmayanların oluşturduğu bir tabandan gelmektedirler. Halkiler ve İslamcılar bunun dışındadırlar, yalnız Halkiler seçkinlerle az da olsa bir Peştun bağına sahiptir, İslamcılar (seçkinlere) en çok uzak olan gruptur.
Buradan yola çıkarak Halkilerin ya da İslamcıların toplumun en çok mahrum edilmiş ve zayıf bırakılmış kesimleri olduğu anlaşılmasın. Bu grupların sosyal arka planları hakkında elde ettiğim sınırlı bilgi göstermektedir ki, bunlar kırsal kesimdeki orta ya da ortanın üstündeki sosyal tabakalardan gelmişlerdir -aksi takdirde, neredeyse hepsinin tamamlamış bulunduğu, eğitimlerini bitirmeleri çok zor olurdu.44 Böylece anlaşılmaktadır ki, kökenleri açısından sosyal konumları ile Kabil'deki devlet açısından sosyal konumlan arasında bir zıtlık bulunmaktadır. Bu (zıtlık), devletin ülkedeki farklı etnik gruplarla farklı ilişkiler kurduğunu göstermektedir.
Muhammedzai olmayan Durraniler'e hem devrimci gruplar, hem de seçkinler arasında rastlanmıyordu. Bazı Kabilli Durraniler eski rejimde olduğu gibi Perçem'e katıldılar. Ancak Halki Durraniler kır ve kabile kökenliydi. Bütün İslamcı partilerin 1978'de, Afganistan'ın güney ve güneybatısındaki Durrani kabileleri arasında takipçiler elde etmesine kadar İslamcılar arasında hangi türden olursa olsun hiç bir Durrani bulunmuyordu.45
İslamcılar arasında Peştunlar, eski rejime, Perçem'e veya Halk'a katılan gruplardan daha farklıydı. Perçem ve eski rejimdekilerin çoğunun aksine İslami hareket içindeki doğulu Peştunlar'ın hiç biri Kabil bölgesinden değildir. Halk içindekilerin çoğunun aksine, güneydoğudaki kabile bölgelerinden de değildirler (sadece Profesör Niyazi bu bölgeden idi). Büyük çoğunluğu Farsça -ve Peştuca- konuşan ve kabile gelenekleri zayıf olan toplumların yaşadığı bölgelerden çıkmışlardır. Bu bilgiler Roy'un, kabileler arasında İslama entellektüellerin bulunmadığı şeklindeki gözlemini doğrulamaktadır. İslamcılar büyük oranda, resmi eğitim yoluyla ulusal siyasi arenada boy gösteren ve devlet gücüyle en az bağlantılara sahip olan etnik gruplar arasından çıkmaktadır. Bu gruplar Kuzeydoğu Tarikleri ve kabileciliği kısmen ya da tamamen bırakan Peştunlar'dır.
Tablo-2
Afganistan'daki siyasi seçkinlerin orta öğretim yüzdeleri
Seçkinler |
Askeri Okullar |
Devlet Okulları |
Diğer Devlet Okulları |
Özel Medreseler |
Hiç Biri |
Toplam |
Sayı |
Eski Rejim Tamamı |
68.1 |
5.8 |
3.6 |
1.4 |
21.0 |
100.0 |
138 |
özü |
71.4 |
2.9 |
0.0 |
2.9 |
22.9 |
100.0 |
35 |
Yeni Demokrasi |
82.8 |
6.8 |
2.7 |
2.7 |
0.0 |
100.0 |
74 |
Özü |
92.3 |
0.0 |
0.0 |
7.7 |
0.0 |
100.0 |
13 |
Perçem Merkez Komite |
48.6 |
5.7 |
34.3 |
0.0 |
8.6 |
100.0 |
35 |
Politbüro |
85.7 |
14.3 |
0.0 |
0.0 |
0.0 |
100.0 |
7 |
Halk Merkez Komite |
3.7 |
14.8 |
77.8 |
0.0 |
3.7 |
100.0 |
27 |
Politbüro |
0.0 |
11.1 |
77.8 |
0.0 |
11.1 |
100.0 |
9 |
İslamcılar İlk Liderler |
5.8 |
3.9 |
42.3 |
42.3 |
5.8 |
100.0 |
52 |
Şura |
0.0 |
6.3 |
25.0 |
68.8 |
0.0 |
100.0 |
16 |
Cemiyet |
10.0 |
0.0 |
45.0 |
45.0 |
0.0 |
100.0 |
20 |
Hizb |
8.3 |
8.3 |
58.3 |
25.0 |
0.0 |
100.0 |
12 |
İki hareket içindeki hizipçiliğin sosyal temelleri birbirinden farklıdır. Komünistler içinden Perçemiler ve Halkiler arasındaki en önemli fark, (Perçemiler'in çoğunluğunu oluşturan) Kabilliler ile (Halkilerin çoğunluğunu oluşturan) taşralılar arasındaki farkın ta kendisidir. Kabilliler yüksek sosyal statüleri ele geçirdikçe, Kabilli/Kabilli olmayan ayrımı sınıf kökeninin yerini almaya başladı.46
Hizb ve Cemiyet arasındaki bölünme daha çok etnik temellere dayanmaktadır. Ancak Tablo-1'e göre hiç birisi etnik açıdan homojen değildir. Hizb liderlerinin üçte ikisi Peştun, Cemiyet'in ise dörtte üçü Tacik'tir. Cemiyet içinde kalan Peştunlar'ın çoğu ya en büyük resmi medreseye ya da Ezher'e gitmiş olanlardır. Hizb, liderlerinden biri Doğu Afganistan'da yerleşik ve kast benzeri bir yapıya sahip gruplardan birine mensup olan tek gruptur. Büyük Sünni etnik gruplardan daha düşük bir sosyal statüye sahiptir.
Siyasi seçkinlerin sosyal statü farklılıkları liderlerin devam ettiği orta dereceli okul türüne bakıldığında (Tablo-2) açıkça ortaya çıkar. Eski rejim seçkinlerinin ezici bir çoğunluğu Kabil'in elit okullarından çıkmıştır. Eski nesilin önemli bir kısmı özel okullardan mezun olmuş, Yeni Demokrasi liderlerinin ise yaklaşık tamamı elit okullarına devam etmiştir. Kabil'deki diğer orta dereceli okullara; mesela, askeri lise, resmi medrese (Ebu Hanife) veya öğretmen lisesine devam etmeyenlerin sayısı çok azdır. Yeni Demokrasi seçkinlerinin tamamı, aslen Kabilli olsun ya da olmasın, hiç olmazsa gençlik döneminin başından itibaren Kabil'in Batılılaşmış bir muhitinde yaşamıştır.
Perçemiler benzer fakat daha az elit bir geçmişe sahiptirler. Merkez Komite üyelerinin %48.6'sı (35'ten 17'si) ve 7 Politbüro üyesinin 6'sı elit okullara gitmiş; yedincisi olan ve Politbüro'ya 1981'de giren Tuğgeneral Muhammed Rafi ise askeri liseyi bitirmiştir. Perçem Merkez Komitesi'nin 35 üyesinden diğer laik okulları bitiren 12 kişi de en az etkili olan kişilerdir: Bunların 3'ü Kabil'deki kabile yatılı okullarında okumuşlardır. Perçem Merkez Komite üyelerinin toplam %62.9'u (35'den 22'si) Kabil'deki orta dereceli okullardan mezundur.
Fakat bunların aksine, Halkiler arasında lider pozisyonunda olup da bir elit okuldan mezun olan sadece marjinal bir kişi vardır.47 Hangi seviyeden olursa olsun Halkiler, çoğunlukla elit olmayan laik okullara devam etmişlerdir. Bunların içinden bir çoğu da, ya askeri liseye ya da kabile yatılı okullarına devam etmiştir. Halki 9 Politbüro üyesinden 4'ü, 27 Merkez Komite üyesinden de 15'i (%55.5'i) liseyi Kabil'de okumuştur.
İslamcılar'ın en az %48'i (52'den 25'i) ve Şura üyelerinin %61'i liseyi Kabil'de okumuşlar, ama eski rejimin seçkinlerinden ya da ADHP üyelerinden çok farklı kurumlara devam etmişlerdir. Sadece Çok az bir kısmı elit okullara ya da askeri liseye gitmiştir. Kabile yatılı okullarına ise hiç birisi gitmemiştir. Liseyi Kabil'de okuyan İslamcı liderlerin %60'ı (25'den 15'i), Şura üyelerinin ise %70'i (10'dan 7'si) Ebu Hanife Medresesi'nde ya da önceki ismiyle Darul-Ulumi'l-Arabiyye'de okumuşlardır. Bunun sonucunda, Batılılaştırıcı bir eğitim sisteminin ve başkentin gölgesinde kurtarılmış bir İslami bölge oluşturmuşlardır. Laik devlet eğitimi görmüş olanların çoğu ise liseyi, Batılılaştırıcı Kabil çevresinin dışındaki taşra okullarında okumuşlardır.
Eski Şurada çoğunluğu resmi din eğitimi görmüş kişiler oluşturuyordu. Bölünme öncesinde, İslami hareketin daha aşağı kesimlerinde resmi laik eğitim görenlerin oranı daha da fazlaydı. Bölünmeden sonra, Cemiyet içinde dini eğitim Hizb'de olduğundan daha yaygındı. Ebu Hanife Medresesi'nde okuyanların bir kısmı (Peştunlar da dahil) daha sonra Cemiyet'e katılırken, hiç birisi Hizb'e katılmamıştır. Cemiyet'in merkezi yönetiminde hem resmi medreseden mezun olanlar (lider, lider yardımcısı ve üye kayıt işleri başkanı) hem de resmi laik okullardan mezun olanlar (siyasi ve askeri komite başkanları) bulunurken, Hizb'de bu makamları resmi laik okullardan mezun olanlar doldurmaktadır. Hizb'in liderleri arasından adli komite başkanlığı yapan, sadece iki kişi medreseden mezun olmuştur.48
Orta öğretimle ilgili bilgiler de etnik veriler gibi aynı sosyal oluşumu göstermektedir, İslamcılar resmi eğitim sisteminin en düşük, en az Batılılaşmış ve en İslami kesiminden çıkmalarına rağmen, ne bu sistemin içinde bir seyir izlemişler, ne de bunun dışındaki geleneksel topluma bağlı kalmışlardır. Bu durum, geleneksel muhafazakarlara değil de, devrimci muhalif seçkinlere has tipik bir olgudur, İslamcılar arasında, eğitimini özel medreselerde tamamlamış geleneksel Afgan ulemasından hemen hemen hiç bir temsilci bulunmamaktadır.
Yukarıdakilere ek olarak, bu liderlerin yüksek öğrenim tarzları sosyal hiyerarşideki yerlerim ve uluslararası bağlantılarını izah etmektedir. Tablo-3, bunların nerede eğitim gördüklerini göstermektedir: Batı (Batı Avrupa, ABD ve Avustralya), Doğu bloku, yabancı İslam enstitüleri [genellikle Ezher] ve Asya veya diğer İslam ülkelerindeki başka kurumlar. Son olarak Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi ve Türkiye geliyor, ki bunların her ikisi de Batılı kültüre dahil edilebilir.
Tablo-3
Afganistan'daki siyasi seçkinlerin yüksek eğitim ve öğretim yüzdeleri
Seçkinler |
Yüksek Öğrenim Yüzdesi |
Sayı |
Afganistan |
Batı |
Doğu Bloku |
Yabancı İslami Kurumlar |
Diğer Asya/Müslüman Ülkeler |
Sayı |
Eski Rejim Tamam |
72.7 |
172 |
44.8 |
76.8 |
4.8 |
3.2 |
14.4 |
125 |
Özü |
52.6 |
38 |
30.0 |
90.0 |
5.0 |
5.0 |
20.0 |
20 |
Yeni Demokrasi |
89.0 |
91 |
49:4 |
87.7 |
1.2 |
3.7 |
12.4 |
81 |
Özü |
87.5 |
26 |
35.7 |
92.9 |
0.0 |
7.1 |
7.1 |
14 |
Perçem Merkez Komite |
87.6 |
40 |
77.1 |
11.4 |
40.0 |
0.0 |
0.0 |
35 |
Politbüro |
100.0 |
7 |
100.0 |
14.3 |
14.3 |
0.0 |
0.0 |
7 |
Halk Merkez Komite |
83.3 |
36 |
83.3 |
23.3 |
46.7 |
3.3 |
6.7 |
30 |
Politbüro |
84.6 |
13 |
81.8 |
36.4 |
36.4 |
9.1 |
18.2 |
11 |
İslamcılar İlk Liderler |
74.6 |
63 |
93.6 |
2.1 |
0.0 |
19.2 |
0.0 |
47 |
Şura |
100.0 |
16 |
93.8 |
0.0 |
0.0 |
25.0 |
0.0 |
16 |
Cemiyet |
75.0 |
24 |
100.0 |
5:6 |
0.0 |
16.7 |
0.0 |
18 |
Hizb |
92.3 |
13 |
100.0 |
0.0 |
0.0 |
8.3 |
0.0 |
12 |
Bütün seçkin sınıflara mensup olanların yaklaşık olarak hepsi, okuma yazma oranı tek rakamlı olan Afganistan nüfusunun büyük çoğunluğundan kendilerini ayıran bir resmi yüksek öğretimden geçmişlerdir. Eski rejimi, özellikle Yeni Demokrasi'yi devrimcilerden ayıran iki şey vardır: Afganistan'da hukuk ve siyaset bilimi (hükümet için işletmeciler ve yöneticiler yetiştiren Fransız sermayeli laik hukuk fakültesi) eğitimi görenlerin çokluğu ve üyelerinin neredeyse tamamının Batı'da okumaları. Bunun için Batılı tarzda bir çağdaşlığı teşhir etme, hükümetin yüksek makamlarına hazırlanmanın bir vazgeçilmez bir parçasıydı.
Yönetici liderler dışında, hem Komünistler, hem de İslamcılar büyük ölçüde Kabil Üniversitesinin kampüsünde üyeliğe kaydedilmişlerdir ve bu yüzden Afganistan'da okuma olasılıkları daha fazladır. Afganistan'da okuyan ADHP liderleri, eski rejimden daha farklı fakülte ve enstitülerde kazanılmışlardır. Yüksek öğrenimini Afganistan'da yapan Yeni Demokrasi liderlerinin %43'Ü (37'den 16'sı) hukuk fakültesi ve siyaset bilimi bölümlerinde okumuşken; Perçemi Merkez Komite üyelerinin sadece %11.5'i (26'dan 2'si), Halki Merkez Komite üyelerinin ise yalnızca %4.2'si (24'den 1'i) böyle bir eğitim görmüşlerdir. Her iki grubun da yaklaşık dörtte biri Sovyet destekli Kabil Askeri Akademisi'ni bitirmişlerdir. Bu akademi, çoğunluğu Peştun olan askeri lise mezunlarından öğrenci alır. Halkilerin daha büyük bir bölümü (%41.7 veya 24'ten 10'u), orta derecedeki bürokratik işlere uzman yetiştiren bilimsel ve teknik fakülteleri bitirmişledir.
Eski rejime nisbeten Halkiler ve Percemiler arasında Batı'da okuyanların oranı daha azdır. Yalnız ilk bakışta ilginç gelen ama anlamlı bir tesbit, Halkilerin yurt dışında okumaya daha istekli olduğu şeklindedir ki bu toplumun en çok mahrum bırakılmış kesimlerine mensub olduklarını gösterir. Her ne kadar devamlı kendilerini engellemeye çalışan bir güce maruz kalsalar da, eğitim ilerlemelerine yardımcı olmuştur. Perçemileri ise, daha çok imkanları olan sosyal gruplar içinde nisbeten başarısız olanlar oluşturmaktadır. Genelde Kabil Üniversitesi'ne devam ederlerken, elit liselerde daha başarılı olanlar Fransa ya da Amerika'ya gitmektedirler.
Her iki fraksiyonun da Sovyetler Birliği'nde okuma oranı eski rejimin liderlerinin okuma oranından daha fazladır. Halkiler ve Perçemiler arasında rakam açısından önemli bir farklılık yoktur. SSCB'de okuyan her iki fraksiyon mensuplarının yaklaşık yarısı askeri eğitim görmüşlerdir. SSCB'de eğitim gören bütün Afganlılar illa ki Komünist olmuyordu. Bazı durumlarda, lisede ya da Kabil Üniversitesi'nde ADHP'ye katılmak Sovyet bursunu garantilemek demekti. Bununla beraber, Louis Dupree'nin zikrettiği "Amerika Komünist üretir, Sovyetler Birliği ise kapitalist" şeklindeki Kabil esprisinin pek tutarlı olmadığı anlaşılıyor.
İslamcılar arasında yüksek öğretim tamamen farklı bir özellik taşır. Şura üyelerinin üçte ikisi ve ilk dönem liderlerinin yaklaşık beşte ikisi üst düzey İslami eğitim görmüşlerdir. Hareketin kurucusu (Niyazi), lideri (Rabbani) ve lider yardımcısı (Abdurrasul Sayyaf) Ezher'de okumuşlar; Dr. Tawana'nın yaptığı gibi, daha sonra kültürel çalışmalar yapmışlardır.
Eleman kadrosunu büyük ölçüde, Kabil Üniversitesinin elit olmayan fakültelerine öğrenci gönderen taşra liseleri veya medreselerden mezun olanlar oluşturmaktadır, İslam dünyasının diğer yerlerinde de olduğu gibi, teknik fakülteler öğrenci kadrosu için büyük bir kaynak oluşturmaktadır, bu Halkiler için de böyledir.49
Liderlik pozisyonunda bulunan dini eğitim görmüş hocalarla teknik fakültelerde okuyan radikal İslamcı öğrenciler arasındaki ayrılıklar, Hizb ve Cemiyet bölünmesine işaret etmektedir. Kabil Üniversitesi'nden mezun olan Hizb liderlerinin sadece dörtte biri Şeriat Fakültesi'nde okumuşken, hiç birisi orada ders vermemiştir. 18 Cemiyet liderinden 8'i Şeriat Fakültesi'nde okumuş, pek çoğu orada hocalık yapmış ve Üç tanesi de Ezher'i bitirmiştir. Laik fakültelerde okuyan diğer 10 Cemiyet lideri ise bilim, tıp ya da teknoloji alanlarında tahsil yapmışlardır. Bir tanesinin bile, hukuk, siyaset bilimi veya ekonomi gibi büyük prestiji olan bölümlerde okumamış olması, İslamcıların seçkin olmayan bir geçmişe sahip olduğu gerçeğini bir kere daha doğrulamaktadır. Buna ek olarak, ne Hizb, ne de Cemiyet liderlerinden hiç birisi Kabil Askeri Akademisi'nden mezun değildir.
Nihayet İslamcılar bir bütün olarak Afgan seçkinleri arasında en az Batılılaşan (veya Sovyetleşen) gruptur. Görmüş oldukları eğitim "Ne Doğu, Ne Batı" şeklindeki İslami sloganı somutlaştırmıştır. Bir tanesi bile, ne Sovyet blokunda, ne de Beyrut Amerikan Üniversitesi veya Hind üniversiteleri gibi Üçüncü Dünya ülkelerindeki İslami olmayan eğitim kurumlarında eğitim görmemiştir. Sadece ikinci derece öneme sahip bir kişi Amerika'da mühendislik dalında master yapmıştır ki bu da Kabil Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ni Amerikan burs desteğinin sonucunda gerçekleşmiştir, İslamcıların tek belirleyici uluslararası bağı İslam ümmeti ile kurdukları bağdır.
Sonuç
Afganistan'daki devrimci gruplar iktidara ulaşma yolları tıkanan hırslı insanlardan oluşmaktadır. Resmi eğitim sistemine katılarak ve başkentte geçirdikleri süre zarfında hem kendileri, hem de toplumları için yüksek gayeler geliştirebilmişlerdir. Batılı kültürel tesirlere en açık olan gruplar ya yerleşim bölgeleri ya da eğitim tarzları aracılığıyla Batılı devrim ideolojilerini (Marksizm-Leninizm) kabul etmeye meyillidir. Sovyetler Birliği'nin Afgan ve Peştun milliyetçiliğini desteklemesi, özellikle askeriyeyi kurması, Peştun kabile gençlerini, İslamcı veya "Maocu" hareketlere karşı olan Sovyet yanlısı Halkilerin ve Peştun olmayan köylülerin saflarına çekme amacına yöneliktir. Batının daha az tesirinde kalanlar ise daha yerli bir muhalefet tarzına yöneldiler ve bunu devrimci İslam'da buldular.
Bu gruplar Yeni Demokrasi idare sindeyken kendi gazetelerini çıkardılar ve örgütlendiler. Davud'un 1973'deki darbesiyle birlikte iktidar mücadelesine başladılar. Eski rejim bölündü ve Perçem eski rejimin Davud'u destekleyen kanadıyla işbirliği yaptı. Eski rejimin bazı kesimleri de Batı'da sürgünde bulunan eski kralla birleşmeye başladılar, bu arada çok katı baskılarla karşılaşan İslamcılar Peşaver'e kaçmak zorunda kaldılar. Orada Pakistan hükümetinden destek gördüler ve Amerika ve Suudi Arabistan'ın ilgisini topladılar. Davut, Perçemileri önemli mevkilerden indirip Sovyetler Birliği'nden kendini uzaklaştırınca Sovyetler de Halk ve Perçemi birleşmeleri için teşvik etti. 1978'de, beraberce eski rejimin bazı kalıntılarını da temizlediler.
Halk kısa bir süre sonra Perçem'i hükümetten ihraç etti ve Perçemiler kendilerini Sovyet blokunda sürgünde buldular. Sovyetler de bu arada Halkı rejime yardımlarını arttırdılar. Ayaklanmalar, firarlar ve isyanlar karşısında dağılan yönetim ve ordu, Halkilerin devrimci politikaları karşısında yenik düştü. Toplumla aralarındaki bağ çok zayıf olan ve uzun bir süredir Kabil'deki Batılılaşmış bir himaye ağına indirgenen eski seçkinler, kendilerini deviren rejime karşı ayaklanmalara liderlik yapmaya muktedir olamadılar. Bazıları hapislerde kayboldular; bir çoğu Batıya kaçta; az bir kısmı, özellikle kırsal kesim ve kabile kökenli Peştun olanlar ise Peşaver'e yerleşti.50
Nihayet Sovyetler işgal etti ve Perçem'in hakimiyeti altında Halk ve Perçemi birleşmeye zorladı. Ordu ve yönetimin bölünmesi, bunun yanında İslam dünyası ve Batı'dan (Pakistan yoluyla) gelen cömert yardımlar İslamcılar'a Ülke içinde yen ilişki ağları kurma fırsatı vermişti. Aktif olarak ayaklanma yoları arayan büyük bir kitlenin hoşnutluğunu kazandılar. Sürgünde direniş göstermeyle yetinen (hiç biri kırsal direniş örgütlerine katılmayan) eski rejimin kalıntıları ise Afganistan'da belirgin siyasi örgütler kuramamışlardır. Bunun yerine, birlikte kabilesel koalisyonlar oluşturan geleneksel dini şahsiyetlerle yakın ilişkiler kurdular.
Pakistan ordusunun ve Cemaat-i İslami'nin yardımları sayesinde Hizb en disiplinli parti örgütünü kurdu, ama hizipçi tavrı yüzünden Afganistan'ın bazı yerlerinde bölgesel bir destek sağlayamadı. Cemiyet, uzlaşma siyaseti ve (genellikle laik eğitim görmüş olan) bazı yetenekli komutanları sayesinde kuzeybatı ve batıda destek bölgeleri oluşturabilmiştir. Bu bölgelerde komutanları savaşma gücü yönünden monopoli (tekel) olmasa da en azından bir oligopoli oluşturmuşlardır. Cemiyet bunun faturasını İslami kimliği yanında Tacik bir parti olarak da tanınmasıyla ödemiştir.
Gorbaçov'un idaresindeki Sovyetler Birliği ordularını geri çekmeye karar verince, Sovyetler'in ADHP liderliğine seçtiği Necibullah 'milli barış' siyasetini ilan etti. Bu siyasetin özünü, Kabil'in Perçem çoğunluğa sahip yöneticileriyle bunların eski sakinler içindeki akrabaları arasında bir uzlaşma sağlama çağrısı oluşturuyordu. Böyle bir politika Halkileri kızdırdı ve Savunma Bakanı'nın liderliğinde Mart 1990'da başarısız bir darbe girişimiyle muhalefetleri sona erdi. Savunma Bakanı sonunda kendisiyle aynı etnik kökene sahip İslamcı Gulbeddin Hikmetyar'ın saflarına katıldı.
Hikmetyar darbeyi destekledi, aynı macerayı tekrarlamaya çalıştı ve başarısız oldu. Pakistan'ın lojistik desteğine ve Arap-İslam para ve silah desteğine sahip olan partisinin gerçekleştireceği bir hamle ile iktidarı ele geçireceğini ümit ediyordu. Ancak planlarına çoğu bölge komutanlarının -ve CIA değilse de ABD Dışişleri Bakanlığı'nın- muhalefet etmesi sonucu, Kabil'e karşı ciddi bir başarı elde edemedi. Peştun kabile mücahitlerinin 31 Mart 1991'de Host'u ele geçirmeleri için, Pakistan ordusu ve Cemaat-i İslami Hikmetyar'a büyük destek sağladılar. Fakat bu askeri basan Pakistan istihbarat ajanlarının yardımları sonucunda elde edilmişti.
Afganistan'daki en gelişmiş devlet prototipi olan Şura-i Nazar-i Şimali başkanlığını yapan Cemiyet bölge komutanlarından Ahmet Şah Mesut, ileride kendi kuvvetlerinin ülkedeki diğer mücahit komutanlarıyla birleşeceğini ve Necibullah'a Sovyet desteğinin azalmasıyla birlikte mevcut devlet yapısının yerini alacağını düşünüyor. Gelecekle ilgili düşündüğü model Cihat Komutanları Milli Şurası'dır. Bu çerçevede, çeşitli parti, bölge ve etnik gruplardan bölge komutanları Ekim 1991'de yapılan bir toplantıda biraraya getirilmişti. 1991 Baharında Pakistan ordusu tarafından, daha büyük bir saldın gerçekleştirmesi amacıyla Hoşt modeli üzerinde planlar yapılmıştı. Yalnız Mesud, kendi başına pek çok basanlar elde etmesine rağmen, ülke çapında bir saldın gerçekleştirememişti.51
Ağustos 1991'de Moskova'daki başarısız darbeden önce Kabil'e yardım, azalan Sovyet dış yardım bütçesinin en önemli kısmını oluşturuyordu. Bu yardım sayesinde Necibullah eski seçkinlerle ilgili yeni düşünceler geliştirmiş ve hükümete bir çok insan atamıştır. Haziran 1990'da, Marksizm, partinin öncü rolü ve sosyalizmin yeniden vurgulandığı ADHP'nin İkinci Kongresi'ni topladı; İslam, siyasi çoğulculuk ve serbest piyasa olumlandı; ve partinin ismi Vatan Partisi [Hizb-i Vatan] olarak değiştirildi. Partinin yeni programı, İslam üzerinde biraz daha fazla vurgu yapılması dışında Zahir Şah dönemi hükümet programlarından herhangi birinin adaptasyonundan başka bir şey değildi. Necibullah, hükümetinin ülkede milliyetçi olan ve Peştular'ın yönettiği tek etkili güç olduğunu savunuyordu, fakat hiç bir önemli şahsiyet ya da güç iktidarı onunla paylaşmak istemiyordu.
Sürgündeki eski rejim seçkinleri ve geleneksel Peştun güçleri iletişim kanalları açık olmasına rağmen Necibullah'la birleşmeyi reddettiler. Bunlar, hem Mesud'un temsil ettiği Peştun olmayan gücün artışını, hem de Hikmetyar tarafından temsil edilen Arap sermayeli Pakistan müdahalesiyle desteklenen İslami "ekstremizm"i reddediyorlardı. Geleneksel liderleri destekleyen kabile mücahitleri iktidarı ele geçirmeye gücü yeten milli bir örgüt kuramadıkları için Pakistan destekli başarılı askeri operasyonlara (mesela Hoşt) katılmaları sonuç olarak İslamcı rakiplerini güçlendirmeye yarıyordu. Sonuç üzerindeki kararsızlıkları ise Necibullah'ın iktidarda kalmasına yardımcı oluyordu. Onlar BM aracılığıyla süpergüçler arasında varılan bir anlaşmanın Necibullah'ı iktidardan uzaklaştıracağını ve kendilerinin Kabil'e dönüş kapılarım açacağım zannediyorlardı.
Afganistan'daki hiç bir siyasi elit, şiddet veya yönetim araçları üzerinde ideolojik hegemonya, tekel kurulmasından ya da yenilenebilir, özerk kaynaklar üzerinde hakimiyet kurulmasından hoşlanmaz. Bütün hepsi ihtiyaçları olan para ve silah konusunda yabana yardımlara bağlıdır. Fakat 1978'den Önce dış güçler Afgan devletinin genel çerçevesi içerisinde siyasi nüfuz konusunda yarış yapmışlar ve 1991 yılı boyunca da muhalif örgütleri finans ederek amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. Yine de en iyi donanıma sahip olan (ve para basma gücüne sahip olan tek örgüt) devlet idi. Afgan halkının yanşan siyasi elitler arasında tercihini yapıp kendi devletini kurmasına büyük ölçüde engel olan bu rantiye devlet enkazıdır.
BM Genel Sekreteri tarafından 21 Mayıs 199l'de beyan edilen "uluslararası konsensüs" bu kördüğümü çözme yönünde bir ümit vadetmektedir. Bu öneri, "bütün Afgan taraflarına silah sağlayan kaynakların hepsine, bu işe son vermeleri" ve "Afgan geleneklerini hesaba katan, serbest ve adil seçimler"52 yapılıncaya kadar sürecek, süresi belirtilmemiş bir geçiş dönemi çağrısında bulunmaktadır. Amerika ve Sovyetler Birliği 1 Ocak 1992'ye kadar silah yardımına son vermeleri konusunda anlaştılar. Pakistan ise siyasi çözüme taraftar olarak bu kararı desteklemektedir. Eylül-Ekim 1991'de düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı'nda yapılan görüşmeler sonucunda, Sovyetler Birliği Necibullah'sız bir geçiş hükümeti kurulmasını kabul etti. Bu anlaşma, siyasi seçkinler arasındaki suni çaresizlik durumunu ortadan kaldırabilir. Fakat gelecekteki yöneticiler yine yabancı yardıma bağlı kalacaklar; Afganlı vatandaşlardan sorumlu hale nasıl getirilecekleri yine bir problem konusu olarak sürecektir.53
Çev.: Halim Sırçancı
Dipnotlar:
Yazarın Notu: Bu makaledeki araştırma, kısmen Amerikan Barış Enstitüsü'nün desteğiyle yapılmıştır. Yazar, özellikle Paula Smith, Muhammod Ishak, Hafızullah Karzai, Prof. Hasan Kakar, Anthony Arnold, David Katz, Huşenk Çehabi ve bu çalışmayı gözden geçiren isimlerini belirtmediğim beş kişiye yardımlarından ve tavsiyelerinden dolayı teşekkür etmeyi bir zevk bilir. Bütün görüşler yazara aittir, enstitü ya da yukarıda ismi belirtilenleri bağlamaz.
1- Theda Skocpol, States and Social Revolutions (Cambridge, 1979), s. 165.
2- Bu konuda yapılan araştırmalarla ilgili, bkz.: Robert D. Putnam, The Comparative Study of Political Elits (Englewood Cliffs, NJ. 1976), s. 170-172.
3- M. Nazif Sahrani, "Badahşan'daki Savr Devrimine Tepkilerin Nedenleri ve içeriği", M. Nazif Şahrani ve Robert L. Canfield'in derledikleri Revolutions and Rebellions in Afganistan: Anthropological Perspectives (Berkeley, 1984) içinde, s. 166; Şahrani "güç alanları" fikrini E. Wolftan almıştır, Peasant Wars of the Tiwentieth Century (New York, 1969), s. 290.
4- Afganistan'da devlet oluşumuna genel bir bakış için bk?..: M. Nazif Şahrani, "Afganistan'da Devlet Kuruluşu ve Sosyal Çürüme: Tarihi Bir Perspektif, Ali Bcnuazizi ve Myron Weiner'in derledikleri The State, Religion and Ethnic Politics: Afganistan, Iran and Pakistan (Syracuse, N.Y., 1986) içinde, s. 23-74; Eşref Gani, "Afganistan XI. Yönetim", İhsan Yarşetir'in derlediği Biteyelopedia lranica içinde. Cilt I (Londra, 1982), s. 558-564; Barnett R. Rubin, "Afgan Devletinin Kökleri", Asian Survey (Kasım 1988), 1188-1209.
5- Giacomo Luciani, "Rantiye ve Üretici Devletler: Teorik Bir Çerçeve", Hazem Beblawi ve Giacomo Luciani'nin derledikleri Nation, State and Integration in the Arap World (Londra, 1987), Cilt II. The Rentier State, s. 69, Luciani'nin tarifi şöyledir: "Rantiye devletler; gelirinin çoğunluğu (% 40'ından fazlası) petrolden ya da yabancı kaynaklardan elde edilen ve harcamalarında savunma giderlerinin büyük payı olan ülkelere denir." Afganistan bu tanımın birinci kısmına uyuyor, ama ikinci kısmına uymuyor. Gerekli bilgi için bkz.: Rubin, "Afgan Devletinin Kökleri", Tablo-I, s. 1202.
6- Benzeri bir ayrım için bkz.: Kirin Aziz Chaudhry, "Servetin Bedeli: İşçilerin Gönderdikleri Döviz ve Petrol Ekonomilerinde Devlet ve İşletmelerin Rolü", International Organization, 43 (1989), s. 105-109.
7- Afganistan'da konuşulan Farsça'nın resmi ismi Dari'dir. İran'da konuşulan Farsça ile arasındaki fark Amerikan ve İngiliz İngilizceleri arasındaki farka benzer.
8- Hindular, Sihler ve Yahudileri de içine alan gayr-i müslimler müşavir firmalarda (ticaret ve finans alanındaki) yerli vatandaşlardan daha yakın roller oynamışladır. Şehirli küçük bir grup Şii de (Kızılbaş) pazar ve bürokrasi alanında benzeri bir rol oynamıştır.
9- Afganistan'da "Kabilli" kavramı Kabil'in Farsça konuşan yerlilerinin oluşturduğu qawm [dayanışma grubu] üyeleri için kullanılan etnik bir unvandır. Benim kullandığım "Kabilli Peştunlar" kavramı Afganlılar tarafından kullanılmaz. Afganistan'da "Afgan" kavramı genel olarak (hala) "Peştun" anlamında kullanılsa da, ben bu kavramı kanuni anlamıyla, devletin herhangi bir vatandaşı veya ülkeyle ilgili herhangi bir şey anlamında kullanıyorum.
10- Wolfram Eberhard, "Afganistan'ın Genç Eliti", Asian Survey, (Şubat, 1962) 10.
11- Gilbert Etienne, L'Afghanistan, on les ale'as de la coope'ration (Paris, 1972), s. 37.
12- Bernett R. Rubin, "Afganistan'da Eski Rejim: Bir Devlet Seçkininin Kazanılması ve Eğitilmesi", Central Asian Survey, basımda, Tablo-1 ve 2; Etiennc L'Afghanistan, s. 39. Sonraki kaynak yurt dışına gönderilenlerin sayısıyla ilgilidir, yalnız gözden geçirenlerin birisi bu rakamları fazla yüksek bulmuştur. Yazar bu konuda doğrulayıcı bilge elde edememiştir. Yurt dışına gönderilenlerin sayısına askeri eğitim için gönderilenlerin de dahil olup olmadığı belli değildir.
13- Henry S. Bradsher, Afghanistan and the Soviet Union (Durham, N.C., 1983), s. 29; Hasan Kakar, "Afgan Krallığının 1973'de Yıkılışı", International Journal ofMiddle East Studies, 9(1978), 212, burada daha büyük rakamlar verilmektedir: 7000 kişi Rusya ve Çekoslovakya'da, 600 kişi de Amerika'da eğitim görmüştür.
14- Daha kapsamlı bir yaklaşım için bkz.: Rubin, "Afganistan'da Eski Rejim."
15- Asıl kaynak, Ludwig Adamec, A Biographical Dictionary of Afghanistan (Graz, 1987), Hafizullah Karzai ile yapılan bir söyleşidir.
16- Halk (kitleler) ve Perçem (Bayrak) fraksiyon gazetelerinin isimleridir. ADHP'deki hizipçilik hakkında bkz.: Anthony Arnold, Afghanistan'a Two Party Communism: Parcham and Khalq (Stanford, 1983); Olivier Roy, "Le double eode afghan: marxismce et tribalisme", Revue francaise de science politique (Aralık 1986), s. 846-861; Raga Anwar, The Tragedy of Afghanistan: A First-hand Account, (Londra, 1988). Sürgündeki bir Pakistanlı yazarın hapisteyken, bazı Halk liderleriyle ve Hafızullah Eminin ailesiyle yaptığı mülakatlarla ilgili olan sonraki eser incelenirken çok dikkat edilmelidir.
17- ADHP liderliğiyle ilgili bilgiler için bkz.: Adamec, Biographicaî Dictionary; Arnold, Afghanistan 's Two-Party Communism; ve atamalarla ilgili basın raporları. Bunları, Anthony Arnold ve David Katz'ın topladığı kullanmama büyük bir nezaketle izin verilen basılmamış bilgiler ve Miagol ile yapılmış bir çok mülakatlarla takviye ettim. Miagol, 1967'den beri ADHP-Perçem üyeliği, 1989-1990 tarihlerinde Kabil Hükümeti'nin Washington maslahatgüzarlığı yapan bir şahıstır.
18- Olaylara katılan birisinin bu dönemle ilgili anıları için bkz.: Muhammed Ishak, "Afganistan İslami Hareketinin Evrimi, I. Bölüm: İslamcılar İslam'ı savunmak için bir partiye ihtiyaç duydular.", AFGHA News, 5 (1 Ocak 1989).
19- A.g.e., s.8; Seyyid Musa Tavana, "Afganistan İslami Hareketi'nin Geçmişine Bir Bakış, 4. Bölüm", AFGHA News, 5 (15 Mayıs 1989).
20- A. g. e., s. 5.
21- Mevlana Feyzani ve Minhacuddin Gahiz gibi daha geniş anlamda İslami hareketin bir parçası olan, ama resmi örgüte katılmayan meşhur şahıslan da dahil ettim. Tanınmış bir Nakşibendi ailesine mensup olan Sibgatullah Müceddidi'yi dahil etmedim. Ailesi eski rejimin en İslami kanadını temsil eden Müceddidi meşhur bir eylemcidir ve Davud tarafından 1959'da tutuklanmıştır. Kardeşi Harun ise Mısır ihvanı içinde Nasır tarafından hapse atılacak kadar aktifti ve İhvan'la yakın temaslara sahipti. Müceddidi, Rabbani ile iyi ilişkiler içindeydi (aralarında Nakşibendilik bağı vardı), ama Hikmetyar ile düşman gibiydiler. Pakistan'da sürgündeyken ne zaman direniş partileri İslamcılar ve gelenekçi-milliyetçiler diye bölündüyse ikincisine katılmıştı. Bu yüzden onu İslamcı devrimciler arasına dahil etmedim. Ayrıca İslami yapılanma Afganistan'da diğer Sünni ülkelerdeki gibi kesin ve net değildir.
22- Basılı kaynaklar Cemiyet'in İngilizce dergisi AFGHA News'de yayınlanan Seyyid Musa Tawana ve Muhammed İshak'a (sırasıyla Cemiyet'in lider yardımcısı ve siyasi memuru) ait hatıraları da içine almaktadır; "Mücahitler içinde Kim Kimdir?" başlıklı bir seri yazı AFGHA News'in çeşitli sayılarında yayınlanmıştı; Adamec, Biographical Dictionary; Olivier Roy, İslam and Resİstance in Afghanistan (Cambridge, Eng., 1986) [Türkçesi için bkz.: "Afganistan'da Direniş ve İslam", Yöneliş Yay., İst.-1990]; Edwards, "Afganistan'da Şii Siyasi Muhalefetin Evrimi." Burada Sünni İslamcılarla ilgili de bilgi mevcuttur. Bu materyalleri Muhammed tshak, Naim Mecruh, Sultan Mahmud ve Abdulcabbar Sabit ile yaptığım röportajlarla takviye ettim.
23- "Mentaliteler" ile ideolojiler arasındaki zıtlık için bkz.: Juan J. Linz, "Totaliter ve Otoriter Rejimler", Fred Greenstein ve Nelson Polsby'nin derledikleri' The Handbook of Political Science, Cilt 3 (Reading, Mass., 1975), s. 266-270.
24- Pierre Centlivres ve Mİcheline Centlivres-Demont; Et si on parlait de l'Afghanistan? (Neuchatel ve Paris, 1988), s. 229-246.
25- Khalg'ta 11 Nisan 1966 tarihinde yayınlandı. Kabil'deki Amerikan Elçiliği'nce yapılan çevirisi şu eserde tekrar yayınlandı: Anthony, Afghanistan's Two-Party Communism, s. 137-138.
26- A. g. e.'de tekrar yayınlanmıştır, s. 149-159.
27- Dr. Tawana'ya göre "Ihvan-i Müslimin" ve Pakistan'daki "Cemaat-i İslami" isimlerindeki 'cemaat' kelimesini çağrıştırdığı için ve her ikisinden de ayrı olduğu için "Cemiyet" kavramını tercih etmişlerdir. Tawana, "Bir Bakış, 4. Bölüm", s. 5.
28- Roy, İslam and Resistance..., s. 70.
29- Faşradah-i Hadaf ve Meram-i Cemiyet-i İslam-i Afganistan [Afganistan Cemiyet-i İslamisi'nin Program ve Hedeflerinin özeti], (yer belirtilmemiş, [Peşaver ?] tarih belirtilmemiş, 1978 veya 1979 olduğu içerikten anlaşılıyor); Meram-ı Hizb-i İslami-i Afganistan [Afganistan Hizb-i İslamisi'nin Programı], (yer belirtilmemiş, [Peşaver ?J H. 1365/1986-1987). Bu muhtemelen 1978'den önce basılan bir programın 5. basımıdır, çünkü ne 1978 darbesinden ne de Sovyet işgalinden bahsetmektedir.
30- "Cahiliyye" kavramının bu kullanımı için bkz.: Meram-ı Cemiyyet.., s. 8; Meram-ı Hizb.., s. 6 ve diğerleri.
31- "Nizam-i zindigi-i mardüm bar payah-yi mu'taqidat-i anha istivar na-mibashad", Meram-i Hizb, s. 5.
32- A. g. e., s. 38: "in nizam fashradah-i tamam-i mefasid, mezalim ve bi adalatiha-i nizamha ve sistemha-i gayr-i İslami est."
33- "Bidun-i islah-i kamil-i nizam-i hakim, nah islah-i ferdi imkan pezir est." Meram-i Hizb, s. 7.
34- A.g. e., s. 51, 69.
35- A. g. e., s. 13, 59. ikinci alıntı şöyledir: "Palisi-i iqtisadi-i kişvar bih iştiraki namayandigan-i muntahab-i millet tartib gardidah, ba'd ez tesvib-i -meclis-i şura ameli migardad."
36- Roy, İslam and Resistance, s. 77-78.
37- Hamiyet N. Ensari, "Mısır Siyasetinde İslami Militanlar", International Journal of Middle East Studies, 16(1989), 140.
38- A. g. e.
39- Asia Watch, Afghanistan: The Forgotten War: Human Rights Abuses and Vialations of the Lauıs of War Since the Soviet Withdrawal, (Washington D.C., 1991), s. 99-124.
40- "Ustad Ömer el-Tilmisani", The Mujahideen Monthly, (Mayıs 1986), 15. Fasikül.
41- Hikmetyar da bu düşünceyi pek çok defa sözle ifade etti, ama Amerika'dan aldığı büyük yardımlar düşünüldüğünde Afganlılar onun bu konudaki sözlerini pek ciddiye almadılar. Cemaat cd-Dava'nın lideri Cemil ür-Rahman'a 30 Ağustos 1991'de bir Mısırlı tarafından Doğu Afganistan'da suikast düzenlendi. Bu olaydan sonra onunla Hizb-i İslami arasında Kunar Vadisi'nin kontrolü için bir çatışma baş gösterdi. AFGHA News, 7 (15 Eylül 1991), 7- 8.
42- Meram-ı Cemiyyet, s. 10-11'de şunlar belirtiliyor "Cemiyet hiç bir şahıs ya da gruba irsi bir düşmanlık beslememektedir." ve genel hedefleri paylaşanlarla işbirliğine hazır olduğu vurgulanmaktadır. 12. sahifede "bütün inançlı ve kahraman yurttaşlar, cesur gençler... ulema... yürekli ve kahraman subaylar... modern bilimlerde eğitim görenler... şerefli ve imanlı köylüler... işçiler... ve bütün millet için" birlik çağrılan yapılıyor. Yalnız kendilerinin liderliği üzerinde vurgu yapılmıyor.
43- Tabii ki, Perçemi Politbüro'da Peştunlar'ın çoğunluğa sahip olması Dr. Anahita Ratibzad ve Babrak Karmal'ın Peştun kimliklerinin kabul edilmesini gerektirir. Knrmal ve Ratihzad'ın her ikisi de karışık bir etnik kökene sahip, Farisileşmiş ve Kabillidirler ve bir kabilevi bağları bulunmamaktadır.
44- Bu, Mısır ve İran'daki "İslami militanlar" ve solcu eylemcilerin sosyal arka planlan hakkındaki bulgularla uyum içindedir. Bkz.: Sadeddin İbrahim, "Mısır'ın Militan İslami Gruplarının Anatomisi: Metodolojik Değiniler ve Ön Bulgular", International Journal of Middle East Studies, 12 (1980), s. 423-453; İran hakkında İbrahim, Ervand Abrahamian'ın çalışmasından bahseder "İran'da Gerilla Hareketleri, 1963-1977", MERIP Reports, 86 (Mart-Nisan 1980), s. 3-15, özellikle 1. ve 2. tablolar, s. 5.
45- Tek istisnası Mevlevi Yunus Halis'in mensub olduğu Hugyani kabilesidir. Bu kabile köken olarak Durrani'dir, ancak uzun süreden beri Ningahar Gilzai'leri arasında yaşadıkları için asıl Durrani kabileleriyle herhangi bir bağlan kalmamıştır. Burada bu kabileyi Durrani olmayan kabileler kategorisine erleştirdim, çünkü Durrani bölgelerinin dışında yaşamaktadırlar.
46- Bu analiz bütün Merkez Komite üyeleri hakkında, yeterli veri kullanılarak (99 kişi) yapılmış ve etnik köken dikkatimi (Peştun/Peştun olmayan) şeklinde kodlanmıştır. Etnik köken ile fraksiyon üyeliği arasındaki belirgin ilişki şudur ki, ADHP Merkez Komitesi'ndeki Kabillilerin büyük bir kısmını (%71'i), Kabil'in nüfusuna paralel olarak, Peştun olmayanlar oluşturuyor ve Kabilli olmayanların çoğu da (% 80'i) Peştunlar'dan oluşuyordu. Peştun olmayan, eğitim görmüş taşra gençliği büyük Ölçüde ya "Maocu" ya da İslamcı örgütlere katılıyorlardı.
47- Elit okullarından mezun olan tek Halki Kabil'in Çindavul bölgesinden bir Şii olan Muhammed İsmail Danış idi. Bu yüzden Halkiler arasında üç yönden (doğum yeri, etnik köken, eğitim) sıradışı bir insandı.
48- Hikmetyar'la bir anlaşmazlıktan sonra kendi partisini kuran Hizb'in eski lider Yardımcısı Gazi Muhammed Emin de resmi medrese tahsili görmüştür.
49- Bkz.: İbrahim, "Mısır'ın İslami Militan Gruplarının Anatomisi" ve Abrahamian "İran'da Gerilla Hareketleri."
50- Bkz.: 10. Tablo, Rubin "Afganistan'da Eski Rejim."
51- Le Monde (Paris), 7 Mayıs 1991.
52- "Genel Sekreterin Afganistan Hakkındaki Demeci", Birleşmiş Milletler, 21 Mayıs 1991.
53- Bkz.: Eşref Gani'nin düşünceleri "Panel E: Devlet ve Toplum ilişkilerine Dış Yardımların Etkisi", WUFA (Writer's Union of Free Afghanistan), 5 (Ekim-Aralık 1990), s. 117-133.
- Sunuş
- Bosna Direniyor! Direnen Kazanacak!
- Yugoslavya ve Bosna-Hersek Bunalımı: Tarihsel Arka Plan
- Bu Savaş, Normal İnsanlarla Vahşilerin Savaşı
- Sosyal Bilimler, Bilim Felsefesi, Sivil Toplum ve Çoğulculuk Tartışmaları
- Sovyet İmparatorluğu Sonrasında Orta Asya'da Siyaset
- Afganistan'da Siyasi Elitler: Rantiye devletin Kuruluşu ve Enkazı
- İran Devrimi ve Filipinlerdeki Müslümanlar
- Malezya ve Endonezya'daki İslami Hareketler ve İran Bağlantısı
- Islah Görevimiz ve Değiştirme Hakkımız
- Lübnan Seçimleri Üzerine
- Irak ve Devam Eden Orta Doğu Krizi