1. YAZARLAR

  2. Stephen Grey

  3. ABD: İşkence ve Ticaret Güvenlik ve İstihbarat Dosyası

ABD: İşkence ve Ticaret Güvenlik ve İstihbarat Dosyası

Temmuz 2005A+A-

Bu, Almanya'daki özel jetlerin, Avrupa sokaklarında adam kaçırmaların ve işkencenin hikâyesidir. Bu hikâyenin, "insan haklarının çok esnek bir kavram" olduğuna inanan avukat, casus, şüpheli terörist, masum izleyici ve eski CIA yöneticisinden oluşan bir oyuncu listesi vardır.

İsveçli bir göçmen avukat olan Kjell Jönsson, 18 Aralık 2001 tarihinde Mısırlı bir sığınmacı olan Muhammed ez-Zerî ile telefonda görüşüyordu. Jönsson'un hatırladığı kadarıyla bu sırada, aniden araya el-Zerî'nin telefon görüşmesini sona erdirmesini isteyen bir ses girdi ve ez-Zerî İsveç polisi tarafından tutuklandı.

Avukat Jönsson, İsveç hükümetinden Zerî'nin mültecilik statüsü başvurusu konusunda alelacele karar verilmemesine dair söz istedi. O, Zerî'nin Mısır'a geri gönderilmesi durumunda ona işkence yapılmasından korkuyordu. Ama Zerî, Jönsson'un 30 yıllık sığınmacılık konusundaki mesaisinde karşılaştığı en kısa sürede ülke dışına çıkarıldı.

Zerî'nin tutuklanmasından 5 saat sonra, onunla birlikte başka bir Mısırlı Ahmet Acîze de Stockholm'un Brömma havaalanından sınırdışı edildi. İki yıl sonra bile havaalanında onları bekleyenin ABD uçağı olduğu gizlenmişti. Ayrıca, iddia edildiğine göre ABD'li ajanlardan oluşan bir ekip şüphelileri aldı, onları el ve ayak bileklerinden kelepçeledi, onlara turuncu işçi tulumlarını giydirdi, uyuşturucu verdi ve onları paldır küldür uçağın içine tıktı.

Jönsson, ABD'li ekibin siyah başlıklar giydiğini ve üniformalarının olmadığını, kot pantolon giydiklerini söyledi. İsveç emniyet güçleri onları çok profesyonel olarak tanımlıyordu. Tüm operasyon 10 dakikadan az sürdü. Bu tür şeyleri daha önce de yaptıkları açıktı.

ABD'li ajanların mevcudiyetini de kapsayan olaylar aylarca gizli tutuldu. Fakat İsveç'teki endişelere cevap olarak, İsveç parlamentosu bir soruşturma başlattı ve olanları teyit eden belgeleri yayınladı. Birinde, İsveç emniyet görevlisiyle birlikte mahkûmları ülke dışına çıkarma operasyonunu yöneten Arne Andersson, o gece uçak tedarikinde sorunlarla karşılaştıklarını ve CIA'ya ulaşıp, "Sonunda tüm Avrupa üzerinden doğrudan uçuşu olan bir uçak temin etmede ve ülke dışına çıkarmayı çok hızlı bir şekilde yapabilmede (...) Amerikalı dostlarımızdan gelen bir teklifi kabul ettik." dedi.

Mahkûmların Mısır'a transferi konusunda anlaşma gerçekleştiğinde, İsveç hükümeti her iki kişinin de işkence görmeyeceğine ve Kahire'deki İsveçli diplomatların konsolosluk düzeyinde onları düzenli olarak ziyaret edeceklerine dair diplomatik garanti almaya çalıştı ve aldı da. Hapishanelerde ikisi de ziyaret edildi. Yetkililer İsveç hükümetine ve ABD'li komiteye mahkûmların hiçbir şikâyeti olmadığını söylediler. Fakat ikisi de daha ilk İsveç konsolosu ziyaretinde ağır işkence gördüklerini ileri sürdüler. Jönsson, Zerî'nin neredeyse iki ay sürekli işkence gördüğünü söylüyor: "Zerî, çok soğuk ve küçük bir hücrede tutuldu ve dövüldü. En acı verici işkence, vücudunun en hassas bölgelerine doktor gözetiminde birçok kez konulan elektrotlardı."

Zerî serbest bırakıldı ve ona hiçbir suçlama atfedilemedi. Ne var ki, Mısır'dan ayrılması ya da hapishane günleri hakkında açıkça konuşması yasak. Diğer mahkûm Acîze, hâlâ bir Mısır hapishanesinde. Onu defalarca ziyaret eden annesi Hamide Şelibey Kahire'de, "Mısır'a vardığımızda, onu aldılar, başına torba geçirdiler ve kelepçeleyip bir binaya koydular. Oradan da merdivenle inilen yer altındaki özel bir yere götürüldü. Sonra sorgulamaya ve işkenceye başladılar. Bir soru sorulur sorulmaz o, 'Bilmiyorum.' dediğinde, vücuduna elektrik şokları verdiler ve dövdüler... Sorgulamanın birinci ayında çıplaktı ve ona hiçbir elbise verilmedi. Neredeyse donmaktan ölecekti." dedi.

İsveç olayında ABD'li ajanların rolü olduğunun teyidi, ABD'nin 11 Eylül'den beri dünya çapında mahkûm trafiğini organize etmede yer aldığının somut ilk deliliydi. Resmî bilgilere ve gazetelere göre, Müslüman militanların hapse atılabileceği ve ABD'li ajanlara yasak olan metotlarla sorgulanabileceği ifade edilirken, militanların Arap dünyasındaki ve Doğu Asya'daki ülkelere iade edilmelerini ABD'nin düzenli bir şekilde organize ettiği belirtiliyor. Bazıları bunu vekâleten işkence olarak isimlendiriyor. Mahkûmlar sadece Afganistan'dan ve Irak'tan değil, Bosna, Hırvatistan, Makedonya, Arnavutluk, Libya, Sudan, Kenya, Zambiya, Gambiya, Pakistan, Endonezya ve Malezya'dan da alınıp ABD tarafından (gitmesi uygun (!) olan ülkelere) taşınıyor.

CIA ile birlikte ele alındığında resmî ifade "olağanüstü icraat"tır (extraordinary rendition1). Bunu hiçbir ABD resmi yetkilisi kamuoyuna taşımayacaktır. Fakat geçen Kasım'da görevi bırakan önceki CIA başkanı, detaylı ve içten bir açıklama yaptı. 1990'ların sonlarında Usame B. Ladin'i yakalamakla görevli bir timin başı olan Michael Scheuer ile BBC radyo programı File on Four için röportaj yapıldı. O da İsveç olayının çok daha geniş bir sistemin bölümü olduğunu teyit etti.

Scheuer, icraatı CIA'nın icat ettiğini çünkü el-Kaide ile baş edebilmek için Beyaz Saray'ın bunu emrettiğini ama yakaladığı teröristleri ne yapacağı konusunda çok az seçeneği olduğunu söyledi. Devamla, "İnsanları yakalama ve onları üçüncü ülkelere götürme uygulaması ortaya çıktı, çünkü yönetim kademesi bize terörist hücreleri ve kişileri dağıtma, çözme ve tutuklama görevi verdi ve temelde, CIA geri geldiğinde ve ABD'li karar verme mekanizmalarındaki kişilere, 'Onları nereye götüreceksiniz?' dediklerinde cevap, 'O, sizin işiniz.' oluyordu. Böylece biz deniz aşırı kişileri yakalamak ve onları yasal sistem tarafından arandıkları belli ülkelere geri götürmek için ülkelere yardım etme sistemini geliştirdik." dedi.

Konuyu soruşturanlardan birisi de Anayasal Haklar Merkezi'nde avukatlık yapan Barbara Olshanky'dir. O, modern vakaları inceliyor ve icraatın nasıl yasal çerçeveye sokulduğunu araştırıyor. O, ABD'nin mahkûmları sorgulamak için sadece üçüncü ülkeleri kullanmadığına ayrıca CIA tarafından işletilen gözden ırak (offshore) hapishanelerin de kullanıldığına inanıyor. O, 100 yıldır ABD'nin kendi mahkemelerinden kaçanları yakaladığını ve adaletin önüne çıkarmak için onları ABD'ye geri getirdiğini söylüyor. Panama'nın önceki cumhurbaşkanı General Manuel Noriega, bunun yüksek profilli bir örneğiydi. Bu sıradan bir icraattı.

CIA, el-Kaide ile mücadele etmeye başladığında ve özellikle 11 Eylül'den bu yana, olağanüstü icraat ortaya çıktı. Mahkûm, ABD'ye götürülmek için değil ama başka bir yere nakledilmek için yakalanıyordu. Olshansky, "Bu icraat 1880'lerde başladı." diyor. "ABD her zaman zanlıyı buradaki mahkemeye getirmek için her türlü önlemi alacaktır... Şimdi bu düşünce baş aşağı oldu. Günümüzde ABD'nin insanları yakaladığı ve onları işkence altında sorgulasınlar diye başka ülkelere gönderdiği olağanüstü icraatımız var. Bilgi edinmek için insanları başka ülkelere götürmek... Sonunda belli bir adalet de temin edilemiyor."

Şaşırtıcı bir şekilde CIA ve diğer ABD ajanları sık sık mahkûm nakli için özel jetler kullanırlar. Bu trafiğin merkezindeki uzun menzilli Gulfstream V jet'in gizli uçuş kütüğünü elde ettim. Uçak 2001'den beri ABD dışında 49 uçuş yapmış ve dünyayı çaprazlama dolaşmış. Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Fas ve Özbekistan'a sık sık ziyaretler yapmış. Tüm uçuşlar mahkûmların iade edildiği ABD'den olmuş.

Uçak izlemeyi hobi haline getirenler (spotters) tarafından fotoğrafları çekilen beyaz jetin son zamanlarda belirtilen N379P dışında ABD sivil uçak kayıt numarası dışında hiçbir numarası yok. Onun İsveç'ten Mısır'a giden uçak olduğuna dair belgesel kanıtları gördüm. Ekim 2001'de tanıklar onu Karaçi kentinde gördüler. Bir grup maskeli adam onunla bir terör zanlısını Pakistan'dan Ürdün'e götürüyorlardı.

Uçuş kayıtlarını gören, daha önce CIA ile çalışmış gizli bir görevli Robert Baer'e göre, jet kesinlikle icraat için kullanılıyor. "Bu uçuşların varış noktaları işkence yapılan yerler." diyor. 1990'ların ortalarında ayrılana kadar Ortadoğu'da 21 yıl boyunca CIA ile birlikte çalışan Baer, böyle sivil uçakların CIA'ya faydalı olduğunu çünkü üzerinde askeri olduğuna dair bir işaret olmadığını söylüyor: "Siz bunları kendi şirketlerinizin dışındaki şirketler aracılığıyla da işletebilirsiniz. Onları hızlıca yapabilir, ifşa olduklarında söküp dağıtabilirsiniz. Mecbur kalırsanız bir gecede değişiklik yapabilirsiniz. Bu çok standart bir uygulama."

Baer, icraatın teröristleri hapse atmanın ötesinde bir şey olduğunu söylüyor: "Her ülkenin kendi değerleri var. Ürdün'e gönderirseniz, daha iyi bir sorgulama sonucu elde edersiniz. Mısır'a gönderirseniz, muhtemelen onu bir daha göremezsiniz. Suriye için de aynısı geçerli." Suriye gibi ülkeler ABD düşmanı gibi görünüyor ama onlar Müslüman militanlara karşı gizli bir savaşın müttefiki. Baer, "Ortadoğu'daki basit kural düşmanımın düşmanı dostumdur... İşler böyle gidiyor. Bu ülkelerin tümü bir şekilde İslâmî köktencilikten, yani militan İslâm'dan çekiyor. Yıllardır Suriyeliler ABD'ye militan Müslümanlığa karşı birlikte çalışmayı teklif ediyor. En azından 11 Eylül'e kadar bu teklifler geri çevrilmişti. Genelde Mısırlıları ve Suriyelileri çok zorba oldukları için bu tekliflerini önemsemedik." diyor.

Baer CIA'nın icraatı yıllardır yaptığına inanıyor. Ama 11 Eylül'den sonra daha büyük çapta ve düzenli yaptığı kanaatinde. Baer, Guantanamo'ya gönderilenden daha fazla sayıda yüzlerce mahkûmun ABD tarafından Ortadoğu'daki hapishanelere gönderilmiş olabileceğini, 11 Eylül'ün Cenova Konvansiyonu'nu ihlal etmeyi normalleştirdiğini ve icraatın Batı'nın yabancı olmadığı "yasalara uygun hareket etmenin" sonu olduğunu söylüyor.

Bu icraatın ABD yönetimindeki bazı savunucuları, teröristleri kendi sokaklarından uzaklaştırma amacına matuf olduğu kanaatinde. Bir terör zanlısı Mısır'a geri gönderildikten sonra ABD, ne olduğuyla ilgilenmiyor. Fakat Memduh Habib adlı Avustralyalı şüpheli olayında görüldüğü gibi icraat ABD'li ajanlara yasak olan "işkenceyle bilgi alma" sayesinde istihbarat toplama amacına da hizmet ediyor. Önceden kahvehane sorumlusu olan Sydney'li Habib, 11 Eylül'den bir ay sonra Afganistan sınırına yakın bir yerde Pakistan'da tutuklandı.

Şikago Üniversitesi Mac Arthur Adalet Merkezi'nden Habib'in avukatlığını yapan ABD'li profesör Joe Margulies'e göre o, onu 6 ay işkence gördüğü Mısır'a götüren ABD'li ajanlara teslim edildi. Margulies, "Habib Bey rutin olarak kendisine dayak atıldığından bahsediyor. Bir odaya alınmış, kelepçelenmiş ve oda yavaş yavaş çene seviyesine gelene kadar suyla doldurulmuş. Kaçamayacağınızı bilme korkusunu hayal edebiliyor musunuz?" diyor. Başka bir olayda, duvardan aşağıya sarkıtılmış. Ayakları, içinden metal bir çubuğun geçtiği bir davula bağlanmış. Ve davula elektrik akımı verdiklerinde elektrik şokuyla sarsılmış ve ayaklarını kaldırmak zorunda kalmış ve ellerinden asılı bir şekilde kalmış. Bu, bayılana kadar devam etmiş.

Margulies bu sorgulamada, "Habib, el-Kaide ile ilişkisini itiraf etti ve 'önüne konan her dokümanı' seve seve imzaladı." diyor. Sonra o ABD nezaretinde ABD'ye nakledildi, Afganistan'a sonra da Guantanamo'ya gönderildi. Mısır'da imzaladığı itiraflar askerî mahkemede aleyhine kullanıldı. Margules'e göre, "Savaşçı statüsünün, -Habib Bey'in gözaltına alınmasına temel teşkil eden Mısır hapishanelerinde elde edilmiş kanıta dayanan mahkeme kararları dikkate alındığı için- gözden geçirilmesi gerekiyor."

Margulies ve diğerleri ona yapılan işkenceyi protesto ettiler. Habib ocak ayında Guantanamo'dan serbest bırakıldı ve o uçakla, -istihbarat yetkilileri onu hâlâ el-Kaide ile irtibatlı olmakla suçlamalarına rağmen- hükümetin onun herhangi bir suçla irtibatlı kabul edilemeyeceğini söylediği Avustralya'ya gitti.

Ortadoğu'daki hapishanelere ABD tarafından gönderilen mahkûmların çoğu kendilerine nasıl davranıldığını ifşa etmede özgür değil. Fakat ABD tarafından Suriye hapishanelerine gönderilen bir cep telefonu teknisyeni olan Kanada vatandaşı Mahir Arar şimdi özgürce konuşabiliyor. Onun hikâyesi mahkûmların başka ülkelere sorgulanmak için gönderildiği iddiasını doğruluyor. Eylül 2002'de Tunus'taki tatilinden dönmekte olan Arar, New York'taki JFK havaalanında uçağını değiştiriyordu. O sık sık ABD'yi ziyaret ediyor ve orada çalışıyordu. Bu nedenle de hiçbir problemle karşılaşacağını ummuyordu. Ama bir sorgu odasına ve ardından da Brooklyn Metropolitan Tutuklama Merkezi adlı göçmen tutuklama merkezine götürüldü.

Tutuklanma nedeninin Kanada'dan ABD'ye aktarılan bilgi olduğu açıktı. Kanada gizlice Ottava'daki bir terör zanlısını araştırıyordu ve Arar bir dairenin kira kontratını imzalarken zanlının adını acil irtibat kurulacak kişi olarak yazmıştı. Suriye doğumlu olmasına rağmen, Arar Kanada vatandaşıydı ve orada 17 yıldır yaşamaktaydı. O, kendisine Ottava'da da kolayca sorulabilecek soruların ABD'de sorulmasına şaşırmıştı.

Arar, tutuklanmasından 12 gün sonra, gece 3'te kendisine ABD'den çıkarılacağını söylenmesi için uyandırıldı. Arabayla New Jersey'e götürüldü, zincirlendi ve özel bir jete bindirildi. "Deri koltuklu bu özel jete koyduklarında onlara göre kim olduğumu düşünüyordum. Onlara ne tür bir bilgi verebilirdim? Bana güzel bir akşam yemeği ikram ettiklerinde, Müslümanların Kurban Bayramı'nda kurbanlığı kesmeden önce kurbana verdikleri ikramı hatırladım. Uçakta düşündüğüm tam da buydu. Sürekli işkenceden nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum çünkü bu noktada beni niçin başka bir yere gönderdiklerinin tek nedeninin bilgi almaları için işkence edilmem olduğunu fark etmiştim. Bundan yüzde yüz emindim."

Yakıt için iki defa durduktan sonra uçak Ürdün'ün Amman kentine geldi ve Arar Şam'daki Suriye sivil polis merkezine doğru arabayla götürüldü. Arar, tabuttan nispeten biraz daha büyük bir hücreye konulduğunu ve orada 10 ay tutulduğunu söylüyor. Ondaki işkence korkusu fark edildi. Sorgucu, "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" dedi. "Evet, kablo." dedim. Bana, "Elini aç." dedi. Sağ elimi açtım ve bana çılgınca vurdu. O kadar acı veriyordu ki, ağlamaya başladım ve o bana sol elimi açmamı söyledi, açtım ama isabet ettiremeyince elime değil bileğime vurdu. Ve sonra bana sorular sordu. Doğru söylemediğimi düşündüğünde tekrar vuruyordu. Bir ya da iki saat sonra beni işkence yapılan insanları duyabildiğim bu hücreye koydular."

Arar, bir yıla yakın bir süre Suriye'de göz altında tutulduktan sonra serbest bırakıldı ve uçakla Ottava'ya döndü. Kanada veya Suriye tarafından kendisine bir suç atfedilmedi. Onun başına gelenler Kanada'da siyasi bir protestoya neden oldu ve bir kamu davası açıldı. Birçok modern işkence mağduru gibi, Arar'ın fizikî hasarı yoktu. Profesyonel sorgucular çok akıllıydı. Gördüğü hasar psikolojikti.

Kanada'da Uluslararası Af Örgütü Başkanı Alex Neve, Arar'ın doğruyu söylediğine ikna oldu: "Birkaç nedenden ötürü doğru olduğuna inanıyorum. Onunla önemli detayları konuştum ve Uluslararası Af Örgütü ile uzun yıllardır var olan mesaim boyunca burada Kanada'da, mülteci kamplarında işkencenin ardından hayatta kalanlarla ve hapishane hücresinden serbest bırakılan kişilerle görüştüm. Ve gördüm ki Arar'ın yaşadıkları diğer görüşmelerimden bildiğim, öğrendiğim ve tecrübe ettiklerimle uyumlu ve makuldü."

İcraattan kim sorumluydu, Washington'da buna kim izin verdi? Virjinya'daki Michael Scheuer'in memleketi Fall's Church'te, Scheuer ile terörle savaş taktikleri konusunda ve niçin, ne zaman CIA'daki Usame B. Ladin ünitesine başkanlık ettiğini konuştuk. Onlar icraatı el-Kaide'ye karşı bir taktik olarak geliştirdiler. Scheuer açık sözlü. CIA'deyken anti-terör konulu faaliyetlerle ilgili (müstear isimle) iki eleştirel kitap yazdı. Fakat daha önce böyle önemli bir konu hakkında bu kadar içten davranmamıştı.

Scheuer her icraat operasyonunun hukukçuların onayından geçtiğinde ısrar ediyor: "CIA içinde istihbarat işiyle ilgili yasal değerlendirmeler yapan devasa bir hukuk dairesi ve millî güvenlik konseyinde de hukukçulardan oluşan bir ekip var. Hepsinin de üstünde bu hukukçular bir şekilde olayın içindedirler ve yapılanı onaylamışlardır. Bunun bir haydutça operasyon olduğuna dair düşünceler tamamen saçmadır." Scheuer böyle operasyonları organize ettiğinde yetkinin merkezi istihbarat direktöründen ya da yardımcısından gelmek zorunda olduğunu hatırlıyor: "Yani temelde istihbarat örgütündeki bir veya iki numaralı elemanlar onay veren kimselerdi."

Scheuer'un ikna olduğu her iki icraatta da, "Bu insanlar bertaraf edilmeyi hak ettiler." diyor. Fakat her zaman yaptıkları gibi hatalar da olabiliyor, masumlar da tutsak edilebiliyordu. Scheuer, "İstihbarat ve casusluk işinde hatasız olmak imkânsızdır. Bu işte hafiflik ya da bıkmışlık yoktur. Son derece ciddi bir iştir ve eğer yanıldıysak yanılmışızdır. Fakat kanıt bize ne yaptığımızı göstermiştir." diyor.

Devamla, "Hatta yakaladığımız kişiye işkence bile edilse, eden biz olmayız. Ayrıca Mısır ve Suudi Arabistan'daki işkenceyi resmeden birçok Hollywood yapımı filmin olduğunu düşünüyorum. Mısırlıların teröristlere ne yaptıkları konusunda üzülmek ve İsraillileri terörist kabul ettikleri kişilere karşı yaptıkları nedeniyle suçlamamak iki yüzlülüktür. İnsan hakları çok esnek bir kavramdır. Belli bir zaman diliminde nasıl ikiyüzlü olmak istediğinize bağlıdır."

Dürüst olmak gerekirse, Scheuer'in uzun dönemli bir taktik olarak icraat ile ilgili endişeleri var. O, Mısır ve Ürdün gibi diktatörlük rejimlerinin Müslüman militanlığa ortam hazırladığına inanıyor ve böylece bu rejimlerle beraber çalışmanın küçük stratejik bir anlamı olmuş oluyor. Scheuer, "Her yakalanan tutsak teknik bir başarıdır fakat stratejik anlamda kaybediyoruz. Ve temel sebeplerden birisi İslâm dünyasındaki diktatörlüklere olan desteğimizdir." diyor.

Scheuer devamla, "Fakat ABD'nin, bu esirlere ne yapılacağı konusunda çok az seçeneği var. Politikacılar teröristlerin ABD toprağına getirilmesini ve ABD mahkemelerinde yargılanmasını istemiyor. Biz dünyada çok seçme şansımızın olmadığı bir sürü pozisyon içindeyiz ve bazen de şeytanla birlikte çalışmak zorunda kalabiliyoruz. ABD'li politikacılar, bu mahkumlarla ABD yasal sistemi içinde nasıl uğraşılacağı konusunda karar vermediği sürece CIA'nın 'Elindeki imkânlarla yapabileceğini yapmaktan başka çaren yoktur.' demekten başka çaresi yoktur." diyor.

Scheuer, 100 Sünni teröriste yönelik CIA icraatı olduğunu tahmin etmektedir. Robert Baer dahil diğerleri ise, rakamın daha yüksek olduğunu ve 11 Eylül sonrasında, ABD ordusu Ortadoğu'da yüzlerce mahkûmu hapse atarken, Donald Rumsfeld yönetimindeki ABD Savunma Bakanlığı'nın şimdi mahkûmları "taşıma" (işkence için başka ülkelere götürme) işinde olduğunu düşünüyor.

ABD Savunma Bakanlığı ve CIA, icraat hakkında konuşmayı ve onu haklı çıkarmayı neredeyse bıraktı. Bush yönetimiyle irtibatlı bir düşünce kuruluşu olan Amerikan Yatırım Enstitüsü'nün başkan yardımcısıyla konuştum. Dainielle Pletka, Senato Dış İlişkiler Komitesi'nin önceki başkanıydı. Pletka, "Ben büyük bir işkence destekçisi değilim." diyor. O Suriye ve Mısır hapishane yönetim ve güvenlik sistemini onaylamıyor. O, "Ne yazık ki, savaş zamanında birçok iyi ve terbiyeli insana tamamen ve kesinlikle tiksindirici gelecek şekilde yaptığımız gerekli şeyler olmuştur. ABD'nin bu tür işleri sürekli yaptığını söylemek istemiyorum çünkü böyle herhangi bir standardın rutin olduğu kanaatinde değilim... O anda bir şeyler bulmak kesinlikle zorunlu olursa, o durumda o dakika bir şeyler bulmak mecburidir ve onun yeri asla Club Med değildir." diyor.

Bu operasyonların yasallığı nedir? Pletka, avukat olmadığı için böyle soruları cevaplayamadığını söylüyor. ABD tarafından onaylanan ve başkan Bush tarafından desteklenen işkenceye karşı BM konvansiyonu, "Hiçbir devlet bir insanı, kuvvetli delillerle işkenceye maruz kalacağına dair tehlike olduğuna inanılan başka bir ülkeye götürmek amacıyla ülke dışına çıkarmayacak, geri döndürmeyecek ya da suçluyu ülkesine iade etmeyecektir." ifadelerini içerir. Her yıl ABD; Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki işkenceyi, insan hakları ihlallerini kınar ve detaylarıyla ele alır. Geçen yılki Mısır raporunda işkence, "yaygın ve sürekli" olarak tanımlanmıştır.

İcraat nasıl yasal olabilir? Adalet dairesindeki hiç kimse buna yorum getiremez. ABD'nin bunu yasalmış gibi savunması bir devlet sırrıdır. İcraatı savunma konusundaki resmi Washington utangaçlığı, mahkemelerde artan "dikkate alınma" tehdidiyle ilişkili olabilir. ABD mahkemelerindeki davalardan da öte, Avrupa topraklarında CIA'nın adam kaçırmalarıyla ilgili adli araştırmalar vardır.

Almanya CIA jetleri için önemli bir üs haline gelmiştir. Gördüğüm uçuş kütükleri, Gulfsteram ve Boeing 737 jetlerinin Frankfurt havaalanında sıkça icraat için kullanıldığını göstermektedir. Frankfurt havalimanında 31 Aralık 2003'te Makedonya'nın Skopje kendinde kaçırıldığını iddia eden Almanya'nın Ulm kentinde doğmuş olan bir Alman vatandaşı Halid el-Mısrî olayına yönelik bir adli araştırma vardır. Üç hafta sonra o, uçakla Afganistan'daki -onun demesine göre- ABD'ye ait bir hapishanede sürekli dövüldü, ta ki dört ay sonra serbest bırakılıncaya ve Arnavutluk'taki bir yol kenarına atılıncaya kadar.

1- Rendition kelimesi, uygulama veya icraat olarak Türkçe'ye çevrilebilir. Kelime yazı boyunca ABD'nin zanlıları uçak ile kaçırıp, işkence yapılan ülkelere götürüp, orada bu şekilde konuşturup, belgeler imzalatarak mahkûm ettirmesi için kullanılmaktadır. Kelimenin Türkçesi olmadığı için icraat kelimesi ile çevirdik. (M. K.)

Çeviri: Murat Kayacan ve Ömer Yıldırım

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR