1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. 24 Haziran Seçimleri: Neye Tamam, Neye Devam?

24 Haziran Seçimleri: Neye Tamam, Neye Devam?

Haziran 2018A+A-

Türkiye’de gündem 24 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerine kilitlenmiş durumda. Erken seçim kararıyla ilk anda hazırlıksız sürüklendiği imajına rağmen muhalefet toparlanma görüntüsü verirken, iktidar cenahında seçim kararının alındığı günlerde sahip olunan nispi rahatlığın yerini giderek daha kaygılı bir bekleyişe bıraktığı gözlenmekte. Bu durum 16 yıllık kesintisiz bir iktidar sürecinden gelen AK Parti’nin dizginleri sıkı tutma ihtiyacı hissetmesi ve gerek kadrolarında gerekse de seçmen tabanında rehavet duygusuna fırsat vermemeye çalışmasına hamledilebilir elbette ama genel manada kaygılanmayı gerektiren bir manzara ile yüz yüze olunduğu da inkâr edilemez.

Tablonun bütününe bakıldığında iyimser olmayı zorlaştıran bir durum her açıdan kendini hissettiriyor. Uzun ve sancılı iktidar sürecinde AK Parti’nin pek çok alanda önemli adımlar attığı, başarılar kaydettiği biliniyor. Öyle ki ilk dönemlerde yoğun bir çatışma potansiyeli taşıyan ve kontrol edilmesi çok güç görünen askerî ve yargı bürokrasisinin gelinen yer itibariyle tümüyle denetim altına alındığı; küresel sermayeyle ve dolayısıyla uluslararası güç merkezleriyle iç içe geçmiş görünen iş çevrelerine ve toplumsal bir huzursuzluk kaynağı teşkil eden medyaya neredeyse bütünüyle diz çöktürüldüğü ortada. Ne var ki tüm bu gelişmelere rağmen idari, hukuki, iktisadi vb. alanlarda sıkıntılı, oldukça gerilimli bir döneme girildiği de tartışma götürmeyen bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.

Giderek Büyüyen Hoşnutsuzluk

AK Parti iktidarının önceki dönemde dindar kesimler nezdinde beslediği, büyüttüğü iyimserlik havası büyük ölçüde kaybolmuş durumda. 15 Temmuz’la birlikte alabildiğine yükselen moral ve sahiplenme duygusu ne yazık ki kısa bir süre içinde alabora oldu. İslami camianın genelinde bir hoşnutsuzluk, rahatsızlık, geleceğe dair umutsuzluk rüzgârları esmekte.

Siyaset etme tarzının giderek daha kişisel ve otoriter bir renge büründüğü, yargıda keyfiliğin vicdanlarda derin yaralar açtığı, doğru ve güzel icraatlara destek olma anlayışının yerini holiganlığa, fanatizme, tazim ve yüceltme kültürüne bıraktığı bir ortam belirginlik kazanmakta. Ekonomik göstergelerde giderek artan olumsuz sinyaller ise rahatsızlığın, hoşnutsuzluğun toplumun neredeyse bütününe sirayet etmesine yol açmakta. Ve tüm bu tablo doğal olarak iç kırıklıklarına yol açmakta, moral bozukluğunu beslemekte.

Seçimler normal şartlarda mevcut tıkanıklıkların aşılması, yanlış olduğu düşünülen politikaların terk edilmesi, geniş kitlelerin hoşnutsuzluklarının giderilip taleplerinin karşılanması açısından bir imkân, bir vesile olarak kabul edilir. Değişim umudunun canlı tutulmasına katkıda bulunurken, siyasi kadrolar açısından yenilenme, silkinme fırsatı olarak değerlendirilir. Ne var ki 24 Haziran seçimlerinin dindar kesimler arasında az da olsa bu yönde bir umut doğurduğunu söylemek pek mümkün değil. Aday profilinin önceki döneme nazaran nispeten daha olumlu olması, daha nitelikli isimler barındırması da durumu çok değiştirmiyor. 

AK Parti otoriter-devletçi anlayışı reddeden, gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış tabuları yıkan bir eğilimden, milliyetçi-devletçi dili giderek daha fazla içselleştiren bir limana doğru sürüklenmekte. Olağanüstü gelişmelerin ortaya çıkardığı ‘mecburiyet hali’ ile izah edilmeye çalışılan MHP ile ittifak süreci kalıcı bir kader birliğine dönüşme yolunda. Öyle ki devlet kurumlarında giderek kendini daha fazla hissettiren MHP zihniyeti saldırganlığını yavaş yavaş sokağa yansıtıyor. Ne yazık ki bu ülkede her zaman kanayan bir yara olma potansiyeli taşıyan Kürt sorununa yönelik onca cesur adımın ardından yeniden kaba ve hamasi bir yaklaşımla Türk milleti, Türk bayrağı söylemlerine avdet edilmiş durumda.

Yargı mekanizmasının işleyişine hâkim kılınan keyfilik ve tahammülsüzlük neticesinde vicdanları sızlatan kararlar adeta sağanak gibi yağıyor. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele şiarıyla yola çıkıldığı hatırlandığında, gelinen yer ciddi manada sıkıntılara, gerilemelere işaret ediyor. Ve ortada bunca sıkıntı, düzeltilmesi gereken sorun varken, erken seçim kararının hangi yaraya merhem olacağını kestirmek ise hiç mümkün görünmüyor.

İstişare Mekanizmasını Geliştirmek Yerine “Reis Bilir” Anlayışını Yüceltmenin Maliyeti

Aslında tek başına erken seçim kararının kendisi dahi kötü gidişatın somut bir göstergesini sunmakta. Halkın böyle bir talebinin olup olmadığı gözetilmeden, hiçbir zeminde istişare edilmeden, tartışılmadan, “ben yaptım oldu” mantığıyla alınan erken seçim kararı Türkiye’de giderek daha fazla çevrenin tepkisini çeken, tartışılan tek adam görüntüsünü pekiştiren bir olay olmuştur. Ne gariptir ki ‘tek adam yönetimi’ eleştirilerinin, şikâyetlerinin giderek artmasına paralel olarak iktidar bu suçlamaları haklı çıkartacak adımları hızlandırıyor adeta.

Daha garibi de şu ki erken seçim kararı gündeme geldiğinde AK Parti yetkilileri ya da medyadaki sözcüleri, savunucuları için yapılması gereken tek şey, düne kadar gereksiz, suni gündem maddesi diye dışladıkları, ayıpladıkları erken seçim mevzusuna dört elle sarılmak, kararın faziletlerini sıralamak oluyor. Tayyip Erdoğan’ın her sözünde, her icraatında hikmet arama tutumu bir kez daha devreye giriyor ve sorgulamayı, tartışmayı hor gören, dışlayan anlayış her zamanki gibi amigoluğa soyunuyor.  

Oysa bugün geldiğimiz yerden bakıldığında ise erken seçim kararının anlamsızlığı, gereksizliği net biçimde gözükmekte. Erken seçimin AK Parti’ye şu anda sahip olunanın fevkinde ne sağlayacağı sorusu orta yerde dururken, kaybetme riski giderek daha kaygılı bir bekleyişe ve ister istemez hırçınlaşmaya yol açmakta. Ama yine de “Bu erken seçim kararına neden ihtiyaç duyuldu?” sorusu gündeme gelmiyor. Aynen geçtiğimiz yıl yapılan anayasa değişikliği referandumu ile cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesine neden ihtiyaç duyulduğunun sorulmaması, sorgulanmaması gibi!

AK Parti açısından asli sorun Tayyip Erdoğan’ın ‘metal yorgunluğu’ kavramıyla gündemleştirdiği şekliyle teşkilat yapısında ortaya çıkan şevksizlikten, bitkinlikten kaynaklanmıyor. Bu bir netice, siyasal-toplumsal yapıda ortaya çıkan yorgunluğun, yılgınlığın bir yansıması sadece. Bu duruma kaynaklık eden olgular görmezden gelindiğinde ise durumu düzeltme imkânı da elden gidiyor, cansızlık, moralsizlik katlanıyor. Öyle ki muhalefetin ciddi bir tez ortaya koyamaması, gerçek manada alternatif olamaması, tümüyle popülizme saplanıp inandırıcılıktan hepten uzaklaşması bile avantaja dönüşmüyor, iyimser bir atmosferin gelişmesine yetmiyor.

24 Haziran’da karşılaşılması muhtemel tablo ne olabilir, diye düşündüğümüzde avantajlı konumunu korumasına rağmen iktidar partisi açısından rahat bir seçim olacağını söylemenin güçlüğü her geçen gün biraz daha belirginleşiyor. Belki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan çok zorlanmayacaktır ama Meclis aritmetiğinde AK Parti’nin şu anda sahip olduğu avantajı sürdürebilmesi hiç kolay olmayacaktır. HDP’nin barajı geçmesi durumunda AK Parti’nin MHP’ye sürekli olarak mahkûm bir pozisyona düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu tür bir durum ise başlı başına bir zaaf, daha ötesi saçmalıktır.

Sebebi gayet açık! Seçimlerin normal vaktine daha bir buçuk yıl varken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin iteklemesiyle erken seçim kararı alındı. Seçimlerin neticesinde AK Parti şu anda sahip olduğu Meclis çoğunluğunu kaptırma ve MHP desteğine mecbur kalma riskiyle karşı karşıya. Bu da gelecek dönemde her aşamada, her kararda MHP’nin taleplerine, dayatmalarına boyun eğme sonucunu doğurabilir. Ki böylesi bir durumu ‘saçmalık’ kavramından daha iyi izah edecek ifade ne olabilir?

İslami Camiada Kazanımları Kaybetme Kaygısı Gelişiyor!

Şu aşamada güçlü bir ihtimal olarak gözükmese dahi, AK Parti’nin Cumhurbaşkanlığı ya da Meclis seçimlerini kaybetmesi riski ortaya çıkmıştır. Kabul etmek gerekir ki ardı ardına bir dizi yanlış söylem ve tutumun belirginlik kazandırdığı bu durum İslami camia açısından da bir risk demektir. Gerek Kemalist resmî ideolojik devlet yapısına karşı elde edilen kazanımların, daha önemlisi ise ümmet coğrafyasındaki irtibat ve ilişkilerin gerilemesi, olumsuz etkilenmesi ihtimali açık bir risktir! Bu durumda bizler açısından nasıl bir tavır takınılması gerektiği sorusu öne çıkmaktadır. 

Öncelikle seçimler gibi, ülke ve bölge politikaları üzerinde önemli etkiler uyandırması kaçınılmaz bir gelişmeye ilgisizlik düşünülemez. Nasıl bir tavır alınacağı; siyasi aktörler arasında tercih yapılıp yapılmayacağı; hangi siyasi çizginin destekleneceği veya reddedileceği, aynı şekilde yanında mı karşısında mı yer almak gerektiği vb. sorular tartışılabilir ama bir bütün olarak süreci takip ve tahlil etmek ve topluma, dünyaya sözü olan insanların kaçınamayacağı bir görevdir. Yine bu gözlem ve değerlendirmeler neticesinde genel manada Müslümanların maslahatına uygun bir tavır belirlemek, neyin lehimize, neyin aleyhimize sonuçlar doğuracağını bilerek hareket etmek elzemdir.

Bu zaviyeden bakıldığında Erdoğan ve AK Parti iktidarının devamının hem genel manada Müslümanların taleplerinin karşılanması ve aynı zamanda aksi durumda karşılaşılabilecek sıkıntılar, güçlükler dikkate alındığında tercihe şayan olduğu söylenebilir. Canımızı sıkan, reddetmemiz, karşı çıkmamız elzem pek çok icraata, asla göz yummamamız, görmezden gelmememiz gereken bir dizi gelişmeye rağmen gerçekçi bir perspektiften yaklaştığımızda hangi sonucun ne getirip ne götüreceğini iyi değerlendirmek, tartmak zorundayız.

Son kertede sahnedeki aktörlerin tümünün konumları bellidir, biz de konumumuzu buna göre belirlemek durumundayız. Mevcut gidişattan rahatsızlığımız, izlenen politikalara yönelik eleştirilerimiz, itirazlarımız İslami kimliğe ve ümmete asla dost olmamış ve ellerine fırsat geçtiğinde düşmanlıkta sınır tanımadıklarını her zaman göstermiş çevrelerin pozisyonuna düşmeye, onlarla yan yana durmaya kesinlikle izin vermez. Bilakis bu çevrelerden, anlayış ve kadrolardan beri olduğumuzu net bir şekilde ortaya koymalıyız.

Mesafeyi Korumak Zorunludur!

Buna karşılık AK Parti’nin İslami kimliğe ve ümmete daha yakın durması, en azından bir düşmanlık tutumu içinde olmaması şartsız desteklenmesini gerektirmez. Doğrusuyla yanlışıyla sahiplenilmesini, birtakım olumlu icraatlarının bedeli olarak günahlarına da ortak olunmasını ya da sessiz kalınmasını asla getirmez! Bu manada rakiplerinin içerdiği tehdidi bertaraf etme adına AK Parti ile özdeşleşmek, fazla yakınlaşmak da ciddi bir risktir, kimlik kirliliğine yol açması muhtemel bir sapmadır. Tam da bu noktada iki hususun altı net olarak çizilmelidir. Öncelikle kimliksel düzeyde mutlaka bir ayrışma olmalıdır. İkinci olarak da ortaya konan politikalara yönelik net bir eleştirel tavır sürdürülmelidir.

Kimliksel düzeyde ayrışma gereklidir ve önemlidir. Ne yazık ki AK Parti iktidarı sürecinde İslami camia içinde pek çok yapı, çevre ve şahıs olumlu görülen söylem ve politikaları destekleme adına kendi özgün kimliklerini anlamsızlaştıracak ölçüde bir yakınlaşma, özdeşleşme tutumu içerisine girmiştir. Bu tutumun tabi neticesi olarak, yer yer AK Parti’nin gündemine ve politikalarına tümüyle eklemlenme hali ortaya çıkmıştır. Oysa boyutu tartışılabilir, farklı gündem ve gelişmelere bağlı olarak uzar ya da kısalır ama mutlaka bir mesafe olması şarttır. Az ya da çok bir mesafenin korunmaması durumunda İslami yapıların ayrı bir varlık sürdürmelerinin anlamı da değeri de kalmayacaktır.

Yine AK Parti iktidarının ortaya koyduğu birtakım söylem ve icraatlara ilişkin olarak İslami sorumluluk sahibi çevre, şahıs ve yapıların mutlaka sorgulayıcı bir tavır sergilemeleri, eleştirel bir tutum içinde olmaları gereklidir. Bilhassa son dönemde bir hayli yükseltilen devletçi-milliyetçi yaklaşımlara ve yine devletin beka kaygısı öne sürülerek meşrulaştırılmaya çalışılan hukuk dışı uygulamalara yönelik olarak sorular sormak, tartışmak, yanlışlara tavır almak hayati önemdedir. Aksi durumda gerek bugün yaşayanlar, gerek sonraki nesiller için İslami söylem ve değerler adına, Müslümanlar adına son derece kötü bir imajın yerleşmesine katkı sağlanmış olur. Oysa Müslümanlar kim yaparsa yapsın, hangi ‘zorunluluk’ gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılırsa çalışılsın yanlışa, ifsada, zulme, harama göz yumamazlar, göz yummamalıdırlar!

Maslahatı Gözetmeli ve Adaletle Davranmalıyız!

Bununla birlikte yapılan yanlışların, haksızlıkların görmezden gelinmesini, sineye çekilmesini asla gerektirmemekle birlikte Erdoğan ve AK Parti iktidarının mevcut seçenekler içinde daha tercih edilebilir olduğu da açık bir gerçektir. Ve yine elbette Bangladeş İslami hareketinden Hamas’a, Arakanlı mazlumlardan Suriye direnişine kadar ümmet coğrafyasına, mazlum kardeşlerimize sahip çıkan, destek olan bir anlayışın yerine açıkça şebbihalık yapanların güçlenmesini arzu edecek değiliz. Suriyeli muhacirlere düşmanlık duygularını kışkırtmak suretiyle oy devşirmeye kalkan, “İhvan yüzünden Sisi’yle kavgaya ne gerek var, bir an önce anlaşmalıyız.” diyen, içeride-dışarıda İslami hareketlere karşıtlıklarını gizlemeyenlerin geminin dümenine hâkim olmalarının ne tür sonuçlar doğuracağını kestirmek hiç de zor olmasa gerek!

Öte yandan süregelen birtakım icraatlara, ilişkilere, söylemlere duyulan kızgınlık ve öfkenin İslami camia içinde kimi çevreleri iktidar değişimi ihtimalini umursamazlıkla hatta yer yer memnuniyetle karşılamaya ittiği görülebilmektedir. Oysa bu tür yaklaşımlar sorumlu bir bakış açısını yansıtmaktan uzak, duygusal tepkilerdir ve ümmetin maslahatını görmezden gelmek anlamına gelir. Çünkü birileri gittiğinde yerlerine kimlerin geleceği bellidir! Ve bu gelecek olanların bırakalım içeriye dönük politikalarda neler yapabileceklerini, bu ülkeye sığınmış sayısız mazlumun hayatını nasıl zorlaştırabilecekleri de rahatlıkla tahmin edilebilir. Ve sadece bu kardeşlerimizin hukukunun korunması, onların bir tehditle, sıkıntıyla karşılaşmadan bu ülkede misafirliklerini sürdürebilmeleri için dahi olsa bu ırkçı ve ümmet karşıtı anlayışın palazlanmaması çokça önem arz etmektedir.

Bunlar olsa da olur olmasa da olur cinsinden kuruntular değil, bilakis haklı ve gerekli endişelerdir. Coğrafyamızın dört bir yanında ezilen, horlanan, katledilen mazlumlara uzanan dostluk, kardeşlik elinin kesilme riski bizi kaygılandırmalıdır. Bununla birlikte tüm bu kaygılarımız ve hissetmemiz gereken sorumluluklarımız bizi hiçbir şekilde ümmetin maslahatı adına yanlış icraatlara göz yummaya da sevk etmemelidir! Bir yandan ümmetten yana, mazlumlardan yana, haktan, adaletten yana icraatlara destek verirken, bu doğrultuda ortaya konan sözlerin, politikaların arkasında dururken, aynı zamanda haksızlık ve zulüm içeren her söylem ve eylemi de reddedebilme, iktidar sahiplerinin yanlışlarına ortak olmama basiretini de mutlaka gösterebilmeliyiz. Sonuç olarak mevcut şartlarda Türkiye’de AK Parti iktidarının sürmesi genel manada ümmetin lehinedir ama iktidarın yanlışlarına tavır almak da biz Müslümanların sorumluluğudur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR