1. YAZARLAR

  2. Salim Uslu

  3. 1 Mayıs'ta Taksim'deyiz

1 Mayıs'ta Taksim'deyiz

Nisan 1993A+A-

Hak-İş bu yıl 1 Mayıs'ı İşçi Hareketiyle Birlik ve Dayanışma Günü ilan etti. Ve 1 Mayıs'ı İstanbul Taksim Meydanı'nda kutlayacağını açıkladı. İstanbul Valiliği'nin Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs kutlamasına izin vermeyeceğini bildirmesine rağmen Hak-İş Genel Başkanı Necati Çelik, basma kararlarında ısrarlı olduklarını açıkladı. Konuyla ilgili olarak Hak-İş Genel Eğitim Sekreteri Salim Uslu ile Öz Gıda-İş'in İstanbul Şubesi'nde bir söyleşide bulunduk.

HAKSÖZ

- Hak-İş 1 Mayıs kutlamaları hakkında önceki yıllar açık bir tavrın sahibi değilken, son yıllarda -Özellikle de bu yıl- 1 Mayıs kutlamaları konusunda ısrarlı bir şekilde gündemi doldurmaya başladı. Bu tutum Hak-İş'te köklü bir anlayış değişikliğinin varlığına mı işaret ediyor?

Efendim, bildiğiniz gibi sosyal faaliyetler içerisinde işçi hareketinin önemli bir yeri var. İşçi hareketi zaman zaman gerek sermayeyle, gerekse sermaye-devlet ittifakının kolluk güçleriyle çatışmalara girmiştir. Yani kapitalizmin yoğun uygulandığı ülkelerde sınıflararası çizgilerin oldukça kalın olduğu dönemde çok sert çatışmalar olmuştur. Bu çatışmaların en anlamlı örnekleri İngiltere ve Amerika'da yaşanmıştır. Ki 1886 Amerika'sında 1 Mayıs'ta yaşanan bazı olayların yıl dönümünde 1 Mayıs kutlamalarına başlanmıştır. Orada o tarihte sermaye ile devlet ittifak içerisinde, işbirliği içerisinde işçilere ve halka karşı bir baskı hareketine girişmişlerdir. Devlet halkın devleti olmak yerine kendisini sermayeyi koruyan, sermaye sınıfına arka çıkar bir konumda görmüştür. Polisin görevi de, halkın güvenliğini sağlamak yerine sermayenin güvenliğini sağlamak olmuştur. Bu tutum kapitalist ideoloji içerisinde doğru bir mantıktır. Bu mantığa göre, sermaye olmadan insan olmaz. Önce sermaye, sonra insan. Hal böyle olunca kapitalizmin gerektirdiği bütün sömürü koşullan ve sömürüyü kolaylaştıran bütün koşullar kendine meşruiyet yollarını kolaylaştırır.

1 Mayıs 1886 yılında insanlar bu sömürü anlayışına karşı harekete geçiyor o gün yüzlerce işçi yaralanıyor, dört kişi de öldürülüyordu. O gün insanlar sömürüye, siyasal baskılara karşı çıkıyorlar. Özellikle çalışma sürelerinin 8 saatle sınırlandırılmasını istiyorlar. Sağlıklı bir sosyal güvenlik sistemi kurulmasını ve bir de yeterli ücret istiyorlar. Tabi kadınlar ve çocukların yapılarına uygun çalışma koşulları da istiyorlar. Bu nedenle verilen kavgada dört kişi de idam ediliyor. İdam edilenlerden birisinin sözü şudur: "Emeğe saygı duymayan hükümetlere ben de saygı duymuyorum. Şerefli bir ölümü şerefsiz bir hayata tercih ederim."

Şimdi biz Hak-İş olarak bugüne kadar 1 Mayıslarla ilgili olarak Türkiye'de yaratılan tabuların üzerine gitmek suretiyle 1 Mayıs'ın gerçek anlamına uygun bir biçimde kutlanması amacıyla harekete geçtik. Türkiye'de 1977 veya 1978 yıllarında Taksim'de olaylar olmuştur. 34 insan ölmüştür ve o günden bugüne kadar bu insanlar kim tarafından öldürülmüştür, sanıkları, zanlıları, suçluları kimlerdir hala ortaya çıkartılamamış ve dosyalar müruru zamana uğrayarak rafa kaldırılmıştır. Dolayısıyla, 1 Mayıslar sadece 1977-78 olaylarına bakarak değerlendirmek yanlış olur. 1 Mayıs'ın 1886'daki gerekçelerine bakmak lazım. Ve bugün dünyanın değişik ülkelerindeki kutlanış biçimlerine ve gerekçelerine bakmak lazım. 1 Mayıslar her ülkede o ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel koşullarına göre değişik biçimlerde kullanıyor. İran'da 1 Mayıslar anti-empeyalist gösteriler olarak kutlanıyor. 1 Mayıs dolayısıyla İmam Humeyni'nin bir mesajı var: "İşçiler, İslami ve insani görevlerini yerine getirdiklerinde ülkemizin tutsaklık zincirinden birisi daha kırılmış olacaktır." diyor 1981 "de. İsveç, İsviçre gibi ülkelere baktığımızda 1 Mayıslar daha çok silahsızlanma yada barış gösterilerine dönüştürülmüştür. Bir başka ülkede çevrecilik şeklinde kutlanıyor. Geçmişte doğu blokunda rejimin bir güç gösterisi şeklinde kutlanıyordu. Güney Afrika'da da ırkçılığa başkaldırı olarak kutlanıyor.

- Sizin 1 Mayıs'a yüklediğiniz anlam nedir?

Bizim 1 Mayıs'a yüklediğimiz anlam tabii tüm bu ülkelerdeki talepleri ve gerekçeleri ülkemizin koşullarını dikkate alarak 1 Mayıs'ın Türkiye'de özgürlüklerin dile getirildiği, düşünce özgürlüğünün dile getirildiği ve emeğin kutsiyetinin ifade edildiği bir gün olarak görülmesi ve kutlanmasıdır. 1 Mayıs'ı hem emeğin kutsiyetinin dile getirildiği, hem özgürlüklerin ifade edildiği bir gün olarak anlamlandırıp kutlayabiliriz diye düşünüyoruz. Bu gerekçeyle Hak-İş olarak 1987 yılından itibaren öncelikle 1 Mayıs'la ilgili düşüncemizi netleştirdik. Bugüne kadar bizim dışımızda tesbit edilmiş kavramlara, bizim dışımızda tesbit edilmiş kurumlara esir olmamak için dikkatlilik içerisindeyiz. Teşkilatımız Hak-İş Konfederasyonu ve hayatı yorumlama biçimi gelişip olgunlaştıkça, hayatı yorumlama ve algılama anlayışımız kendi kültürümüzle kendi değerlerimizle yeni bir biçim kazandıkça bizim dışımızda tespit edilen kelimeler ve kavramların, kurumların, kuralların anlamlarını yeni bir baştan gözden geçiriyoruz ve kendi kültürümüze, değerlerimize uygun anlamlar yüklemeye çalışıyoruz. Onun için 87-88 diyoruz. O tarihten itibaren oturduk 1 Mayıs'ı inceledik ve 1 Mayıs'la ilgili bugüne kadarki bakışların yanlış olduğunu, yani bugüne kadar Türkiye'de kutlanan 1 Mayısların 1977-78 ve sonraki yıllardaki kutlama biçimleri nedeniyle kamu vicdanında mahkum edilmiş olduğunu gördük. Kamu vicdanını rahatsız edici tarzda kutlandığını gördük. Ama o günlere bakarak 1 Mayısları mahkum etmenin de yanlışlığına inanıyoruz. Dünyadaki kutlanış biçimi ve 1886'daki olayların gerekçesine, temeline indiğimizde 1 Mayıs'ın ezilen insanların, mağdur insanların, mazlum insanların kendi söylemlerini, taleplerini, beklentilerini dile getirebilecekleri, özgürlük arayışlarını ifade edebilecekleri, emeği savunup kamuoyunun dikkatini kendi sorunlarının üzerine çekebilecekleri bir gün olarak kutlanması gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle geçen yıl konfederasyonumuz üç konfederasyon tarafından bugüne kadar kutlananlardan farklı olarak kendi söylemlerimizle, kendi sloganlarımızla bir kutlama biçimi geliştirmiştir ve üç konfederasyonla birlikte kutlanmıştır.

- Bu sene de diğer işçi konfederasyonlarıyla beraber 1 Mayıs'da Taksim'de kutlama teşebbüsünüz oldu. Ancak diğer federasyonların 1 Mayıs'a sizin yüklediğiniz anlamı vermeleri konusunda mutabık olduğunuzu ifade etmeniz mümkün olabilir mi?

Değil. Bir defa 1 Mayıs'a bayram diyenler var. Bu en basit ayrılığımız. Başka ayrılıklarımız da var. 1 Mayıs bayram değildir. Yani bizim kültürümüzde bayramları bayram kılan anlamlar, gerekçeler farklıdır. Dolayısıyla insanların katledildiği günleri bayram ilan etmenin kendi kültürümüzle, kimliğimizle çeliştiğini düşünüyoruz. Bu gün, olsa olsa birlik ve dayanışma günüdür diyoruz. Onun için biz 1 Mayıs'a "1 Mayıs Birlik ve Dayanışma Günü" diyoruz. Dünyanın bir çok ülkesinde de bu anlamda kutlanıyor. Ama Türkiye'de bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da bir çelişki yaşanıyor. 1 Mayıs Bayramı deniyor. Çünkü geçmişte resmi ideoloji amele evlatlarına bir bayram hediye etme ihtiyacı duymuş. 1 Mayıs İşçi ve Bahar Bayramı gibi bir isim uydurmuş. Daha sonra buna İhtiyaç duyanlar, sonradan ihtiyaç kalmadığına inanınca bunu iptal etmişler, yasadan çıkartmışlar. 1 Mayıs Bayramı olarak kalmış. İnsanların katledildiği günlerin bayram olarak kutlanılmasını doğru bulmuyoruz. Onun için de 1 Mayıs bayram değil, işçi dayanışma ve birlik günü olarak kutlanmalıdır diyoruz. Adını böyle koyuyoruz ve geçen yıllarda da böyle kutladık. Bu tanımla kutladık. Hak-İş, Türk-İş ve DİSK Konfederasyonları arasında 1 Mayıs'ın tanımından dolayı bir farklılık vardı. Ve geçen dönemde bunu aştığımız kanaatindeyim ama bu dönemde yine kavram kargaşasının devam ettiğini görüyoruz. Bunun dışında konfederasyonların kongreleri olmuştur. Türk-İş Konfederasyonuna yeni bir yönetim gelmiştir. DİSK'te kongre olmadı, yönetim değişmedi ama DİSK'in yeniden çalışma hayatında faaliyete geçmesiyle birlikte bizim İlkesel olarak ahlaki bulmadığımız yöntemlere başvurduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Türk-İş'te sarfettiğimiz mesai ve sağladığımız mutabakatları yeni yönetimle silbaştan sağlama imkanımız olmadı. DİSK'in de faaliyet esnasında gösterdiği bazı farklılıklar nedeniyle biraz da Türk-İş'in karşı çıkması nedeniyle üç konfederasyonun birlikte kutlaması imkanı olmadı. Biz bu yıl Hak-İş Konfederasyonu olarak herkesten Önce 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması gerektiğine inanarak İstanbul Valiliği'ne başvurduk. Ama İstanbul Valiliği reddetti. Tabi İstanbul Valiliği olayı klasik devlet memuru mantığıyla değerlendirdiği için reddetti. Bu bir siyasi iradeyi gerektiren durumdur. Türkiye'yi demokratikleşme ve şeffaflaştırma, hoşgörü ortamına götürme iddiasındaki bir siyasal koalisyon iktidarı işbaşındadır. Dolayısıyla Sayın Başbakan'a da başvurarak Taksim'in 1 Mayıs kutlaması için bize izin verilmesinin önemini belirttik. Bunun hoşgörü ortamının kurulmasına katkıda bulunacağını belirttik. Böylece demokratikleşme ve şeffaflaşma iddialarını test etme imkanı sözkonusu oluyordu. Sayın Başbakan'ın Nevruz öncesi söylediği bir sözü vardı: Dileyen herkes her istediği yerde toplantı yapabilir. Sayın Başbakan'ın bu sözünü dün dündür mantığıyla söylemiş olmayacağı kanaatiyle Taksim'i bize vereceğini umuyoruz, bekliyoruz ve biz bir kutlama yaparsak, bu güne kadar ki 1 Mayıslardan farklı bir kutlama biçimi sunacağız. Orada ve daha önce de yukarıda söylediğim gibi 1 Mayıs'a yüklediğimiz anlamlarla kutlayacağız 1 Mayıs'ı.

- 1 Mayıs'ın kutlanması konusunda Türkiye yönetimi belki resmi ideolojinin bağnazlığı ve bürokrasinin tıkanıklığı dolayısıyla engeller çıkartıyor. Siz bu engelleri sivil veya askeri bürokrasinin köhnemişliğine mi veriyorsunuz? Yoksa temelde Türkiye'ye hakim hale gelen kapitalist sistemin bu konuda yönetime kendi istemlerini dayatması noktasından mı meseleyi ele alıyorsunuz?

Evet. Türkiye için daha çok ikinci söylediğiniz gerekçe geçerlidir. Bürokrasinin köhnemişliği de doğrudur. Ama bürokrasiden öte Türkiye'de kapitalist bir sistem ve onun siyasal tercihi olan liberalist siyasal yönetim anlayışı egemendir. Bununla birlikte 1920'lerden itibaren ülkede devletin siyasal yapısı içerisinde, devletin her şeye egemen olma anlayışı vardır. Yani devlet cumhuriyetin kuruluşundan bir süre sonra, büyük meclisin teşekkülündeki halkın değişik kesimlerinden değişik inançlıların biraraya gelerek oluşturduğu ilk meclisin tasfiyesinden sonra yeni bir siyasal anlayış hakim olmuştur. Bu siyasal anlayışla birlikte artık halkın gücüne ve rolüne güvenilmemeye başlanılmıştır. Ve ülkedeki tüm değişim hareketleri halka rağmen ama halk adına yapılmıştır. Asker ve sivil bürokrasi anlayışı kendisini ülkeyi herkesten çok sevme, herkesten çok koruma, gerektiğinde kollama gibi bir görevle yükümlü görmüştür. Bundan dolayı da kendisine bazı imtiyazlar tanımıştır. Yasaları hazırlarken bu imtiyazlara oldukça abartılı bir biçimde yer vermiştir. Ülkede anayasa mı değişecek, bu imtiyazlılar karar vermişlerdir. Asker ve sivil bürokratlar ve malum aydınlar karar vermişlerdir. Ülkede demokrasi ya da çok partili döneme mi geçilecek, onlar karar vermişlerdir. Sendikalar mı kurulacak, onlar karar vermişlerdir. 1 Mayıs amele bayramı olarak mı kutlanacak, onlar karar vermişlerdir. Ve gerektiğinde de 1 Mayıs'ı kutlayanları vatana ihanet suçuyla yargılamış ve idam etmişlerdir. Dolayısıyla Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne kadar halkın gücüne ve rolüne duyulan güvensizlikledir ki birileri gerektiğinde hakları kendi istedikleri kadar verip, istedikleri kadar genişletmekte ve gerektiğinde de istedikleri kadar daraltmaktadırlar. Halk sadece seçim zamanlarında oy veren tebaa gibi görülmüştür. Halkın gerektiğinde oy verdiği insanları denetleme hakkı bulunmamaktadır. Halkın örgütlenme bilinci de zayıftır. Zaten bu da yasalarla engellenmiştir. Memurlar siyaset yapamazlar, işçiler siyaset yapamazlar. Dar gelirli insanlar zaten geçim derdinde oldukları için kendiliklerinden siyaset yapamıyorlar. Öğrenciler, öğretim üyeleri siyaset yapamıyorlar. Böylece Türkiye'de siyaset aydınlarla, tuzu kuru insanlara yani TÜSİAD'a kalıyor. Türkiye'deki ekonomik yapıyı incelediğimizde de devlet en büyük işveren. Ekonominin %50'sini, bankacılığın % 70'ini kontrol ediyor. Böyle olunca devletin kontrol ettiği büyük ekonomik güçle, özel sektörün gücü bir çıkar ittifakının kurulmasını zorunlu kılıyor. O çıkar ittifakı işte bazen 1 Mayıs'ta, bazen işçi olaylarında işçi hareketlerinde bazen hükümetlerin kurulmasında ve yıkılmasında kendisini gösteriyor. Kendi çıkarlarına uygun tercihlerini ortaya koyuyorlar. Bu bazen dayatmalar şeklinde kendisini gösteriyor, bazen yasaklar şeklinde. O açıdan daha çok ikinci söylediğiniz husustaki gibi Türkiye'de rejim bugün 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasını doğru bulmuyor ve rejimin arkasındaki kesimler de 1 Mayıs'ın kutlanmasında belli ki kendi çıkarları bakımından bir kısım mahzurlar görüyorlar. Ve herhalde bürokratlara onu empoze ediyorlar ve bürokratlar da onu istiyorlar.

- Müslüman halk kesiminin 1 Mayıs'a bakışı olumsuz. Zaten müslüman halkın geleneksel kültür içinde sosyal-muhafazakar kuşatmadan kurtulamadığını görüyoruz. Bu konuda düşünsel ve sosyal konumu itibariyle zaafiyetlerle malul olan müslüman kitlelerin köklü bir değişim geçirmesi gerekiyor. Hak-İş olarak sizin de 1 Mayıs yaklaşımınız temelde sosyal bir olgunlaşma, fikri bir netleşme ve değişim süreci içinde yakalanmış olumlu bir olgu olarak görülüyor. Böyle bir seviyeyi yakalayabilmek ve işçi sorunlarını gündemlerine almak konusunda ne kadar mesafe katetmişlerdir? Bu kesime sorunlarınızı anlatmak konusunda ilişkileriniz ne düzeyde seyretmektedir?

Ben Hak-İş konfederasyonunun düşünsel değişim sürecine rastlayan 78'li yıllarda bir çok sosyal sorunla birlikte, 1 Mayıs konusunda da sağlıklı bir biçimde yeniden tespit edilmesi ihtiyacını duyduğum için de bir soruşturma yaptım ve müslüman aydın ve ilim adamlarıyla görüştüm. Yaklaşık 35-40 arkadaşla görüştüm. Yazar-çizer ve akademisyen arkadaşlar. Kimisi kalem, kimisi kelam erbabı arkadaşlar. Ve aşağı yukarı %90'ı 1 Mayıs'ı bizim söylediğimiz çerçevede kutlayabileceğimiz, kutlamamız gerektiği görüşünde birleştiler. Dolayısıyla I Mayıs konusunda aşağı yukarı müslüman entellektüelin büyük çoğunluğuyla hemfikir olmamızla birlikte, bu insanlarımızın bu tür gayretlerinin olmadıklarını da gözlemliyorduk. Maalesef bu insanlarımız genellikle kendi çabalarıyla bu konularda fikir beyan etmek, görüş beyan etmek ihtiyacı duymamaktaydılar.

Tabii ki bu ataletin nedenleri uzun. Bir kere müslümanların öncelikli sorunu 1 Mayıs değil. Son 70 yılda çok büyük baskılar allında kalmışlar. Öncelikle bizim büyüklerimizin Kur'an okumalarının yasaklandığı bir süreç geçirmişiz. Namaz kılanların horlandığı bir süreç geçirmişiz. Bugün bile, bu çağda bile, insanların kılık kıyafetlerinden dolayı cezalandırıldığı bir süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla müslümanların daha çok gündemlerinde hep inanç ve düşünce özgürlüğüyle ilgili sorunlar birinci planda yer almış. Bu nedenle kendimizi daha çok bu sorunlara hapsetmişiz. Ya da kendimizi bu sorunların içerisinde bulmuşuz.

- Yani fikri sorunlarımızın çözümü ve sosyalleştirilmesi konusunda mesafe katedilememiş.

Evet. Fikri sorunların sosyalleştirilmesi konusunda mesafe katedilememiş ve maalesef bu sosyal olayların boyutları da öyle çabuk genişliyor ki takip etmekte güçlük çekiyorsunuz. O açıdan sosyal olaylar fevkalade dinamik bir şekilde gelişiyor. Olayların çıkışım zamanında görüp sağlıklı değerlendiremezseniz, sonuçtaki değerlendirmeleriniz sağlıklı olmayabilir. Türkiye'de işçi hareketinin başlaması gerektiğini düşünemezsiniz. İşçi hareketinin başladığı yıllarda hangi gerekçeyle başladığını, hangi boyutta olduğunu bilemezsiniz. Bugünkü konular üzerinde sağlıklı değerlendirmeler, tespitler yapamazsınız. Sağlıklı fikirler üretemezsiniz, O açıdan bu dinamik sahayı çok iyi yakalamak lazım. Bir de İslam toplumu geçmişinde sınıf çatışmalarına tanık olmamıştır. Bu nedenle de müslümanlar sınıf çatışmalarında kendilerini taraf görmemişlerdir. Yanlış bu düşünce. Sınıf çatışmalarında taraf olmakla, sınıf gerçeğini kabul etmek ayrı şeyler. Sınıf çatışmasında taraf olmak veya olmamak ezilen insanları, mağdur insanları, mazlumları, mustazafları kollamak farklı şeyler. Bu noktada herhalde yeterli fikri çalışmaya ya zaman bulunamamış, ya da zaman müsaade etmemiş, ama ne olursa olsun müslüman entelektüellerin hiç bir mazareti bu konudaki sorumluluklarını ortadan kaldıramaz. Bu açıdan özellikle bu sosyal sorunlara müslümanların söyleyecekleri bir çok söz, getirecekleri bir çok çözüm olması gerektiğine inanıyorum. Zannediyorum bu röportaj ve bundan sonraki çalışmalarla bu müslüman entellektüellerin bu konuda bir şeyler üretmelerine vesile oluruz.

- İnşaallah. Son olarak Türkiye halklarına ve müslüman kamuoyuna 1 Mayıs kutlamaları hakkında vereceğiniz mesajı almak istiyoruz.

1 Mayıs dolayısıyla söyleyeceğimiz mesaj şu: Türkiye'de ve dünyada işçi hareketleri ya da sınıflararası çatışmalar sadece ücret sorunundan, sadece çalışma koşullarından dolayı oluşmuyor. Bu çatışmalar aynı zamanda bir insanlık sorunudur. Emek, toplumsal nimetlerin toplumda artması için yapılmış üretken, övülmüş bir eylemdir; Toplumsal bir boyut olduğu için övülmüş bir eylem olarak önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla müslümanların emeğe, emekçiye arka çıkmalarını, onların meselelerini kenarından köşesinden atlamadan tanımaları gerekir diye düşünüyorum. Bu önemli meseleler atlanarak bu sorun ortadan kalkmıyor. Bu sorunların üzerine gitmek gerekiyor. Nerede bir mazlum hareketi varsa, her müslüman kendisini o harekette taraf görmek zorundadır. Dolayısıyla 1 Mayıs vesilesiyle müslümanlar kendi meselelerine daha duyarlı olabilirler, olmaları gerekir. İşçi hareketine sendikaların faaliyetlerine daha ilgili olabilirler. Aksi halde sendikalar ve sendikal hareket, işçi hareketi başka düşüncelerin hareket alanına giriyorsa, işçi hareketi ve sendikalar bir kısım siyasi partilerin oy deposu haline geliyorsa ve sonra birileri çıkıp efendim İslam anlayışı sınıf bilincini atomize ediyor. Bu nedenle İslam hareketiyle, İslam düşüncesiyle çatışmak gerekir diyorsa herhalde bu olumsuzlukların bir tarafında da müslümanların ilgisizliği olsa gerekir. Müslüman aydınların, ilim adamlarının, yayıncıların bütün bu söylenenleri dikkate alıp işçi hareketinin daha çok yanında yer almak özellikle Türkiye'de giderek keskinleşen emek-sermaye çatışması içerisinde sağlıklı bir tercih yapmak ve sağlıklı çözümler üretmek zorunda olduklarını düşünüyorum.

- Sayın Uslu, 1 Mayıs'ta Taksim'e gidiyor muyuz?

Evet. 1 Mayıs'ta Taksim'deyiz. Genel Başkanımız Necati Çelik Bey de açıkladı. Ben ve arkadaşlarım Taksim'deyiz; dedik. O gün Necati Bey'le birlikte biz Taksim'de olacağız. Eğer hükümet izin verirse -ki vermesi gerektiğine inanıyorum- o gün Taksim'de kendi gerçek anlamına uygun bir 1 Mayıs kutlayacağız. Şayet izin vermezse biz yine orada olacağız. 1 Mayıs'ı kutlama özgürlüğümüzü engelleyen anlayışı protesto edeceğiz.

- Teşekkür ederiz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR