1 Kasım: Milliyetçi Bağnazlığa Seçim Freni!
1 Kasım seçimleri, beklentilerin çok üzerinde bir oy alan AK Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. 7 Haziran’dan bu yana geçen yaklaşık beş aylık süreçte ortaya çıkan manzaranın AK Parti’yi tercih noktasında seçmeni ikna ettiği anlaşılıyor. Koalisyon belirsizlikleri, PKK ile çatışmalar, ekonomik istikrarsızlık, Suriye savaşının ağırlaşan maliyeti gibi faktörlere ilaveten muhalefetin sergilediği performansın güven vermekten çok uzak olması 7 Haziran’da ortaya çıkan kırgınlığın tamirini beraberinde getirdi ve AK Parti 10’dan fazla partinin katıldığı bir seçimde her iki seçmenden birinin oyunu alma başarısı elde etti.
İzledikleri Siyasetle Yüzleşemeyenlerin Mazeret Arayışı Bitmez!
Sandıkların açılıp sonuçların belli olduğu ilk andan itibaren muhalif cephenin yine ciddiyetten de yaratıcılıktan da son derece uzak tutumlar içine girdiği görülmekteydi. Tekrar edilmekten posası çıkmış, basit, sığ argümanlar bir kez daha tedavüle sokulmaya çalışılıyordu. Önceki seçimlerde sıkça duyduğumuz “Halkımızı makarnayla, kömürle kandırdılar!” türünden lakırdıların yerini bu kez “İstikrarsızlıkla, savaşla, kaosla korkuttular!” mazeretleri almıştı.
Medyada halen ciddi bir ağırlığı bulunan sol-Kemalist çevrelerin hedef tahtasına MHP’yi oturtmuş olmaları; 7 Haziran sonrasında CHP ile HDP destekli bir koalisyona razı olmayıp, seçimin yenilenmesinin yolunu açmasından ötürü MHP’ye adeta ateş püskürmeleri ilginçti. Aynı çevrelerin CHP’yi hiç tartışmamaları ve yine bunca hadiseden sonra dahi HDP’ye adeta toz kondurmaya yanaşmamaları ise daha ilginçti. Televizyon ekranlarında HDP yöneticilerine “PKK, eylemleriyle HDP’nin ayağının altından halıyı çekmiş olmadı mı?” türünden gayet munis, sevecen sorular sormaktan çekinmeyen propaganda uzmanları hâlâ PKK-HDP iç içeliğini gizleme, HDP projesini ayakta tutma gayretkeşliğini sürdürmekteydiler. Uçuk kaçık birtakım iddiaları yan yana getirerek AKP-IŞİD işbirliği saçmalığını rahatlıkla dillendirebilenlerin, PKK ile HDP’nin birbirinden tamamen bağımsız, apayrı oluşumlar olduğu tezine kamuoyunu ikna çabasından bir türlü vazgeçmemeleri dikkat çekici değil mi?
Anlaşılan o ki, AK Parti’nin seçimleri açık ara kazanmış olmasının yol açtığı hazımsızlığı gidermek için ülkenin nasıl bir korku tüneline sokulduğu, ne kadar korkunç baskılarla halkın sindirildiği ve benzeri iddialar bu tiplere ilaç gibi geliyor! Sol-Kemalist çevreler ve müttefikleri Kürt ulusalcıları zaten öteden beri bu baskı-zulüm kuşatması tezinin müdavimiydiler. Bu koroya şimdilerde, üstelik daha da ateşli bir söylem ve kampanya gücüyle Gülen medyası da dâhil oldu.
Tasvir ettikleri manzaraya bakan, Türkiye’de Beşşar Suriye’sinden ya da Sisi Mısır’ından bile daha baskıcı, zalim bir anlayışın hüküm sürdüğünü zanneder. Öyle karanlık tablolar çiziyorlar ki, bir parça vicdan taşıyan, adalet ve erdem sahibi herkesin isyan etmesi, asla kabullenmemesi gerekir! Ne hikmetse seçimler öncesinde “Halk bu baskıya, zulme sessiz kalmaz, mutlaka tepkisini sandıkta gösterecek!” diye propaganda yapanlar, sandıktan arzu etmedikleri bir sonuç çıkınca bu kez de “Baskı ve zulümle halk korkutuldu, sindirildi!” iddiasıyla vaziyeti izaha yelteniyor, daha doğrusu kendilerini kandırıyorlar.
Ülkede Zulüm Ayyuka Çıkmış Ama Demek ki Halk Farkında Değil!
Siyasi öfke aklı, mantığı örtünce sağlıklı düşünme ihtimali ortadan kalkıyor. Ve bu kadar korkunç bir ortama mahkûm edilen, vicdanları kanatan manzaralara şahit olan, ezilen, sindirilen, aşağılanan kitlelerin neden sandık başına gittiğinde yine de kendisine bu kasvetli ortamı layık gören, bunca zulmü icra eden bir kadroya oy verdiği sorusuna tutarlı bir cevap aranmıyor. Oysa mantıklı bir akıl yürütme neticesinde varılabilecek sonuçlar bellidir: Ya bu halk vicdanını ve aklını tümden yitirmiş bir sürüdür! Ya da iddia edilen Türkiye manzarası gerçek dışıdır!
AK Parti iktidarının toplumu baskı altına aldığı, muhalifleri tümüyle sindirdiği, ülkede otoriter, hatta totaliter bir diktatörlük tesis ettiği tezini ileri sürenler birtakım yasal-idari karar ve uygulamaları tezlerinin delili olarak ileri sürmekte, ülke sathında yaşanan birtakım hak ihlallerine projektör tutup, münferit bazı hadiseler üzerinden adeta kıyameti koparmaktalar.
Şüphesiz Türkiye’de doğrudan iktidarın tercihinden ya da bürokratik mekanizmadan kaynaklanan bir dizi hak ihlali, yanlışlık, hukuksuzluk yaşanmaktadır. Zaten Türkiye’nin dört dörtlük bir hukuk devleti olduğunu iddia etmenin objektif kriterlerden ziyade ancak hükümete hayranlık duygusundan hareket edenlerin işi olabileceği de açıktır. Ne var ki bu tür olumsuzlukların, haksızlıkların yaygınlaştığı ve sistematik boyutta seyrettiği, önceki dönemlere nazaran katlanarak arttığı türünden söylemler abartılıdır, temelsizdir. Bilakis Türkiye’nin insan hakları sicilinin geçmişe nazaran çok daha olumlu bir seyir izlediği, muhalif düşünce ve örgütlenmeler önündeki engellerin giderek azaldığı ise adil bir gözle bakan herkesin rahatlıkla kabul edeceği bir gerçektir.
Anketlere Yansıyan Sindirilmişlik Olgusu
Bu noktada hükümete muhalif kesimlerin bastırıldığı, kendilerini ifade etme araçlarının kısıtlandığı tezinin iler tutar bir yanının bulunmadığını 1 Kasım seçimlerine ilişkin yayınlanan anketlerin neredeyse tamamının açık bir başarısızlığa uğramaları olgusunda dahi görmek mümkündür. Şöyle ki, hükümete yakın olduğu düşünülen anket firmalarının yayınladıkları sonuçlarda dahi AK Parti’ye oy vereceklerini söyleyenlerin oranı bir hayli düşük çıkmıştır. Neden? Çünkü zannedildiği gibi AK Parti hükümetinin muhaliflerini sindirmesinden ziyade karşı cephenin yaygın biçimde oluşturduğu şirretlik ortamından ötürü AK Partili seçmenler kendilerini ifade etmekten çekinir duruma düşmüştür.
Öyle ki muhalif olduğunu söylemek değil, tam tersi AK Partili olduğunu beyan etmek cesaret ister hale gelmiştir. Anket sonuçlarında görülen bu hata payını bu anlamda üniversitede, medyada, sokakta her yerde yaygın biçimde karşılaşılan bu olgunun bir yansıması olarak okumak yanlış olmasa gerek!
Nerede Savunuyor, Nerede Karşı Çıkıyoruz?
AK Parti karşıtı cephenin gerek ülke içinde gerekse de tüm bölgede yaşanılan gelişmelere karşı tutumları ideolojik-politik kimlik ve konumlanışıyla uyumlu olup, tam da bu yüzden İslami kimlikli oluşumlarla ontolojik bir karşıtlık içindedir. Şüphesiz İslami ilkeler ve kimlik temelinde bir toplumsal-siyasal dönüşümü hedefleyen bizlerin de AK Parti politikalarına yönelik pek çok itirazımız, eleştirimiz mevcuttur. Ne var ki bizlerin itiraz noktalarımızla, söz konusu cephenin rahatsızlıkları taban tabana zıtlık içermektedir.
Örneğin mezkûr cephe hükümeti İslamcılık yapmakla suçlarken, bizler doğal olarak İslami değerlerin yeterince dikkate alınmaması noktasında eleştirmekteyiz. Aynı şekilde onlar Suriye’de, Mısır’da, Ortadoğu’da İslami hareketlerden yana politika izlendiği savıyla eleştiriler sıralarken, düşmanlık geliştirirken bizlerse yapılanları yeterli görmeyip, İslami hareketler ve Müslüman halklar lehine daha net, daha kapsamlı tavırlar sergilenmesi gerektiğini savunuyoruz. Onlar hükümeti ‘ümmetçi’ siyaset izlemekle suçlarken, bizler İncirlik, ABD ile koalisyon, İsrail ile ilişkilerin hâlâ sürdürülmesi ve benzeri konulardan ötürü eleştirmekteyiz. Kısacası İslami camianın da eleştirileri, itirazları var ama bunlar laik cepheninkilerle taban tabana zıt şeyler!
Ve tüm bunlarla birlikte ortada görmezden gelemeyeceğimiz bir manzara mevcut. AK Parti, karşıtları-düşmanları tarafından İslamcılık yapmakla, eğitimden sosyal hayata kadar her alanda dinî referansları öne çıkartmakla eleştirilen, Hamas, İhvan ve diğer İslami hareketlere hamilik yapmakla itham edilen, Suriye’de mücahidlere destek verdiği için mahkûm edilmeye çalışılan bir siyasi iktidarı temsil etmekte. Böylesi bir vasatta bu kadronun seçimler neticesinde halkın yarısının oyunu almayı başarmış olması, kesinlikle sıradan bir gelişme olarak görülemeyecek, bilakis mazlum coğrafyalarımızdaki tüm kardeşlerimiz gibi bizleri de son derece memnun eden bir sonuç olarak karşımızda duruyor. Özetle ifade etmek gerekirse, İslami mücadeleyi tekil ve dar alanlara hapsetmemek gerektiği bilinciyle, Obama’dan Putin’e, Esed’den Sisi’ye kadar zalimleri, katilleri üzen her sonucun kazanımımız olduğunun farkındayız.
En Net, En Somut Kazanım:
Milliyetçi Tırmanışın Frenlenmesi
1 Kasım’ın ortaya çıkardığı Türkiye manzarası açısından en önemli kazanımı, gelişmeyi ise milliyetçi fanatizmin gerilemesi olarak değerlendiriyoruz. Bu durumun üstelik iki kanadıyla birlikte yaşanması, hem Türk hem Kürt milliyetçiliğini temsil eden iki siyasetin de aynı anda gerilemesi ise elbette çok daha önemli ve dikkat çekici bir gelişme olmuştur.
7 Haziran ile 1 Kasım tablosu arasında ciddi fark vardır. 7 Haziran’da hem MHP’nin temsil ettiği Türk milliyetçiliği hem HDP’nin temsil ettiği Kürt milliyetçiliği yükseliş trendi içindeydiler. Aradan geçen beş aylık zaman diliminde bu her iki siyaset adına sergilenen tavırlar halkta bir güvensizlik duygusunun gelişimine yol açmış oldu. Şüphesiz bu ülkede milliyetçi fanatizm sadece bu iki parti tarafından temsil ediliyor değil. Yine seçim sonuçları bu iki partinin silinip gittiğini falan da göstermiyor elbette. Türkiye’de milliyetçiliğin neredeyse tüm siyasi akımlara bulaşmış bir ideoloji, daha ötesi devletin resmi ideolojisi olduğunun farkındayız. Bununla beraber MHP özelinde Türk milliyetçiliğinin çok daha radikal bir kimliğe büründüğü ve bunun karşıtını besleyerek Kürt milliyetçi siyasetine de katkı sunduğu açıktır. Bu itibarla temsil niteliğini haiz oluşumların gerilemesi önemli bir gelişmedir.
Öte yandan MHP’de yaklaşık 4,5; HDP’de ise 2,5 puanlık bir gerilemenin bu partilerin bittiği anlamına gelmeyeceği açık olmakla beraber 7 Haziran’da yakaladıkları yükselme trendinden aşağıya doğru bir seyre yönelmeleri anlamında bu sonuçların belirleyici olarak görülmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Kürt illerinde HDP’nin halen bariz bir üstünlüğünün görülmesine rağmen her seçimde kaydedilen artış eğiliminin yön değiştirmiş olması bilhassa önemli bir göstergedir. Üstelik de normal şartlarda milliyetçi duyarlılıkları beslemesi, tahrik etmesi beklenen çatışma-savaş olgusuna rağmen bu sonucun ortaya çıkması ise daha da dikkat çekici olmuştur.
Cahilî Asabiyeden Arınmak Kimlik ve Söylemde Netlik Gerektirir!
Hiç kuşkusuz milliyetçilik sadece yaşadığımız ülkede değil, İslam coğrafyasının neredeyse tamamında İslami kimliğe alternatif, İslami kimliğe rakip pozisyonda konumlanmış en yaygın akım olarak öne çıkmaktadır. Cahilî asabiye duygusuna dayanan ve kimi zaman bünyesinde İslami simge ve değerleri de barındırarak tam bir eklektik bilinç oluşturan milliyetçiliğin yol açtığı kirlilik ancak net bir aidiyet çerçevesi ve gerçek manada bir kardeşlik bilinciyle aşılabilir. Bu noktada AK Parti hükümetinin yapabilecekleri vardır, atması gereken adımlar vardır. Öncelikle sıkça karşılaşılan ve ciddi kafa karışıklığı yansıtan eklektik-bulanık söylemlerden kaçınmakla işe başlanabilir. Ve kimi zaman etnik çağrışımlar, bazen ulusalcılık, bazen de İslami temelde birliktelik anlamı yüklendiği görülen millilik söyleminin içinin nasıl doldurulduğu hususunda mutlaka netlik sağlanmalıdır. Yani kısacası bazı türlerine ve kimi tezahürlerine değil, milliyetçiliğin kendisine karşı çıkılmalı, bir bütün olarak milliyetçi düşünce, yaklaşım tarzı, söylem ve pratikler reddedilmelidir.
Mamafih, tam bu noktada gerçekçi davranmak ve kimden ne beklediğimizin farkında olmak zorundayız. AK Parti’nin kimliği, kapasitesi ve sınırları bellidir. Milliyetçiliğin azgınlaşan boyutlarına karşı tavır takınması elbette olumlu olmakla birlikte, bu cahilî olguya karşı net ve bütüncül bir tutum geliştirmesi ve milliyetçi anlayışla kökten hesaplaşmasını beklemek pek gerçekçi değildir. Şüphesiz Kemalist resmi ideolojik sınırlar dâhilinde geliştirilmeye çalışılan güdük bir kardeşlik anlayışıyla köklü sorunlara çare bulunamayacağı, ancak İslami kimlik ve adalet temelinde inşa edilecek bir kardeşlik hukukunun nihai manada çözüm oluşturabileceği açıktır. Bunun ise ancak İslami kimlik ve ilkeleri esas almış, cahilî kirlilik ve bulanıklıklardan azade kadroların üstlenip ifa edebileceği bir sorumluluk olduğu bellidir.
- Kuşatma Parçalandı!
- 1 Kasım: Milliyetçi Bağnazlığa Seçim Freni!
- Toplumsal Sağduyunun Zaferi
- 6-8 Ekim Olayları Bağlamında Toplumsal Bir Dönüşümün Analizi
- Mısır ve Körfez Ülkeleri Ekonomilerinin Hali Pür Melali
- Suriye’deki Kurbanlar Ne İfade Ediyor?
- Düşünce, Eylem ve İlişkilerimizde Temel Ölçümüz
- “Coğrafya Kaderdir”
- “Mülteci Krizi Bir İnsanlık Krizidir!”
- Bir İnsan Hakları Meselesi Olarak Avrupa'da Mülteci Akını
- “Mültecilik Ekonomik veya Siyasi Bir Sorun Değil, Ahlaki Bir Sorundur!”
- Mülteciler: Acının ve Çaresizliğin Yeryüzünü Kanatan Elleri
- Göz Yaşlarıyla Beslenen Secdeler
- Lut ve Firavun Kavimlerinin Helakinden Alınacak Dersler
- Çocuk Eğitiminde 40 Hadis
- Sessiz Yara
- Beton Tozlu Yara
- 3. İntifada